İçeriğe geç

Sanatçının Gençlik Portresi Kitap Alıntıları – James Joyce

James Joyce kitaplarından Sanatçının Gençlik Portresi kitap alıntıları sizlerle…

Sanatçının Gençlik Portresi Kitap Alıntıları

Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana ulusçuluğun , dilin ve dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım.
Sinirlice doğruldu taş parçasından çünkü kanındaki alevi söndüremiyordu artık. Yanaklarının yandığını, gırtlağının türkülerle dolup yutkunduğunu duydu. Yeryüzünün en uzak köşelerine doğru yola çıkmak için yanan ayaklarında gezgincilik şehveti vardı. İleri! İleri! diye bağırıyordu sanki yüreği. Denizin üstünde akşam kararacak, ovalara gece basacak, gezgincinin önünde tanyerleri
ağarıp yabancı topraklarla tepelerle yüzler gosterecekti ona. Nerede?
Yüksek sesle haykırma isteğinden acıdı boğazı, yükseklerde bir atmaca ya da bir kartal gibi haykırmak, rüzgarlara haykırmak kurtuluşunu, delercesine. Bu, hayatın çağrısıydı ruhuna, ödevlere dünyasının sıkıcı kaba sesi değil, mihrabın soluk hizmetine çağıran insanlıksız ses değil. Bir anlık yabanıl uçuş kurtarmıştı onu ve dudaklarının içerde tuttuğu fer çığlığı beynini oyuyordu.
Babasıyla iki eski dostu geçmişin anılarına içerken Stephen tezgahtan üç bardağın kalkışına baktı. Bir rastlantı ya da mizaç uçurumu onu onlardan ayırıyordu. Zihni onlarınkinden daha yaşlı gibiydi; çabalarının, mutluluklarının, hayıflanmalarının üstünde daha genç bir dünyanın üzerinde, bir ay gibi soğukça parlıyordu. onların kanını kaynatan hayat ve gençlik onda yoktu. Ne başkalarıyla arkadaşlık etmenin tadını, ne kaba erkek sağlıklılığını ne de anne baba sevgisini biliyordu. Ruhunu karıştıran soğuk, kötü, sevgisiz bir hırstan başka tek şey yoktu. Çocukluğu ölmüş ya da yitip gitmiş, yanında basit sevinçlere kapılabilen ruhunu alıp götürmüştü ve hayatın ortasında ayın çorak kabuğu gibi sürükleniyordu.
Babasıyla iki eski dostu geçmişin anılarına içerken Stephen tezgahtan üç bardağın kalkışına baktı. Bir rastlantı ya da mizaç uçurumu onu onlardan ayırıyordu. Zihni onlarınkinden daha yaşlı gibiydi; çabalarının, mutluluklarının, hayıflanmalarının üstünde daha genç bir dünyanın üzerinde, bir ay gibi soğukça parlıyordu. onların kanını kaynatan hayat ve gençlik onda yoktu. Ne başkalarıyla arkadaşlık etmenin tadını, ne kaba erkek sağlıklılığını ne de anne baba sevgisini biliyordu. Ruhunu karıştıran soğuk, kötü, sevgisiz bir hırstan başka tek şey yoktu. Çocukluğu ölmüş ya da yitip gitmiş, yanında basit sevinçlere kapılabilen ruhunu alıp götürmüştü ve hayatın ortasında ayın çorak kabuğu gibi sürükleniyordu.
Hoş geldin, ey hayat! Milyonuncu keredir yola çıkıyorum yaşantının gerçekliğiyle karşılaşmak ve ruhumun nalbantında soyumun yaratılmamış vicdanını dövmek için
Şu kokuşuk bok yığını dünyada hiçbir şeyden emin olamıyoruz ana sevgisinden başka.
Çoğalma ölümün başlangıcıdır.
Yine sensin tutsak bakışlarımızın sahibi
Baygın gözlerin ve cömert vücudunla.
Coşkun davranışlar bıktırmadı mı seni?
Gökteki melekleri bile tuzağına çağıran?
Anma artık bir daha o büyülü günleri
Yavaş ve karanlık olur ruhun doğuşu, bedenin doğuşundan daha gizemlidir.
Akla sığmaz, yarı karanlık, denizlerin altı gibi belirsiz, bulutsu biçimler ve varlıkların dolaştığı bir yeni dünyaya bayılıp düşer gibiydi ruhu. Bir dünya, bir pırıltı mı ya da bir çiçek mi ?
Kızın gözleri onu çağırmış ve ruhu hop etmişti bu çağrıya.
Yaşamak, yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak! Yabanıl bir melek belirdi önünde; ölümlü gençlik ve güzelliğin meleği, hayatın şen saraylarından bir haberci, bütün yanılgı ve zafer yollarının kapılarını ona açmak için. Ileri ve ileri ve ileri ve ileri.
Göğsü bir kuşunki gibiydi, yumuşak ve küçük, küçük ve yumuşaktı koyu renk tüylü bir kumrunun göğsü gibi. Ama uzun açık renk saçları genç kızımsıydı ve genç kızımsı ve ölümlü güzelliğinin harikalığıyla bezenmişti yüzü.
Neredeydi çocukluğu şimdi? Kendi alınyazısından kaçan, yaralarının utancını tek başına düşünen ve çirkinlikle yapmacıktan kurulu evinde dokununca dağılan soluk kefenler ve çelenklere bürünüp kraliçelik süren ruhu neredeydi ? Ya da o neredeydi?
Ne kadar basit ve güzeldi hayat aslında! Bütün bir hayat vardı önünde.
Ey mezar, nerede senin zaferin?
Ey ölüm, hani senin zehrin ?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Oynamak istemiyordu. Ruhunun sürekli gördüğü maddesiz imgeyle gerçek dünya da karşılaşmak istiyordu. Onu nerede nasıl araması gerektiğini bilmiyordu ama bir önsezi,kendi belirli bir eyleme girişmeden de bu imgenin gelip onu bulacağını söylüyordu.
Yorgunluktan mı soldun
Göklere tırmanıp yeryüzüne bakmaktan,
Kimsesiz gezinerek?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çocukluğu ölmüş ya da yitip gitmiş, yanında basit sevinçlere kapılabilen ruhunu alıp götürmüştü ve hayatın ortasında ayın çorak kabuğu gibi sürükleniyordu.
Ne kadar hissediyorsak o kadar yaşlıyızdır.
Canavarca hayat biçimi yüzünden kendini gerçeklik sınırlarının dışına atmış gibiydi. Gerçek dünyada ona dokunan ya da bir şeyler söyleyen tek nesne yoktu kendi içindeki gazap dolu haykırmalardan yankılar işitmediği sürece.
Bütün dünyayı kazanmak ne işine yarardı kişinin ruhunu kaybedecek olduktan sonra?
“Ruh, ilk olarak o sana söylediğim anlarda doğar, dedi belirsiz bir sesle. Yavaş ve karanlık olur ruhun doğuşu, bedenin doğuşundan daha gizemlidir. Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana ulusçuluğun, dilin, dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım.”
cehennem ateşi hem bedeni hem ruhu yakar
Düşüncesiz coşkunluk yolunu şaşırmış bir gemiye benzer..
Yaşamak, yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak!
.
Gözlerinin kukuletasının altından ona ne dediğini duydu ve karanlık bir geçmişte, ister hayatta ister hayalde olsun, hikayelerini daha önce duyduğunu biliyordu.

Kitabın çevisirini Murat Belge yapmış! “Bıyıklarını burkuyordu” denmez diye düzeltelim yanlışını. “Bıyıklarını buruyordu” denir. İletişim Yayınları’nın dikkatine!
Bir adam için ruhunu kaybedecek olduktan sonra bütün dünyayı kazanmasının ne önemi olabilirdi ki?
Cehennem dar,zifiri karanlık ve pis kokulu bir hapisanedir,ateş ve dumanlarla dolu,zebanilerle kayıp ruhların dolaştığı yerdir.
Bir kalbi seven bir başka kalptir
Ölmek,öldükten sonra da yargılanmak insana mahsustur.Ölüm kaçınılmazdır.Kesin olmayan ne zaman ve nasıl,onulmaz bir hastalıkla mı yoksa beklenmedik bir kazayla mı ölüneceğidir.
Ruhun tükenişini arzuyla beklediğini bildikten sonra dua etmek neye yarardı ki?
Sadece son şeyleri hatırlayın, hiçbir zaman günah işlemezsiniz.
Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana ulusçuluğun, dilin, dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım
Ne günah işlediysek yarı yarıya
I will not serve that in which I no longer believe whether it call itself my home, my fatherland or my church: and I will try to express myself in some mode of life or art as freely as I can and as wholly as I can, using for my defence the only arms I allow myself to use – silence, exile, and cunning.
Hayatini baska hayatlarin ortak gelgitine katmak onun icin butun dualardan, oruclardan daha zordu ve bunu istedigi gibi yapmakta surekli olarak gosterdigi basarisizlik en sonunda kuskularin, cekingenliklerin artmasiyla birlikte, manevi bir kuruluk duyumu yaratti ruhunda.
Yavaş ve karanlık olur ruhun doğuşu, bedenin doğuşundan daha gizemlidir. Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne. Sen bana ulusçuluğun, dilin, dinin sözünü ediyorsun. Bense bu ağlardan kaçmaya çalışacağım.
Yalnız kalmaktan, bir başkası için terk edilmekten ve bırakabileceğim neyim varsa bırakmaktan korkmuyorum.Bir yanlış yapmaktan korkmuyorum, büyük bir yanlış yapmaktan bile, hayat boyu bir yanlış, ve belki sonsuz kadar uzun bir yanlış.
Bu, onun yaşantılar ardında giden ruhuydu,günah günah açıyordu kendini
Mantıklı ve uyarlı bir saçmalıktan çıkıp mantıksız ve uyarsız bir saçmalığı kucaklamak özgürlük olur mu ?
İnanmadığını söylediğin dinle zihninin böylesine dolu olması çok tuhaf bir şey.
Şüphelerimi yenmek istemiyorum.
(Hayvanlar hakkında) Çünkü onlar, insanların tersine, hayatlarının düzeni içindedirler ve akılla bu düzeni yoldan çıkarmamışlardır.
Bu ülkede ne vakit bir insan ruhu doğar, ağlar atarlar üstüne ki uçup gitmesin ruh. Bana milliyetçilikten, dilden, dinden bahsediyorsun. O ağlardan uçup gitmeliyim ben.
İkiyüzlülük kötülüğüne ötekilerle birlikte o da düşüyor, kendinde bulunduğuna herkesi o kadar kolaylıkla inandırdığı saflığın onlarda olacağına inanmıyordu.
O zaman, bu durumda, geri kalan her şey, düşündüğümü düşündüğüm ve duyduğumu duyduğum her şey, bundan önceki her şey aslında.. of, boş ver be ahbap! Uyu gitsin!
Kendini mi anlatmıştı, olduğu gibi ya da olmak istediği gibi kendini?
Erkeğin kadında beğendiği her fiziksel nitelik, kadının insan türünü devam ettirmek yönünde çeşitli işlevleriyle dolaysızca ilişkindir. Yeryüzü senin sandığından bile daha kasvetli bir yer..
Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca uçmasını önlemek için ağlar atıyorlar üstüne.
Bu ırk ve bu ülke ve bu hayat beni ortaya çıkardı.. Olduğum gibi dile getireceğim kendimi.
Senin hakkında kendime sorup duruyorum: Konuşması kadar masum mu?
İçimizde ne olduğunu hiçbir zaman söylemeyiz.
Yaşamak, yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak!
Daha içine girmeden yorulmuştu hayattan.
Bütün dünyayı kazanmak ne işe yarardı kişinin ruhunu kaybedecek olduktan sonra?
Gittikçe daha çok yaklaşacak, sonunda ayakları onu ansızın bir köşeden döndürüverecekti.
Bu ülkede bir adamın ruhu doğunca, uçamasın diye ağ atıyorlar üstüne. Sen bana milliyetten, dilden, dinden bahsediyorsun. Bense bu ağlardan kaçıp uçmaya çalışacağım.
Yapayalnızdı. Kimsenin dikkatini çekmiyordu, mutluydu, yaşamın vahşi kalbine yaklaşmıştı. Yalnızdı, gençti, başına buyruk ve yabanıl yürekliydi. Sert havanın ıssızlığı, acı sular, denizden gelme kabuklar ve yosunlar ile perdelenmiş kurşuni günışığında bir başınaydı.
Yorgunluktan mı soldun
Göklere tırmanıp yeryüzüne bakmaktan,
Kimsesiz gezinerek?..
Onların kanını kaynatan hayat ve gençlik onda yoktu.. Ruhunu karıştıran soğuk, kötü, sevgisiz bir hırstan başka tek şey yoktu. Çocukluğu ölmüş ve yitip gitmiş, yanında basit sevinçlere kapılabilen ruhunu alıp götürmüştü..
Kendi yetkisinden korkan.. Gururlu, duygun, şüpheci zihnindeki kargaşa karşısında hayatının pisliğiyle savaşıyor.
Ne yana yürüdüğünü pek bilmiyordu. Gurur, umut, istek -ezilmiş otlar gibi yüreğinden zihninin gözleri önünde çıldırtan günlük dumanları tüttürüyordu. Yaralanmış gurur, yitik umut ve şaşkın istekten çıkan dumanların kargaşalığı arasında tepeden aşağı yürüdü.
Yüzlerden kurulu boşluğun her yandan parçalanıp hareketli kümeler halinde dağıldığını gördü.
Yapraksız ağaçların altında sessizce dururlarken kahramanların gönüllerinde tanımlanmayan bir üzüntü gizliydi ve ayrılma anı gelince, birinin vermekten kaçındığı öpücüğü ikisi birden verdiler.
Hayata karşı acılaşmış o sessizlik havasından sıyrılmadı. Acılığının uzak ve yakın nedeni çoktu. Genç olduğu ve çeşitli tedirgin budalaca itkilerin elinde kaldığı için kendine, ayrıca çevresindeki dünyayı bir pislik ve içtensizlik görünüşüyle yeniden biçimlendiren talih değişikliğine kızıyordu.
Çarpışmaya kendininde katılacağını, onun sırtına da bazı ödevler yükleneceğini sezdi. Rahatlığından, eğlencelerinden bu birden kaçış, sıkıntılı sisli şehirden geçiş, bundan sonra içinden yaşayacakları bu çıplak, neşesiz evin düşüncesi gönlünü kararttı..
Onun da bu dünyanın hayatı içinde yerini alacağı saat yaklaşıyor gibiydi ve ne olduğunu pek belli belirsizce kavrayabildiği ama kendini beklediğini sezdiği büyük role gizlice hazırlanmaya başlamıştı.
Durumunu ikide birde hatırlayıp aynı acıyı çekti, öyleki sonunda yüzünde gerçekten bir düzenbazı andıracak bir şey olup olmadığını merak etmeye başladı, aynası olsa bakacaktı..
Bizler papaz boyunduruğunda talihsiz bir ulustuk hep. Üstelik hep öyle kalacağız sonuna kadar. Papaz boyunduruğunda Tanrı’dan yoksun bir ulus..
Acaba ölür müyüm diye düşündü. Güneşli bir günde de pekâlâ ölebilirdin.
Yeterince kutsal mı değildi ya da neden öbürlerine bir türlü yetişemiyordu?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir