İçeriğe geç

Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun Kitap Alıntıları – Yaşar Nuri Öztürk

Yaşar Nuri Öztürk kitaplarından Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun kitap alıntıları sizlerle…

Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun Kitap Alıntıları

Aydınlar susunca, zulüm kökleşir !
Zulme karşı savaşmak, sadece zulmün muhatabı olanların görevi değildir. Kur’an, zulme uğrayanların yanında savaşmayı bütün onur sahiplerinden, bir insanlık borcu olarak istemektedir.
Kur’an’ın izin verdiği savaşın meşruiyeti için zulme uğramış olmak şarttır.
İslam’ın günlük hayattaki pratikleri açısından ihmallere gelince, bu ihmallerin olmadığı bir yönetim Hz.Peygamber’den sonra hiçbir İslam ülkesine nasip olmamıştır.
Fesatın her türü, insanın eseridir. (2/30;40/26) Fesadın temelinde insanın doğal ve kozmik değerleri, kendi kişisel değerleri, kendi kişisel dürtüleri ve doymazlığı uğruna altüst etmesi yatar. (23/71)
En yıkıcı fesat, insanın saltanat ve sahip olma uğruna sergilediği fesattır. (Neml, 34)
Tağut, Kur’an terminolojisinde, iblis-şeytan şer enerjisinin fiziksel güç ve birimler haline gelmesini, eyleme dönüşmesini gerçekleştiren insani unsurdur.
Tağut illetine tutunanlara öğüt ve uyarı, beklenenin tam tersi bir etki yaratır; tağutun zulüm ve dehşeti biraz daha artar. (5/64,68;17/60)
Bütün Firavun benlikler raiyye kitleler ister. Çünkü firavun benlik sadisttir;sadist benliğin tatmini için mazoşist benlikler lazımdır.
Aktif zalimlerin birçoğunu, pasif zalimler, yani zulme bir biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.
Zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez . Bakara, 193
Görkemli cami yapımı, cami sayısını artırmak bir dindarlık veya dinde gelişme belirtisi değil, dinde ve toplumda çöküş göstergesi ve bir firavunlaşma veya yahudileşme alametidir.
Zalimleri yaratan sürüleşmiş halk yığınları da, büyük zalim zağarların yedikleri haramlardan birer kırıntı kapabiliriz diye onlara destek veren fino köpeklere benzerler. Zavallı finolar, önlerine atılan ufak kırıntılar karşılığında kendilerinin ve çocuklarının yarınlarını mahvettiklerini bir türlü anlamazlar.
Yandaşlar aracılığıyla ilahlık ilanı Ortadoğu coğrafyalarında sıkça görülen bir firavunluk tecellisidir. Son yıllarda bunun en tipik örneklerinden sayılan birine Türkiye’de tanık olduk.
Fırkalaşma bir cehalet, zühul ürünü değildir; bilinçli bir yapılanmadır. Allah’ın yasakladığı böyle bir yapılanma, cehaletin ürünü değilse hangi saikle yapılır? Cevap bellidir: Fırkalaşanların imanın ve Tanrı’nın üstüne çıkardıkları bazı hesapları, menfaatleri vardır.
Dinde fırkacılık şirkle eşanlamlıdır.
“Kesinlikle sizden oldukları yolunda Allah’a yemin ederler. Gerçekte onlar sizden değillerdir. Doğrusu şu ki onlar, ödleri patlayasıya korktukları için fırkalaşan bir topluluktur.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Musa devri firavunları rahim kontrolünü, İsrailoğulları’nın erkek çocukları doğmasın diye yapıyorlardı. Ancak bu kontrol devirden devire, firavundan firavuna değişir. Bu bazen kız çocukları doğmasın diye yapılır, bazen hiç doğum olmasın diye yapılır, bazen de istenen sayıda doğurma gerçekleşsin diye yapılır. Şöyle veya böyle, firavunlar, kadın bedeni üzerinde mutlaka bir kontrol kurarlar. En azından, ailelere kaç çocuk yapmaları gerektiğini dikte ederler. (s.179-180)
sadece günlük hayatı değil, insanların inançlarını da kontrol ederler. Bu kontrol öylesine ileri gider ki, kitlenin şöyle veya böyle, şuna veya bu inanmasını kendilerinin iznine bağlarlar. Bunun yolu da bir biçimde kurulan korku imparatorluğunun başına tek adam sıfatıyla oturmak ve ölünceye kadar oradan ayrılmamaktır. Modern firavunların eski krallıkları, imparatorlukları, örneğin, Osmanlı düzenini özlemlerinin arka planında bu sadist ve firavun bilinçaltı vardır.
Bütün sermayeleri Allah ile aldatmak olan bu zulüm güruhü, rakiplerinin en samimi hislerle bile dinden-imandan söz etmesi halinde çılgına dönerler. Babalarının öz malı gasp edilmiş gibi bağırmaya başlarlar. Dini kendi tekellerinde, Allah’ı da bu tekelin baş şefi olarak görürler.
Bedava bulanlar kıymetini bilmeseler de bu cumhuriyet, bu yüzyılda İslam dünyasına verilmiş nimetlerin en büyüğüdür.
Petrol verdiklerinin hali ortada. Türk toplumuna, uyku ve uyuşukluğa yenik düşürmeyen bir nimet gerekirdi; Tanrı onu verdi. O nimet, Atatürk Cumhuriyeti’dir.
İnsandaki şuurlu yol alışın göstergesi, ıstıraptır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hamdım; piştim, yandım diyor Mevlana Celaleddin Rumî (s.168-169)
Tanrısal espri açık: İlimle donanmamışsanız, laf ebeliği yaparak, ona buna toslayarak veya salya-sümük ağlayıp sızlayarak bir yere varamazsınız!
Dinlerin tarihlerinde, müminlerin mazlum oldukları dönemler daima yükselme ve yücelme dönemleridir. Çünkü mazlum, kudrete değil, hüccete sığınan insandır. Bu gerçeği çok iyi bilen Batılı İslam karşıtları, Kur’an dinini sahneden kovmak (ve tabii kendi zulümlerini saklamak) için Müslümanları sürekli bir biçimde (dışta ve içte) şiddet ve dehşet uygulamaya yönlendiriyorlar.
Tarih gösteriyor ki, hüccetle ayakta duramayıp kudrete sığınanların sonu felakettir.
Müslüman imparatorlukların tamamına yakını bu hüsran medeniyetleri içindedir. İş ve emanetlerimizin hemen tamamı asırlarca gücü ellerinde bulunduran ipsiz sapsızların tekelinde oldu. Şimdi, kuyruğumuz sıkışınca cıyak cıyak bağırıp hüccet üretenlerden yardım dileniyoruz. (s.165-166)
ABD hüccet yaratan bir ülke değil, yaratılmış hüccetleri gasp eden bir ülkedir. ABD, tarihin en büyük gaspçısıdır.
“Voltaire, bir insandan fazla bir şeydir; bir yüzyıldır, bir çağdır. O, olağanüstü bir iş başarmıştır. Voltaire, büyük bir zeka ve dev bir yürektir. O, bir savaşçıdır ve onun savaşı, aklın ön yargıya, haklının haksıza, ezilenin ezene karşı savaşıdır; iyiliğin savaşıdır. Voltaire’e kadarki zaman boyunca, çağlar, devlet başkanları, imparatorlar, krallar ve prenslere göre adlandırılmıştır. Voltaire, bir devlet başkanından daha fazla bir şeydir, düşüncelerin kralıdır o. Voltaire ile yepyeni bir dönem başlar. ” (Onur Bilge Kula, 29)
Emevîlerin İslam’ı yozlaştırıp kavmiyetçilik adına Mevâlî’ye zulmettikleri, tarihin tescil ettiği bir gerçektir.
Esasta bu kudret birliklerinin ne dinleri olur ne de imanları; tek bildikleri ve taptıkları, egemen kıldıkları güçleridir. Ne var ki, raiyyeleştirip hayvan sürüsüne dönüşün dükleri kitlelere kendilerini din savunucusu, din hamisi Allah’ın askeri, mücahit, gökten desteklenen orduların komutanları olarak takdim ve kabul ettirirler.
İnsanlar mescit yapma ile övünme yarışına girmedikçe kıyamet kopmaz.”
Zulümler altında bunalan ama Allah ile aldatılmaya her zaman müsait olan halk, ne zaman patlama noktasına gelmişse onu teskin edip susturmak için görkemli bir cami yapılmıştır.
Zulüm, aziz olması gerekenleri zelil, zelil olması gerekenleri aziz kılan icraattır. Zulüm gelince, hiçbir şey olması gereken yerde olmaz. Her şeyi olması gereken yere oturtan, adalettir.
Hüccet ortamı, özgürlük ve aydınlığı hayat tarzı yapan laik ortamda vücut bulur. Laiklik yoksa Allah ile aldatma egemen olur, o egemen olunca da akıl tutsak hale getirilir. Ye o zaman meydan kudrete kalır; hüccet hayatın dışına çıkar.
O, fesle-serpuşla, potinle ve hangi tarikatın sikkesinin cennet alâmeti (!) olduğunu tartışmakla meşguldü. Yani abesle meşguldü.
Hüccetin omurgasında bilgi-bilim var dedik. Bunun içindir ki hüccet haline dönüşemeyen kudretler batmaya mahkûmdur. Altı asırlık Osmanlı İmparatorluğu batmadı mı? Battı, çünkü kudreti vardı, hücceti değil.
Allah hep geometri kullanır diyor Platon.
Bu ikisinin yerine kılıç ve istila geçirilince zaferler geçici, mutluluklar aldatıcı oluyor. Ve çöküş muhakkak hale geliyor.
Aldatan, sizi sakın Allah ile aldatmasın! (Lukman, 33; Fatır, 5; Hadîd, 14)
Hüccete sarılanlar kudrete sarılanlara er geç galip geleceklerdir.
Elinizde hüccet varsa, hüccetle galip iseniz, sizi ancak zulme başvurarak susturma yoluna gidebilirler.
Petrol ve şiddet, hüccet üstünlüğü değildir. Onun içindir ki, iki yüz küsur milyon petrol zengini Arap, yirmi milyon hüccet zengini Yahudi’nin önünde zelil ve perişan olmaktan bir türlü kurtulamıyor.
Hüccetle galip gelmeyi kudretle galip gelmeye tercih ederim. Çünkü kudretle galebe ölümlüdür ama hüccetle galip gelmenin zevali yoktur. (Süyûtî, Târihu’l-Hulefa, 366)
Rahman suresi 33. ayet, göklerde koloniler kurmaya hazırlanan milletlerin bunu neyle ve nasıl başardıklarını göstermesi bakımından da hüccetle kudretin farkını göstermesi bakımından da bir mucize beyandır:

“Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin bucaklarından/köşelerinden geçip gitmeye/göklerin ve yerin katmanlarına nüfuz etmeye gücünüz yeterse, hadi, geçin gidin/nüfuz edin! İlme dayanan hüccet dışında bir şeyle nüfuz edemezsiniz!”

Büyük fetihlerin sahipliğiyle övünen Müslüman imparatorluk çocuklarının bugün, Batı’nın hüccet çocukları önünde düştükleri yürekler acısı durum bunun tarih diyalektiği tarafından önümüze konan tartışılmaz belgeleridir.
Bunun içindir ki, bütün firavun saltanatlar, ilmin bütün nimetlerini sömürüp kullandıkları halde ilim ve âlim düşmanlığından asla vazgeçmezler.
“Kanlı ve kanla yaratılmış şan ve şeref yoktur”
Tarih boyunca bütün kudret imparatorluklarının yaptıkları da budur. Hücceti o imparatorlukların ezip horladığı insanlar üretir, firavunlarsa hem o üreten benlikleri ezer, onlara sövüp sayarlar hem de onların yarattıkları değerleri nankörce ve namussuzca sömürüp keyif yaparlar.
Çağdaş firavunların yolu yöntemi de hep budur. Sürekli demokrasi derler, barış ve esenlikten, özgürlükten söz ederler ama icraatlarıyla bu kavramların hayata geçmesini engelleyen her türlü zulmü egemen kılarlar. Basını, üniversiteleri, hatta yargıyı ve nihayet hukuku güdüme alarak şeytanî ve firavunî bir korku imparatorluğu yaratıp hayatı cehenneme çevirirler. Bunu hem yerel düzeyde yapan firavunlar var hem de küresel düzeyde. Yerel düzeye hemen hemen tüm Ortadoğu örnektir.
En yıkıcı fesat, insanın saltanat ve sahip olma uğruna sergilediği fesattır. (Nemi, 34) Böyle olduğu içindir ki, insanlık tarihi boyunca medeniyet ve saltanatların çöküşüne hep fesatlar sebep olmuştur. (28/4, 83; 29/14; 40/26; 89/12)
Fesadın temelinde insanın doğal ve kozmik değerleri, kendi kişisel dürtüleri ve doymazlığı uğruna altüst etmesi yatar.
Fesadın her türü, insanın eseridir.
Anlaşılan odur ki, her devirde birden çok tağut bulunur. Tağutların kabile çapında, millet çapında olanları yanında bölgesel ve uluslararası olanları da bulunacaktır. Bunlar birbirlerinden habersiz olabilecekleri gibi, organize de olabilirler. İblisler Parlamentosu (hizbu’ş-şeylan, evliyau’ş-şeytan) gibi birlikler, beraberlikler vücuda getirebilirler; aralarında hiyerarşik bir düzen kurulabilir, kaynaşmaya, birleşmeye gidebilirler.
Tağut, her devirde, firavun ruhlu egemen kişilerle, onların yardakçıları olan güruhun genel adı, cins ismidir.
İnsan, kendi zevcini, yani benzer zıddını veya karşı kutbunu, kendi benliğinden ayırmış tek varlıktır.
Bu demektir ki, kıyamet yeni oluşlara, yeni zevciyetlerle imkân ve sahne açmanın bir başlangıcıdır. Yani kıyamet, bir yandan bir bitiş ve ölüş sergilerken, bir yandan da bir başlangıç ve oluş sergileyecektir.
Türk tarihinin en mutlu devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Peygamberimiz, ashabına dünya milletlerine İslamiyet’i kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hükumetleri başına geçmelerini emretmedi. Hilafet demek, idare, hükumet demektir. Bütün Müslüman milletleri idare etmek isteyen bir halife buna nasıl muvaffak olur?! Bütün İslam milletleri üzerinde tek halife fikri hakikatten değil, geleneksel din kitaplarından çıkmış bir fikirdir.

(Sadi Borak, Atatürk ve Din, s.91-92)

Kur’an bize gösteriyor ki, bilinen firavunlardan daha kötü ve şerir firavunlar da olabilir. Bu İkinciler, çevrelerinde bir tane olsun uyarıcı barındırmayan, yaşatmayan firavunlardır.
“Geleceğimizde saklı olan en büyük tehlike, kitlelerin diktatörlüğü üzerine kurulmuş bulunan sözde demokrasidir.”

~ Proudhon ~

Musa’nın tanrısı ile Firavun’un belirleyici farkı, birincisinin teklif götürdüğü insana seçme özgürlüğü vermesi, İkincinin ise vermemesidir. Firavunluk psikozu kendi görüş ve anlayışını dayatır, seçme ve tercih şansı tanımaz.
Devletine, ordu ve saltanatına aldanan Firavun, cellatlara rağmen ölümden kurtulan biri eliyle zulmü içinde boğulup gitti.
“Yiyin, için fakat başkalarının emeğiyle üretilmiş nimetleri zalimce saçıp savurmayın! Allah, zalimce saçıp savuranları sevmez.” (A’raf, 31; En’am, 141. Ayrıca bk. İsra, 26-27; Nisa, 6; Şuara, 151) buyruğu Kur’an’ın temel buyruklarından biridir.
Çünkü Allah, gücün hakta olmasını ister; oysaki paraya tapanlar, hakkın parada olduğunu iddia ederler.
Diktatörün biricikliğinin özellikle önemli olan yanı, onun bir başkasının iradesini izlemeyen tek kişi olması ayrıcalığıdır.
Adem ile Havva’nın gerçek suçları, daha önce de işaret edilmiş olduğu gibi, Tanrı’ya benzeme girişimleridir.
Ama bireyin onu sorgulamaya ya da eleştirmeye hiçbir zaman hakkı yoktur.
Firavun yönetiminde yargılama bir hukuksal işlev olmaktan çok Firavun’un lütuf veya gazabının gösterilmesi olayıdır. Onun içindir ki, Firavun tağutlar, raiyyeleştirdikleri kitleyi kandırmak için sık sık “Merak etmeyin, rahmetimiz gazabımızı örtecektir” diye nutuk atarlar. Bu sözleriyle Allah’a ait bir niteliği kendilerine mal ederek koyu bir şirke düşmenin yanında hukuku, egolarının iradeleriyle eşitlemek gibi ağır bir insanlık suçu işlediklerini de farkında olmadan ortaya koyarlar.
Sihirbazlar, illüzyon yani kandırma sanatının ustalarıdır. Kur’an’ın, halkı Allah ile aldatıp kandıranlardan şikâyetini unutmayalım. Din adamları denen ‘şeytan evliyası’ her devirde en gözde sihirbazlar olmuşlardır; çünkü her devirde en gözde aldatıcılar onlardır. Şunu da kayda geçirelim: O devirde dini temsil edenler aynı zamanda ‘kâhin’ sıfatı da taşıyordu. Hatta Tevrat, Musa’nın kardeşi ve tebliğ arkadaşı olan Hz. Hârun’u da kâhin olarak anmaktadır,. (s.91-92)

(bk. Ahdi Atîk, sayılar, 16/10; Yeşu, 14/1,19/1, 21/1, 24/33)

Firavunluk psikozunun İslam dünyasını, o arada Türkiye’yi istila etmesinin arka planında da bu var. “Gelen ağam, giden paşam” veya “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” çizgisini de aşıp, zalimlere itaati meziyet, hatta kutsal meziyet gibi gösteren toplum katmanları Ortadoğu’yu kasıp kavuran firavunluk psikozunun temel besleyicisi olmuşlardır.
İcraatı akla ve Kur’an’a tamamen aykırı despotik kadrolar, yönettikleri kitle tarafından ‘Allah’ın vekili, gölgesi’ ilan ediliyor. Bu tağutî kadrolar, Maun harcamalarıyla kurulmuş zulüm ve israf saraylarında oturtuluyor, onlara din adına sürekli destek veren din baronları, havuz medyası Nemrutları, havuz talancısı Karun çeteleri, papaların, kardinallerin rüyada bile göremeyeceği imkânlarla taltif ediliyor. Ve bu Maun israfının finansını alın terleriyle yapan halk, kendisine bunları reva görenleri sürekli ödüllendirip taçlandırıyor.

Lütfen, söyleyin: Allah, böyle bir kitleye rahmetiyle muamele
eder mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir