İçeriğe geç

Ruhun Tutkuları Kitap Alıntıları – René Descartes

René Descartes kitaplarından Ruhun Tutkuları kitap alıntıları sizlerle…

Ruhun Tutkuları Kitap Alıntıları

Bu yaşamdaki tüm iyilikler ve kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır.
Korkunun başlıca sebebi sürpriz olduğu için de ondan kaçınmanın en iyi yolu ilerisini düşünmek ve korku doğurabilecek bütün olaylara karşı kendini hazırlamaktır.
…gerçek bir aşk besleseydi,güven duymamak yönünde bir eğilimi olmazdı.
Kıskançlık sahip olduğumuz bir nimeti muhafaza etmek için duyduğumuz arzudan doğan bir tür kaygıdır.
Tutkuların merkezi kalp değildir.
Bedene sıcaklığı ve hareketi verenin ruh olduğuna inanmak yanılgıdır.
En yüce gönüllü insanlar en mütevazı ve alçak gönüllü insanlardır.
‘Gözlerin belli bir hareketinin açığa vurmadığı hiç bir tutku yoktur.
Madde: 179. Niçin, en kusurlu olanlar en, alaycı olurlar?

Çok belirgin kusurları olan kimselerin, örneğin, topalların, tek gözlülerin, kamburların ya da halk önünde hakaret görenlerin, özel­likle: alaya eğilimli kimseler olduğu sık görülür; çünkü, diğer bü­tün insanları kendileri gibi talihin lütfundan yoksun görmeyi arzu ettikleri için, başkalarının başına gelen kötülüklerden memnunluk duyarlar ve onların bu kötülükleri hak ettiklerine inanırlar.

Tapma ya da büyük saygı, insanın yalnız taptığı varlığa değer vermek için değil, fakat aynı zamanda onu kendisine lütufkâr kılma­ ya çalışmak amacıyla ona herhangi bir korku ile boyun eğmek için de duyduğu bir eğilimdir. Böylece biz ancak bize iyilik veya kötülük yapmaya gücü olduğuna hükmettiğimiz özgür sebeplere, ikisinden hangisini yapacaklarını bilmeksizin, taparız. Çünkü kendilerinden ancak iyilik beklediğimiz özgür sebeplere karşı, basit bir tapmadan çok, sevgi ve saygı da duyanz; kendilerinden ancak kötülük bekle­diğimiz, özgür sebeplere karşı da kin ve nefret duyarız; “bu iyiliğin veya bu kötülüğün sebebinin özgür olduğuna hükmetmezsek, onu lehimize kazanmaya çalışmak için ona boyun eğmeyiz. Böylece Pa­ganlar yani İlk Çağlar’da çok tanrılara tapanlar, korulara, pınarlara veya dağlara taptıkları zaman, aslında bu cansız şeylere değil, fa­kat bunlara hükmettiğini sandıklan tanrılara taparlardı.
Madde: 141. Arzu, neşe ve keder üzerine

Arzuya gelince, apaçıktır ki gerçek bir bilgiden çıktığı zaman kötü olamaz, yeter ki aşırı olmasın ve bu bilgi onu düzenlesin. Ve yine apaçıktır ki ruha göre, neşe ancak iyi, keder ise ancak kötü ola­bilir. Çünkü ruhun kötülükten duyduğu bütün huzursuzluk kederden gelir ve kendisine ait olan bütün haz ve zevk de neşeden gelir; o tarz­ da ki, eğer bedenimiz olmasaydı, kendimizi ne aşka ve ne de neşeye fazla bırakabilirdik; sonra da, kini ve kederi fazlasıyla bertaraf ede­mezdik; fakat, onlarla birlikte meydana gelen beden hareketleri çok şiddetli oldukları zaman sağlığa pek zararlı olabilirler; orta şiddette oldukları zaman da, ancak faydalı olabilirler.

Bazı kimselerin gülün kokusuna veya bir kedinin var­lığına katlanmalarına engel olan garip nefretlerin ancak şundan ileri geldiği kolayca düşünülebilir. Hayatlarının başlangıçlarında, benzer şeylerden çok etkilenmişlerdir ya da annelerinin gebelik esnasında duyduğu ıstıraba katılmışlardır. Çünkü şüphesizdir ki, annenin bü­tün hareketleri ile karnında bulunan çocuğun hareketleri arasında ilişki vardır; öyle ki, birine aykırı gelen, ötekine de zararlıdır. Gül­lerin kokusu da, beşikteki bir çocuğa büyük bir baş ağrısı verebilir; ya da bir kedi, kimse farkına varmadan, kendisi de hiçbir şekilde hatırlamaksızın, onu çok korkutabilir. Böylece, gülden tiksinme veya kediden nefret etme hayatının sonuna kadar onun hafızasında işlenmiş olarak kalır.
Sevgi ruhu sevilen nesneyi düşünmekle o kadar meşgul eder ki beyinde bulunan tüm can ruhlarını kendisine onun suretini göstersin diye kullanır ve kozalaksı bezin bu amaca hizmet etmeyen tüm hareketlerini durdurur.
Madde: 90. Zevkten doğan arzu nedir?

Tersine olarak, zevk, tabiat tarafından, zevk alınan şeyden faydalanmayı insana ait nimetlerin en büyüğü olarak göstermek için yaratılmıştır. Bunun için de zevki tatmak veya zevkten fayda­lanmak hararetle aranır. Gerçekten çeşitli türlerde zevkler vardır, bunlardan doğan arzular da aynı derecede güçlü değildir. Çünkü örneğin, çiçeklerin güzelliği, bizi sadece onlara bakmaya, meyve­lerin güzelliği de onları yemeğe tahrik eder, fakat başlıcası kendi­mizin bir başkası olabileceğini düşündüğümüz bir kişide hayal edi­len olgunluklardan, mükemmelliklerden duyulan arzudur; çünkü doğa, akılsız hayvanlar arasında olduğu gibi, insanlar arasında da koyduğu cinsel ayrılığın yanında, beyinde de bir takım izlenimler koymuştur. Bunların etkisi ile insan belirli bir yaşta ve belirli bir zamanda kendini yaradılışça eksik ve ancak bir bütünün yarısı ola­rak görür, öteki yarının da öteki cinsten biri olduğuna inanır, böylece de bu yarıyı kazanma, hayal edilebilen nimetlerin en büyüğü olarak doğa tarafından belirsiz bir şekilde gösterilir. Her ne kadar öteki cinsten birçok şahıs görsek de, bundan ötürü birçoklarını aynı zamanda arzu etmeyiz, özellikle doğa bir yandan fazlasına sahip olmayı arzu ettirmez. Fakat bir şahısta aynı zamanda başkalarında görülenden daha çok hoşa giden bir şey görürsek, bu ruhu, doğanın ruha sahip olabileceği en büyük nimet olarak aramak için verdiği bütün eğilimi, yalnız bu şahıs için hissetmeye karar verdirir. Ve, böylece zevkten doğan bu eğilim veya bu arzu, genellikle yukarıda tasvir ettiğimiz aşk ihtirasından daha çok aşk adıyla adlandınlır. Bunun içindir ki çok acayip ve garip etkileri vardır, roman yazarları ile şairlere başlıca konu hizmetini gören de budur.

Madde: 81. Şehvet peşinde koşan aşk ile iyilik isteyen aşk ara­sında yapılması alışkanlık olan ayrım

Şimdi, genellikle, iki türlü aşk birbirinden ayırt edilir: Bunlar­dan biri, iyilik isteyen aşktır; yani ruhu, sevilenin iyiliğini istemeye teşvik eder. Öteki, şehvet aşkıdır; yani, sevilen şeyi arzu ettiren aşk­tır. Fakat bana öyle geliyor ki bu ayrıma, aşkın özü veya niteliği ile değil de etkileri veya sonuçlan ile ilgilidir. Çünkü ne tabiatta olursa olsun, herhangi bir nesneye irade ile katılır katılmaz, onun iyiliğini isteriz; yani, irade ile ona uygun veya faydalı olan şeyleri ona ekle­riz. Bu da, aşkın başlıca sonuçlanndan biridir. Ve eğer insan bu nes­neye sahip olmanın veya irade ile olandan başka bir tarzda onunla birleşmenin bir iyilik olduğuna hükmederse, o zaman onu arzu eder.
Bu da, aşkın en basit sonuçlanndan biridir

Iki türlü aşk birbirinden ayırt edilir: Bunlardan biri, iyilik isteyen aşktır;yani ruhu,sevilenin iyiliğini istemeye teşvik eder. Öteki, şehvet aşkıdır;yani, sevilen şeyi arzu ettiren aşktır.
Madde: 70. Hayranlık, tanımı ve nedeni

Hayranlık, ruhun ânî bir hayreti veya şaşırmasıdır. Ruh, bu hayretle, kendisine nadir ve olağanüstü görünen nesneleri seyret­meye sürüklenir. Böylece hayranlığın ilk sebebi, nesneyi pek nadir, dolayısıyla da seyredilmeye pek lâyık olarak gösteren beyin izle­nimidir. İkinci sebebi de, bu izlenimin etkisiyle, izlenimi beyinde kuvvetlendirmek ve saklamak için, beyinde izlenimin bulunduğu yere doğru büyük kuvvetle akan hayvan ruhlarıdır; üçüncü sebebi de, eğer bu izlenim duyu organları yoluyla gerçekleşmişse, duyu organlarını bulundukları durumda tutmak ve, böylece, onların yo­luyla beslenmesini ve devamını sağlamak için hayvan ruhlarının kaslara doğru akmasıdır.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Madde: 61. Sevinç (neşe) ve keder (hüzün)

Bir iyilik veya kötülük bize ait olarak gösterildiği zaman, bunlar içinde bulunduğumuz anla ilgili iseler, iyiliği gözden geçirme bizde sevinç, kötülüğü gözden geçirme de bizde keder uyandırır.

Madde: 58. Ümit, korku, kıskançlık, güven ve ümitsizlik

Bu ihtirasın bizde doğması için, bir nimeti elde etmek veya bir belâdan kaçmak elimizde olduğunu düşünmek yeter. Fakat bundan başka olarak, arzu edileni elde etmek için az veya çok imkân olup olmadığını gözden geçirdiğimiz zaman, çok imkân olduğunu gös­teren sebep bizde ümit, az imkân olduğunu gösteren sebep te korku ya da endişe uyandırır. Kıskançlık ta bunun bir türüdür. Ümit son derecede büyük olduğu zaman niteliğini değiştirir, emniyet ya da güvenlik adın alır, aşırı korku da ümitsizliğe dönüşür.

Madde: 53. Hayranlık

Herhangi bir nesne ile ilk karşılaşma bizi şaşırtırsa ve onun yeni olduğuna veya daha önce bildiğimizden pek farklı olduğuna, ya da olması gerektiğini farz ettiğimizden çok farklı olduğuna hükmeder­sek, o zaman ona hayran oluruz ve o bizi hayret içinde bırakır. Bu nesne bize faydalı veya faydasız olduğunu hiç bilmeden bu hayran­lığı duyduğumuz için, bana öyle geliyor ki, hayranlık bütün ihtiras­ların birincisidir. Zıddı bir ihtiras da yoktur; çünkü karşılaştığımız nesne bizi hayrete düşürecek bir özelliğe sahip değilse, bundan do­layı asla heyecan duymayız ve ona ihtirassız bakarız.

Gözlerin belli bir hareketinin açığa vurmadığı hiçbir tutku yoktur.
Arzu zıddı olmayan bir tutkudur.
Sevgi ruhun bir heyecanıdır,buna ruh canlılarının hareketi neden olur ve ruhu kendisine uygun görünen nesnelerle isteyerek birleşmeye( onlara katılmaya,bağlanmaya )sevk eder.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gerçeği bilmiyorsanız ruhun güçlü olması yetmez.
Ruha göre aşk ile kin bilgiden gelir ve neşe ile kedere tekaddüm ederler.
Hayranlık ruhun ani bir şaşkınlığıdır, bu da onu kendisine nadir ve olağanüstüymüş gibi gelen nesneleri irdelemeye götürür.
Madde: 18. İrade üzerine

İradelerimiz iki türlüdür. Çünkü bazıları ruhun etkileridir, ru­hun kendinde sona ererler. Tanrı’yı sevmek istediğimiz zaman ya da genel olarak, düşüncemizi maddî olmayan bir şeye uygulamak istediğimiz zaman bu böyledir. Bazıları da, bedenimizde sona eren etkilerdir; irademizle gezinmek istediğimiz zaman ayaklarımız ha­reket eder ve yürürüz.

İyilikten kaynaklanan neşe ciddidir,oysa kötülükten kaynaklanan neşeye gülme ve alay eşlik eder.
Umut aşırı olduğunda doğası değişir ve güvenlik ya da güvence diye adlandırılır.Tam tersine,aşırı derecede korku umutsuzluk hâlini alır.
Basit düşkünlük söz konusu olduğunda kendimizi daima sevdiğimiz şeye tercih ederiz,ama aksine adanmada sevilen şeyi kendimize öyle bir yeğleriz ki,onu korumak için ölmekten çekinmeyiz
İyi yöneltildiğinde tutkuları üzerine mutlak bir iktidar kazanamayacak kadar zayıf bir ruh yoktur
Nefret doğrudan sevgiye karşıt olsa da ondan diğerindeki kadar çok tür ayırt edemeyiz,çünkü isteyerek ayrıldığımız kötülükler arasında birleştiğimiz iyilikler arasında yaptığımız kadar ayrım yapmayız
Bizde bulunan bütün sıcaklığın veya hareketlerin, düşünceye bağlı şeyler değil,ancak bedene ait şeyler olduklarına inanmamız gerekir.
Bizde olan ve hiç bir suretle bir cisme ait olabileceğini kavramadığımız her şey de ruhumuza atfedilmelidir.
Rezillik genellikle cehaletten gelir.
Böylece gerçek yüce gönüllülük, yani bir insanın kendisine haklı olarak verebileceği en yüksek noktada değer verebilmesi olan yüce gönüllülük yalnızca kısmen isteklerinin bu özgür yapısından başka hiçbir şeyin gerçekten kendine ait olmadığını ve övülmesi ya da yerilmesi için haklı tek sebebin bu iradeyi iyi ya da kötü kullanması olduğunu bilmesinden ve kısmen de onu iyi kullanmak için kendinde sağlam ve değişmez bir kararlılık hissetmesinden, yani en iyisi olduğuna hükmettiği her şeye girişmek ve onları yapmak iradesinden asla yoksun olamamasından ibarettir. Bu da erdeme kusursuz biçimde riayet etmektir.
Zira her kim en iyisi olduğuna hükmettiği şeyi yapmaktan asla geri kalmadığı için (ki bu erdemi takip etmek dediğim şeydir) vicdanı tarafından ayıplanamayacak şekilde yaşarsa onu mutlu kılacak öyle güçlü bir tatmin elde eder ki tutkunun en şiddetli çabaları bile ruhunun dinginliğini bozmaya güç yetiremez.
Hepsi aynı derecede kötü bir temele dayandığında bile neşe genellikle üzüntüden daha zararlıdır, çünkü üzüntü insanda kısıtlama ve korku yarattığından bir şekilde ihtiyatlılığa elverişli kılar, oysa neşe kendisini onun ellerine teslim edenleri düşüncesiz ve atılgan kılar.
Hatta asılsız bir neşe çoğu kez nedeni gerçek olan bir üzüntüden evladır. Ama aynı şeyi nefretle ilişkisi içinde sevgi için söylemeye cesaret edemem. Zira nefret haklı olduğunda bizi yalnızca kötülük içeren ve kendisinden ayrı durulması gereken sebepten uzaklaştırır, oysa haksız sevgi bize zarar verebilecek ya da en azından onlara olduklarından daha fazla önem atfetmemize değmeyecek şeylere bağlayarak bizi rezil eder ve alçaltır.
.. öyle ki bizi bir kötülükten uzaklaştıran nefret aynı yolla onun bağlı olduğu iyilikten de uzaklaştırır ve bu iyilikten yoksunluk ruhumuza sanki ona ait bir kusurmuş gibi temsil edilerek onda üzüntü uyandırır. Örneğin kötü huyları dolayısıyla bizi birinden soğutan nefret aynı yolla bizi onun muhabbetinden de uzaklaştırır, oysa bu muhabbetin iyi yanları olabilir, bundan mahrum kalınca da canımız sıkılır. Bu şekilde diğer tüm nefretlerde belli bir üzüntü sebebi olduğu görülür.
Ama yine de yanlış bir kanaatten kaynaklanan kararlarla yalnızca hakikatin bilgisi üzerine dayanan kararlar arasında büyük bir fark vardır. Çünkü bu sonuncuları takip edersek bunlardan asla üzüntü ve pişmanlık duymayacağımıza eminizdir, oysa yanlış olduklarını keşfettiğimizde birincileri takip etmiş olmaktan her zaman pişmanlık ve üzüntü duyarız.
Hakikatin bilgisi olmaksızın ruhun gücü yeterli değildir.
Ve bütün ruhlar içinde en zayıf olanlar iradesi belli yargıları böyle izlemeye karar vermeyip sürekli çoğu kez birbirine zıt olan mevcut tutkulara kapılıp sürüklenenlerdir, bu zıt tutkular ruhu sırayla kendilerinden tarafa çekerler ve onu kendine karşı çarpışması için kullanırlar, ruhu olabilecek en acınacak hâle düşürürler.
Zira iradeleri doğal olarak tutkuları en kolayca yenebilenler ve tutkulara eşlik eden beden hareketlerini durdurabilenler kuşkusuz en güçlü ruhlara sahip olanlardır. Ama güçlerini sınayamayan ruhlar vardır, çünkü iradelerini kendi silahlarıyla savaştırmak yerine iradeyi bazı tutkuların ona başka tutkulara direnmek için sağladığı silahlarla çarpışmaya sokarlar.
iradenin doğrudan tutkulara yol açma iktidarına sahip olmamasıdır, irade maharet kullanmak ve ardı ardına çeşitli şeyleri gözden geçirmeye çalışmak zorundadır.
*Önemli bir istisna olan Aristoteles dışında Hippokrates’ten beri ruhun ussal bölümünün beyin olduğu kabul edilir, ama tutkuların yerinin kalp olduğu konusunda herkes hemfikirdir.
Bu Yaşamdaki Tüm İyilikler ve Kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır.
Bir tutkunun erdemi sembolize etmesi ve can ruhlarının ruhta yüce gönüllülüğe sebep olan hareketinin doğrudan ona zıt olan kibre de yol açabilmesi tuhaf görünebilir. Demek ki aynı malzemeler le insanlar iyi şeyler de yapabilirler, kötü, çirkin şeyler de ve hem yaşamlarının hem de eserlerinin güzelliği özgürlüklerini nasıl kullandıklarına bağlıdır.
Yani özgür iradeyi kullanma gücü insanın kendine değer vermesine sebeb olur…
Kötülük genellikle cehaletten kaynaklanır…
Bu Hal ise körükörüne merak duyan, yani tanımak bilmek için değil, sırf hayran olmak için nadir şeylerin peşine düşen insanların hastalığını uzatır.
Oysa kötülük en acı tutku olan pişmanlığa sebep olur.
Aşırı derecede korku mutsuzluk halini alır.
Doğrusu tutkularının kendilerine buyurduklarından başka bir şey istemeyecek kadar zayıf ve kararsız olan çok az insan vardır.
Bu iki tutku iradeyi değişik biçimlerde tahrik eder, irade bir ona bir diğerine uyarak sürekli kendi kendisi ile çatışır ve böylece ruhun köle ve mutsuz kılar.
Ruhun kendi silahları olarak adlandırdıkları iyinin ve kötünün bilgisine ilişkin sağlam ve kararlı yargılar ve iradenin yaşamdaki eylemlerini bunlara göre yürütmeye karar vermiş olmasıdır.
Bizde bulunan her tür düşüncenin ruha ait olduğuna inanmakta haklıyız…
Bu yaşamdaki tüm iyilikler ve kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır.
Keder nahoş bir rehavettir
Kaçınmamız gereken tek şey aşırıya kaçmaktır.
Bunu bilhassa dindar olduklarını sandıkları halde aslında sadece bağnaz ve batıl inançlı olan kimselerde teşhis etmek mümkündür; öyle ki bunlar sık sık kiliseye gitme, çok dua okuma, saçlarını kısa kestirme, oruç tutma ve sadaka verme kisvesi altında tamamen kamil insan olduklarını ve Tanrı’nın hoşuna gitmeyecek herhangi bir şey yapamayacak kadar Tanrı’nın dostu oldukları zehabına kapılırlar.
Genellikle haset adı verilen şey doğanın bir sapkınlığından ibaret olan bir kötülüktür ve bazı kimselerin başkalarının başına iyi bir şey geldiğini gördüklerinde kızmasına neden olur. Ama ben burada bu kelimeyi her zaman kötücül olmayan bir tutkuyu belirtmek için kullanıyorum. O halde haset bir tutku olması itibarıyla bana layık olmadığını düşündüğümüz kimselerin başlarına iyi bir şey geldiğini görmekten kaynaklanan kinle karışık bir tür kederdir.
Ruhun tutkuları olan şey umumiyetle bedenin bir eylemidir.
İrade doğası gereği öyle özgürdür ki asla zorlanamaz.
Rezillik genellikle cehaletten gelir
Hayranlık ruhun ani bir şaşkınlığıdır, bu da onu kendisine nadir ve olağanüstüymüş gibi gelen nesneleri irdelemeye götürür.
Uzuvların sıcaklığı ve hareketi bedenden, düşünceler ise ruhtan kaynaklanır.
Bu yaşamdaki tüm iyilikler ve kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır.
Bazen iyi olduğuna inanmadığımız şeyler için övüldüğümüz ve en iyisi olduğuna inandığımız şeyler için ayıplandığımız olur.
Zira bize hiçbir faydası dokunmasa da iyi bulduğumuz şeyleri yapanları sevmek yönünde doğal bir eğilimimiz vardır.
Zira korkmakta haklı olduğumuz zaman herhangi bir kötülükten kaçınmaya çalışmak gerçek anlamda kıskançlık değildir.
Çünkü zarar veren ve tahrip eden şeyleri ruhumuzdan uzak tutmak varlığımızın devamı için zorunlu olmayan bazı kusursuzluklar katan şeyleri elde etmekten daha önemlidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir