İçeriğe geç

Ruhun Malzemeleri Kitap Alıntıları – Rasim Özdenören

Rasim Özdenören kitaplarından Ruhun Malzemeleri kitap alıntıları sizlerle…

Ruhun Malzemeleri Kitap Alıntıları

Faulkner’a göre yazmanın amacı insan kalbini yüceltmektir. Yazarın bir tek amacı varsa o da
budur: insan kalbini yüceltmek.
Dostoyevski dönemi Rusyasını,hastalıkları, fikrisabitleri, dengesizlikleri,“budalalık”ları, intiharları,
ülküleriyle Karamazof Kardeşler, Prens Mışkin, Kirilov.. temsil eder. Don Kişot’un trajiği İspanyanın
trajiğidir. Guliver, İngiliz siyasî esprisinin prototipidir. Bütün bunlara karşılık bizim roman
kahramanımız nerde?
Romanda asıl olan insandır. İnsanî olanı vermektir. İnsanî olanı vermek için de ilk şart millî olmaktır. Çünkü sanat millî bir öze sahiptir. Bu özden yoksun olan insanî olamaz, yani evrenselliğe yükselemez. Hayatının özsuyunu millî kökten almayan roman kişisi, içi saman dolu mankenler
gibidir.
Sabahattin Ali’nin aşırı duygusallığı bize ne söylüyor?
Türk insanının evren karşısındaki durumu nedir? İsyanı, inancı, korkuları, bütün olarak dünyaya takındığı tavır, mutlak arayışı ne durumdadır, nedir, nasıldır?Bunların cevabını romancımızdan
beklemek hakkımızdır. Romancımız Türk insanını politik sınırların dışına çıkarmalı, ona evrensel
kimliğini vermelidir.
Her sanatçı, kendi çağının türküsünü söyleyecektir ister istemez. Elbet
yüklendiği sorumluluğun farkındaysa
İslâm insana olması gereken, uyması gereken ölçüleri veriyor, gösteriyor. Bu bakımdan,
Müslüman cinayet işlemez demekle, işlememeli demek arasında fark var. Bunlardan biri, belli bir
toplum düzeninin işleyişi ile ilgili bir kuraldır, öteki insana ait bir gerçekliktir.
Konu, edebiyat eserinde evrensellik meselesidir. Yani bir edebiyat eseri özünde hangi nitelikleri taşımalı ki, bu eser, Müslüman olsun, kâfir olsun, dindar olsun, zındık olsun, faşist olsun, komünist
olsun veya hiç bir şey olmasın bütün okuyucuları ilgilendiren bir kimliğe ulaşsın?
Edebiyat, bir fikri, bir tezi, aksiyom(mütearife) haline getirir, demiştik.
Edebiyat, kuşku yok ki, bir kültür ve uygarlık olayıdır. Çeşitli işlevlerinden biri de, ait olduğu uygarlığın inceliklerini, nüanslarını yakalamanıza yol açmasıdır.
Bizi Roman okumaya iten belli başlı güdülerden biride belki yaşama serüvenini önceden bilmediğimiz bir kahramanın bu dünyada tamamlanmış olan kaderi konusunda bilgi edinme merakımızdır . Acaba kendi kaderim konusunda bazı ipuçları elde edebilir miyim?
Nüfusunun %90 ından çoğunun Müslüman olduğu söylenen bu ülkede en az bilinen ve en yanlış bilinen şey İslam’dır.
Sol ve sağ deyimleri Batı kültürü içinde belirli anlamları yüklenmiş olabilir ve belirli dünya görüşü sahipleri için bu kelimelerin kullanılması yakışıksız sayılmayabilir. Oysa Müslümanlar daha baştan bu kelimelerle düşünmeyi konulara bu deyimlerle yaklaşmayı reddederler. Onlar için anlamlı olan deyimler Mümin ve kafir deyimleridir
Değişik kültürlerin insanı, eşyayı yorumlayış tarzı, bu yaklaşım farkı, romanların yapısında yansıyor. Böyle olunca, acaba diyoruz, bizim romanımızın kendisine mahsus yapısal özellikleri ne olabilir? Veya ne olmalıdır?
iyi roman okumanın insanları, insanı anlamaya yönelttiğini de belirtmek istiyordu.
Yabancı bir fırtınaya tutulmuş,bir batı karanlığına uğramış
Bir insanın size kırıldığını yıllar sonra öğrenmek garip bir duygu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yalnız bu dünya kaygısıyla yaşamıyor insan,öteye ait kaygılarla da doludur.
Umutluyum.Umutsuzluk bize haram kılınmıştır çünkü.
Fakat korkunç bir tembeldir
Yazar, insan kalbini yüceltmek için ruhun malzemelerini kullanır, eserini bu malzemelerle kurar. Yazmaya, uğruna ter dökmeye, acı çekmeye tek değer şey, ruhun meseleleridir.
“Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini .”
“İnsan nasıl ölebilir, yaşamak bu kadar güzelken”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kişiler elbette değişir .
Kaldı ki insanlarda inkılâp derecesinde değişiklikler de olabilir
Herşeyim çocukluğum der. Bu insanı, bu durmadan kurtuluşu arayan, özleyen insanı, ancak, gelecek olan o kutlu vakit kurtaracaktır. Şair hep bunu söylemek ister.
Kimsenin üslûbu bir başkasınınkine benzemez. Bir bakıma parmak izi gibi bir şeydir üslûp.
çocuk ciddiye alınmak ister, kendisine ciddi muamele edilmesini ister.
Her şeye rağmen çocuk çocuktur. Çocuk kendisinin çocuk olduğunu bilir ve kabul eder. Onun kabul etmediği kendisine “çocuk gibi” davranılmasıdır.
Çocuğun hoşlanmadığı bir kitabı ona zorla okutamazsınız. Okumak istediğini ise, o, ne yapıp yapıp okur, okumamış gibi bize numara çekse de. Aptal değil onlar.
Eğer “çocuk edebiyatı” çocukların okumasında sakınca görülen bazı kitapların, çocuklar tarafından okunmasını önlemek için geliştiriliyorsa, biz diyoruz ki, çocukların okumasında sakınca görülen kitaplar, seyretmesinde sakınca bulunan filmler, aynı ölçüde büyükler için de sakıncalıdır.
Çocukların ayrı bir dünyasının olduğunu inkâr edecek değiliz. Ne var ki, hiç bir çocuğun, çocuk yerine konulmaktan hoşlanmadığını da kabul etmek zorundayız.
“Edebî mülkiyet”ten ticarî fayda sağlanması sanayi devrimiyle ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi her şeyi metalaştırırken fikri de meta haline, bir ticaret konusu haline getirmiştir.
Benim okuduğum kitapların bir kısmı, bir kısım insan için ayartıcı bile olabilir. O bakımdan herkes kendi seçimini kendi üstlenmelidir.
Önemli olan hangi dili kullanmak değil, o dille neyin söylendiğidir.
Dil konusunu Türkiye’deki kadar kendine dert edinmiş bir başka ülke var mıdır, bilmiyorum
Nüfusunun yüzde doksanından çoğunun Müslüman olduğu söylenen bu ülkede en az bilinen ve en yanlış bilinen şey İslâm’dır
Sol ve sağ deyimleri Batı kültürü içinde belirli anlamları yüklenmiş olabilir ve belirli dünya görüşü sahipleri için bu kelimelerin kullanılması yakışıksız sayılmayabilir. Oysa Müslümanlar, daha baştan bu kelimelerle düşünmeyi, konulara bu deyimlerle yaklaşmayı reddederler.
“unutmamamız gereken bir olgu var: tek evrensel birim, ölçü birimi insandır.”
Enrico Ferri
suçluları beşe ayırmaktadır:
1. Doğuştan suçlu,
2. Akıl hastası (deli-cani tipi) suçlu,
3. İhtirasî suçlu,
4. Tesadüfî suçlu,
5. İtiyadî suçlu.
Ben artık bir kent yorgunu değilim.
Ama arayıştır bu: yolumuzun üzerine yalnız iyi çocuklar çıkmaz elbet
Çünkü bir zaman kavramı bir ölüm kavramıyla daima birliktedir, aynı zamanda hatırlanır.
İnsan çare aradığı bir olaya şaşmaz da, niçin şaşmadığına şaşar
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken
Bütün dava, iskeletlerimizi sonsuz sanatıyla ve namütenahi güzel giydiren Allah’ın verdiği hikmet dersine bakıp ondan alınacak paylar ve hadler içinde, mânâ iskeletlerine surat ve vücut geçirebilmekte ” (Çile, “Poetika” bahsi).
hafakan, ukde, korku, hatta kâbus yaşantıları, kentte yaşayan “modern insanın” rutinleri arasında yer alır.
Okul çağındaki çocukların çözmek zorunda oldukları aritmetiğin hayatta ne işe yaradığını sordukları çok görülmüştür. Durum aslında üstesinden gelinemeyen her ders için öne sürülür.
Sezai Karakoç’un şiirlerini hangi dilden okursanız okuyun, özgünlüğünü yitirmediğini, özünde daima Doğulu bir soluğu sakladığını göreceksiniz.
İnsan çokbilmiş görünmeye her zaman meraklıdır.
her bilim dalının bir ötekine nispeti vardır, bununla beraber her biri kendi alanının bağımsızlığını da korur.
insanların mizaçları değişik kültür ortamlarına göre değişmiyor. Ama değişik kültür ortamları, aynı mizaçlara değişik davranış biçimleri kazandırıyor.
Eskimoların bize çok ters ve yakışıksız gelen bir âdetleri varmış. Evin erkeği, misafirini ağırlamak için karısını ikram edermiş.
“Kişiler elbette değişir. Mizaçlar kılıf değiştirmişlerse bu da bir değişmedir. Kaldı ki insanlarda inkılâp derecesinde değişiklikler de olabilir” diyor.
ben şahsen, çok umutluyum. Umutsuzluk bize haram kılınmıştır çünkü.
hayatın özel bir anlatım tekniği yoktur. Kendisini cebren kabul ettirir.
Hayatta en umulmadık tesadüfler, telâkiler bile, eğer olmuşsa, artık bir vakıadır. Olamaz, diye bir itirazın anlamsızlığı açık.
aşk, feragat, fedakârlık, öfke, kıskançlık ve benzeri duygular bütün insanlarda ortaklaşa mevcuttur. Ancak bu duyguların dışarıya vurulması, bu duyguların, insanlarda, yaşayan tepkiler halinde dışlaşması, farklı kültür ortamlarında farklı biçimlerde oluşmakta.
Benim hayatımla insanın var oluş hikmeti arasında ilinti kuran, insan olarak “kul” olduğum bilincini getiren romana, büyük roman diyorum ben
bir esere umutsuz damgasını basmışsak, böyle bir sonuca varışımızın sebebini niye biraz da kendi çözümlemelerimizin yanlışlığında aramayalım?
Yalnız bu dünya kaygısıyla yaşamıyor insan, öteye ait kaygılarla da doludur.
Bizi roman okumaya iten belli başlı güdülerden (motive) biri de belki, yaşama serüvenini önceden bilmediğimiz bir kahramanın bu dünyada tamamlanmış olan kaderi konusunda bilgi edinme merakımızdır: acaba kendi kaderim konusunda bazı ipuçları elde edebilir miyim?
Bir insanın Size kırıldığı yıllar geçtikten sonra öğrenmek garip bir duygu. Hele o insan ölmüşse ve sizin değer verdiğiniz birisiyse!
Bir romanı bitirince içimdeki ukde de kaybolmuştur artık. Ukde.. şu düğüm yani. İnsanın kaderi belirlenmiştir, sonuna gelmiştir: insanın ve o insanın içinde yaşadığı dünyanın kaderi tamamlanmıştır.
“Bir kaç roman okumamış olan kimseye şoför ehliyeti verilmemeli”
Hepimizde bir parça Oblomovluk vardır, ama hiç birimiz Oblomov değiliz
İslâm, söz gelimi, insanı bir tek faktöre indirgeyerek açıklamayı reddediyor. Ona değişik ve çok yönlü boyutlar veriyor. İnsanın melekten üstün veya hayvandan aşağı sayılan bölgelere yükselebilmesi veya düşebilmesi aslında onun “beşer” olma niteliğiyle söz konusu edilebiliyor.
Geçtiğimiz yüzyıla kadar İslâm dünyasında, kendi dışındaki hiç bir hayat tarzına imrenilerek bakılmamıştır. Fakat o tarihten sonra, Batı’nın yaşadığı siyasal, toplumsal düzen Müslümanlar için de özenilmesi, imrenilmesi gereken bir hayat diye gösterilmiştir.
İslâm tarihinin hiçbir döneminde hiç bir bilinçli Müslüman Asr-ı Saadet’te uygulanan hayat tarzının dışında herhangi bir hayat tarzını kendisi için yaşanmaya değer bir örnek olarak seçmemiştir.
Yerli bir sanat, yerli bir edebiyat meydana getirebilmek için, kendi sanatımızın, edebiyatımızın geleneklerinden yararlanmaktan söz açanlar, ilkin bu sanatı, bu edebiyatı meydana getiren “ruhu” kendi bağlamı içinde kavramaya çalışmalı.
Şüphesiz Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır” (El-İsrâ: 60)
Her sanatçı, kendi çağının türküsünü söyleyecektir ister istemez.
İslâmî motiflerin, İslâmî kavramların bir araç ve malzeme olarak kullanılması, o eseri İslâmî olmak adına kurtaramaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir