İçeriğe geç

Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları Kitap Alıntıları – Haruki Murakami

Haruki Murakami kitaplarından Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları kitap alıntıları sizlerle…

Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları Kitap Alıntıları

“Anılarını ustaca bir yerlere saklasan, iyice derine gömmüş olsan bile, o anıları yaratan geçmişi silemezsin. Bunu aklında tutsan iyi edersin. Geçmişi ne silebilirsin, ne de yeniden inşa edebilirsin. Çünkü bu, senin varlığını silmekle aynı şey olur.”
Hala acı hissedebiliyor olması iyiydi. Öyle düşünmeye çabaladı. Acı bile hissedemeyecek hale gelmek, işte bu feci bir durumdu.
Özgürlüğü elinden alınan insan mutlaka birilerinden nefret etmeye başlar. Sence de öyle değil mi? Ben öyle bir yaşamım olsun istemem.
Hala acı hissedebiliyor olması iyiydi. Öyle düşünmeye çabaladı. Acı bile hissedemeyecek hale gelmek, işte bu feci bir durumdu.
”İnsanın yüreğinde gerçekten derin bir yara açıldığında söyleyecek tek sözcük bile gelmiyor aklına
Bir insanın yüre­ğinde hiçbir boşluk kalmayacak şekilde başka birileriyle bütünleşmesi, kolay kolay olan bir şey değil.
İnsan bedeni her zaman kırılgandır. Karmaşık bir sistem üzerine kuruludur ve bu sistem ufacık şeyler yüzünden sık sık bozulur.
”Bazen kendimi okyanusta seyir yapan bir gemiden denize itilmiş gibi hissediyorum. Gemiden düştüğümden kimsenin haberi yok. Öylesine bir yalnızlık.”
”Bazen kendimi okyanusta seyir yapan bir gemiden denize itilmiş gibi hissediyorum. Gemiden düştüğümden kimsenin haberi yok. Öylesine bir yalnızlık.”
”bazen kendimi okyanusta seyir yapan bir gemiden denize itilmiş gibi hissediyorum. gemiden düştüğümden kimsenin haberi yok. öylesine bir yalnızlık.”
Hayattaki herkesin bir kişiliği vardır.Tek fark,dışarıdan kolay ya da zor anlasilabilmesidir.
Bazen kendimi okyanusta seyir yapan bir gemiden denize itilmiş gibi hissediyorum. Gemiden düştüğümden kimsenin haberi yok. Öylesine bir yalnızlık.
.
Korkunun ve aptal gururun, senin için değerli olan birini kaybetmene asla izin vermesin.

.
Birine ne kadar dürüstçe açılırsan açıl, yine de açığa çıkaramayacağın şeyler vardır.

.
Benlik duygusu yok. Kişiliğim yok, parlak bir rengim yok. Sunacak hiçbir şeyim yok. Benim sorunum hep buydu. Kendimi boş bir gemi gibi hissediyorum.

.
Bu dünyaya bir böceğin bir dala atılmış kabuğu gibi, bir rüzgar esintisiyle sonsuza dek uçup gitmek üzereyim.

.
Bir şeyler yaratmaya odaklanmak diğer her şeyi unutmama yardımcı oldu.

.
Hayat boyunca ilerlerken yavaş yavaş kim olduğumuzu keşfederiz ama keşfettikçe kendimizi daha çok kaybederiz.

Anılarını ustaca bir yerlere saklasan, iyice derine gömmüş olsan bile, o anıyı yaratan geçmişi silemezsin.
İnsanların yürekleri arasındaki bağ yalnızca uyum üzerinden oluşmuyordu. Aksine, bir yaradan diğerini daha derin bağlar oluşuyordu. Acı acıyla, kırgınlık kırgınlıkla yürekleri birbirine bağlıyordu. Elemli çığlıklar olmadan suskunluk, kan toprağa akmadan affediş, insanın içini lime lime eden kayıtlardan geçmeden kabulleniş mümkün değildi. İşte bu, gerçek uyumun kökünde var olan şeydi.
Anılarımızın üstünü örtebiliriz. Fakat o anıları yaratan geçmişi silmemiz mümkün değildir.
Derin düşünceler, derin sessizlik gerektirir.
Anılarını ustaca bir yerlere saklasan, iyice derine gömmüş olsan bile, o anıları yaratan geçmişi silemezsin.
.
Yine de acıyı hissedebilmek iyiymiş, diye düşündü. Artık acıyı bile hissedemez hale geldiğin zaman gerçekten başın belada demektir.

Birisine cidden âşık olup ona gereksinim duyar hale gelirsem, nihayet günün birinde, hiçbir ön uyarı olmaksızın, o insanın ortadan kayboluvermesinden ve geride tek başıma kalmaktan korkuyordum sanırım.
Her ne kadar yüzeysel ve sığ olsa bile, bu hayat yaşamaya değer.
Garip değil mi? Böylesine sakin ve düzenli görünen bir yaşamda bile, geçmişte bir noktada mutlaka hayatın sekteye uğradığı bir zaman dilimi oluyor galiba. Yoldan çıkmak için ayrılmış dönem denebilir belki. İnsanoğluna mutlaka böylesi bir zaman dilimi gerekiyor herhalde.
Eh , dürüst olmak gerekirse, yaşamak çok eziyetli.Böylece ölüp gitmek de hiç umurumda değil.Bir yöntem bularak kendi çabamla hayatıma son verecek kadar enerjim yok ,ama ölümü sessizce kabullenmeyi becerebilirim.
Sana kötülüğün metaforu olan ve gerçek bir şekle sahip olan şeytan desem,ne dersin peki?
Geçmişi ne silebilirsin,ne de yeniden inşa edebilirsin.Çünkü bu senin varlığını silmekle aynı şey olur
Kesin hedefler koymak yaşamı basitleştirir
“Deha bir hazne gibidir tıpkı. Ne kadar çabalarsan çabala, ebatları kolay kolay değişmez. Belli bir miktarda su alır, fazlasını değil.”
Temelde insanların birbirine karşı ilgisiz olduğu bir çağda yaşadığımız halde, başkaları hakkında muazzam miktarda bilgiyle çevrelenmiş durumdayız. Yeter ki isteyelim, insanlar hakkındaki bu bilgileri rahatlıkla elde edebiliriz. Buna rağmen, yine de başkaları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
Kıskançlık, Tsukuru’nun rüyası sırasında analadığı kadarıyla, dünyadaki rn umutsuz zindandı. Neden derseniz, mahkûmun kendi kendini kapattığı bir zindandı da ondan. Birileri tarafından zorla içeri tıkılmış değildi. Kendiliğinden oraya girmiş, kilidi içeriden kapatmış, anahtarını ise kendisi parmaklıkların dışına fırlatıp atmıştı.
.
Beni sevmen için kendini zorlamana gerek yok.

Ben kendimi pek sevmiyorum bile !..

Yaşam süreçlerimiz boyunca gerçek benliğimizi parça parça keşfediyoruz. Sonra keşfettiğimiz ölçüde de bir şeyleri yitiriyoruz.
İnsanlar kolayca değişebilir. Üstelik bir zamanlar ne kadar samimi, ne kadar birbirimize içimizi açmış olsak bile, aslında hiçbirimiz diğeri için neyin gerçekten önemli olduğunu pek bilmiyorduk belki de.
‘Aşçı garsonu sevmez, her ikisi de müşteriden nefret eder’ dedi Haida. Arnold Wesker’in Mutfak adlı oyununda öyle der. Özgürlüğü elinden alınan insan mutlaka birilerinden nefret etmeye başlar. Sence de öyle değil mi? Ben öyle bir yaşamım olsun istemem.
Özeleştiriyi doğuran acıdır.
Anılarını ustaca bir yerlere saklasan, iyice derine gömmüş olsan bile, o anıları yaratan geçmişi silemezsin.
Kesin hedefler koymak yaşamı basitleştirir.
Kendi değerinin arayışı içine girmek, birimi olmayan bir maddeyi ölçmeye çalışmak gibiydi.
Tsukuru Tazaki ruhunun derinliklerinde anlayabiliyordu artık. İnsanların yüreklerini arasındaki bağ yalnızca uyum üzerinden oluşmuyordu. Aksine, bir yaradan diğerine daha derin bağlar oluşuyordu. Acı acıyla, kırgınlık kırgınlıkla yürekleri birbirine bağlıyordu. Elemli çığlıklar olmadan suskunluk, kan toprağa akmadan affediş, insanın içini lime lime eden kayıplardan geçmeden kabulleniş mümkün değildi. İşte bu, gerçek uyumun kökünde var olan şeydi.
Doğru sözler, nedense hep iş işten geçtikten sonra geliyordu insanın aklına.
Acı acıyla, kırılganlık kırılganlıkla yürekleri birbirine bağlıyordu.
Hayatta hepimiz bir şeyleri sırtımızda taşıyarak yaşıyoruz.
Derin düşünceler, derin sessizlik gerektirir.
Hangi dilde olursa olsun, açıklanması güç meseleler yaşamımızda hep olur.
O benim yüreğimde çok derin bir boşluk bıraktı ve o boşluk henüz kapanmış değil.
Anılarını ustaca bir yerlere saklasan, iyice derine gömmüş olsan bile, o anıları yaratan geçmişi silemezsin.
Hayat öyle kolay kolay alt üst olmaz.
Alt üst olan daima insanlardır.
Özgürlüğü elinden alınan insan mutlaka birilerinden nefret etmeye başlar.
Düşünce sakal gibidir, büyümeden çıkmaz.
Duyguların öylece yitip gitmesi, bir yerlerde kaybolması mümkün olamaz.
Kesin hedefler koymak yaşamı basitleştirir.
Her insan farklı hızlarda gelişir, ilerlediği yön de farklılaşır.
Yaşadığımız toplumun ne kadar mutlu ya da mutsuz olduğunu, insanların her birinin kendi yargısına bırakmak daha doğru olurdu.
Doğru sözler, nedense hep iş işten geçtikten sonra geliyordu insanın aklına.
Hayattaki herkesin bir kişiliği vardır. Tek fark, dışarıdan kolay ya da zor anlaşılabilmesidir.
Hangi dilde olursa olsun, açıklanması güç meseleler yaşamımızda hep olur.
Artık bazı gerçeklerin açığa çıkmış olması sayesinde, eksik parçalar daha büyük bir anlam taşımaya başlamış olabilir.
Uzun zamandır kapalı duran bir kapı açılmış, şimdiye kadar gözlerini kaçırdığı birçok gerçek, aynı anda gün yüzüne çıkıvermişti. Hem de aklının ucundan bile geçiremeyeceği gerçeklerdi bunlar. Üstelik, henüz zihninde bu gerçekleri doğru düzgün bir araya oturtmuş da değildi.
Gerçek dediğin, kumların altında kalmış bir şehir gibidir. Zamanın akışıyla üstündeki kum daha da kalınlaşırsa gerçek iyice derine gömülebilir; yine zamanın akışıyla birlikte kumlar rüzgarla savrulursa, görünür hale de gelebilir.
Yüreği taş bir duvar gibi sertleşmişti. İşte, kıskançlığın özü tam da buydu.
Kıskançlık, Tsukuru’nun anladığı kadarıyla, dünyadaki en umutsuz zindandı.
İnsanın yüreğinde gerçekten derin bir yara açıldığında söyleyecek tek sözcük bile gelmiyor aklına.
İnsanlar kolayca değişebilir. Üstelik bir zamanlar ne kadar samimi, ne kadar birbirimize içimizi açmış olsak bile, aslında hiçbirimiz diğeri için neyin gerçekten önemli olduğunu pek bilmiyorduk belki de.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir