Ömer Sevinçgül kitaplarından Rabbim Beni Bana Bırakma kitap alıntıları sizlerle…
Rabbim Beni Bana Bırakma Kitap Alıntıları
Evet, namaz şifadır. Ruha huzur, bedene sükunet getirir. Kalbi yatıştırır. İnsanı kötülüklerden men eder. Dünyasına nurlar serper. Basiretini açar
Tat almak için namaz kılınmaz ama namazda manevi bir tat da yok değildir. Bu lezzet peşinen istenilmez, ilahi bir nimet olarak zamanla verilir
Namazın sureti bile gayet manalı. Kıyamda ağaçların, rükuda hayvanların, secdede cansızların ibadetlerini temsil ediyor gibisin
Ruh, hem kendisinin hem de öbür varlıkların farkındadır.
Kalbiyle sever, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, iradesiyle seçer, hayaliyle tasarlar, hafızasıyla hatırlar.
Kalbiyle sever, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, iradesiyle seçer, hayaliyle tasarlar, hafızasıyla hatırlar.
Hayat, ilim, irade, şuur sahibidir. Harici Alemde mevcuttur. Yani sadece zihinde bulunan bir fikir değildir. Sonradan yaratılmıştır ama ebedidir.
Birdir, bütündür, parçalara ayrılmaz.
Birdir, bütündür, parçalara ayrılmaz.
Ruh nurani bir varlıktır.
Bedenin efendisidir. İnsana ana rahmindeyken verilir.
Bedenin efendisidir. İnsana ana rahmindeyken verilir.
İman, insani topraklarda yeşeren ve ahlaki iklimlerde açan nazlı bir çiçektir!
Güneşin etrafında pervane misali dönen bir uzay gemisinde misafir yolcusun ama sormuyorsun, bindiren Kim?
Küremizin kalbinde bir nar, derecesi iki yüz bin. Üstü kabuklu bir ateş topunun üstünde yaşıyorsun
Resmini güzel yapanlara hayran oluyor, seni sen yapanı hatırlamıyorsun. Eşsiz bir sanat eseri olan yüzünü görüyor ama görmüyorsun sanatkarını.
Sormuyorsun kim?
Sormuyorsun kim?
İman akıldan ziyade kalbe bakar. İnanmak istemeyen inandırılamaz.
“Nefsini bilen, Rabbini bilir.”Madem öyle ben önce kendimi bilmeliyim. Rabbimi tanımak ve dünyadaki yerimi belirlemek için kendimi bir anahtar gibi kullanmalıyım.
Etrafımdaki her şeyi de o zaman anlayabilirim. Çünkü bakılandan ziyade ‘bakış’ önemli
Etrafımdaki her şeyi de o zaman anlayabilirim. Çünkü bakılandan ziyade ‘bakış’ önemli
‘Nefsini bilen, Rabbini bilir.’ Madem öyle ben önce kendimi bilmeliyim. Rabbimi tanımak ve dünyadaki yerimi belirlemek için kendimi bir anahtar gibi kullanmalıyım.
Etrafımdaki her şeyi de o zaman anlayabilirim. Çünkü bakılandan ziyade ‘bakış’ önemli ..
Etrafımdaki her şeyi de o zaman anlayabilirim. Çünkü bakılandan ziyade ‘bakış’ önemli ..
İlmi çocukken öğrenen taşa nakşetmiş, büyüdüğü zaman öğrenense yazı yazmış gibidir. ”
Zaman yürüdü. Dünya ihtiyarladı. İnsan nevi kemale erdi. Bir tek hocadan ders alabilecek düzeye erişti. Allah da son nebisini gönderdi. Eline en kâmil kitabı verdi. Bütün nebilerin ilmine vâris kıldı.
Rahman, ezeli rahmeti sebebiyle Kâinatı yarattı. Sınırsız ilmiyle semayı bir tavan, arzı bir mekân yaptı. Sermedi hitabına şuurlu bir muhatap olsun diye insanı var etti.
Zahirini göz, kulak, burun, el, ayak, gibi organlarla bezedi. Batınını akıl, kalp, hayal, irade, ruh gibi cihazlarla donattı. En güzel sureti verip yeryüzüne gönderdi.
Zahirini göz, kulak, burun, el, ayak, gibi organlarla bezedi. Batınını akıl, kalp, hayal, irade, ruh gibi cihazlarla donattı. En güzel sureti verip yeryüzüne gönderdi.
Sanat bakımından hangi uçak kartallarla, hatta sineklerle yarış edebilir?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Zamanca, mekânca birbirlerinden gayet uzak olan bu emin insanların ortaya koydukları davanın tersini kanıtlayacak hangi delil gösterilebilir?
Evvela şunu söyleyeyim: Müslümanın hatası yüzünden islâm suçlanamaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her mümin ilim sahibi olamıyor.
Şunu da hep hatırla: Şerri yaratmak şer değildir, şerri işlemek şerdir. Yani kötü olan, kötülükleri yaratmak değil, işlemektir. İnsan tercih eder, Allah yaratır.
Mutezile, güya kötülükleri yaratmayı Allah’a yakıştıramadığı için ‘kul kendi eylemini kendisi yaratır’ diyor, hata ediyor. Yaratıcı kudrete noksanlık yakıştırıyor. İnsan gibi âciz bir mahlûka ilahlıktan pay vermiş oluyor.
Meyhaneye yönelen ayaklar taş kesilseydi, harama bakan gözler kör olsaydı, namaz kılmayanlara inme inseydi, insanlar ister istemez iman ve ibadet ederlerdi. Kim elmas, kim kömür, anlaşılmazdı.
Ecelimiz gelince rolümüz bitecek. Kıyamet kopunca sahne kapanacak. Hür irademizle yapıp ettiklerimizden ötürü mahşer günü hesaba çekileceğiz.
Hayat da bir bakıma tiyatro eserine benziyor. Dünyada ezeli kader senaryosu sahiplenmekte. Kendimizi sahnede buluyoruz. Hepimiz bu senaryonun oyuncularıyız. Her birimize ayrı bir rol biçilmiş. Fakat tiyatrodaki oyunculardan önemli bir farkımız var. Bizim için yazılan rolü biliyoruz ama senaryonun tamamını bilmiyoruz
‘Kibirlenme! Allah takdir etmeseydi sen hiçbir şeye malik olamazdın. İlmini de, malını da, bunları kazanmak için gereken yeteneklerini de yaratan odur. Benim diye dört elle sarıldığın nimetler onun eserleridir.’
Bir olaylar okyanusunda yaşıyorsun. Kâinatın her tarafında bir oluşma, yapılaşma, kaynaşma, bütünleşme ve ardından yıkılış, dağılış, çözülüş, sonra yeniden kuruluş hareketleri var.
Kusurunu perdelemek için sürekli eğitim sistemini eleştiren tembel bir çocuk gibi davranarak bizi sımsıkı kuşatan imtihanın dışına çıkamayız!
Değişmez gerçek şudur: Biz dünyadayız, önümüzde ölüm var. Tek kurtuluş yolu, kulluk şuuruyla yaşamak, Rabbin rızasını ve cennettini kazandıracak bir ömür sürmek.
Hasılıkelam, Allah erteler ama asla unutmaz. Hemen ceza vermez ama ihmal de etmez.
Zira büyük suçların mahkemeleri büyük olur.
Hiç şüphesiz, her işini nice hikmetler, maslahatlar, faydalar gözeterek yapan Allah, kâinat fabrikasının en son ürünü olan insanları yok etmez. Bir daha dirilmemek üzere öldürüp de hikmetini hiçe indirmez.
Hikmet hakikatinin belirtisini bedenimizde de görebiliyoruz. Bir et parçası olan dilimize ne marifetler verilmiş. Meramımızı onunla ifade ediyoruz. Sayısız tatları onunla hissediyoruz. Her tat için bir dil gerekseydi binlerce dil taşımak zorunda kalırdık.
Bil ve inan! Rabbin sana ebedi hayatı vermek istemesydi kalbine ebediyet arzusu vermezdi.
Bilhassa kibir! Bu illet kapkara bir perde gibi kalbin önünü kapatıyor, iman nurunun girmesine mani oluyor
İnsaniyetle islâmiyet arasında bir paralellik var. İnsani vasıflar belli bir seviyeye erişti mi kişide iman nuruna bir meyil uyanıyor. Ruhsal gelişimi gereği zaten imana eğilimli kimse, zihnini kurcalayan sorularına cevap bulunca hakka teslim oluyor.
İnsan aldanıyor, kader aldanmıyor.
Fi tarihinde gayet cahil bir adam bir bilginin evine emanet bırakmıştı. Emanet lazım oldu. İstemek üzere medreseye gitti. Bilgin ilim kürsüsüne oturmuş talebelerine ders okutuyordu.
Adam Efendi, o emanete ihtiyacım var! dedi.
Bilgin Biraz bekle, dersi bitireyim manasına gelen bir işaret yaptı.
Adam ister istemez oturup beklemeye başladı. Ders uzadı. Halbuki onun işi aceleydi. Bir yandan da bilgini seyrediyordu.
Bilgin, âdeti gereği, ders okuturken başını salıyordu. Mektep, medrese görmemiş cahil adam sandı ki ders okutmak yalnız baş sallamaktan ibarettir.
Hocam! dedi, Beni kendine vekil et. Ben senin yerine başımı sallayayım da sen git emanetimi getir. Çünkü işim çok aceledir!
Adam Efendi, o emanete ihtiyacım var! dedi.
Bilgin Biraz bekle, dersi bitireyim manasına gelen bir işaret yaptı.
Adam ister istemez oturup beklemeye başladı. Ders uzadı. Halbuki onun işi aceleydi. Bir yandan da bilgini seyrediyordu.
Bilgin, âdeti gereği, ders okuturken başını salıyordu. Mektep, medrese görmemiş cahil adam sandı ki ders okutmak yalnız baş sallamaktan ibarettir.
Hocam! dedi, Beni kendine vekil et. Ben senin yerine başımı sallayayım da sen git emanetimi getir. Çünkü işim çok aceledir!
Materyalist de tıpkı hikâyedeki adama benziyor. Eserlerin yapı taşı olan atomlardaki hareketleri görüyor, onları usta sanıyor. Her şeyi yapan bu hareketlerdir diyor. Perde arkasındaki sonsuz ilmi, iradeyi ve kudreti göremiyor.
Taştan, demirden, ağaçtan yaptıkları nesnelere tapan ilkel insanların somut putları yerine soyut bir düşünceyi, felsefeyi oturtan natüralistler modern zamanların putperestleri oldular.
Bu da gösteriyor ki şirk yok olmadı, sadece kılık değiştirdi.
Bu da gösteriyor ki şirk yok olmadı, sadece kılık değiştirdi.
Doğacıları ikiye ayırmak mümkün. Bir kısmı, kendi kafasıyla düşünemeyenler. Birilerinden duymuş, papağan gibi şuursuzca tekrar ediyorlar. Sığ bir düşünce imkânsızı mümkün gösterebilir. İkinci kısım ise, Allah dememek için doğa demek zorunda kalan inkârcılar.
Doğada yasalar, düşünen insanı inkâra değil, imana götürür. Çünkü yasa varsa, o yasayı koyan şuurlu, bilgili bir hâkim olmalı. Hiçbir yasa kendi kendine ortaya çıkamaz.
Natüralizm, putperestliğin yeni adıdır.
Peki kimdir bu harikulade faaliyetleri yapan? Tabiat ya da doğa diyerek işin içinden çıkmak mümkün mü? Asla! Doğa da bir eser. Hâl diliyle ‘benim sanatkârım sonsuz ilim, irade ve kudret sahibidir!’ diye haykırıyor.
İnkârı mümkün olmayan iki gerçek var. Biri ustanın eserinden daha mükemmel oluşu. İkincisi, nitelik bakımından geri olanın ileri olanı yapamaması
Mekândan münezzeh bir usta kabul edilmezse her canlı ve her organ için maddi bir kalıp gerekir. Sonra o kalıpların için de başka kalıplar lazım olur, zincir böylece sonsuza kadar uzar gider. Böyle bir çözüm yolu ise ancak masallarda görülür.
Maddecilik ve onun bir parçası olan evrim kuramı, kendine özgü rahipleri ve fanatik dindarları olan batıl bir dindir.
Bir tek ilaha iman etmemek için bütün atomlara ilahlık yakıştırıyor, bilim kılıfı içinde sundukları tutarsız yorumlarına bizim de inanmamızı istiyorlar.
Bir tek ilaha iman etmemek için bütün atomlara ilahlık yakıştırıyor, bilim kılıfı içinde sundukları tutarsız yorumlarına bizim de inanmamızı istiyorlar.
Güneşin etrafında pervane misali dönen bir uzay gemisinde misafir bir yolcusun ama sormuyorsun, bindiren kim?
Kelime fabrikası olan ağzına baksana bir! Kelimelerin kanat çırpıyor hava âleminde, kulaklara konuyor, akıllara, gönüllere giriyor.
Sesleri kalıplara koyup uçuruyorsun havaya kuşlar gibi. Kuşlar ki kalpten kalbe postacılık ediyor, sevgi, korku, kaygı, neşe, müjde taşıyorlar.
Her konuşmanda besteler yapıyorsun. Ses sitemin bir saza benzemiyor mu?
Beden sarayında oturuyor, göz penceresinden bakıyorsun dünyaya. Bir de görsen ya!
Sesleri kalıplara koyup uçuruyorsun havaya kuşlar gibi. Kuşlar ki kalpten kalbe postacılık ediyor, sevgi, korku, kaygı, neşe, müjde taşıyorlar.
Her konuşmanda besteler yapıyorsun. Ses sitemin bir saza benzemiyor mu?
Beden sarayında oturuyor, göz penceresinden bakıyorsun dünyaya. Bir de görsen ya!
Hayret makamına yüksel de seyret, neler var cihan sergisinde? Gazetelere bedel şu âlemin sayfalarını oku da gör ne haberler geliyor, öteden?
De bana, yağmur hangi dilde yağar? Yeryüzünün bitki kızlarına kim su emdirir? Kaç derecedir pişman bir kalbin ortasında yanan ateş?
Sana bir çocuk gözü gerek, her şeye hayretle bakacak. Bir zamanlar çocuktun, görürdün. Büyüdün, kör oldun. Tıpkı benim gibi.
Sana bir çocuk dili gerek ‘Niçin?’ diye soracak. Evvel zaman içinde çocuktun, sorardın. Büyüdün, unuttun.
Sana bir çocuk dili gerek ‘Niçin?’ diye soracak. Evvel zaman içinde çocuktun, sorardın. Büyüdün, unuttun.
Genel dünya içinde her birimizin özel bir dünyası var.
Hani ‘Rabbim’ diyorum ya, işiten biri var mı gerçekten? Kim beni benden alacak? Kim beni bana bırakmayacak?
Hayatı biten nereye gider? ‘Nere’ diye bir yer var mı? Yoksa o da mı kurgu? Bu mudur yazgım? Bir şeyler yazılı mı gerçekten? Kim yazdı?
Hayatı biten nereye gider? ‘Nere’ diye bir yer var mı? Yoksa o da mı kurgu? Bu mudur yazgım? Bir şeyler yazılı mı gerçekten? Kim yazdı?
Deneyimlerim bana şunu gösterdi:
Kurtuluş, farkında olmakla başlar. Kurtulmak istemeyen, kurtarılamaz. İman akıldan ziyade kalbe bakar. İnanmak istemeyen inandırılamaz.
Kurtuluş, farkında olmakla başlar. Kurtulmak istemeyen, kurtarılamaz. İman akıldan ziyade kalbe bakar. İnanmak istemeyen inandırılamaz.
Ben senin gibi düşünmeyebilirim, sende benim gibi düşünmeyebilirsin, fakat birlikte düşünebiliriz.
Her şeye sahipsin ama hepsini reddediyorsun, neden? diyordu.
‘Normal büyülü kelimeydi dilinde. İyi de normal ne? Kime göre? Neye göre? Ben konuşurken notlar alıyordu. Ya da alır gibi yapıyordu. Dinler gibiydi ama bence dinlemiyordu.
çünkü insana en çok kitap yakışıyor ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor! ,,
Unutma! Huzura durmayan huzur bulamaz!
İman, insani topraklarda yeşeren ve ahlaki iklimlerde açan nazlı bir çiçektir!
Bin yok bir varı tartamaz.
İnsan, görmediğine inanır.Bu özellik bir meziyettir, insanı öbür canlılardan üstün kılar.Dış duyularla hissedilemeyene inanmak insana özgü bir nitelik.
Kişi tevazu gösterir, ittifakın önemini kavrar bir bardak benlik suyunu kardeşlik havuzuna dökerse büyük bir rahmet havuzuna kavuşur.
Eğitimci tavsiye ettiği meseleleri evvela kendine tatbik etmeli. Kendini düzeltemeyen başkasını düzeltemez.
Kader okyanudunda yüzen bir gemi gibisin. Rotanı ne yana çevirirsen çevir, yine okyanusun içindesin.
Her eser güzellik ve ahenginin diliyle sanatkarını ilan eder.
Ben senin gibi düşünmeyebilirim, sen de benim gibi düşünmeyebilirsin fakat birlikte düşünebiliriz.
Çünkü insana en çok kitap yakışıyor ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor!
Allah namına olmayan ameller başında bir olmayan sıfırlara benzer.
Gücü her şeye yeten o zatı gözler göremiyor ama akıllar görüyor. Yerlerde yeri yok ama her yerde eserleri var.
İsmi dilimde, marifetleri aklımda, muhabbeti kalbimde
Dil kapıcıdır, faydalı maddeleri alıyor, zararlıları defediyor. Bir yandan da fabrika adına sözcülük yapıyor. Gözler idarecinin dışarıyı gözetlemesi için açılan pencereler. Kulaklar, müdüre dış âlemden haberler getiriyor.
Şu alem kitabının en önemli ayetidir insan. Kâinatın canı, ruhu, özüdür. Dünya onunla mana kazandı. Manevi yönü bir yana, maddi yapısıyla bile akılları hayrette bırakan bir sanat şaheseridir.
Fakat neylersin, dünya bir imtihan yeri. Kimi imanı seçiyor, kimi küfrü. ‘Allah’ dememek için ‘tesadüf’ diyenler hep oldu, hep olacak.
Fakat her yazıyı herkes okuyamaz. Yazı vardır, gözle okunur. Yazı vardır, kulakla, vicdanla, akılla, gönülle okunur. Yazı vardır, imanla okunur