İçeriğe geç

Psikoloji Kitap Alıntıları – Nurettin Topçu

Nurettin Topçu kitaplarından Psikoloji kitap alıntıları sizlerle…

Psikoloji Kitap Alıntıları

İnsan kendini olayların ve hayatın akışına teslim ettikçe sürekli ve sağlam bir karakter sahibi olamaz. Ancak iç dünyamızı dışarıya ve irademizi ihtiraslarımıza karşı koydukça, değişmez ve dengeli bir karakter sahibi olabiliriz.
Kibir ve gurur, sevgisi az ve zaafı çok olan insanlarda sadece bir duygu değil, aynı zamanda sevginin onlarda bıraktığı boş yeri doldurmak için bir ihtiyaçtır.
Duygular inatçıdırlar, varlığımızdan kolay kolay ayrılmak istemezler. İsabetsiz olduklarını iyi anladığımız duyguları bile benliğimizden hemen söküp atamıyoruz.
Gözyaşlarının mânası vardır: Çocuk kendine dikkat ve merhamet çekmek için ağlar; ergin insan, başkalarına merhametini göstermek için ağlar.
Aşkın aradığı vücut değildir; vücudu vasıta yaparak onun aradığı, bir ruhdur.
Ne kadar bayağı olursa olsun, hiçbir hareket yoktur ki içerisine ilâhî varlık konulmuş olmasın..”
Hürriyetimizi hissediyoruz. İnsanın büyüklüğü ve hayatın kıymeti burada anlaşılıyor.
Programların gayesi öğrenciye bilgi vermek değil, çocuğun ruhsal yapısına şekil ve yön vermek olmalıdır.
Dilden mahrum olmak, düşüncenin ölüme mahkûm olması demektir.
İnsan kendisine dışardan bakmaya alışmıştır; göründüğü gibi olduğunu zanneder. Böylelikle kendimizi avuturuz. Kendimizi aldatmaktan hoşlanan yaradılışımız, iç yaşayışımızı olduğu gibi tanıtmaktan bizi alıkoymaktadır.
güzellik âleminin duygusunu kaybetmiş bir kabuk gibidir. Ruhumuzu güzelliklere açabilmenin sırrı, ruhsal yaşayışın ona götüren yollarını bilmekle elde edilir. İç hayatımızın nerelerinde bozukluk bulunduğu ve bunun giderilmesi için yaşayışımızda ne gibi değişiklikler yapmak lâzım geldiği anlaşıldıktan sonra, güzellik duygusu sonsuz bir şekilde yaşanabilir.
İnsan kendini olayların ve hayatın akışına teslim ettikçe sürekli ve sağlam bir karakter sahibi olamaz. Ancak iç dünyamızı dışarıya ve irademizi ihtiraslarımıza karşı koydukça, değişmez ve dengeli bir karakter sahibi olabiliriz.
Kalbin ortaya koyduğu öyle sebepler vardır ki, akıl onları asla bilemez.
Gömelim, gel seni tarihe desem sığmazsın..
Zamanımızda beden yapılsına göre karakterleri kretschmer şöyle ayırmaktadır:
1)LEPTOZOM VE ASTENİK TİPLER:bunlar genel olarak zayıf, kuru, kansız, elleri ve parmakları ince, göğüsleri yassı, kafatasları yassı insanlardır. Bu tipler tahlilcilerdir. işlerinde sebatlıdırlar ve hislerine hakim olurlar. İçlerine çevrilmişlerdir; bu yüzden anlaşılmalar güçtür. Ürkek görünürler ve kendilerinden beklemedik hareketler yaparlar.
2)ATLETİK TİPLER: Bunlar uzuna yakın orta boylu, geniş omuzlu kalın boyunlu, dik başlı, çıkık çeneli, el ve ayakları kocaman insanlardır. Bunların tepkileri hafiftir,durgun ve dışlarına çevrilmişlerdir. Saf kalpli ve kabadırlar, incelikleri ve tahlil kabiliyetleri yoktur, zekaları ortanın altındadır.
3)PİKNİK TİPLER: Bunlar geniş karınlı, gövdeleri yağlı, hareket organları(kol ve bacakları) nispeten zayıf insanlardır. Orta boylu, tıknaz ve kalın boyunludurlar. Dört köşeli ve geniş yüzlüdürler. Erkelerede çok kere saçlar dökülür. Kok ve bacak etleri yumuşaktır. Bu tipler terkipçidirler. Saf kalpli ve duygulu insanlardır. Dışlarına çevrilmişlerdir. Göründükleri gibidirler..
Çocuk kendine dikkat ve merhamet çekmek için ağlar; ergin insan, başkalarına merhametini göstermek için ağlar.
Dış gözlem yapabilmek için de iç gözlem lüzumludur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanlığın bütün hayatını içerisine alan tarih, kocaman bir hafızayı andırmaktadır.
İnsan kendini olayların ve hayatın akışına teslim ettikçe sürekli ve sağlam bir karakter sahibi olamaz. Ancak iç dünyamızı dışarıya ve irademizi ihtiraslarımıza karşı koydukça, değişmez ve dengeli bir karakter sahibi olabiliriz.
İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.
İnsan kendini olayların ve hayatın akışına teslim ettikçe sürekli ve sağlam bir karaktere sahip olamaz. Ancak iç dünyamızı dışarıya ve irademizi ihtiraslarımıza karşı koydukça, değişmez ve dengeli bir karakter sahibi olabiliriz.
Bizim şahsi menfaatlerimiz, kıyafetlerini değiştirerek başkalarına sevgi, sanata, ahlâka, dine bağlılık şekillerinde gözükür.
Kendi uydurduğumuz hayâllerin âleminde yaşıyoruz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Muhteris insan, bazan başkalarına ve büyük kütlelere hakim olsa bile, kendi kendisine hakim olamıyor.
İçsel hayatımız, sürekli akan bir olay karmaşığıdır.
İnsan ise hem birtakım olayları yaşayan, hem de bu olayları şu veya bu şekilde idareye muktedir olan varlıktır. İşte bu manada biz geminin hem kendisi hem de kaptanı olmak durumundayız.
Ruhsal olaylar zaman içinde geçerler. Madde dünyası bütünü ile her zaman hal içinde bulunuyor. Şuurda ise bütün maziyi saklayabiliyoruz.
Doğru düşünen adam her şeyden önce ruhsal yaşayışı sıhhatli olan insandır.
Kalbin ortaya koyduğu öyle sebepler vardır ki, akıl onları asla bilemez.
Deli bizim normal hayatımızın altında, dahi ise onun üstünde yer almaktadır.
İç dünyamızı dışarıya ve irademizi ihtiraslarımıza karşı koydukça, değişmez ve dengeli bir karakter sahibi olabiliriz.
İnsan kendini olayların ve hayatın akışına teslim ettikçe sürekli ve sağlam bir karakter sahibi olamaz.
İrademizi akılla kullanarak ve yönelişlerimizi sağlam bir disipline tabi tutarak karakterimizi değiştirmek elimizde olan bir şeydir.
Takdir edici sözler söylemek, azarlamaktan daha tesirlidir.
Alışkanlık insanı gitgide çevresine ve işine uydurur. İnsanı makinalaştırır.
Programların gayesi, öğrenciye bilgi vermek değil, çocuğun ruhsal yapısına şekil ve yön vermek olmalıdır.
Elem ve kederin insanı bitirdiğini söylerler, doğrudur. Çünkü elem iştihayı kesiyor ve yiyip içmekten alıkoyuyor. Sevinç vücudun bütün uzuvlarına yayılıyor, onlarla lüzumsuz ve düzensiz hareketler yaratıyor. Çocuk, neşeli olduğu zaman bacakları ile de gülmek istiyor.
Düşüncelerimiz acılarımızın yanında bir yer tutmaz.
Oscar Wilde Günün en küçük hareketleri karakteri yapar ve yıkar demişti.
İnsan olgunlaştıkça, kederlerinin İfadesinde de aşırı şekillerden kaçınıyor: Hıçkırıklar tutuluyor; yüzdeki ağlayış çizgileri silinmeye başlıyor; sadece gözyaşları kederimizi ilan ediyor.
Kuruntular ile azap içinde yaşayan veliler bulunduğu gibi,içi rahat olan caniler de vardır.
Voltaire’in dediği gibi, kovanında mahir bir sanatkarı andıran arı, kovanının dışında alelâde bir sinektir .
İş hayatının düzensiz oluşu, yani işlerin en kabiliyetli fertlere verilmeyişi ise,boyuna iş değiştirerek, bütün ömürlerini çıraklıkla geçiren ve hiç bir işin ehli olmayışlarından dolayı hepsinde az iş çıkarabilen, hem de tecrübesizlikleri sebebiyle en fazla kazalar yapan işçi kütlelerini meydana çıkarmaktadır.
Düşüncelerimiz acılarımızın yanında bir yer tutmaz.
Başkalarını kendi hareketleriyle tanıdığımız halde, kendimizi isteklerimize göre tanımaktan hoşlanırız.
Günün en küçük hareketleri karakteri yapar ve yıkar.
Kalbin ortaya koyduğu öyle sebepler vardır ki, akıl onları asla bilemez.
Kovanında mâhir bir sanatkârı andıran arı, kovanının dışında alelâde bir sinektir.
Pascal şöyle demişti:
Kalbin ortaya koyduğu öyle sebepler vardır ki,akıl onları asla bilemez. ”
Aşk kadınla erkeğin arasında oluyor. Iştihaların tamamen dışında ruhsal bir olay şeklinde görülen aşk ikii cinsin arasında iradesinin bütün kuvvetleriyle bir insan ruhunun kendinden çıkarak başka bir insanın ruhsal yaşayışına sığınması demektir. Kadınla kadın, erkekle erkek arasında olursa aşkın bu sakin ve zihni şekline dostluk deniyor. Aşk da dostluk da bölünmez, fedakarlık kabul etmez ve şüphe içinde uzun zaman barınmaz.
Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir haya öğren!
Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir haya öğren!
Psikoloji
Dünyamız sonsuz güzelliklerle doludur. Yeryüzünde sanatkârlar bunca güzel eserler ortaya koymuşlardır. İnsan bu güzelliklere meftun bir yaradılışa sahiptir. En büyük saadet, bu güzellikleri kâbil olduğu kadar yakından duyup yaşayabilmektir. Halbuki çoğumuzun ruhu, menfaat ve ihtiraslarla yıpranarak bu sonsuz güzellik âleminin duygusunu kaybetmiş bir kabuk gibidir. Ruhumuzu güzelliklere açabilmenin sırrı, ruhsal yaşayışın ona götüren yollarını bilmekle elde edilir. İç hayatımızın nerelerinde bozukluk bulunduğu ve bunun giderilmesi için yaşayışımızda ne gibi değişiklikler yapmak lâzım geldiği anlaşıldıktan sonra, güzellik duygusu sonsuz bir şekilde yaşanabilir.
‘İnsan kendisine dışardan bakmaya alışmıştır;göründüğü gibi olduğunu zanneder.Böylelikle kendimizi avuturuz.Kendimizi aldatmaktan hoşlanan yaradılışımız,iç yaşayışımızı olduğu gibi tanımaktan bizi alıkoymaktadır.’
Aşk kadınla erkeğin arasında oluyor. İştihaların tamamen dışında ruhsal bir olay şeklinde görülen aşk iki cinsin arasında iradesinin bütün kuvvetleriyle bir insan ruhunun kendinden çıkarak başka bir insanın ruhsal yaşayışına sığınması demektir. Kadınla kadın, erkekle erkek arasında olursa aşkın bu sakin ve zihni şekline dostluk deniyor. Aşk da dostluk da bölünmez, fedakarlık kabul etmez ve şüphe içinde uzun zaman barınmaz.
Ergin insanda da yaşayış şeklini tayin eden, moda ile adetlerdir. Bunlar gibi, hislerin çoğu da bize dışımızdan geliyor, taklit ile elde ediliyor.
Sirâyet, taklidin en basit şeklidir; bir sinir olayıdır, elektriklenme gibi bir haldir. Hayvanların birlikte hareketleri koyunların sürü halinde gidişleri sirâyetle olmaktadır.
Taklit, sirayet, telkin ve üstünlüğün benimsenmesi şeklinde gözüküyor.
Kibir ve gurur, sevgisi az ve zaafı çok olan insanlarda sadece bir duygu değil, sevginin onlarda boş bıraktığı yeri doldurmak için aynı zamanda bir ihtiyaçtır. Medeni insanın hareketlerinin pekçoğu ondan doğmaktadır.
“Öyle insanlar da vardır ki çok kuvvetli olan ruhsal benliklerini, cemiyetin onlara verebileceği en cazibeli şöhretlere feda etmezler. Sosyal şöhretleri ve benlikleri küçümserler ve cemiyetten değil, kendilerinden utanırlar. Her devrin icaplarına göre kanaat ve vicdan değiştirmezler.”
“Freud’ a göre, düşüncemiz bir hapsedilme fonksiyonudur. Yani uzvî hayattan alınan karmaşık (complexe) cinsî istekler, şuurun arkasındaki karanlıkta hapsedildikten, bize bir zaman böyle şuur dışı yaşatıldıktan sonra, çeşitli tasavvur ve idealler halinde şuura yükseliyor ve orada düşüncemizin hayatını teşkil ediyorlar.”
“Şuur dışı hallerin içimizde kapladığı saha, şuurlu olayların kapladığı sahadan çok geniştir.
Hattâ şuurlu ruhsal hayat, şuur dışı hallerimizin kaynağından gıdalanmaktadır.”
“Lâkin bütün şahsiyetlerini muhafaza ederek, ancak kendince vazife bildiği için yeni şartlara, icabında nefsinin arzularından fedakârlıklar yaparak uymasını bilen insan, örnek insan tipidir.”
Doğru düşünen adam her şeyden önce ruhsal yaşayışı sıhhâtli olan insandır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir