İçeriğe geç

Paradigmanın İflası Kitap Alıntıları – Fikret Başkaya

Fikret Başkaya kitaplarından Paradigmanın İflası kitap alıntıları sizlerle…

Paradigmanın İflası Kitap Alıntıları

Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yuceltecektir Afrika Atasözü
Burjuva toplumunda eğitimin amacı hiçbir zaman gerçekleri bulup ortaya çıkarmak değildir.
Bir başkasını ezen ulus, özgür olamaz. -Karl Marx
Putları yıkmak için yola çıkanlar hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler.
Cumhuriyet aydını put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu!..
Mustafa Kemal ve onun ‘inkılapları’yla ilgili olarak yaratılan efsane yedi yüz yıllık Hilafet ve Saltanat devrinde yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de bu efsane üreticilerinin sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır.
Hiçbir konuda Milli Mücadele ve onun lideri hakkında olduğu kadar efsane yaratılmamıştır
Bilmeyen ahmak bilip de söylemeyen suçludur
Ortalama bir Amerikalı bir Bangladeşliden 440 kat, Etiyopyalıdan da 600 kat fazla enerji tüketiyor.(1991)
Bir ulusal ekonomide toplumsal artığın büyüklüğü kadar, kimler tarafından nasıl kullanıldığı da büyük önem taşır.
Eğer Marx, İngiliz burjuva ekonomi politiğini inkar etseydi Kapital’i yazabilir miydi? Ricardo’yu, Smith’i, Malthus’u vb. yok sayarak, inkar ederek, onları gericilikle suçlayarak, yeni bir teori geliştirebilir, toplumsal bilimlerde büyük bir atılım gerçekleştirebilir miydi?
Eğer bir ülke, dünyayı yeniden paylaşmak isteyen taraflardan birinin yanında bu savaşa katılıyorsa, herhalde amaç paylaşımdan pay koparmaktır. Emperyalist paylaşım savaşına katılan bir devletin anti-emperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı vermesi mümkün müdür? Resmi tarihçiler ve resmi ideoloji üreticileri bu açmaz ın farkında oldukları için, olayların tahlilini Yunanlıların İzmir’e çıkışıyla başlatıyorlar.
Her tarihsel dönemde ve her toplumsal formasyonda, belirli bilgilere sahip olanlar ayrıcalıklı bir konumda bulunurlar. Toplumsal işlevleri karşılığında maddi, siyasal ve ideolojik olarak ödüllendirilirler. İlkel kabilede büyücü, firavunun rüya yorumcusu, günümüzün diplomalıları vb. ait oldukları toplumsal formasyonların sosyolojik anlamda aydınlarıdırlar. Aydını olmayan toplum olmadığı gibi, aydınların meşrulaştırıcı toplumsal işlevleri ve siyasal iktidar karşısındaki konumları da bir üretim tarzından diğerine değişir. Bu farklılık meşrulaştırma işlevinin tarihsel süreç içimde aldığı biçimle doğrudan ilgilidir. İlkel, köleci, Asyatik, feodal, kapitalist, tekelci devlet kapitalizmi, bürokratik sosyalist toplumsal formasyonlarda aydınların işlevi ve siyasal iktidar karşısındaki konumları farklıdır.
Bir toplumsal formasyonun başarısı düne göre bugün neye sahip olduğuyla değil; fakat karşı karşıya olduğu sorunları çözebilme yeteneğiyle ölçülür.
Türk aydınları, yalan üretip ürettikleri yalanla yaşamak gibi, talihsiz bir konumda bulunmuşlardır. Sözde, topluma rasyonalist düşünceyi yerleştirmek amacıyla yola çıktıklarını iddia etmelerine rağmen, her zamankinden daha çok hurafe üretmişler, Mustafa Kemal’i putlaştırmayı marifet saymışlardır
Sanayileşmiş ülkelerde liberal, az gelişmiş ülkelerde de işbirlikçi oligarşilerin iktidarına son verilmedikçe, çözümsüzlük devam etmek durumundadır
Herhangi bir yere termik santral mı kurulması, yoksa fidanlık mı yapılmasına yöre halkı değil de uzmanlar ve bilim adamları karar verdiği sürece, bilim ve teknolojinin bir baskı ve sömürü aracı olarak kullanılmasının önüne geçilemez.
Bugünün sorunlarını düne ait yöntemlerle çözmek mümkün olmadığı gibi, elli yaşındaki adama sekiz yaşındaki çocuğun elbisesini giydirmek de mümkün değildir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kimyasal, biyolojik silahlara, F. 16’lara, nükleer füzelere, otoyollara, uzaktan kumanda aletine, Coca cola’ya, robotlara ve benzerlerine sahip olan değil; kendisi hakkında düşünme yeteneğine sahip olan bugününü ve geleceğini tasarlayabilen toplumdur.
Türkçe sözlü hafif müzik ne kadar bize aitse, Türkçe sözlü iktisat kuramı da o kadar bize aittir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İdeolojik kölelik o kadar köklü ki, sonuçta aldatanı da aldatır duruma geliyor
İdeolojik kölelik o kadar köklü ki, sonuçta aldatanı da aldatır duruma geliyor
Üçüncü Dünya ülkeleri 12 temel malın ihracından 30 milyar dolar sağlıyorlardı.
Bu temel mallar sanayileşmiş ülkelerde dönüşme uğuratıldıktan sonra 200 milyar dolara satılıyordu.
Bir tablet çikolatada kakaonun payı, perakende satış fiyatının yüzde onunu geçmiyordu.
Az gelişmiş ülkeler Balılatılaştılar ama çağdaşlaşamadılar
Sahip olduğu para ile video ve müzik seti satın alan ama ağzındaki çürük dişleri yaptırmayı düşünmeyen bir adamın akla uygun davrandığını söylemek olası mıdır?
Türkiye sürekli devalüasyonlar ve kur politikalarıyla ihraç ürünlerini sürekli ucuzlattıkça, borç faiz ve ana paralarını aksatmadan ödedikçe, gerektiğinde Ortadoğu’da Batı çıkarlarını güvence altına alma niyetini ortaya koydukça, Türkiye’nin batıdan görüntüsünün pek parlak olması doğaldır.
Türkiye’nin son on yılda harikalar yarattığını söyleyerek söze başlıyorlar. Elbette hakları var.
Chardin’in dediği gibi, Belirleyici olan her zaman nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı dır.
Türkiye’den her istedikleri hemen gerçekleşen Batılılar elbette büyük başarılardan söz edecekler!..
Bu aşamadan sonra, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı vatanını ve milletini sevenler bürokratik aygıt içinde tam etkinlik sağlayabilirlerdi
Bu arada vatanını ve milletini sevenlerle, dinine ve imanına bağlı unsurlar arasında da sıkı dayanışma ve işbirliği sağlandı.
Devlet terör rejimi ile sermaye örgütleri hariç (TÜSİAD)vb.) tüm demokratik odaklar etkisizleştirilerek, devlet aygıtı yeni baştan düzenlenerek baskıcı bir yapının kalıcılığı sağlanacaktı.
Cunta geri çekildikten sonra da makinenin aynı biçimde işlemesi ve aynı yönde yol alması için uygun bir hukuki, ideolojik, kuramsal çerçeve oluşturulmuştu
Birincisi, Türkiye yeni bir sermaye birikimi modelinin kabul ettirmek, bunun için gerekli düzenlemeyi yapmak.
İkincisi de Türkiye emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarının korunması amacıyla alt-emperyalist role hazırlamak.
Artık anarşinin daha önce neden önlenme dediği, 12 Eylül’den sonra nasıl önlendiğinin tartışmasına burada girmeyeceğiz.
Artık isteyen herkes anarşinin nasıl ve neden tırmandırıldığı, neden önlenmediği, 12 Eylül’le nasıl önlendiği ve benzeri konularda yeteri kadar bilgi sahibidir.
Böylesi bir ortamda siyonist devletin kendi de tehlikede sayılırdı
Kısaca Ortadoğu’da istikrarın sağlanması, öncelikle Türkiye’deki istikrarsızlığın giderilmesine bağlı görünüyordu.
Başka bir ifade ile yeni bir sermaye birikim modelinin geçerli kılınması yeni düzenlemeler ve dengeler oluşturmaya bağlıydı.
Kapsamlı düzenlemeler yapmak ve eski dengelerin yerine yenilerini oluşturmakla, egemen sınıf sömürü koşullarının sürekliliğini sağlayabilirdi
Belirleyici olan, her zaman nereye bakıldığı değil nereden bakıldığıdır.

(Piere Teilhard de Chardin)

Motor üretilmeden otomobil üretilmesi gibi.
Böyle bir sanayileşmenin ekonomide dikey ve yatay eklemlenmeler yaratması, istihdam yaratması da sınırlı kalmak durumundadır.
Demokrat Parti bir muvazaa partisi olarak kuruldu, başlangıçta güdümlü bir muhalefetti.
Ama daha sonra güdümlülük ve muvazaa partisi olmaktan uzaklaştı ve bedelini de ağır bir biçimde ödedi
Arkadaşlar melekette şimendifer yok, liman yok, köprü yok, yol yok, mektep yok velhasıl hiçbir şey yok!
Ben bunları yapacağım; bunları yapabilmek için paraya ihtiyacım var. Onun için milletin cebinde on para da bulsam alacağım. (İsmet İnönü – 1927)
Halk 18 kuruşa devlet eli ile ithal edilen şekerin neden kendisine 60 kuruştan satıldığını biliyordu.
Halkçı diktatörlük 18 kuruşa ithal ettiği şekeri altı komisyoncudan geçirerek halka ulaştırıyordu.
Çoğu zaman da, şeker yoksul halka hiç ulaşmıyordu.
Bir koyunun 50 kuruşa satıldığı bir ortamda, bir emekçi ailenin şeker satın alması zaten imkansızdı.
Osmanlı merkezi yönetimine özgü baskıcı tavrı, jandarma zulmü, kendi sırtlarından süratle zenginleşen vurguncu tüccar ve milli mücadele kahramanları nın gösterişli harcamaları, emekçi halkın dışında gerçekleştirilen Atatürk inkılapları demekti.
İktidar geniş halk kitlelerindeki hoşnutsuzluğun farkındaydı.
Tepkinin boyutunu ölçmek için bir Serbest Fırka deneyi de gerekti.
Fakat halk kitlelerinin siyasal iktidar karşısındaki tavrını ölçmeyi amaçlayan güdümlü muhalefet hızla güdümlü olmaktan çıkmıştı.
Ruhları çağıranlar, şimdi de geri yollayamıyorlardı.
Bütün gürültülü reklamlara karşın devrimler değil, çoğu kağıt üstünde kalacak reformlardan ibaretti
Şapka giyse, cuma yerine pazarı tatil günü yapsa, çocukları Arap harfleri yerine Latin harfleri ile okusa, hatta medeni kanun ailede kadınla erkeği, oğlanla kızı eşit saysa ne çıkardı, toplum katlarında herkes eski yeri nerede ise yine orada kalıyordu ya!..
Kanun öyle yazıyor diye kimse tek kadınla yetinecek değildi.
İsteyen imam nikahı ile istediği kadar evlenir, dilediği kadar çocuk yapardı.
Güya bizim memleketimizde ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teesüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur.
Halbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün bir millet dahildir.
(M. Kemal – 8 Şubat 1923 Balıkesir)
Aralarında uzlaşmaz çelişkilerin bulunduğu sınıfların olmadığı yerde siyasi partilere de yer yoktur Türkiye sınıfsız bir toplum dur sınıfsız topluma da bir tek siyasi parti yeter.
(M. Kemal Atatürk)
Ermeni tehciri sonucu açığa çıkan topraklar çoğunlukla ağların eline geçmişti.
Yine Rum mübadelesi sırasında bir kısım nüfuzlu büyük toprak sahipleri, bu durumdan yararlanarak topraklarını genişletmişlerdir.
Vanlı İbrahim Arvas, tayin listelerinde sürekli yer alan bir şeyhtir. Hakkı Ungan 1923’ten öldüğü 1943 yılına kadar mebus tayin edilmiş bir şeyhtir.
Diyarbakır mebusu Zülfü Tigrel, Siirt mebusu şeyh Halil Hulki Mahmut Soydan, Süreyya Özgeevren sürekli mebus tayin edilen şeyhler arasındadır.
Bunlar ortadayken Mustafa Kemal’in Efendiler ve Ey Millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler meczuplar merhaba ülkesi olamaz sözlerini herhalde biraz nüanse etmek gerekecektir
Menderes ailesinin Aydın’da 60 bin dönümü aşan toprakları vardı
Menderes; kendisini Mustafa Kemal’in keşfettiğini ve mebusluğunu hararetle istediğini yazar.
Emin Sazak, 1920’li yıllarda derebeyliğine dayanarak mebus seçilmiştir.
1927, 1931, 1935 döneminde bizzat Ebedi Şef, Gazi Mustafa Kemal, 1939-1943 döneminde de, Milli Şef İsmet İnönü tarafından mebusluğa tayin edilmiştir.
Emin Sazak Eskişehir yöresinin en büyük toprak ağlarından biridir.
Topraklarının 70 bin dönümü bulduğu ileri sürülür.
İllerdeki valiler parti (CHP) il başkanlığı görevine getirildiler.
Umumi müfettişler hem parti işlerini, hem de devlet işlerini denetlemekle görevlendiriliyordu.
Avrupa’da bazı faşist resimlerin güçlendiği bu dönemde, partinin devletle bütünleştirilmesi, M. Kemal rejiminin faşist uygulamalarından da etkilendiğinin bir göstergesidir.
Hitler; ( ) Mustafa Kemal’in ilk talebesi Mussolini, ikinci talebesi benim derken, Mustafa Kemal’in şahsi değişimine verdiği önemi ifade ediyordu.
Meclise girecek tüm üyelerin bir tek kişi tarafından seçildiği koşullarda serbest seçimlerden ve hakimiyetin millete ait olduğundan söz etmek mümkün müdür?
Herhalde Hakimiyet kayıtsız şartsız Mustafa Kemal’in ve onun yakın çevresinindir demek gerçeğe daha uygun düşüyor.
Çitari ve Şayak ve aba ve sof giyerdik ve çatma ve ehram döşerdik.
Fakat harice bir para borcumuz yok idi. Alnımız açık gezerdik.
Vakta ki Avrupa’ya arz-ı cemile için taklid-i hareket yolunu tuttuk, entari ve cübbe şalvar ve yemeni ve merkubu çıkardık.
Setre ve pantolon ve kundura giydik, bu sebeple bizim terzi ve kumaşçı yağlıkçı ve çulha ve yemenici ve çedikçi esnafımız geçinemeyip battılar.
(Ziya Paşa – 3 Mayıs 1869)
Bir kere biz de sınıflar yoktu.
Sınıflar olmayınca birden fazla partiye, bir sürü derneğe, sendikaya ve benzerine de gerek yoktu
İşçi sınıfı yoktu, o herhalde işçi hakları da gereksizdi
Fikir hürriyeti istemekte gericilik veya en azından bozgunculuk olurdu.
Çünkü Ebedi Şef neyin nasıl düşünülmesi gerektiğini göstermişti!
Benim için diktatör diyorlar. Evet ben dikdatörüm ama kalpleri kazanarak diktatör oldum.
(Mustafa Kemal Atatürk)
Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halktadır.
Türk milleti bir piramide benzer, tabanı halk, tepesi yine halktan gelen halktır ki, biz de buna şef denir.
Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de bundan başka bir şey değildir.
(Mahmut Esat Bozkurt)
Muhammed büyük bir mürşit, Aristo âlemşümul bir filozof, İskender muhteşem bir asker, Bismark yaman bir siyasi, Lenin dehhas bir inkılapçı, Danton sehhar bir hatip ve fakat Mustafa Kemal bir tevkaadehadır.
Suat Tahsin (1935)
Atatürk’ü sevmek de bir ibadettir.
Atatürk senin için ölüm yoktur. Olamaz!
Sen Türk’ün Tanrısısın!
Tanrı hiç ölür mü?
Tanrı ölmez, o dilerse görünür bir müddet
Görünmezi görür
Bilinmezi bilir
Duyulması duyar
Sezilmezi sezer
Ezilmezi ezer
***
Evliya odur, peygamber odur
Sanatkar Atatürk
***
Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda denizlerde göklerde
Gönül tapar kendisinden geçer de
Hangi yana göz bakarsa Atatürk
(Devlet Şairi Aka Gündüz)
Lider yalnızca tarihsel bir gereksinmenin ya da zorunluluğun aracıdır ve zorunluluk gerektiğinde kendi aracını yaratır.
Bu bakımdan yeri doldurulamayacak büyük adam yoktur.
Fesin yerine şapka giyilmesi, Alman ticaret kanununun ithal edilmesi, Latin harflerinin Arap harflerinin yerini alması, kitlelerin yaşam koşullarında bir iyileştirme sağlayabilir miydi?
Yoksul köylüye toprak ve toprağı işleyecek araç-gereç sağlanıp ağların ve tefecilerin sömürü ve baskısından kurtarılsaydı, işçilere sendikalarını, öz örgütlerini vb. benzeri kurma yolu açılsaydı emekçi kitleler için gerçek anlamda inkılaplardan söz edilebilirdi.
Kemal Paşa memleketi II. Abdülhamid’in metotları ile yönetmektedir.
Komünistlere karşı en acımasız bir savaş açmıştır.
Çünkü onların kurtuluş hareketlerinden iktidara el koymak için yararlanacak larından korkmaktadır.
Paşalar emekçi kitlelerini de aldatmışlar ve sözde savaş naralarıyla kendi resmi partilerini örgütlenmişlerdir.
Türk olmakla birlikte gerçek Türklerden iki yerde ayrılıyorlardı:
Bir kere dağlarda yaşıyorlardı! Üstelik dağda yaşarken Türkçe’yi unutuyorlardı!
Yükseklerde yaşamakla dil arasında ilginç bir ilişki olmalı!
1971’de yayınlanan ansiklopedik Türkçe Sözlük’te, K harfinin yer aldığı ikinci ciltte Kürtlerle ilgili olarak şunlar yazılmış: Çoğu dillerini değiştirmiş Türklerden ibaret bozuk bir Farsça konuşan ve Türkiye, Irak İran’da yaşayan bir topluluk adı.
1950 öncesinde yayınlanmış bir Osmanlıca Türkçe sözlükte, K harfinin karşılığında sadece Kürdili Hicazkar yeralıyor alıyor.
Bu durum Türk Dil Kurumu’nun ünlü bilginlerinin kulaklarını çınlatıyor olmalıdır.
Biz burada memleketi savunmak, bağımsızlığını sağlamak için toplandığımız halde, şu zavallı milletin, halkın, köylünün haklarını gözden uzak tutuyoruz.
Oysaki köylüler ağır vergilerden kurtulmayı bizden bekliyordu.
Biz geldik ve Osmanlı idaresinin temelleri üzerine yeni bir hükümet kurduk ve onun gibi milletin parasını gereksiz yerlere harcıyoruz.
Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir.
Eğer bir kişi kendi halkına ya da kendine layık gördüğünü başka haklara da layık görmüyorsa, kendisi için gerekli saydığı özgürlüğü başkaları için de gerekli saymıyorsa, böyle birinin gerçekten özgürlük diye bir sorunu olabilir mi?
Kimilerinin sandığı gibi, şimdilerde dinci gericiliğin devleti ve toplumu kuşatması, istenmeyen, arizi” bir şey değildir. Bilinçli, sistematik bir devlet politikasının sonucudur
Dolayısıyla “fetöcüler devlete sızdı” demenin hiçbir anlamı ve inandırıcılığı yoktur. Aslında “sızma yok, “sızdırma” var. Siz asıl “sızana değil “sızdırana bakın!
rakamlara, istatistiklere istediğiniz yalanı söyletebilirsiniz Fakat yalan ve manipülasyonla bir yere kadar denecektir Tabii en çok da ekonomik büyüme rakamlarını ve istatistiklerini manipüle ediyorlar. Oysa, ekonomik büyüme ölçüsü olan GSYH (Gayri Safi Milli Hasıla) paranın hareketini izler. Para her el değiştirdiğinde GSYH de büyümüş görünür Dolayısıyla neyin üretildiği, nasıl üretildiği, ne pahasına üretildiği, büyümenin sosyal ve ekolojik sonuçları dikkate alınmaz. Asıl bilinmesi gereken de, her ekonomik faaliyetin mutlaka bir değer yaratmadığıdır
Mesela inşaat sektörü gerekli/faydalı şeyler üretebilir ama bir yeni değer, bir fazla değer üretmez Daha önce yaratılan değeri
kullanır Tabii üretilen değerin nasıl bölüşüldüğü de önemlidir Kapitalizm dahilinde yüksek oranlı bir büyümeye rağmen
geniş toplum kesimleri yoksullaşabilir, sefalet ve doğal çevre tahribatı derinleşebilir, işler sarpa sarabilir
İktidar sahipleri Türkiye’nin harikalar yarattığını söylüyor. Aslında ülkenin varını-yoğunu talan etme, yağmalama hususunda harikalar yarattıkları doğrudur Boşuna, nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir denmemiştir
1988’de dünyada silahlanma amacıyla kişi başına 200 dolar harcandı. Eğer her çocuk için sadece 5 dolar harcansaydı, 14 milyon çocuğun sıradan bulaşıcı hastalıklardan ölmesi önlenebilecekti.
Eleştiri yollarının tıkandığı bir toplum, kendisi hakkında düşünme yeteneğine sahip değildir.
Kendi gerilikleri ile başkalarının ileriliği arasındaki ilişkinin niteliğini de kavrayacak durumda olmadıkları için, tüm kerametleri kendi ülkeleri dışında, Batı’da buluyorlar! Bu geleneğin sonucu olarak, kendi toplumlarının geçmişiyle ilgili her şeyi yok saymak, her şeyin Batı’dan menkul olduğu görüşüne sıkı sıkıya sarılmak kaçınılmaz oluyor!
Neden tüm değerler aşındı, kültür çürüdü, etik değerler yerlerde sürünüyor?
İlkel, köleci, asyatik, feodal, kapitalist, tekelci devlet kapitalizmi, bürokratik sosyalist toplumsal formasyonlarda aydınların işlevi ve siyasal iktidar karşısındaki konumları farklıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir