Oğuz Atay’ın eserlerinden Oyunlarla Yaşayanlar Kitap Alıntıları sizlerle.
Oyunlarla Yaşayanlar Kitap Alıntıları
Söyleyin bana: Hangisi daha güç: Ağlatmak mı, güldürmek mi?
Önce şiirden anlamı kaldırdılar, sonra müzikte melodiyi öldürdüler.
Anlamıyorum. Oyun nerede bitiyor, hayat nerede başlıyor hiç anlamıyorum.
Ben bütün hayatımca korktum Filiz. Bilhassa gülünç olmaktan korktum.
Ne-var-ne yok-iyilik- sağlık oynuyorum her gün
Türkçe hocasına göre, çoğul konuşanlar alçakgönüllü olurmuş.
Ne yazık inancınızı kaybetmişsiniz hepiniz.
Hayatın toplu iğne kadar değeri yok gözümde..
Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun?
… biz çocuk kalmış bir milletiz…! Çünkü her şeye çocuk gibi sevinir, çocuk gibi üzülürüz
… Büyük kalpler nedense çok zayıf oluyor.
İnsan, kendisi gibi olana merhamet eder mi hiç?
Artık hayatta yeteri kadar acı var, insanlar bunu görmek için tiyatroya gitmezler artık.
İnsanın kendini üstün bir şey saymasına yol açan düzenleri yok sayalım.
Belki de insanlar aynı oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar.
Bir çamaşır tozunun temizleyici kolları arasında hissediyorum kendimi.
İçimi şimdiden bir beyazlık kapladı.
İçimi şimdiden bir beyazlık kapladı.
İnsanlar, ölümün görüntüsüyle böylesine samimi oldukları için, hayatın anlamını bizlerden daha fazla takdir ederek yaşıyorlardı.
Senden başka oyuncu tanımadığım için, her rolü senin canlandırdığını düşünüyorum…
Bizim sokakta da şöyle iki hanelik şirin bir mezarlık olsaydı… ve her gün işimize giderken kavuklu ya da sarıklı bir mezar taşıyla merhabalaşsaydık… ve çok ihtiyar bir kadının çok gecikmiş ölümü bizi böyle sarsmasaydı.
Ben de büyük meseleler yüzünden harcamış olmak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranmak istemezdim.
Artık romantik hisler ve acılar öldü, gerçek acılardan yana insanlar!
İnanç devrimleri de vardır. Şey hayır yoktur. Çünkü her konuda devrim olur mu? Çünkü her konuda devrim olmaz. Örneğin, dinde devrim olmaz reform olur. Çünkü din bir kere elden giderse bir daha geri gelmez diye korkulur.
Artık heyecanlarınızı sözlü olarak ve her aklınıza gelen yerde harcayamazsınız. Artık insanlığa heycanlarınızı yazılı olarak sunacaksınız.
Biz aydınlar hep bu korkuyla mı yaşayacağız? Hep kapımız gecenin hangi saatinde çalınacak diye endişeyle bekleyecek miyiz?