Orhan Pamuk kitaplarından Öteki Renkler kitap alıntıları sizlerle…
Öteki Renkler Kitap Alıntıları
Aşk Allah’a kavuşmaktır..
Dışarıda gökyüzünün karanlığında aya rastladım..En iyi teselliymiş öteki dünyalar..
Kendimi biraz da kitaplarıma ait hissediyorum..
Sonra ama içimdeki o sesi duymaz oldum.En kötü an oydu.
Milyonlarca kitaba bu kadar yakın olmak ürpertici ve tuhaf bir boşluk ve korku duygusu verirdi.
İstanbul’un eski evleri ve insanlarıyla birlikte yok olup gittiğini görüyorum.
Benim için büyük şehir demek, milyonlarca hikâyenin içinde yaşamak demektir.
Sokaklarda yürümek, şehrin hayatını solumak ve yazmak..Benim iyimserliğim bu.
Gençliğin acı verici yanı, insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğü görmek, buna karşı bir şeyler yapmak isteyip de yapamamak ve sonraları da bunu doğal karşılamaktır.
Her renge boyan da renk verme ”
Burada, oradan uzakta hayatımı saçma sapan şeylerle boşu boşuna tüketiyordum.
En büyük mutluluk insanın kendi pisliği ve sefaletiyle baş başa kalması. Kimseye gözükmemek de en büyük mutluluk.
Yazmak, yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır.
Edebiyat ise, düz anlamıyla yazdıklarımızı insanların hayallerinin bir parçası yapabilme sanatıdır.
Kitapları tapılacak fakat okunmayan şeyler gibi görmek yerine okunup bir şeyler öğreneceğimiz şeyler olarak gördüğümüz gün anlayacağız.
Yazmak, yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır.
Bütün bir kültürün insani değerlerinin ayaklar altına alındığı, binlerce yıldır birlikte dostça kardeşçe aynı topraklarda yaşayan Türklerle Kürtlerin ağır ağır ve sinsice bir kardeş kavgasına itildiği bir noktadayız.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Edebiyat, kitaplar, romanlar, aslında asıl mutsuzluk kaynağı olan belirsiz kimliklerden söz etmenin ya da etmemenin bir yoluydu yalnızca.
Alçak gönüllülük ve büyüklere saygı sanatın kendisinden de önemlidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Niye güzeldi buradan dünyaya bakmak? Belki hepsi gözüktüğü için. Belki buradan düşerek öleceğimiz için. Belki uzaktan hicbir şey kötü olmadığı için. Belki hiç bu kadar yukarıdan bakmadığımız için. Ne yapıyorduk şimdi biz burada? Bu dünyada?
Bunu Büyük Ada’ya gittiginde tekrar oku Bahar. En yukarıya çıktığında.
Bütün dertler, kederler, bildiğimiz insan hayatının sınırlılığı ve zavallılığına bağlı.
Gerçek mi daha gerçek, imge mi? Acaba hayatımızda daha kışkırtıcı olan hangisidir.
Dünya tuhaflıklar ve işaretlerle kaynaşırken herkes nasıl uyuyabiliyor?
iyi romanlar insanları ayıplamak, yargılamak için değil, anlamak için yazılır.
Ama insan yolunu seçmiş ötekilere gerçekten o kadar benzemek ister mi acaba?
Arka odada bir yatak, bir komodin, üzerinde karıştırılacak gazeteler, kitaplar, sevdiğim dergiler, bir de televizyon olsa. Yatağın üzerine elbiselerimle kendimi atsam ve kendi sefil hayatım, mutsuzluğum, zavallılığımla başbaşa kaldığım için memnun olsam. En büyük mutluluk insanın kendi pisliği ve sefaletiyle başbaşa kalması. Kimseye gozukmemek de en büyük mutluluk.
Nedir derdin ? diye sorsa.
İşte biliyorsun, desem.
İşte biliyorsun, desem.
Yazmak, yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır.
Niye bağlıydım ona o kadar öyle ?
Yazar ve eserinden aldığımız hazzı mantıkla açıklamadan ifade etmenin kestirme bir yoludur ‘seviyorum’ demek.
Alegorilerle kurulan hikaye dünyasında kahramanlar tedbil gezen düşüncelerdir. Üstelik, kılık değiştirerek şehrini gezen padişah gibi hikayede bir tane değil, yazarın hünerine göre yüzlercesi vardır onların: Herkesin içkiden çok anlam zenginliğinden sarhoş olduğu bir maskeli balo! Bu edebi baloda simgeler, yeni anlamlar üretmek üzere birbirleriyle köşelerde buluşup fısıldaşırlar.
Başkalarına da oluyor mu, bilmiyorum, bahar öğleden sonraları bazen dünya sanki daha da ağırlaşıyor.
Aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.
Hiçbir şeyden korkmadan kendimizi anlamanın, anladığımız kadarını da hiç çekinmeden ortaya koymanın yollarını araştırmalıyız. Bu yalnız biz romancıların, değil, galiba hepimizin sorunu. Sanırım, bu sorun bir ölçüde çözüldüğü zaman, ünlü romancılarımız, romanlarının başka romanlara ya da genel olarak roman a benzemesiyle değil, benzememesiyle övünecekler.
Yazmak, yaşanmamış hayatlardan intikam almaktır ””
Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez
Kimlik ve milliyet konusundaki ateşli tartışmaların, insan yüreğinin ne kadar içinden gelseler de, en temel insani korkular, endişeler ve isteklerle sıkı sıkıya ne kadar bağlı olsalar da bana bir umutsuzluk ve hayatın anlamsızlığı duygusu verdiğini hissederdim.
Gençliğin acı verici yanı, insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğü görmek, buna karşı bir şeyler yapmak isteyip de yapamamak ve sonraları da bunu doğal karşılamaktır.
Bir yerlerde bir gerçek olduğu duygusu artık çok uzak bir yerlerde. Dünyanın çoğu bunu zaten biliyordu. Bildiğini bilmeden biliyordu. Şimdi bildiğini bilerek öğreniyor. Bizler de bildiğimizi bilerek hatırlıyoruz.
Hayranlıkla sevdiğim Oğuz Atay, Ben bir şeyin taklidiydim, der bir yerde, ama neyin taklidi olduğumu unutmuştum.
Uzaklarda bir yerlerde, bir gerçek vardır, biri söylemiştir bunu bize, bir yerden duymuşuzdur, onu aramak için yola çıkarız. Edebiyat dediğimiz şey bu yolculuğun hikayesidir. Bu yolculuğa inanıyorum, ama uzakta bir yerde bir merkez olduğuna inanmıyorum.
Sonra sınıfa gidip oturuyorum. Dışarıdaki bulut olmak istiyorum.
Kalem, defter, silgi; kahrolsun hepsi!
Kalem, defter, silgi; kahrolsun hepsi!
Pek çok güzel edebiyat eserinin arkasında, kendi varlığını hissettirmeden çevrelerini aydınlatan zarif lambalar gibi, bir sıkıntının varlığını hissetmişimdir.
Kendimi savunmak değil, kendimi savunmam beklenen dünyadan kaçmak geliyor içimden.
Yazarlık, okura bunu tam ben de söyleyecektim, ama o kadar çocuksu olamadım dedirtebilme hüneridir.
Odama dönüp tek başıma kalmanın imkansızlığı yüzünden pek çok yabancı mekanda, tek tesellim, gün ortasında uyuyakalmak olmuştur. Evet, asıl sorun belki de edebiyat değil, bir odada tek başına kalmaktır.
Hakiki edebiyat bağımlısı, yazdığı kitapların güzelliği, başarısı ya da sayısıyla mutlu olacak kadar yüzeysel biri değildir. O edebiyatı hayatını kurtarmak için değil, yaşamakta olduğu günü kurtarmak için ister yalnızca. Siz hiç boş şişeleri bir gün satarım diye içen birini duydunuz mu? Mesele günü geçirebilecek umudu bulmak, hatta mal iyiyse o gün neşelenip mutlu olmaktır.
Mutlu olabilmem için her gün bir miktar edebiyatla ilgilenmem gerekiyor. Bunu özür diler gibi ve durumumu açıklamak için söylüyorum.
Yazmak, yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır.
Belki de ölüyüm de, içimdeki cesedi edebiyatla hayata döndürmeye çalışıyorum.
Birisi hakkında kolayca ve istekle yazabilmek sorunsuz bir aşkın işareti midir?
Belki de ölüyüm de, içimdeki cesedi edebiyatla hayata döndürmeye çalışıyorum.
Mutlu olabilmem için her gün bir miktar edebiyatla ilgilenmem gerekiyor.
Ama unutmayalım, her ne kadar ince bir oyun görünümüyle ortaya atılsa da, edebiyat sonunda çoğu zaman ciddiye alınan ve insan acıları ve kanına mal olan bir gerçekliğe dönüşür.
Benim için büyük şehir hayatı demek, milyonlarca hikayenin içinde yaşamak demektir.
Bayram ziyaretlerinden . özellikle amcalara , teyzelere , yaşlı dedelere , büyüklere yapılan bayram ziyaretlerinden çok hoşlanırım. O ziyaretlerde bayram günleri bütün o teyzeler , yaşlı amcalar ve enişteler disiplinli ve kararlı bir şekilde iyi olmaya çalışırlar ve ikramları , tatlı sözleri , hatıraları ve zarafetleriyle sonunda gerçekten iyi de olurlar. Bu da iyilik denen şeyin çoğu zaman sanıldığının aksine insanın içinden kendiliğinden gelivermediğini , iyi olmak için bir gayret sarfedilmesi gerektiğini kanıtlar.
Seyredilecek bir şey ve dinlenecek bir hikaye yoksa, hayat çoğu zaman bir sıkıntıdır .
Ahlakçı romanlarda kahramanları yalnızca ayıplar, yargılarız. Oysa iyi romanlar insanları ayıplamak, yargılamak için değil anlamak için yazılır.
Aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.
Başka yazarlar hapisteyken, hangi iyi insan, gidip devletten yazar olduğu için devlet sanatçısı unvanını alır?
Yazarlara, bizi, ülkemizi, kültürümüzü sevip onayladıkları için değil, onların kendi dünyaları, değerleri ve yazış ustalıkları yüzünden hayran oluruz çünkü.
Doğu’nun efsaneleri, hikâyeleri ve masalları arasında kendimi evimde ve rahat hissediyorum. Batı’nın hikâyeleri ise kendimi değiştirmek ve sarsmak için bana gerekli.
Alçakgönüllü hayatının rengi efsanelerden o kadar uzak olan Sait Faik’i bile öylesine efsaneleştirmişizdir ki onun eşcinselliğinden bahsedilemez.
Kendi tek boyutlu, zorlamacı Batılılaşma anlayışında ısrar eden Cumhuriyet için bu yıllarda eleştirel düşünce kendi modernleşme çabasına karşı bir tehdit olarak gözüktü. Farklılaşma, çoksesli bir toplum anlayışı, bu isteklerin yazıyla ifade edilişi de modernlik karşıtı bir başıbozukluk, disiplinsizlik olarak algılanıp yasaklandı ve yeraltına itildi. Cumhuriyet’in kuruluşu ile 1950 arasındaki yirmi beş yıllık sürede modern Türk şiirinin en parlak temsilcisi Nâzım Hikmet on beş yıla yakın hapis yattı. Bir yandan Batılılaşmaya çalışırken, Batıcı eleştirel düşüncenin yasaklanışı, ya da bir yandan Türk kimliği vurgulanmaya çalışılırken, geleneksel kültürün yer altına itilip hor görülüşü, bütün bu çelişkili ve muğlak siyasal ve kültürel tutumlar Türkiye’nin modernleşme çabasını derinden sakatladı.
1920’lerde doğmuş bu kuşak okuma yazmayı öğrendiği yıllarda Harf İnkılabı yapıldığı için eğitimini çok sınırlı sayıda kitap ile yapmak zorunda kaldı.
Bir ülkenin çevresi ve tarihiyle ilgisinin koparılması açısından bakıldığında modern Türkiye Cumhuriyeti’nin hikâyesi, belki de insanlık tarihinde hiç rastlanmayacak kadar aşırılıklarla dolu bir yalnızlaşma, yalıtılma, yavanlaştırma hikâyesi.
Zaten gerçek hayatta olup bitenlerin farkına hep kitaplarda okuduktan sonra varmışımdır.
Düşündüğünü açıkça ifade etme ayrıcalığının yalnızca cesurlara bırakıldığı bir ülkede Aziz Nesin pek az yazara nasip olmuş bir keyifle cesaretinin tadını çıkarmıştır.
Dünya edebiyatında yaşadığı şehrin ve ülkenin hayatına ve insanlarına bütün ayrıntılarıyla bu derecede tanıklık eden ve bu kadar da rahat okunan çok az yazar vardır.
Muhafazakârlar, köktendinciler benim Batı’yla kurabildiğim rahatlığı asla hissedemedikleri gibi, hayalperest modernistler de benim gelenekten rahat rahat yararlanabilmemi hiçbir zaman anlayamaz.
Bence bugün Türkiye’deki demokrasi eksikliği de, dincilerle radikal modernleşmeciler arasındaki olağanüstü güvensizlikten kaynaklanmaktadır. İki taraf da paranoyak olduğu için, birbirlerine karşı radikal hayallerinden vazgeçmedikleri gibi, hâkim durumda olan modernleşmeciler korkuları yüzünden demokrasiyi zedeliyor.
Kendimi savunmak değil, kendimi savunmam beklenen dünyadan kaçmak geliyor içimden.
Başkalarının söylediklerini değil, kendi hikâyemizi söyledikçe özgürleşiriz.
Günümüzün tabii ki en büyük entelektüel zevki iyi edebiyat. İyi edebiyat, iyi entelektüelden de az bulunur.