İçeriğe geç

One Hundred Years of Solitude Kitap Alıntıları – Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez kitaplarından One Hundred Years of Solitude kitap alıntıları sizlerle…

One Hundred Years of Solitude Kitap Alıntıları

Yüreğin o giderilmez unutkanlığıyla değil, çok daha amansız ve hiç dönüşü olmayan bir başka çeşit unutkanlıkla unutulmuş olduğunu anladı.
Hastalık bir kez eve girmeyegörsün, kimse yakasını kurtaramaz.
Aureliano içinde yaşadığı anı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. Bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü elyazmalarında Aureliano Babilonia’nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgârla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.
Tanrım, bu israfın acısını öteki dünyada bizlerden çıkarmaman için, yalvarırım bizi yine bu kasabayı kurduğumuz günlerdeki gibi yoksullaştır, diye dua ediyordu Ursula.
Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Tek yapmamız gereken; sevginin bize vadettiklerine güvenmeyi sürdürmek, ama kime ikinci defa güveneceğimizi de iyi seçmek.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
Insanin oturdugu topraklarin altinda ölüleri yoksa o adam o topragin insani degildir.
Önemli olan yönümüzü kaybetmemek.
Şu dünyada akıl almaz şeyler oluyor.
Kötülük dünyada değil, yüreğinde.
Zaman nasıl da geçiyor, dedi. Bu korkunç bir şey!
Yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.
” Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer. ”
Umut karın doyurmaz dedi kadın,

Umudu yiyemezsiniz.

Umut karın doyurmaz diye yanıtladı Albay, ama sizi ayakta tutar.

“‘Umut karın doyurmaz” dedi kadın, Umudu yiyemezsiniz.
“Umut karın doyurmaz” diye yanıtladı albay, ama sizi ayakta tutar.’”
Yüreğini kolla, Aureliano, dedi, ölmeden çürüyorsun.
Çadıra girince gömleğini çıkardı, karyolanın kenarına oturdu ve öğleden sonra tam üçü çeyrek geçe tabancasını aldı, özel doktorunun tendürdiyotla göğsüne çizdiği dairenin ortasından kendini vurdu. O anda Macando’da Ursula, ocağın üstündeki sütün neden böyle geç kaynadığını merak ederek, tencerenin kapağını kaldırdı ve içinin kurtlarla fıkır fıkır dolduğunu gördü. ”Aureliano’yu öldürdüler! ” diye haykırdı.
Dünya daha öylesine çiçeği burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu ve onlardan bahsederken parmakla göstermek gerekiyordu.
Kötülük dünyada değil, kişinin yüreğindedir.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
kendini, kayalara çarpmaktan son anda kurtulmuş bir tekneye benzetiyor. 
Yüreğini kolla Aureliano, ölmeden çürüyorsun
Çingene, kaba şivesiyle “Eşyanın da canı var,” diye ilan etti, “bütün iş, ruhlarını uyandırabilmekte.”
Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında cırt diye açılıveriyor
ve kanamaya başlıyor yeniden oluk oluk.
Birine teslim olduğumuzda
ve içimizi döktüğümüzde,
bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıyor.
O yüzden değil mi içimizi tutmalarımız,
birine teslim olmaktan korkmalarımız,
ortalıkta gergin ve tedirgin dolanmalarımız.

‘Anlatsam mı anlatmasam mı’ kararsızlığımız.
‘Bu sevgi beni acıtır mı’ kuşkularımız.
.

Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer.
Çünkü erkeklerin en büyük özelliği, doyduktan sonra açlığı inkâr etmeleriydi.
“İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür.”
Yaşamla hesabını kesin olarak kapatırken kendi insanlarını düşündükçe duygulanmıyor, en çok nefret ettiği kişileri aslında nasıl sevmiş olduğunu anlamaya başlıyordu.
Bir dakikalık uzlaşma, ömür boyu arkadaşlıktan daha iyidir.
Ne gamın, ne tasanın yanına hiç uğramadığı bir taş gibiydi. Yalnızca o günlerde, arapsaçına dönmüş yüreğinin sonuna dek bocalamaya mahkum olduğunu biliyordu.
benimle vedalaşmaya kalkma sakın. ne kimsenin önünde eğil, ne kimseye dil dök. beni çok önceden vurmuşlar gibi davran.
yalnızlık, anılarını ayıklamış, yaşamın yüreğinde biriktirdiği özlem dolu süprüntüleri yakmış, geriye en acı anıları bırakarak onları arıtmış büyütmüş, sonsuzlaştırmıştı.
Yalnız şunu unutmayın ki, Tanrı bizlere ömür verdiği sürece ana olarak kalacağız ve sizler ne denli büyük devrimciler olursanız olun, saygısızlık yapmaya kalkıştığınızda donunuzu sıyırıp bir güzel kötek atmak hakkımızdır.
Zaman nasıl da geçiyor Bu korkunç bir şey!
Tanrı’dan korkmuyorsan, hiç değilse madenlerin mucizesine bakarak Tanrı korkusu girsin içine.
dünya, bensiz de dünyaydı darılmadım.
gerçek üzüntü ne zaman başlar biliyor musun? yaşın kadar yaşamadığını anladığın an..
yüreğini kolla aureliano, ölmeden çürüyorsun.
her zaman seni üzecek birileri olacaktır. tek yapmamız gereken; sevginin bize vadettiklerine güvenmeyi sürdürmek, ama kime ikinci defa güveneceğimizi de iyi seçmek.
.
Böylece kaybolan, bir an için kelimelerin kapladığı, ancak yazılı harflerin değerlerini unuttuklarında çaresi olmayan bir şekilde kaçacak olan bir gerçeklikte yaşamaya devam ettiler.

Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden.
Bir salı günü öldüğünde yağmur başladı.
Ölümü umursadığı yoktu ama yaşam çok şey demekti. 
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
Dünya daha öylesine çiçeği burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu ve onlardan bahsederken parmakla göstermek gerekiyordu
“En çok yandığım da, bunca zamanı yitirmiş olmamız.”
Ecelinin önceden belirlneceği inancı ,ona gizemli bir bağışıklık ,belirli süreler için ölümsüzlük getiriyor
Belden aşağısı bedenin aşkı, belden yukarısı ruhun
Tanrı’dan korkmuyorsan,hiç değilse madenlerin mucizesine bakarak Tanrı korkusu girsin içine.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
Unutma ,dostum , dedi . Seni ben öldürmüyorum.Seni devrim öldürüyor.
insan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.
Ecelinin önceden belirleneceği inancı, ona gizemli bir bağışıklık, belirli süreler için ölümsüzlük getiriyor, Aureliano böylelikle savaşın en tehlikeli anlarında korkusuzca öne fırlıyordu. Yine bu nedenle, zaferden çok daha zor, çok daha kanlı ve çok daha pahalıya mal olan yenilgiyi kazanabildi.
Albay Marquez, Yüreğini kolla, Aureliano, dedi, ölmeden çürüyorsun,
Amaranta, Şu erkekler de ne tuhaf, dedi. Diyecek başka söz bulamamıştı çünkü. Papazlara karşı dövüşüp canlarını veriyorlar, sonra da armağan diye dua kitabı getiriyorlar.
Yüreğini kolla Aureliano, ölmeden çürüyorsun.
Kötülük dünyada değil, kişinin yüreğindedir.
Gerçek üzüntü ne zaman başlar biliyormusun?
Yaşın kadar yaşamadığını anladığın an .
Amaranta Úrsula gözyaşlarının arasından, oğlunun iriyarı Buendialardan biri olduğunu, bütün José Arcadiolar gibi güçlü ve yılmaz, bütün Aurelianolar gibi gözlemci ve önsezili olduğunu gördü. Bu çocuk, soyu yeniden başlatacak ve bütün kötülüklerden, yalnızlıklardan arındıracaktı, çünkü yüzyıl içinde tohumu aşkla atılmış tek insan o oluyordu.
ne kadar çok içerse Remedios’u o kadar çok anımsadığını, ama içtikçe, anıların getirdiği acıya daha iyi dayanabildiğini kavramıştı.
“İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür.”
Ursula, “Ya ne umuyordun?” Diye içini çekti. “Göz açıp kapayıncaya dek geçiyor zaman.”
“İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.“
Ölümü umursadığı yoktu,ama yaşam çok şey demekti .O yüzden de idam hükmü verildiği andaki duygusu korku değil , özlem oldu.
Ölümü umursadığı yoktu; ama yaşam çok şey demekti. O yüzden de idam hükmü verildiği andaki duygusu korku değil, özlem oldu.
Yüreğini kolla, Aureliano, ölmeden çürüyorsun.
Ne bekliyordun? diye mırıldandı. Zaman geçip gidiyor.
Sonra ezilmiş çiçek kokan bir sessizlik başladı.
İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa ,o adam o toprağın insanı değildir.
Ne kadar az uyusak o kadar iyi. Böylece hayattan daha kâm alırız .
Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir