İçeriğe geç

Ölüm ve Sürgün Kitap Alıntıları – Justin McCarthy

Justin McCarthy kitaplarından Ölüm ve Sürgün kitap alıntıları sizlerle…

Ölüm ve Sürgün Kitap Alıntıları

&“&”

Wilson, Barış Konferansı boyunca, kendi savunduğu on dört maddenin ve bilhassa milletlerin kendi geleceklerini tayin etmesi hakkının Türklere verilmeyeceğini açıkça belirtti.
Aslında İzmir’in işgali, yeryüzündeki en güçlü ülkelerin desteklediği düşman bir gücün askerî istilasıydı.
Balkan Savaşlarının tarihçesi karşımıza sıklıkla, Hıristiyanlık dininin insanî değerlerini farklı din veya etnisiteden olan düşman halkına uygulamayı çok gören papaz ve piskoposlar çıkartmıştı.
Batı Avrupalıların en çik dikkatini çeken ise, (Türk) tutsakların hapsedildiği adadaki bütün ağaçların insan boyunun yetişebileceği seviyedeki" kabuklarının kemirildiğiydi.
Ermeni ihtilalcilerden birisi, Robert Kolej’in kurucusu olan Dr. Cyrus Hamlin ile konuşurken şunları söylemişti: Hınçak çeteleri firsat kollayarak Türk ve Kürtleri öldürecekler, onların köylerini yakıp dağlara kaçacaklar. Galeyana gelen Müslümanlar ayaklanıp savunmasız Ermenilerin üstüne çullanacaklar ve Ermenileri o kadar vahşice boğazlayacaklar ki Rusya insanlık ve Hristiyan medeniyeti adına müdahele edecektir."
Hayat kaybı ve genel zulüm bakımından, Müslüman sığınmacıların Bulgaristan’dan göçü, tarihin en vahimlerindendir.(1877-1878)
Türklere merhanet duyulması söz konusu değildi.
1877’den önce, orta seviyede Türk karşıtı olan bir konsolos bulmak ancak ümit edilebilirdi.
Savaşların çoğunda, taraflardan birinin çabucak galip gelmesi, sivil halk arasındaki can kaybının az olmasını sağlar. 1877-1878 Rus-Tûrk Savaşı’nda ise durum böyle olmadı. Bulgaristan’ı fetheden Rusların savaş amaçları, yığınla sivil Müslüman halkın katledilmesini garantiye almak oldu.
Avullara (köylere) gece vakti baskın vermek adet olmuştu, çûnkü o saatte yakalanan kadınlar ve çocuklar şaşkınlıktan kaçacak zaman bulamıyorlardı. Böylece ikili üçlü gruplar halinde evleri zorlayan Rus askerlerinin gecenin karanlık örtüsü altında yaptıkları o kadar feciydi ki, hiçbir resmi harp yazmanı bunları kaleme alacak gücü kalbinde bulamazdı.

Kont Leo Tolstoy

…Rusların uyguladığı yöntem, etkin fakat acımasız oldu. Ele geçirdikleri toprakları Müslüman halkından arındırdılar ve onların yerine Hıristiyanları yerleştirdiler. Bu Ruslara has bir yöntem değildi. Rusların Müslümanlara reva gördüğü muamelenin benzerini, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya göç edenler de, aynı yıllarda yeni karadaki Kızılderili yerlilere uygulamakla meşguldüler.
…fakat 15. yüzyıl Türkleri hoşgörülü olmasaydı, 19. yüzyıl Türkleri yurtlarında kalmaya devam edebilirlerdi.
Osmanlılar, Hıristiyanların topraklarında kalmasına müsamaha göstermelerinin acısını çektiler.
Balkan, Anadolu ve Kafkasya’da yaşayan Müslüman toplulukların talihsizliği yeni ulus devletlerin önünde engel teşkil etmelerinden ibaretti.
Görüleceği gibi Müslümanlar, sırf Müslüman oldukları için, her milliyetçi grup tarafından ulusal düşman olarak görüldüler.
Osmanlı imparatorluğu, Hıristiyanların da varlıklarını sürdürmesine tahammül edilen Müslüman bir ülkeydi.
Uzun yıllar süren ve kendilerine has geleneksel dinî hoşgörülerinden dolayı Osmanlılar çok az takdir edildiler. Kaderin cilvesine bakınız ki, bu hoşgörünün bedelini ağır ödediler.
Bulgar, Ermeni ve Yunanlıların katledildiğini anlatan tarih ve ders kitapları, aynı olaylarda Müslümanların da katledildiğinden hiç söz etmemişlerdir.
Atatürk’ün başlattığı cinsten köklü değişimlerin başarıya ulaşacağına, 19. yüzyıldayken hiç kimse inanır mıydı? Atatürk kullanım dilini değiştirdi, dinin halkın yaşamındaki yerini, hükümetin biçimini, eğitimi, giyim tarzını ve hatta bireylerin kendilerini tanımlamalarını (Müslümanlıktan "Türk"lüğe) değiştirdi. Denedikleri halde, başka hiçbir Orta Doğu lideri, köklü değişimde onun kadar başarılı olamadılar.
Atatürk, etnik ve tarihi köklerin bulunduğu topraklara yayılmanın dillendirilmesinin her türlüsüne karşı çıkarak, milletin ve devletin enerjisini reformları gerçekleştirmek için seferber etti. Başka bir deyişle, mülteci göçleri ve ölülerle dolu tarihi, Türk Hükümetini sakin bir dış politika izlemeye yönlendirdi. Herhangi bir başka politika, ekonominin ve toplumun şiddetle ihtiyaç duyduğu reformları tehlikeye atardı. Bu, hiçbir şekilde, Türk dış politikasını seçen liderlerin erdemini eksiltmez. Aksine, ancak çok büyük insanlar, haşmetli bir yaşam sürmek" yerine toplumu yeniden şekillendirmek gibi zor bir görevi üstlenirlerdi.
Türklerin büyük kısmının Balkanlardan kovulmuş olduğunu, Atatürk ve onu destekleyenlerin akıllarından çıkarmasına imkan yoktu. Aynı şekilde, Anadolu’daki Yunan işgalinin yarattığı nefreti de göz ardı edemezlerdi. Aslında, Anadolu Savaşının hemen ardından, tarihî bağlarını devam ettirebilecekleri toprakları sınırları içine almak isteğini teşvik etmeleri ve Haydi Selanik’e" çığlıklarına kulak vermeleri kolay olurdu. Böyle davranmak, eski askeri devlet idealini devam ettirmek anlamına gelirdi. Sonuç, Türkiye’nin genişlemesi olabilirdi de olmayabilirdi de, fakat bu durum Atatürk’ün hayalindeki iç ıslaha yönelmiş, reform yanlısı bir ülke yerine, dışarıdaki topraklarda gözü olan yayılmacı bir devlet anlamına gelirdi.
Tüm grupların Birinci Dünya Savaşı dönemindeki davranışları o kadar insanlık dışı davranışlarla doludur ki, hiçbir grup ilk taşı atacak kadar günahsız değildir. Ancak, Türkler ile diğer Müslümanların başından geçen zoraki sürgünlerle katliamlar incelenirse, tarihî olaylar silsilesinden biri olan Ermenilerin sürülmesinin nedeni de bulunabilir.
Osmanlı Hükümeti, tarihinden aldığı derslere aldırmazlık edemezdi. Tarihi olayların bütünü içinde, Osmanlı Ermenilerinin sürülmesi mantıklıdır.
Yunan hükümeti, Balkanlarda olduğu gibi işgal ettikleri Anadolu topraklarında da, Müslümanların azınlık durumuna düşmeleri için elinden gelen her şeyi yaptı.
İngiltere Yüksek Komiseri Horace Rumbold, jandarmanın silahsızlandırılmasının, Türkleri çaresiz bıraktığını ve böylece Rum ve Ermeni çeteleri karşısında yılgın vaziyette" kaldıklarını rapor etti.
Yunanlılar işgale geldiğinde, Anadolu’nun kuzeydoğu köşesiyle Kilikya haricinde, hiçbir yerde etkili Osmanlı ordusu bulunmuyordu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ancak bir kaç yerde jandarma kalmıştı ve silahları da yetersizdi. Devletin sınırlı gücü, sadece elzem olan, genellikle şehir merkezlerindeki hizmetin korunmasına yetiyordu. Kırsal kesimler, genellikle asayiş gücünden yoksun bırakılıyordu.
Yunan harekâtının en tuhaf yönlerinde birisi de, Yunan ordusunun yanı sıra bazı Çerkes grupların da yağmacılığa katılmaları oldu. Bazı Çerkes liderleri (en iyi örneği Çerkes Ethem’dir.) kendilerini Yunanlıların işbirlikçisi haline düşüren başına buyruk eylemlere giriştiler. Yunanlılardan hazzetmeyen başka Çerkesler ise, kendi halklarının çıkarı için Sultana anlaşılabilir bağlılık gösterip, Milliyetçilere karşı durarak İstanbul Hükümeti’ni desteklediler. Ancak Çerkeslerin çoğu doğal olarak, Yunanlı işgalciler karşısında Müslüman din kardeşlerinin yanında yer aldılar. Bir kaç adet kendi çıkarlarını kollayanların haricinde Çerkeslerin çoğu, Milliyetçi kesimde yer aldılar. Yurtlarından atılmalarının üstünden 50 yıldan uzun süre geçmişti. Etnik kimliklerinin pek çok karakteristiğini hâlâ muhafaza etmelerine rağmen, 1919 yılına gelindiğinde sadakatleri ve Milliyetçileri desteklemeleri bakımından artık Türkleşmişlerdi.
Türklerin zaferi büyük çapta, ihtiyaç anında yetenekli liderlerin, özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya çıkmasıyla mümkün oldu. Fakat Mustafa Kemal Paşa tek başına savaşmadı. Arkasında seferber olmuş bir millet vardı. Artık kendilerinin Türk ulusu olduğunu düşünmeye başlamış bulunan Batı Anadolu Müslümanları Anadolu savunmasının son direniş mevzileri olduğunu fark etmişlerdi. İçlerinden birçoğu buraya Balkanlardan gelmişlerdi, diğerleri de Kafkasya veya Kırım’dan sürülmüş olan Müslümanların çocukları veya torunlarıydılar ya da yakın savaşta Rusların ele geçirdiği Doğu Anadolu topraklarından kaçıp gelmiş mültecilerdi. Anadolu’yu da kaybederlerse, onları bağrına basacak başka hiçbir yer kalmadığını biliyorlardı. Baş şehri İtilaf güçlerinin elinde bulunan Osmanlı Hükümeti, onları savunmaktan acizdi. Bu nedenle Türkler, milliyetçi bayrak altında birleştiler ve kendilerini savundular.
Yunan ordusunun Anadolu’daki amacı, Balkanlı müttefiklerin 1912’deki amaçlarının aynısıydı, yani daha önce etnik ve dinî açıdan çeşitliliğin yaşandığı topraklarda, bir Hıristiyan memleketi yaratmaktı.
Ne var ki dün ya Ermenilerin acılarını uzun süreden beri bilmektedir. Artık dünyanın Doğu’daki Müslümanların çilelerini ve bunun dehşetini de göz önünde bulundurmasının zamanı gelmiştir. Ermeniler gibi Müslümanlar da kıyımdan geçirildiler veya akıllara durgunluk verecek kadar yüksek sayılar da açlıktan ve hastalıklardan öldüler. Ermeniler gibi, onların da öldüğü anımsanmayı hak ediyor.
Savaşın başlamasından önce, Erivan ilinde yaşayan Müslüman halkın nüfusu, neredeyse Ermeniler kadar yüksekti. Onlar Kafkasya’nın en çok acı çekenlerinden biri oldular.
General Dro’nun emrinde bulunmuş olan kendi subaylarımın raporlarından biliyorum ki savunmasız köyler önce top ateşine tutulup sonra istilâ edilmiş ve eğer kaçmayan halk kalmışsa, onlar da vahşice öldürülmüştür; köyler yağmalanmış, hayvan sürülerine el konmuş ve arkasından köyler yakılmıştır. Bu uygulama yöreyi Müslümanlardan arındırmak için düzenli olarak tekrarlanmış bir yöntemdir."
Sebep ne olursa olsun, sonuçta Türkler zorla köylerinden sürülmüş ve öldürülmüşlerdi.. Curzon Londra’da, önde gelen bir Ermeni heyetinin üyelerine Ermenistan’ın kuzeydoğusunda, Ermenilerin yürüttüğü budalaca ve savunulamayacak davranıştan" söz etti. Curzon bu heyete, yapılan vahşetlerin listelerinden alıntılar yaparak, Ermenilerin çok daha kötü suçlar işlediğini gösterdi.
Kafilelerin hareketi sırasında Ermenilerin ölmesinin suçunu Osmanlı hükümeti ile birlikte Ermeni ihtilalcileri, onların destekleyicileri ve Ruslar da paylaşmalıdırlar.
Ermeni kafilelerine baskın veren göçebe aşiretler, Ermeniler için en büyük tehdit ve ölüm nedeni oldular. Kafilelere eşlik eden az sayıdaki jandarmalar Ermenileri, örneğin Kürtlerin silahlı saldırısından koruyamıyordu. Aşiretler genelde Ermeni göçebelerin kitlesel katliamına girişmemekle beraber, aralarından çok sayıda insanı öldürdüler ve kadınları kaçırdılar. Ermeniler arasındaki en büyük telefâta, muhtemelen onların yaşam gereksinimlerini çalmakla sebep oldular. Kurallara rağmen kafilelere az yiyecek veriliyordu; göçmenlerin kendi yiyeceklerini temin etmeleri bekleniyordu. Fakat aşiretler onların gereksinimlerini çalınca, sonuç açlık oldu.
Ermenilerin Osmanlı’ya karşı ayaklanmasından en çok yararlanacak olanlar Ruslardı. Ermeni örgütlerinin ve silahlanan Ermeni yerlilerin eylemleri sayesinde, Rusların Anadolu’ya ve Kafkasya’ya asker göndermesine gerek kalmadı; böylece Rus askerlerini Batı cephesindeki savaş meydanına sevk etmek fırsatını buldular. Anadolu’daki Ermeni örgütleri Ruslara normal askerî hareketleri açısından en büyük yararlığı, Osmanlı cephesinin arkasında, telgraf tellerini kesip diğer komando" hücumlarını gerçekleştirerek sağladılar. Ayrıca Rus ordularına 1916 saldırıları sırasın da, öncü kuvvet olarak da hizmet sundular. Fakat Ermenilerin Osmanlı askerlerini cepheden uzakta tutmaları, Ruslar için çok daha değerli bir hizmet oldu.
Çatışma ve katliamlarda üç taraf vardı. Taraflardan birisi yerleşik Müslüman halk (yani Türkler, Kürtler ve diğerleri) ile Osmanlı askerî güçleriydi. Taraflardan ikincisi ise Ermeniler, bazı başka yerli Hıristiyanlar ile Rus ordusuydu. Üçüncü taraf ise bunlardan hiçbirini tutmayan bir güç olup, kendi çıkarlarının peşinde koşan aşiret mensubu Kürtler idi.
Ermeni saldırılarından sağ kurtulan Müslümanlardan edinilen kanıtlar, uzun süredir içselleştirilmiş bir nefretin varlığını belirtmektedir. Gaddarca tecavüzler her tarafta açıkça ortadaydı ve öldürülmeden önce işkence yapılması olağan hale gelmişti. 1877-1878 Rus-Türk Savaşı ile Balkan Savaşları sırasında Avrupa’daki Müslümanlara uygulanan vahşetten farklı olarak, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu’daki Müslümanlara uyguladığı vahşetin amacının insanları yerlerinden kaçırmaktan çok öldürmeye odaklandığı görülmektedir.
Osmanlı Hükümeti Kürt aşiret mensuplarından birçoğunun, devletine sadık, itaatkâr vatandaş sayılamayacağını fark etmişti. Savaşın başlamasına bir ay kala, hükümet başarısız bir atılımla sâdık milis güçleri kurarak, Kürtlerin elindeki silahları toplamaya çalıştı. Görünürdeki amaç, cahilliğinden yararlanılarak kandırılabileceği muhtemel, Kürt ve Müslümanların sadakatini kazanmaktı". Fakat herkes bunun aslında vatan hainliğinin Osmanlı tarafından örtülü şekilde ifade edilmesi olduğunu anlıyordu. Kuzeydoğu Anadolu’da Rusların ele geçirdiği bölgelerdeki Kürt aşiretleri, genelde içten içe Ermenilere karşı düşmanlık besledikleri halde, çabucak Ruslarla anlaştılar. Kürt aşiretleri savaş boyunca, çok sayıda Ermeni ve az sayıda Türk ile yerleşik Kürt’ün ölüm nedeni oldular.
Doğu’nun tamamen Osmanlı’nın elinden çıkmasını, Rus İhtilalinin önlediğine şüphe yoktur.
Osmanlı’nın Doğu’sunda şehirlerde görülen isyanlar, kırsal alanlara da sıçramıştı. Ermeni ihtilalciler Müslüman köylerine hücum ediyor, arkasından da misilleme olarak Ermeni köyleri özellikle Kürtlerin baskınına uğruyordu.
Süregelen katliam ve zorunlu göçler nedeniyle, 1913 yılı sonlarına doğru, Müslümanlar tüm Balkanlar sathında azınlık durumuna düştüler. Oysa Müslümanlar, bu savaşlar sırasında kaybettikleri topraklarda Balkan Savaşlarının başlamasından önce, kesin çoğunlukta idiler.
Hıristiyan göçü hakkında rapor yazan Avrupalı konsoloslar, milliyetçilik" sebebinden nadiren söz etmiştir. Onların sıraladıkları nedenler, genellikle ekonomikti; aşırı vergiden, Kürtlerin soygunculuğundan ve çoğunlukla toprak ağalarının köylüleri sömürüp arazilerine el koyduğu tarım kredisi sisteminden kaçmaktı.
İhtilalci partiler amaçlarına erişmek için, zaman zaman, hem Müslüman hem de Ermeni canına kıymaktan çekinmiyorlardı. Plânları ana hatlarıyla, sonuca ulaşmakta başarılı olan 1876 Bulgar isyanını kopyalamaktı. Bunun için, yerli Ermenileri kışkırtıp Müslümanlara hücum ettirecek (veya kendileri hücum edecek), böylece Ermenileri topyekûn katletmeleri için Müslümanları tahrik edecekler ve bunun sonucunda da Ermeni devleti kurulması amaçları doğrultusunda Avrupalıların müdahalesini sağlayacaklardı.
1891’de Sultan 2. Abdülhamid tarafından Hamidiye süvari birliklerinin kurulması, onların korkularını mutlaka artırmıştır. Hamidiye, devletin üniforma ve silahıyla donatılmış, neredeyse askeri birlik payesi verilmiş olan Kürt alaylarından oluşuyordu. Abdülhamit’in düşüncesi Rusların Kazakları gibi bir güç yaratmak olmasına rağmen, Hamidiye alayları, Ermeniler tarafından tavuk kümesinin tilkiye emanet edilmesi gibi görülmüş olmalıdır.
1877-1878 Rus-Türk Savaşı sırasında ve savaşı hemen izleyen yıllarda, yerleşik Kürtler, Türkler ve hatta Osmanlı subayları ile hükümet görevlileri gibi Güneydoğu Anadolu Ermenileri de Kürt aşiretlerinden azap çekmişlerdi. Ermeniler Kürt ayaklanmasının mağduru olmuşlardı ve içgüdüleri onları, Osmanlı hükümetinin otoritesinden şüphe duymaya ve aşiret Müslümanlarından nefret etmeye sevk ediyordu.
1878’de Osmanlı İmparatorluğu’nun iç-dış ve politik ekonomik durumu göz önüne alındığında, kasada hiç para yok" sözü durumun gerçekçi bir anlatımıdır.
Savaş sırasında ve hemen sonrasında Osmanlı’dan Rus tarafına giden Ermeni göçünün çoğu, onların yerli Türkler veya Osmanlı Hükümetinden korktuğundan değil de Kürtlerden korkmalarından kaynaklanıyordu.
Müslümanlar devamlı tehdit ve korku ortamında yaşadılar.
Filibe’deki İngiltere Konsolosu F. R. J. Calvert’in raporuna göre; Son zamanlarda, Türk mültecilerine karşı işlenen feci olaylar çok arttı. Sadece benim dikkatime gelenler büyük bir cilt doldurur ve işlenen suçların sadece yirmide birinin benim kulağıma ulaştığına şüphe yok."
Avrupalı konsoloslar, bu insanların mahkûm edildikleri yoksulluğun etkilerinden özellikle söz ettiler. Hayret içinde, tekrar tekrar, giysileri bile üzerlerinden çalındığı için sokak aralarında veya yollarda birbirlerine kenetlenmiş şekilde çıplak vaziyette duran Müslüman kadınlara rastladıklarını not ettiler. Avrupa’daki okuyucularına, ortalıkta çıplak gezmek bir yana, tamamen örtünmemiş bir Müslüman kadın görmenin ne kadar inanılmaz bir şey olduğunu açıklıyorlardı.
Benim ne kadar çirkin olaylara şahit olduğumu bilirsiniz, fakat Rus ve Bulgarların zalimliği hakkında tutarlı olarak tekrar tekrar anlatılanlar, bu vahşî savaşta duyduğum ve gördüğüm en feci olayların kat kat üzerinde. Tecrübelerim ışığında, Rusların kararlılıkla Müslüman varlığını yok etme politikası uyguladığından başka bir sonuca varmam mümkün değil,"
Osmanlıların ve Bulgaristan Müslümanlarının sicilleri mükemmeliyetten uzak olmakla birlikte, hükümet eliyle kitlesel imha ve zorunlu göç uygulayan Rusların ve onların vahşetine iştirak eden Bulgarlarınkiyle kıyaslandığında, tertemiz parlamaktadır.
İngiliz temsilcisi raporunda bir köydeki talan ve her gece süren tecavüzleri anlattıktan sonra Bu tür olaylar burada istisna değil genel yaşam halini aldı" diye yazmıştır. Times, Morning Post ve Daily Telegraph muhabirleri gibi bazı Avrupalı gözlemciler, Türk kadınlarının evlere hapsedilip 10 gün süreyle ırzına geçildikten sonra canlı canlı yakıldıkları Oklanlı (Lağahanlı) köyünde 120 Türk cesedini açıkta serili halde görmüşlerdi. Bazen Bulgarlar doğrudan Rus ordusuna alınmışlar, silah ve üniforma verilip Türklere zulmetmekte kullanılmışlardı.
Hıdırbey köyünde, Kazaklar Türk köylülerin silahlarını direniş görmeden toplayıp Bulgarlara dağıttılar. Bunun ardından Kazaklar köylülerin dışarı kaçmasını önlerken, Bulgarlar köyün 70 erkeğinden 15’i hariç hepsini öldürdüler. O kurtulan 15 erkek de, Rusların ufukta göründüğü anda kaçmayı başarmış olanlardı. Büklümlük’te, Kazaklar yine Türklerin silahlarını alıp Bulgarlara verdiler. Kazaklar, Müslümanların kaçmasını önlemek için kasabanın etrafını kordon altına aldılar. Bulgarlar, Türk kadınlarla çocukları evlere, erkekleri ise samanlığa topladılar. Sonra da buralar saz ve saman balyalarıyla doldurulup ateşe verildi. Binalardan dışarı kaçanları da Bulgarlar yaylım ateşine tuttular.
Kazakların Türk köylerine saldırması çoğunlukla Bulgarlarla işbirliği içinde yürütülüyordu. Kazaklar hiç kimsenin dışarıya kaçamayacağı şekilde köyleri kuşatıyor, arkasından içeri salınan Bulgarlar talan ve katliam yapıyorlardı; böylece ortak plan dâhilinde çalışıyorlardı.
Balkanlarda savaşlar hiçbir zaman medeni savaş" yöntemine göre yürümedi.
Rus istilalarının en kötü etkisi, belki de en sonunda her iki toplumun da sonunu getiren, Müslüman-Ermeni kutuplaşmasının yaratılmasıyla aralarında karşılıklı bir güvensizlik ve düşmanlığın yerleşmesine sebep olmasıdır.
1880’lerden önce, Kürt aşiretleri Osmanlı toplumunun güvenliği konusunda Ermenilerden çok daha fazla askeri tehdit oluştururlardı. Örneğin Kırım Savaşı sırasında, bir Kürt aşiret reisi Ruslara karşı savaşmak için Musul vilayetinden asker toplamaya gönüllü oldu. Adamlarına ödemek ve onlar giyindirmek için kendisine 50.000 kuruş tahsis edildi. Ancak, bu 1.500 kişilik kuvvet bir araya geldiğinde, baş kaldırıp Cizre’deki Osmanlı hükümet yetkililerine hücum ettiler ve bölgeyi haraca kestiler. İsyanları savaş bitene kadar bastırılmadı. 1878 Savaşı sırasında, Dersim Kürtleri de isyan ettiler.
Kürt Aşiretlerden korunması gerekenler bir tek Ermeniler değildi. Türk köylüleri ve hatta diğer Kürtler de Kürt aşiretlerine yem oluyorlardı.
Görülen o ki, Kürtler fakirler yerine, zenginlerde buldukları ganimetleri tercih ediyorlar ve güçsüzlere saldırıyorlardı. Ermeni toplumunun diğerlerine kıyasla daha zengin olması, onların daha çok hedefte olmasının nedenini izah edebilir.
Gördüğüm ve duyduğum kadarıyla, Diyarbakır Süleymaniye arasındaki dağlarda dolaşan Kürt aşiretleri kontrol edilemez haldeler. Vergi ödemeyi reddedip askerlik kanununa karşı geldikleri bir yana, canlarını istediği gibi yağmacılık ve katliam yapıyorlar ve kendilerine karşı gelmek cesaretini gösterenlerin de canını- malını kaybedeceği muhakkaktır. Fakat seyahatlerim sırasında birçok kez Kürtlerin soygunlarından, Hıristiyanlar kadar Müslümanların da zarar gördüğünün dikkatimi çektiğini söylemeden geçemeyeceğim. Diyarbakır – Muş arasındaki dağlarda bulunan Ruşkutan, Şeyh Dodan, Sasun ve Muktu aşiretleri Hıristiyan veya Müslüman ayırt etmiyorlar ve ben Diyarbakır’ın Paşalık bölgesindeyken, bu hırsızlar tarafından en az üç tane Müslüman ağa, malları uğruna öldürüldüler.
Osmanlı hükümetine, Anadolu’nun doğusunu ve güney doğusunu korumak iyi günde bile zor geliyordu. İyi günlerde, göçebe Kürtlerin tehdit ettiği bölgeleri, kendi jandarma ve askeri güçleriyle koruyabiliyorlardı. İç kriz olduğunda ve bilhassa Ruslarla savaşa girildiğinde ise, Osmanlı güçleri göreve çağrılıyordu ve bu durumlarda sivil halk az veya çok, Kürtlerin baskınına ve gaspına maruz kalıyordu.
Kürt aşiret grupları, sadakatlerinin hiçbir devlete değil, hatta Müslüman din kardeşlerine de değil, sadece kendi aşiretlerine bağlılıktan ibaret olduğunu gösterdiler.
Kürt aşiretleri, başarı şanslarını yüksek gördükleri anlarda, Osmanlı otoritesini zorlarlardı. Bu nedenle, Osmanlı askerleriyle 19. yüzyıl boyunca küçük çatışmaların yanı sıra, 1834, 1836, 1847 ve 1879’da ciddi çarpışmalara giriştiler. Amaçları kendi devletlerini kurmak değildi; sadece merkezî otoriteden kurtulmak isterlerdi. Osmanlı’nın otoritesini muhafaza edebilmesinin tek nedeni, bazen Kürt aşiretlerin birbirlerine duyduğu düşmanlıktı. Bu durum, Osmanlı’nın böl ve yönet politikasını uygulamasına yarıyordu.
Çerkeslerin hırsızlık yaptığı haberi hızla etrafa yayılınca, halk başlarına gelen dertlerin kendi bütçesinden temin edildiği hissine kapıldı. Her ilave ödenek köylüleri doğal olarak kızdırmaktaydı. Fakat haklı olarak korktukları bu mültecilerin, masrafının da kendilerine ödetilerek yakınlarına yerleştirilmesi, kendisi de yoksulluğa alışmış olan Anadolu, Bulgar ve Suriye bölgelerindeki köylüler tarafından, dayanılmaz bir yük olarak görülmeye başlandı.
Birçok yönden bakıldığında Ermenilerle Müslümanlar arasındaki düşmanlığın temelinde, Rusya’nın Kafkasya’ya doğru genişlemesi bulunmaktadır.
Ermenilerle Müslümanların arasındaki düşmanlığın tarihçesini anlamak için Kafkasya ve Doğu Anadolu’ya bir bütün olarak, 100 yıl boyunca hem Ermenilerin hem de Müslümanların üstünlük kazanmak için savaştığı topraklar olarak bakmak gerekir.
Ermenilerin Müslümanlara hücum ettiği çoğunlukla göz ardı edildiğinden (sadece Müslümanların Ermenilere hücum etmesi dert edinildi) yorumcular kolayca, Müslümanların sık sık Hiristiyanları öldürmek arzusu duyan vahşiler olduğu sonucunu çıkardılar. Gerçekte ise Ermeniler Müslümanlara, onların kendilerine saldırdığı gibi, bazen kışkırtılmadan veya haklı bir nedenleri olmaksızın saldırdılar.
Osmanlı yönetimindeki Anadolu Ermenileri ise Rus ilkelerine duydukları sadakati ilk başlarda, Ruslar hesabına casusluk yaparak gösterdiler. Tüm Doğu Anadolu savaşları sırasında, Anadolu Ermenileri sınırları aşıp düşman tarafına geçerek, Ruslara Osmanlı askerî hareketleri hakkında bilgi verdiler. Anadolu’da yaşayan Ermeniler 1827’de, istilacı Rus ordularına yardım ettiler ve geri çekilmeleri sırasında binlercesi Rus ordularının peşi sıra, Anadolu’dan ayrıldılar.
Ivan Golovin: Rusya, yarı maymun yarı ayıdır. Yabancı Krallıklarda Avrupa’yı maymun gibi taklit eder, ama iç işlerinde ayının pençesi her tarafta hissedilir."
1919 yılında Aydın’ın Yunanistan tarafından işgal edilmesi sonrasında İngiliz temsilcisi Morgan raporunda: “Aksine söylentiler sürekli olmasına rağmen, Bergama’da hiçbir Ermeni öldürülmesi ve aslında Türk askerleri tarafından Ermeni, Yahudi veya Rumlar dahil yerli halktan kimsenin öldürülmesi yer almadı. Türk yöneticiler mümkün olan her yerde hala barışı temin ediyorlardı ve Hıristiyanları korumaktaydılar.”
Milliyetçilik ve emperyalizmin Anadolu, Balkan ve Kafkas Müslümanlarını yok etmesi savaşla mümkün oldu. Sadece biri hariç bu savaşlar her seferinde Rus İmparatorluğu’na karşı yapıldı ve sadece en sonuncusu hariç bu savaşların hepsinde Müslümanlar kaybetti. Batı’daki savaşlar 1821 Yunan isyanı ve 1828-1829 Rus-Türk Savaşı ile başladı. Bunu 1853-1856 Kırım Harbi, 1877-1878 Rus-Türk Harbi ve 1912-1913 Balkan Savaşları takip eti. Doğudaki savaşlar 1827-1829 Rus-İran ve Rus-Türk savaşlarıyla başladı, Kırım Savaşı, 1877-1878 Savaşı ve Birinci Dünya Savaşları ile devam etti. Bu savaşlar nedeniyle Müslümanların sürülmesinin yanı sıra, Ruslar 1860’ta Kafkasya Müslümanlarıyla savaşıp onları da topraklarından sürdüler. Savaşların sonuncusu, yani (1919-1923) Türk Kurtuluş Savaşı Müslümanların galip geldiği tek savaş oldu.
Rus yayılmacılığı Müslüman halkın kayıpları üzerine kurulmuştur. Zorunlu göçe ilk tâbî tutulan en büyük Müslüman topluluğu Kırım Tatarlarıdır. Tatarların tecrübesi sadece çektikleri acılar bakımından değil, daha sonraki Rus yayılmalarına da örnek teşkil ettiği için öğreticidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir