Jean-Christophe Grangé kitaplarından Ölü Ruhlar Ormanı kitap alıntıları sizlerle…
Ölü Ruhlar Ormanı Kitap Alıntıları
&“&”
Özgür insan, başka türlü karar verme imkanı olan insandır.
İlk cinsel ilişki, kadın için hikayenin başlangıcıdır. Erkek içinse sonun başlangıcı.
Üzüntü, gözyaşları olmadan da ifade edilebilir.
Adalet dünyası, diğer bütün idari makamlardan çok daha kokuşmuş bir dünyaydı.
Todas las promesas de mi amor…
Özgür insan, başka türlü karar verme imkânı olan insandır.
•Rosa Luxemburg
–Genel olarak, 6 ila 8 milyon yıl önce, insanın genetik açıdan maymundan farklılaştığı düşünülüyor. O dönemde, Doğu Afrika’da, Afrika kıtasını boydan boya kat eden uzun bir çatlak oluştu. Rift çatlağı. Bu olay, bizim kaderimizi belirleyen ekolojik bir kopmaya yol açtı. Bir tarafta nemli ormanlar varlığını sürdürürken, maymunlar da maymun olarak kaldı. Diğer tarafta topraklar kurudu ve savanaların oluşmasına sebep oldu. Bu yeni koşullar gereği maymunlar vahşi hayvanları görebilmek için arka ayakları üzerinde doğruldular. Böylece iki ayaklılığa ilk adımı attılar. Ama bir sorun vardı.
–Neydi?
–Toumaï. 2001 yılında bulundu. 7 milyon yıl öncesine ait. Rift çatlağının oluşmasından önceye. Üstelik Çad’da ortaya çıkarıldı. O hâlde ekolojik değişimle de herhangi bir ilgisi olamazdı.
–Gerçekten de çatlak olayıyla bir bağı yok mu?
–Bu da paleoantropologların uzun süreden beri dile getirdikleri şeyi ispatlıyor. Insanın ortaya çıkışı, Afrika’nın dört bir yanında eş zamanlı oldu.
–Günümüz modern insanının gen haritasındaki evrim ne zaman durdu?
–Hiçbir fikrim yok. Ve uzmanların da bunu bilmediklerinden eminim. Fosillerden toplanan örnekler, karyotipler oluşturmaya imkân vermiyor. Bunu yapabilmek için canlı materyal gerekiyor. Ama kesin olan tek bir şey var, o da evrimimizin hâlâ sürdüğü. Kromozomlarımız sürekli evrim içinde.
–Hangi yönde?
–Çok uzun zaman önce insan türünün X ve Y kromozomları eşit boydaydı. Y, binlerce yıl boyunca kısalmaya devam etti. Ve bugün kadının X’i karşısında son derece cılız kaldı.
Sadece yaşamak.
Her şeye rağmen, hiç de o kadar kötü değildi.
“Özgür insan, başka türlü karar verme imkânı olan insandır.”
Ölüm bize bütün hakları verir. Ölüm yaklaştıkça insanın pişmanlık duyduğu, arınmak istediği sanılır. Oysa tam tersidir. İnsan yaşlandıkça bütün inançlarını, sorunlarını askıya aldığını fark eder. Tek bir gerçek vardır: Ölecektir. Ve ikinci bir şansı olmayacaktır. O zaman karısını aldatır, verdiği sözlere ihanet eder. Her şey için veya hemen her şey için kendini affeder.
Brezilya’da, her yıl, Rio Karnavalı öncesi para karşılığı kan satın alan labaratuvarlarda donör sayısında patlama yaşanır. Brezilyalılar kostümlerinin parasını ödeyebilmek için kanlarını satarlar…
Özgür insan, başka türlü karar verme imkanı olan insandır
Şu an neyim var bilmiyorum,olan biten herşeyi siktir etmek istiyorum.
Dünyanın en eski, en sıradan ve en çok tüketilmiş kelimeleri: büyük aşk, hayatımın erkeği, güzel bir hikâye…
Sadece yaşamak. Her şeye rağmen hiç de o kadar kötü değildir.
Herkesin hayal kurmaya hakkı vardı…
Sürüngenlere benziyorlardı. Jeanne 9 mm’liğini çekti. Bu hareket ona güç vermişti. Uygarlığın şiddetinin gücü hayvanınkinden üstündü.
Kahretsin. Kahretsin. Kahretsin. Oldum olası veya neredeyse tüm ipuçları gözünün önündeydi.
Yalnızlıkları, üzerlerine geçirdikleri, çevresi ve sınırları olmayan büyük bir örtüydü.
Rüyası, bir rüya değildi. Odasında kendini Venüs olarak hissettiğinde, kabuklarla kaplı Joachim’i üzerine eğilmiş, onu okşarken gördüğünde, gerçeği algılamıştı. Kurt çocuk Beto’yu öldürdükten sonra onu ziyaret etmişti. Ayna hâlâ elindeydi, diğer eliyle saçlarını başının üstünde topladı. Şakağındaki izin ters tarafa baktığını fark etti. Önce avcun keskin kenarı. Alında. Sonra aşağı dönük parmakların izleri… Jeanne karanlığın içindeki sahneyi gözünde canlandırıyordu. Joachim’in soluğunu yüzünde hissetmişti. Kanlı elini -yamyam katilin elini- alnında.
Size ne dediğimi duydunuz mu? ARTIK DAYANAMIYORUM!
Ona zarar vermiyor. Ona saygı gösteriyor…
Jeanne onun tanrıçası. Venüsü.
Ve bu yüzden dokunulamaz.
Düşünceler peş peşe geliyordu.
Jeanne Féraud’ya baktı. Psikiyatr ızgarada üst üste duran et yığınına gözlerini dikmişti.
– Her şey yolunda mı?
– Ben… ben vejetaryenim.
İllegal tutukevlerini de denetliyordu: Automotores Orletti, El Banco, El Olimpo’yu… Makalede yazılana göre, mahkûmların bağırtılarını bastırmak için bu merkezlerde müzik yayınını başlatan oydu.
–Homo sapiens sapiens’ler Amerika’ya çok daha sonra geldi.
– Araştırmacının bana açıkladığı şey de bu. Ama daha delice bir şey var. De Almeida, bu kalıntıların gerçek yaşını belirlediğini ileri sürüyormuş. Özellikle de kafatasının.
– Yani?
– Yirmi yıl bile değil.
Jeanne anlamadı. Ya da daha çok anlamak istemedi. Aslında bu gerçeği birkaç saatten beri o da düşünüyordu. Antoine Féraud en can alıcı noktayı en sona saklamıştı.
Geceyarısı, baba tüfeğinin süngüsünü alıyor ve karısının boğazını kesiyor. Sonra onu mutfakta parçalara ayırıyor. Bu, Juan’in sürekli resmettiği sahne (Hugo Garcia oğlunu bu gösteri"ye şahit olması için mutfağa götürüp bağlamış ve ağzını tıkamış). Ama böyle bir vahşet için kalabalığa neden gerek var? Gecenin ilerleyen saatlerinde, subay üzerine benzin döküp kendini yakmaya kalkışmış. Juan’in ateşe olan ilgisinin nereden geldiğini anlamak için psikiyatr olmaya gerek yok…
Ondan korkan ve uzak duran diğer yetimlere karşı da şiddet uyguluyor. Onlara saldırıyor, tuzaklar kuruyor. Dün, küçük bir kızı, yetimhanenin yakınlarında kazdığı bir çukura düşürerek yaraladı. Deliğin dibine budanmış bambular yerleştirmişti, kız kalçasından yaralandı, ama ölebilirdi de.
Yeni bir araştırma başlattım. Daha somut. İnsan ne aradığını bilince daha iyi sonuca ulaşıyor.
Çalışmaya devam etmeliyim. Aziz Paulus’un dediği gibi: Aşk sabır ister…"
Bir hüzün diğerini davet ediyordu.
Bu soytarı kıyafetleri giymiş insanlarla bir ülkenin gelişmesini nasıl beklersiniz? Hâlâ Ortaçağ’da yaşıyorlar!
Kanla ilgili batıl itikatlar dünya kadar eskidir, diye devam etti sorgu yargıcı. İkinci Dünya Savaşı boyunca, Kuzey Afrika’da Alman askerleri Yahudi veya Arap kanı almaktansa ölmeyi yeğiyorlardı. Amerikan askerlerine -beyazlar- gelince, onlar da siyahların kanını, tehlikeli olduğundan, asla kabul etmeyeceklerini Kızılhaç’a bildirmişlerdi.
– Ülkemize yapılan kan ithalatının sorumlusu Başka deyişle yabancı kanı Nikaragua halkının damarlarına o zerk ediyordu.
– Bu bir suç mu?
– O kan için, evet.
– Hangi kan?
– Son stoklar. Arjantin’den gelmiş olanlar Maymun kanı.
Olay gitgide ilginçleşiyordu. Ona hastalıklı kandan söz etmişlerdi. Şimdi ise açıkça hayvan kanı deniyordu. Gerçekten gelişmemiş ve kültürsüz halkların saçmalıkları.
Latin Amerika’da kan satışı sömürü ve sefaletle hep eş anlamlı olmuştur. Fakir ülkelerin satacak sadece iki şeyi vardır: kızları ve kanları.
Artık Tanrı’ya bizi koruması için dua ediyorum. Belki de cehennemin kapılarını açmak üzereyizdir. Kim bilir?
Diktatörlük, devrim, karşıdevrim son derece karmaşık bir ölüm ve zulüm makinesinde yoğrulmuştu.
Freud’a göre, insanlık tarihinin başlangıcı babanın öldürülmesiydi. Klanın erkekleri babalarını öldürdüler ve yediler. Kötü biten her şey kötüdür.
Aklına gençliğinin kahramanı olan Rosa Luxemburg’un sözleri geldi: Özgür insan, başka türlü karar verme imkanı olan insandır."
Homo erectus’un çok bilinen iki türü vardır. Bir tarafta yavaş yavaş ortadan yok olan Neandertal insanı ve daha sonra Homo sapiens sapiens’e dönüşecek olan ve kalıntıları Avrupa ile Ortadoğu’da bulunmuş arkaik Homo sapiens’ler, yani Cro-Magnonlar. Şu ünlü Cro-Magnonlar. Doğrudan atalarımız…
Sinirleri arpın telleri gibiydi, kopma noktasına gelmişti.
Üzüntü ve neşenin tam bir uyum içinde harmanlandığı bir ruh haline sahipti.
Üzüntü, gözyaşları olmadan da ifade edilebilir.
– Uzun zaman önce, insan türünün X ve Y kromozomları eşit boydaydı. Y, binlerce yıl boyunca kısalmaya devam etti. Ve bugün kadının X’i karşısında son derece cılız kaldı.
– Bu bir gün erkek türünün yok olacağı anlamına mı geliyor?
– Çok doğru. Bir gün dünya üzerinde hiç erkek kalmayacak.
ve mutsuzluk,hiçbir zaman tek başına gelmediğinden şüpheleri de yanında getirmişti
– Günümüz modern insanının gen haritasındaki evrim ne zaman durdu?
– Hiçbir fikrim yok. Ve uzmanların da bilmediklerinden eminim. Fosillerden toplanan örnekler karyotipler oluşturmaya imkân vermiyor. Bunu yapabilmek için canlı materyal gerekiyor. Ama kesin olan tek bir şey var, o da evrimimizin hâlâ sürdüğü. Kromozomlarımız sürekli evrim içinde.
– İnsanların görünüşlerine aldanmayın, diye gülümsedi rahibe. Özellikle de tamamen çıplak olduklarında.
–Durum boktan. Basın burada.
– Hadi bakalım. Onlara kim haber verdi?
– Biz değil, bu kesin. Ne yapıyoruz?
– Onlara, yarından sonra, pazartesi sabahı savcının basın açıklaması yapacağını söyle.
Burada bile, suç ve şiddet uzmanlarının felsefi düzeyleri bir kafedeki insanlardan farklı değildi.
Standart aptallıklara maruz kalmaktan korkuyordu.
Kaderimizin kısa özeti. Sevmek. Umut etmek. Doğurmak. Çürümek.
O hamile kaldığında özel anlamını kavramanın yani sıra evrenin makanizmasıyla bütünleşecekti. Yaşamla işbirliği yapacaktı.
Dünyanın en eski, en sıradan ve en çok tüketilmiş kelimeleri: büyük aşk, hayatımın erkeği, güzel bir hikaye…
Başka doğruların seni kimi zaman başka yerlere götüreceğini görecek ve şaşıracaksın.
Eğer hikâyesini eşelerseniz, başka bir canavara rastlarsınız: babası. Marc Dutroux berbat bir çocukluk yaşamış. Kendisi de bir kurban.
Şu an neyim var bilmiyorum, olan biten herşeyi siktir etmek istiyorum.
Bazı kromozom delesyonları üreme bozukluklarının sebebi olabilir.
Şu anda ne hissettiğim de sadece beni ilgilendirir.
Benim felsefem dünyayı olduğu gibi kabullenmektir. Her gün gazete okuyup toplumumuza damgasını vuran şiddet çılgınlığını gördükten sonra, aynı şiddetin, bir gün kapımı çalabileceğini kabul etmemem imkansız.
Kötülük onun içinde, anlıyor musunuz? Saklı. Görünmez.
– En sonunda ateşini yakmış ve seçtiği parçaları pişirmiş. Kollar, bacaklar ve bazı organlar. Burada tam olarak belirleyemedim, ama ilk olarak karaciğeri, böbrekleri ve elbette kalbi pişirip yemiş. Özellikle de kalbi. Taine eliyle yüzünü sıvazladı. Evrak çantası hâlâ kolunun altındaydı. Zabit kâtibesi hiç kımıldamıyordu. Bir heykel gibi duruyordu.
Jeanne bir su birikintisine yansıyan solgun yüzünü fark etti. Kahretsin, bayılacağım…" Dayanma gücü bulmak için el fenerini başkomisere verdi ve Taine’e döndü.
–İlk kurban da aynı durumda mıydı?
Yargıç cevap vermedi:
–Cesedi gördün mü?
– Sadece fotoğraflardan. Geldiğimde onu götürmüşlerdi.
– Ben daha çok herifin, bir süreden beri kızı izlediğini düşünüyorum.
– Aynı kanıdayım. Kızın şanssızlığı, adamla yolunun bir yerlerde kesişmiş olması.
Aslında o kadının bedenini değil, çektiğiniz o vicdan azabını düşünüyorsunuz. Yaşadığınız suçluluk duygusu, işte sizin sevdiğiniz bu. Suçlusunuz ve siz bunu seviyorsunuz.
Psikiyatrın bu konuşmalarını ezbere biliyordu. Hep aykını, hep gizemli, ama bazen de doğruları söyleyen bu tür repliklere iki yıl katlanmıştı. Ancak ne olursa olsun, bunlar, yeni bir gerçeğe ulaşmak için sizi düşünmeye, kendi karanlığınızı yenmeye zorluyordu.
Yeniden sessizlik. Sonra, rahibin mağlubiyeti kabullenmiş tondaki sesi: “baba beni neden terk ettin?”
İnancım azalıyor, doktor. Sadece bunu sizinle konuşabilirim. Tanrı’ya olan inancım her geçen gün geriliyor… Sanki kendi kendini tüketiyor. Yanan, ancak daima belli bir noktada sönen bir meşale gibi…
Adalet dünyası, diğer bütün idari makamlardan çok daha kokuşmuş bir dünyaydı.
Eve yerleştirilen bir mikrofonun özel hayata müdahale olduğunu ispatlamak, bir iki şüpheli konuşmayı ispatlamaktan daha kolaydı.
Yargıçlar siyasilerin karşısında kazanamamıştı. Tek bir kez bile.
Avukatlarla çevrili, politikacılar tarafından korunan patronlar her şeyi söylemekte özgürdü.