Ömer Faruk Dönmez kitaplarından Ölü Bir Yazarın Anlattıkları kitap alıntıları sizlerle…
Ölü Bir Yazarın Anlattıkları Kitap Alıntıları
Uğrunda ölümü göze alacağımız hiç bir mukaddes değerimiz yoksa, hayvanlar gibi hatta Kur’an ifadesiyle ‘bel hüm edal’ (hayvanlardan da aşağı) olmuş olmaz mıyız?
Şimdi belki de modernizmin yeni ve çırpıcı bir tanımını vermek gerekiyor.
Modernizm, insanların, tıpkı, hayvanlar gibi, sadece önlerindeki et veya ot için yaşamaları demektir. Modernizm, insanların daha geniş bir ev ve daha lüks bir araba için yaşamaları demektir. Modernizm, insanların uğrunda ölümü göze alacakları mukaddes değerlerden mahrum bırakılmaları demektir. Esfel-i safilin olmamak ve şeref-i mahlukat kalmak için modernizme başkaldırmak bir insanlık borcudur.
Gelgelelim, modernizmin bir dünya cenneti fikri kurma fikri bazı müslümanlara çok cazip geldi galiba. Oysa Müslüman, cennetin öbür tarafta bulunduğunu ve bu dünyada her halükarda imtihan edilmekte olduğunu bilir. Bu düşüncedir onun temel hareket noktası. Bu düşüncedir onu herhangi bir ”canlı ” olmaktan kurtarıp ”insan ” olmasını sağlayan. Çünkü insan dışındaki canlılar, mesela hayvanlar, o imtihanı kavrayacak soyutlama gücünden mahrumdurlar; onlar sadece önlerindeki otla yada etle meşguldürler. Sadece insandır, önündeki otun ya da etin dışında bir ”hakikat ” olduğu inancına sahip olan. Sadece insandır, beş duyu ile algıladığı nesnelerin fevkinde; görünenin ötesinde, bir hakikat olduğu inancına sahip olan.
Müslüman bu dünyaya ”Bir ağacın altında gölgelenip gidecek bir yolcu gibi ” bakar. Kazık kakmaya çalışmaz.
Acı olan nedir biliyor musunuz? Modernizmin putlarına, müslümanların bile baş eğiyor olması.
Zaten buradaki dehşet yanılgı, felaket zihinsel kayma, trajik mantık hatası; Batının ilerlediğini müslümanlarınsa geri kaldığını söylemekle başlıyor.
Onların ilerlediğine ve bizim geri kaldığımıza dair kabulle yola çıkınca yani düşünmeye böyle bir varsayımla başlayınca, işlerin bu noktaya gelmesi kaçınılmaz oluyor.
Şimdi durup şu tespiti yapmak gerek:
Meseleyi Batının sömürgeciliği ve müslüman coğrafyanın her açıdan işgal edilmesi düzleminde tartışırsanız ortaya başka neticeler çıkar. Oysa mevzuyu Batının gelişmesi ve müslümanların geri kalması düzleminde ele aldığınızda başka sonuçlar elde edersiniz.
Yine aynı mevzu ile paralel olarak, Mevlana’nın dillere pelesenk olmuş o pergel metaforuna da bu meyanda temas etmekte fayda mülahaza ediyorum. Herkesin ağzında o laf. Bir ayağın İslam’da olsunda öteki ayağınla dünyayı dolaş. İslam’ı bildikten sonra Batı bilimin, felsefesinin ya da edebiyatının kişiye zararı dokunmayacağını tazammum eden bir cümle bu. İlk başta doğru bir hüküm gibi, fakat bir genelleme içinde gizli bir risk barındırıyor. Önüne gelen büyük bir cüretle kullanıyor bu cümleyi de acaba İslam’ı ne kadar biliyoruz? Bir ayağımızla İslam müktesabatına ne kadar sağlam basıyoruz. Gazali misin mübarek, bu ne özgüven böyle? Yoksa içi boş ukalalık mı? Ben kendi kuşağımdan bir çok yazar arkadaşın, esasen İslam’la bağı yeterince kavi olmadığı halde, mahut pergel metaforuna güvenerek, bu tehlikeli dünyayı cüretle ve süratle dolaşmaya çıktığını ve neticede aklının zehirlendiği, şuurun sihirlendiğini, gönlünün kahırlandığını, zihninin buharlandığını esefle müşahede etmişimdir efendim. Allah cümlemizi muhafaza buyursun.
Televizyon ekranlarında her gün en iğrenç erotik sahneler müslüman evlerinde arzı endam ediyorsa; internet sayesinden en hayvanca porno görüntülerin girmediği müslüman evi neredeyse kalmadıysa, on dört on beş yaşında tazecik kızlar ve körpe delikanlılar bu hayvanca porno görüntülere maruz kalıyorsa, ticaretle uğraşıp da faize bulaşmamayı becerebilen kaç müslüman tüccar olduğu sorusu vahim bir soru olarak cevaplanmayı bekliyorsa, alkol ve uyuşturucu kullanımı bırakın üniversiteyi, ilköğretim seviyesine indiyse ve üstelik çağdaşlık adı altında kız ve erkek ilişkileri olabildiğince ahlaksız boyutlara ulaştıysa, piyango ve iddia ismiyle kumar melaneti olabildiğince yaygınlaştıysa, bana söyler misiniz, canım efendim İslamcılar iktidarda sözüne nasıl inanırım ben.
Peki Sezai Karakoç Beyefendinin şu sözlerine ne demeli:
”Şiir; hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir. Ve şair, Diriliş kafilesinde en ön sırada yürüyen kişidir. Eserin yapısını kurarken mimar, tavsirleri ve portreleriye ressam, doğadaki ve dildeki musikilerden özel sesler üretirken bestekar, yaşarken veli, kahraman, önder, bilgindir.
Şair, sadece felakete uğramış ulusu için ağıt yakan, ağlayan biri değildir. Onu ayağa kaldırmak için başını yükselten, toplum minberine çıkan kahramandır da. Umutlandırandır. Muştalar saçandır. Bir milletin ihtişamını, duyarlığını, öfkesini, mutluluğunu, inceliğini anlamak istiyorsanız şairlerine bakınız.
Namaz kılmıyorum ama benim kalbim temiz diyen yalancılara şu soruyla mukabele etmek de mümkün tabi: Efendimiz aleyhisselamın kalbi (Haşa) seninki kadar temiz değil miydi de sabahlara kadar namaz kıldı mübarek?
Benimkalbimtemizciler sahtekarın önde gidenleridir. Hatta bu herifler, sahtekarın önde koşanları, önde uçanları, ve hatta önde ışınlananlarıdır.
El alemin davranışlarına bakarak bir konu hakkında hükme varmak avamın mesleğidir. Oysa havas, hükme varmak için, konunun kaynağına ve temel metinlere bakar vesselam.
Aslında azami bir dikkatle ve özenle seçtiğim ”Gavur ” kelimesini her yazışımda kullandığım bilgisayar kelimenin altını küstahça çiziyor ve imleci kelimenin üstüne getirip sağa tıkladığımda ”argo veya kaba sözcük ” uyarısında bulunuyor.
Dil konusunda ayrı bir bahis açıp başka bir vakitte o mevzuyu uzun uzun konuşmak isterim; şimdilik sadece şunu söylememe izin verin efendim: ”gavur ” ‘kelimesi asla ve kata argo veya kaba sözcük olarak nitelenemez.
Bu kelime dilin asıl sahibi olan Anadolu halkının engin irfanından kopup gelen ve halk dehasının inceliklerini bünyesinde barındıran ”esaslı ” bir kelimedir.
Efendim, işin ehli bilir ki, ”gavur ” kelimesi temelde kafir manasına gelmekle birlikte, kullanımda bu ilk anlamı çoğu zaman ihmal edilir ve bir adamın kendini nasıl tanımladığıyla değil nasıl davrandığıyla ilgili göndermeleri muhtevasında incelikle taşır.
Yani bir adam kendini müslim olarak tanımladığı halde, gayrı müslim gibi davranıyorsa; yani ki adam aidiyetlerine uymayan bir hal ve tavır içerisinde ise ; yani ki bir adam Kadiri Mutlak olan Allah’tan başka bir güce sırtını dayayarak varlığını ikame ve hayatını idame etmeye yelteniyorsa; yani ki bir adam Allah’ tan başka bir merciden kuvvet alarak işlerini halletme yoluna gidiyorsa Anadolu halkı o adamda bir ”gavurluk ” tespit eder.
Ölümden sonra dirilmeye ve sorgulamaya inanmamak kadar büyük ahmaklık olamaz. Daha kabir de başlıyor iş. Eşin dostun üstüne toprak atıp gidiyor. Onlar giderken yeminle söylüyorum ayak seslerini işitiyorsun. Ah nasıl bir yalnızlıktır o. Anlatamam, nasıl bir çaresizliktir.
Öncelikle nasıl öldüğümü anlatmakla başlayayım dilerseniz.
Bir kere, ben o gün ölmeyi asla beklemiyordum.
Öyledir, bilir misiniz; genç yazarlar güzel ve enteresan bir başlık veya isim buldular mı, eseri tamamladım duygusuna kapılırlar. Edebiyat tarihi, başlığı güzel konmuş ama muhtevası gerektiği gibi ikame edilmemiş milyonlarca düşük metinle doludur. Tabi ki bir eser, başlığı bulunduğunda değil, son cümle yazılıp konulduğunda biter.
Zaten burada işler dünyadakinden çok farklı biçimde yürüyor. Burada derken, ahirette yani. Bir kere adaletsizlik hiç yok, usulsüzlük asla.
İlmin ve irfanın yerini kültür denen nane alınca, haliyle alimin be arifin yerini de entellektüel almıştır. Almıştır almaya da , garibim nakilci değil akılcı olduğu için; yükseldiği bu mevkide durabilmesi, sürekli aklını çalıştırmasına ve devamlı buluş yapmasına bağlıdır. E bu da değirmen değil anasını satayım, sen buğdayı verdikçe öbür taraftan un çıksın; akıl bir yerde duruyor.
Bir kapitalist gibi yaşıyorsanız, bir müslüman gibi düşünebilir misiniz?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sadelik ve açıklık, bayağılığa ve basitliğe dönüşmediği; imge ve kapalılık da, zırvaya ve saçmaya evrilmediği müddetçe güzeldir, vesselam.
“Yüce İsa!” Diye başlayan ‘papazlı, rahipli,manastırlı, vaazlı’ Batı edebiyatı metinlerini büyük bir hayranlıkla okuyup da, bizim hikayelerimizde dinden imandan dem burulunca, derhal “sanatta mesaj olur mu?” davulunu çalmaya başlayan bu ‘psikolojik harp malulü’ arkadaşlara yapabileceğimiz en büyük iyilik, bunlara sanat dünyamızda değil, belediye otobüslerinde yer vermekten ibarettir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Uyduruktan tayyare bir iki imge,ne idüğü belirsiz bir iki benzetme, bir iki alışılmamış bağdaştırma, orijinal havası verilmiş bir iki anlamsız isim ve sıfat tamlaması, bir iki ağlama inleme, ‘esrik’ ve ‘direngen’ gibi normalde hiç kullanmadığımız yarı uydurukça yarı öztürkçe birkaç kelime falan fişman fıstık. Al sana modern şiir
Bir adam, Allah’tan başka bir merciden kuvvet alarak işlerini halletme yoluna gidiyorsa, Anadolu halkı o adamda bir “gâvurluk” tespit eder.
Ehl-i dil bilir ki, her iş usûlünce yapıldığında güzeldir. Usûle riayet etmeksizin yapılan işler, arızalıdır, sakattır, patolojiktir.
Yaşamak her şeye rağmen zor bir iştir efendim. Yaşamak ve yazmak zorun zoru
Efendim, Ehl-i dil bilir ki, her iş usûlünce yapıldığında güzeldir. Usûle riayet etmeksizin yapılan işler arızalıdır, sakattır, patolojiktir.
Boğazımıza kadar cahiliyeye gömüldüğümüz bu çağın adının ‘bilgi çağı’ olması nasıl da trajikomik bir çelişkidir!
Ne diyordum?
Hah, daha kabirde başlıyor çaresizliğiniz.
İyisi mi siz islam elbisesini güzelce giyiniz.
İlginçtir; Yusuf Aleyhisselam bir kadının şerrinden kurtulmak için senelerce hapiste kalmayı göze almış; torunu Musa Aleyhisselam ise bir kadına ulaşabilmek için senelerce işçilik/çobanlık yapmıştır. Demek ki kadın vardır, yüzünü görmektense zindan girmek evlâdır; kadın vardır ona ulaşmak için uğrunda yıllarca çalışılsa sezadır. İyi de, nedir bu kadınların farkı? Boyu posu mu, kaşı gözü mü? değil. Bu kadınların farkı, üslup farkıdır, yani ŞAHSİYET FARKI.
Oysa sırlar,bayım;saklanmak içindir.
Yaşamak her şeye rağmen zor iştir efendim.
Yaşamak ve yazmak ise ,zorun zoru
Müslüman sanatçı, varoluşunun ağır yükünü aklıyla göğüslemeye kalkmaz. O , trajediyi görür; fakat imanı sayesinde, orda takılı kalmaktan kurtulur. Bu dünyanın aslında hüzünlü bir yer olduğunu bilir; fakat marifetullah kayığıyla geçer bu facialar denizini. Muhabbetullah kanatlarıyla uçar bu trajedi vadisinden. Hakk’a teslim olur. Çünkü bilir ki;
Hak şerleri hayr eyler/ Zannetme ki gayr eyler/ Ârif ânı seyr eyler/ Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler.
Yani ki bir adam, kendini müslim olarak tanımladığı halde, gayr-i müslim gibi davranıyorsa; yani ki bir adam, aidiyetlerine uymayan bir hâl ve tavır içerisinde ise; yani ki bir adam Kadir-i Mutlak olan Allah’tan başka bir güce sırtını dayayarak varlığını ikame ve hayatını idame etmeye yelteniyorsa; yani ki bir adam, Allah’tan başka bir merciden kuvvet alarak işlerini halletme yoluna gidiyorsa, Anadolu halkı o adamda bir ‘gâvurluk’ tespit eder.
Yolumuz, insanın aciz olduğunu her daim hatırda tutma yoludur. Akıl binamızın giriş katında celî sülsüle HIÇ yazılı bir levha yazılıdır, vesselam.
Unutulmaması gereken şudur ki biz, gece teheccüd kılan, gündüz devlet yöneten bir peygamberin ümmetiyiz.
Bizim savaşımız insanla değil, karanlıkladır, zulümledir.
Boğazımıza kadar cahiliyeye gömüldüğümüz bu çağın adının ‘bilgi çağı’ olması nasıl da trajikomik bir çelişkidir!
Bir kapitalist gibi yaşıyorsanız, bir müslüman gibi düşünebilir misiniz?
İlerlemek, ahlaksızlıktır.
Batının ilerlemesi; ahlaksızlığa, ilkesizliğe, doğayı tahrip etmeye ve insanları sömürmeye dayalıdır.
Acı olan ne, biliyor musunuz? Modernizmin putlarına, müslümanların bile baş eğiyor olması
“Mevla görelim neyler/
Neylerse güzel eyler”
Zira şiir, Müslümanın hikmetli kelâmı; roman Batılının riyakâr gevezeliğidir.
“Türk şiirinde neler olup bittiği, milli menfaatimizle birebir ilişkilidir. Türk şiirinde neyin şiir olup neyin olmadığını bize gösterecek ölçünün kaybedilmiş olmasından sonradır ki, Türkiyeʼnin milli menfaatlerini savunmak imkânsız hale gelmiştir.”
Zira edebiyat eserleri, cânım efendim, hassaten şiir, bir milletin zihin ve gönül yapısını teferruatıyla resmeder.
Üslup tabii ki çok önemlidir; fakat güneşin / göğün altında söylenmedik söz kalmadı diyenler fena halde yanılıyorlar. Çünkü Allah, göğün sürekli genişlemekte olduğunu Kurʼanda bize bildiriyor. (Zariyat Sûresi.) Dolayısıyla göğün altı da genişliyor / değişiyor. Ve göğün altında söyleyecek yeni şeyler, her daim, oluyor. İş, fark etmekte
“Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm,
hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
“Ey gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Dünyada da, âhirette de benim yâr ve yardımcım sensin. Müslüman bir kul olarak canımı al ve beni salih kullarının arasına kat!”
“Şüphesiz, Rabbin her şeyi bilen, neylerse güzel eyleyendir.”
Oysa sırlar, bayım; saklanmak içindir.
“yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka”
“Öleni ölümle diriltmek
Ölümle sağ tutmak sağ olanı
Ölümün ışınıyla görmek
Karanlık gecede
Kara taştaki
Kara karıncayı”
“Öldüm, ölümden bir şeyler umarak
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
Bir türlü hatırlayamadım o türküyü
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.”
Yolumuz, insanın aciz olduğunu her daim hatırda tutma yoludur.
Kur’an-ı Kerimle şahsi bağımızı asla koparmamak gerekir; lakin herkesin kendini müfessir sanmasına da lüzum yoktur.
Günümüzün aklı selimden mahrum ukala reformistleri de, âlimlere ve âriflere ihtiyaç olmadan, her bir Müslüman’ın, Kur’ân’ı Kerimi kendi başına okuyup anlayabileceği vehmindedir ki, bu parlak iddia, esasında, heyecanlı arkadaşları avlayabilecek ilginç ve tehlikeli bir tuzaktır.
Hayatın herhangi bir bölümünü dînî alanın dışında gören zihin, sekülerizmle maluldür.
Müslümanın edebiyatı da, siyaseti de, savaşı da, aşkı da Allah içindir
Gece teheccüd kılan, gündüz devlet yöneten şanlı Peygamberimiz’in bu aziz ümmeti, emperyalizme karşı siyasal mücadele bilincini nasıl diri tutuyorsa; nefisle mücadele bilincini de aynı şekilde diri tutmak gerektiğini aklından asla çıkarmamalıdır.
El âlemin davranışlarına bakarak bir konu hakkında hükme varmak avâmın mesleğidir. Oysa havâs, hükme varmak için, konunun kaynağına ve temel metinlerine bakar.
Daha kabirde başlıyor çaresizliğiniz.
İyisi mi siz İslâm elbisesini güzelce giyiniz.
Hayvanların da, tıpkı batılılar gibi soyutlama gücü yoktur. Dikkatle bakılırsa, hayvanların da mukaddes değerleri olmadığı fark edilecektir. Sadece barınma ve beslenme gibi nedenlerle yaşar hayvanlar; barınma ve beslenme gibi nedenlerle ölür ve öldürürler.
Üstelik bir savaş hukukları da yoktur: haklı olan değil; güçlü olan kazanır hayvanların dünyasında.
Oysa insan, savaşırken bile bir ahlaka/ bir hukuka dayanmak zorundadır; çünkü o, güçlü olduğu için değil, haklı olduğu için savaşır.
Gücüne güvenerek değil, hakka/ Hakk’a dayanarak yapar hamlesini.
Zira müslümanca bir zihne sahip olmanın ilk adımı, müslümanca bir gönlüne sahip olmaktır.
Bu da ancak nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi ile mümkündür
Okullarda güya eğitim öğretim alıyoruz; çok önemli fakültelerin pek kıymetli bölümlerinden mezun oluyoruz; gazeteler, dergiler, kitaplar her yerde; üstelik internet ağlarıyla ördük ana yurdu dört yandan; bilgi çağındayız; ‘bilgi’ye ulaşmak artık çok kolay; değil mi?
Yalnız Ufak bir sorun var: Modernizmin dayattığı bu ‘bilgi’ bizi sâlih bir kul yapmıyor. Modernizmin dayattığı bu ‘düşünme biçimi’ bizi kibirli, ukala, küstah bir bireye dönüştürüyor.
Diplomalarımız, yüksek lisanslarımız, doktoralarımız, uzmanlıklarımız, kartvizitlerimiz, sıfatlarımız; sanki bizi en önemli hakikati; ‘acziyetimizi’ unutturmak için tasarlanmış.
İçinde yaşadığımız sosyokültürel ortamda, zihnimizin çalışma biçimi ne kadar İslamidir?
Bir kapitalist gibi yaşıyorsanız, bir Müslüman gibi düşünebilir misiniz?
Gazap ve öfke ânında insanın etrafında şeytanlar dolaşır ve akıl doğru çalışmaz;
Oysa rahmet ve sevinç ânında insanı melekler kuşatır ve akıl, akl-ı selim olur, sıhhatle çalışır.
Bir kere işin esası, samimiyettir arkadaşlar.
Ben derdimi ve üzüntümü yalnız Allah’a havale ediyorum.
El âlemin davranışlarına bakarak bir konu hakkında hükme varmak avâmın mesleğidir. Oysa havâs, hükme varmak için, konunun kaynağına temel metinlerine bakar vesselam.
Allah ecrimi zayi etmesin. Günahlarımı mağfiret buyursun. Rahmetiyle muamele etsin. Âmin
“Hikmetinden sual olunmayan Yüce Rabbim!” dedim içimden , “Tipleri gavur gibi , ama Türklüğü dillerine dolamışlar. Bu nasıl iş?”
“Namaz kılmıyorum ama benim kalbim temiz!”diyen yalancılara şu soruyla mukabele etmek de mümkün tabi: “Efendimiz Aleyhisselamın kalbi (hâşâ) senin kalbin kadar temiz değil miydi de sabahlara kadar namaz kıldı o mübarek? Di mi ama?..Anlaşılıyor ki “benimkalbimtemizciler” sahtekarın önde gidenleridir. Hatta bu herifler , sahtekarın önde koşanları, önde uçanları ve hatta önde ışınlananlarıdır..
Umut bu, aşkın yakıtıdır,hem yakar hem yaşatır, koşarak giderdi çağırıldığı yere! İsterse yalan olsun! Onun,yalanına koşarak gidilir;hakikatine uçarak!
Efendim, Ehl-i dil bilir ki, her iş usûlünce yapıldığında güzeldir. Usûle riayet etmeksizin yapılan işler arızalıdır, sakattır, patolojiktir.
-konu dışına çıkmanın zevkleri, ah!
(dalga geçmek gibi olmasın ama bu filozof taifesinin gevezeliklerini ve entelektüel dünyada çıkarttığı velveleyi düşününce aklıma ıslığı dağı taşı tuttu, güttüğü iki keçi! )
En’ am suresinin 162. ayetini öncelikle zikretmek isteriz. Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir