İçeriğe geç

Öğretmenim Bir Bakar mısın? Kitap Alıntıları – Doğan Cüceloğlu

Doğan Cüceloğlu kitaplarından Öğretmenim Bir Bakar mısın? kitap alıntıları sizlerle…

Öğretmenim Bir Bakar mısın? Kitap Alıntıları

Geçmişin içinde tıkanıp kalmak sağlıklı değildir. Geçmişten alınacak derslerin farkında olmak ve bu dersleri aldıktan sonra şimdi buradayı tam olarak değerlendirmeyi önemsemek gerekir."
Kulakları çınlasın, öldüyse Allah gani gani rahmet eylesin. Öğrencilerim ve okurlarım benim için bunu söylerse ruhum şad olur."
Gelişmiş insanın en temel özelliği, bilinçli seçimleriyle kendisi için anlamlı bir gelecek inşa edebilme çabası içinde olmasıdır."
Ne var ki, kendini dinlemeyi bilmeyen bir başkasını dinleyemez."
Çocukluktan ergenliğe geçiş, ait olmaktan yavaş yavaş birey olmaya geçiştir."
Hiç kimse, ama hiç kimse, tesadüfen öğretmen olmamalıdır.
Nitelikli, kendini daima geliştiren ve yaşamıyla model olabilen öğretmen güçlü öğretmendir. Toplum inşacısı olarak öğretmen güçlü olsun ki, toplum da uygar olabilsin.
… öğretmenlerin temel hedefi, öğrencilerinin kendine tanıklıklarının önemini keşfetmelerini sağlamak olmalıdır. Kendi yaşamının en önemli tanığı olduğunu ve değerlerini keşfetmiş bir insan, iyi, doğru ve adili bilmeye ve yapmaya özen gösteren bir vatandaş olur.
Kendi gözünde yok olan bir insan, diğer insanlarla ilişkisinde de etkili bir şekilde var olmaya devam edemez, zaman içinde yok olur.
Öğretmenin öneminin ve gücünün farkına varılması başarılması gereken ilk adımdır. Bu ilk adım, atılması en zor adımdır.
Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir."
Sevgili Doğan Hocam Merhaba,
Kitap çalışmanızı duyurduğunuz Instagram paylaşımınız sonrasında gerçekten çok heyecanlandım ve tüylerim diken diken oldu.
Sebebi, beni ve sınıfımızda bulunan diğer 62 kişiyi özel olarak okutan canım öğretmenim A.P.’yi hatırlatmanızdır.
Beni 34 yıl geriye götürdünüz.
Ben 1976 Adana doğumluyum. İlkokula Adana merkezde başladım. Ancak ailemin işlerinin iyi gitmemesi sebebiyle 2. sınıfın başında 3-4 bin nüfuslu Tufanbeyli ilçesine ta­şındık.
Aslında dezavantajlı gibi görünen bu durum, benim için müthiş bir avantaja döndü. Canım öğretmenimle diğer türlü tanışamayacaktım.
Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışı­ğı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir. Öğretmenimin benim gözümde niçin iyi bir öğretmen ol­duğunu anlatmak istiyorum: 1- Okuyan ve kendini geliştiren bir öğretmendi. Genç ve idealist bir öğretmendi, her gün gazete okurdu. Kendisini geliştirir, etrafındakilere de okuma alışkanlığı kazandırma­ya gayret gösterirdi. Bir gün bana, 8 yaşında bir çocuğa, La Fontaine’den Masallar isimli kitabı, ilk sayfasına bir­ kaç güzel söz yazıp imzalayarak hediye etti. Benim hayal gücüm zengindir, buradan geliyor olabilir!
2- Yaşadığı coğrafyanın zenginliğinden yararlanırdı. Baş­larda da söyledim, 3-4 bin nüfuslu bir taşra kasabasında olmamızdan dolayı imkânlar kısıtlı gibi görünürken öğret­menim farklı bir bakış açısıyla alternatifler üretirdi. Örneğin, bulunduğumuz ilçenin Şar isimli köyü (eski adı Komana) sınırları içerisinde tarihi eserler bulunmaktaydı. Sekiz dokuz yaşlarındaki çocukları toplayıp oraya gezi or­ganize etmişti. (37 yaşımda. Roma şehrindeki Collesium’u gördüm. Onun minyatürünü de gezi sırasında Şar köyün­de görmüştüm.) Ayrıca turu düzenlemek için belediye başkanından nasıl araç talep ettiğini hepimize anlatmış, insan ilişkileri ve iletişim teknikleri eğitiminin temelini o gün atmıştı bize.
Hepimizi ara sıra kısa yürüyüşlere çıkarır, sonrasında pik­nik yapmaya götürür, doğayla buluştururdu.
3- Liyakate inanırdı, kimseyi ötekileştirmezdi. 63 kişi olan sınıfımızdaki herkese eşit mesafede dururdu. Kimseyi ka­yırdığını hissetmezdik. Temizlik kolu" seçimi yapılacaksa, o göreve gerçekten kişisel temizliğine özen gösteren kişile­rin aday olmasını sağlardı. Kendi seçmezdi, sınıfın seçim yapmasını organize ederdi.
4- Sosyal aktiviteler yaptırırdı. Bizimle futhol, mendil kap­maca, koşu gibi çeşit çeşit spor aktivitesi yapardı. Kenar­ da durmaz, bizzat oyunların içinde olurdu. Hatta futbol oynadığımız sahanın taç çizgilerinin birinden açık kanali­zasyon geçerdi. Top kanala düştüğünde bilin ki taç olmuş­tur. Bir gönüllü topu çıkartır ve birkaç kez yere vurarak suyu temizlemeye çalışırdı. Böyle anlarda öğretmenimizin yüzünü görmeliydiniz. Sonraki birkaç dakika topa dokun­ makta isteksiz davranırdı, biraz zaman geçince oyuna o da devam ederdi.
Her sene sonu karne gününde sürpriz bir aktivite yaptırır­dı. Bir sene herkes kendi seçtiği şarkıyı söyledi. Öğretmeni­miz kayda aldı hepimizin sesini. Ben "Bir ilkbahar sabahı" şarkısını söylemiştim.
Sonraki sene karne gününde herkes bir şarkı eşliğinde oy­nadı. Şarkıların çoğunu öğretmenimiz canlı söylüyordu. Bizler de sıramız geldiğinde teker teker oynuyorduk. Ben "Karanfil deste gider" şarkısını seçmiştim. Kendisi şarkıyı bilmiyordu, diğer sınıftan şarkıyı bilen başka bir öğretme­ni sınıfa davet etti. Diğer öğretmen söyledi, ben oynadım valla!
On yaşlarında sınıfta tiyatro gösterisi sahneledik. Kendi­mizin yazdığı bir parodiyi canlandırdık.
5- Vefalıydı. Sadece bir yıl öğretmenliğimi yapmış 1. sınıf öğretmenime hitaben, öğretmenler gününü kutladığım bir mektup yazdırdı. (Zorla değil, bir yöntem öğreterek!) Bizler ilkokuldan mezun olduk, liseyi bitirdik ve hepimizi tekrar toplayıp Şar köyünde bir piknik organize etti. Yaptı­ğı daha nice güzel şey, benim ve diğer arkadaşlarımın ha­yatına katkı sağladı.
Belki yaptığı şeyleri çok iyi ifade edememiş olabilirim, ama günün sonunda 34 sene sonra hâlâ en iyi ilkokul eğitimini aldığımı hissettiriyor bana. Özel olduğumu hissettiriyor.
Umarım katkısı olur hocam.
Sevgler,
F.K.
Sanıyorduk ki Finlandiya, öğretmen adaylarını akademik olarak başarılı öğrenciler arasından seçiyor. Kitabı okuyunca anlıyoruz ki bu doğru değil. Özgür Bolat’ın aktardığı gibi; Finlandiya’da öğret­men adayları akademik olarak en iyi öğrenciler arasından seçilmiyor. Öğretmen adaylarında takım çalışması, meslek aşkı, iletişim becerisi, karakter gibi farklı özellikler aranıyor. Kişinin doğası. Öğretmenliğe ne kadar uygun ona bakılıyor."
”Hiç kimse, ama hiç kimse, tesadüfen öğretmen olmamalıdır!
Evet, öğretmen olmak bir iş değil; bir yaşam biçimidir.
Şiddetin okullarda hâlen var olduğu gerçeğinin farkında olup toplum olarak daha duyarlı olmamız gerekiyor. İlişkilerde sorunların şiddetle değil, iletişimle daha etkili ve verimli bir biçimde çözüle­ceğini öğrenmemiz gerekiyor. Öğretmenlerimize bu konuda önemli görevler düşmektedir.
Öğretmenlerle ilgili bir kitap yazdığınızı öğrendiğimden dolayı kendi ilkokul öğretmenim ile ilgili naçizane bir anımdan bahsetmek istedim.
Benim babam şoförlük yaparak bizim geçimimizi sağlıyor­du. Durumumuz ne kötü ne çok iyiydi. Bir öğretmenler gününde annem, öğretmenime hediye olarak elime, siyah bir bakkal poşeti içinde memleketten gelen fındığı tutuş­turdu. Kara kara düşünerek okula vardım. Neyse, herkes sırasından tek tek ayağa kalkarak öğretmenin yanına gidip masasına hediyeyi bırakıyor, onun elini öpüyordu. Masa­nın rengârenk hediye paketleri ile dolmasının verdiği sıkın­tıdan iyice sinmiştim.
Sıra bana geldi. Fındık poşetini, öğretmenin görmemesini dileyerek sıramın altına, yere bırakmıştım. Öğretmenim Gelsene kızım," dediğinde utancımdan ne kafamı kaldırabildim ne de onun yanına gitmeye yeltenebildim. Benim yüreği güzel öğretmenim durumu anladı. "Aa, bana mı o sıranın altındaki hediye? Getir bakalım, çok merak ediyorum," dedi. Mecburen kalktım, öğretmenime verdim siyah poşeti. Öğretmenim hiçbir hediyeyi açmamıştı. Lüt­fen benimkine de bakmasın diye dua ederken benim poşe­timi açtı ve büyük bir sevinç gösterisi ile bana sarıldı. Çok teşekkür etti, fındığı çok sevdiğini söyledi. Bütün sınıf ar­kadaşlarımın sırasına birer avuç fındık bıraktı ve herkesten bana teşekkür etmesini rica ederek benim sayemde hepimi­zin fındık yiyeceğinden bahsetti. Sonra da beni alkışlattı.
Yerime oturduğumda çok mutluydum.
Böyle günlerde hediyelerin beğenilmemesi gibi konularda etraftan duyduklarım karşısında benim öğretmenimin na­sıl naif olduğunu, aslında öğretmen kelimesinin içini tam anlamı ile doldurduğunu görebiliyorum. Benim kızım da inşallah böyle ince yürekli, yüreği sıcak bir öğretmene denk gelir. Sevgiler…
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Öğretmenin gücü, niyetinin saflığında gizlidir. Niyetinin saflığını inşa eden bir öğretmen, gönlüne girmiş olan "insan öğrencisi" için güçlü bir savaş verir. Öğretmenin, kendisi için verdiği bu savaşı gören öğrenci, kendi insan niyetini keşfetmeye yönelir ve o da kendi niyetinin saflığını inşa etmenin önemini kavrar. Artık o da niyetinin saflığı içinde yiğitçe, anlamlı, coşkulu ve güçlü bir hayat yaşamaya azmetmiş bir savaşçıdır."
Sevgili Doğan Hocam Merhaba,
Kitap çalışmanızı duyurduğunuz Instagram paylaşımınız sonrasında gerçekten çok heyecanlandım ve tüylerim diken diken oldu.
Sebebi, beni ve sınıfımızda bulunan diğer 62 kişiyi özel olarak okutan canım öğretmenim A.P.’yi hatırlatmanızdır.
Beni 34 yıl geriye götürdünüz.
Ben 1976 Adana doğumluyum. İlkokula Adana merkezde başladım. Ancak ailemin işlerinin iyi gitmemesi sebebiyle 2. sınıfın başında 3-4 bin nüfuslu Tufanbeyli ilçesine ta­şındık.
Aslında dezavantajlı gibi görünen bu durum, benim için müthiş bir avantaja döndü. Canım öğretmenimle diğer türlü tanışamayacaktım.
Öğrencilik hayatım boyunca onlarca öğretmenin ışığından faydalandım, ancak bahsettiğim öğretmenim bir başkaydı. Hani gökte de milyonlarca yıldız vardır, ama birinin ışı­ğı diğerlerinden fazladır ve size kutup yıldızı olur. İşte bu mektubun konusu olan öğretmenim de benim için öyledir. Öğretmenimin benim gözümde niçin iyi bir öğretmen ol­duğunu anlatmak istiyorum: 1- Okuyan ve kendini geliştiren bir öğretmendi. Genç ve idealist bir öğretmendi, her gün gazete okurdu. Kendisini geliştirir, etrafındakilere de okuma alışkanlığı kazandırma­ya gayret gösterirdi. Bir gün bana, 8 yaşında bir çocuğa, La Fontaine’den Masallar isimli kitabı, ilk sayfasına bir­ kaç güzel söz yazıp imzalayarak hediye etti. Benim hayal gücüm zengindir, buradan geliyor olabilir!
2- Yaşadığı coğrafyanın zenginliğinden yararlanırdı. Baş­larda da söyledim, 3-4 bin nüfuslu bir taşra kasabasında olmamızdan dolayı imkânlar kısıtlı gibi görünürken öğret­menim farklı bir bakış açısıyla alternatifler üretirdi. Örneğin, bulunduğumuz ilçenin Şar isimli köyü (eski adı Komana) sınırları içerisinde tarihi eserler bulunmaktaydı. Sekiz dokuz yaşlarındaki çocukları toplayıp oraya gezi or­ganize etmişti. (37 yaşımda. Roma şehrindeki Collesium’u gördüm. Onun minyatürünü de gezi sırasında Şar köyün­de görmüştüm.) Ayrıca turu düzenlemek için belediye başkanından nasıl araç talep ettiğini hepimize anlatmış, insan ilişkileri ve iletişim teknikleri eğitiminin temelini o gün atmıştı bize.
Hepimizi ara sıra kısa yürüyüşlere çıkarır, sonrasında pik­nik yapmaya götürür, doğayla buluştururdu.
3- Liyakate inanırdı, kimseyi ötekileştirmezdi. 63 kişi olan sınıfımızdaki herkese eşit mesafede dururdu. Kimseyi ka­yırdığını hissetmezdik. Temizlik kolu" seçimi yapılacaksa, o göreve gerçekten kişisel temizliğine özen gösteren kişile­rin aday olmasını sağlardı. Kendi seçmezdi, sınıfın seçim yapmasını organize ederdi.
4- Sosyal aktiviteler yaptırırdı. Bizimle futhol, mendil kap­maca, koşu gibi çeşit çeşit spor aktivitesi yapardı. Kenar­ da durmaz, bizzat oyunların içinde olurdu. Hatta futbol oynadığımız sahanın taç çizgilerinin birinden açık kanali­zasyon geçerdi. Top kanala düştüğünde bilin ki taç olmuş­tur. Bir gönüllü topu çıkartır ve birkaç kez yere vurarak suyu temizlemeye çalışırdı. Böyle anlarda öğretmenimizin yüzünü görmeliydiniz. Sonraki birkaç dakika topa dokun­ makta isteksiz davranırdı, biraz zaman geçince oyuna o da devam ederdi.
Her sene sonu karne gününde sürpriz bir aktivite yaptırır­dı. Bir sene herkes kendi seçtiği şarkıyı söyledi. Öğretmeni­miz kayda aldı hepimizin sesini. Ben "Bir ilkbahar sabahı" şarkısını söylemiştim.
Sonraki sene karne gününde herkes bir şarkı eşliğinde oy­nadı. Şarkıların çoğunu öğretmenimiz canlı söylüyordu. Bizler de sıramız geldiğinde teker teker oynuyorduk. Ben "Karanfil deste gider" şarkısını seçmiştim. Kendisi şarkıyı bilmiyordu, diğer sınıftan şarkıyı bilen başka bir öğretme­ni sınıfa davet etti. Diğer öğretmen söyledi, ben oynadım valla!
On yaşlarında sınıfta tiyatro gösterisi sahneledik. Kendi­mizin yazdığı bir parodiyi canlandırdık.
5- Vefalıydı. Sadece bir yıl öğretmenliğimi yapmış 1. sınıf öğretmenime hitaben, öğretmenler gününü kutladığım bir mektup yazdırdı. (Zorla değil, bir yöntem öğreterek!) Bizler ilkokuldan mezun olduk, liseyi bitirdik ve hepimizi tekrar toplayıp Şar köyünde bir piknik organize etti. Yaptı­ğı daha nice güzel şey, benim ve diğer arkadaşlarımın ha­yatına katkı sağladı.
Belki yaptığı şeyleri çok iyi ifade edememiş olabilirim, ama günün sonunda 34 sene sonra hâlâ en iyi ilkokul eğitimini aldığımı hissettiriyor bana. Özel olduğumu hissettiriyor.
Umarım katkısı olur hocam.
Sevgler,
F.K.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanıyorduk ki Finlandiya, öğretmen adaylarını akademik olarak başarılı öğrenciler arasından seçiyor. Kitabı okuyunca anlıyoruz ki bu doğru değil. Özgür Bolat’ın aktardığı gibi; Finlandiya’da öğret­men adayları akademik olarak en iyi öğrenciler arasından seçilmiyor. Öğretmen adaylarında takım çalışması, meslek aşkı, iletişim becerisi, karakter gibi farklı özellikler aranıyor. Kişinin doğası. Öğretmenliğe ne kadar uygun ona bakılıyor."
”Hiç kimse, ama hiç kimse, tesadüfen öğretmen olmamalıdır!
Evet, öğretmen olmak bir iş değil; bir yaşam biçimidir.
Şiddetin okullarda hâlen var olduğu gerçeğinin farkında olup toplum olarak daha duyarlı olmamız gerekiyor. İlişkilerde sorunların şiddetle değil, iletişimle daha etkili ve verimli bir biçimde çözüle­ceğini öğrenmemiz gerekiyor. Öğretmenlerimize bu konuda önemli görevler düşmektedir.
Öğretmenlerle ilgili bir kitap yazdığınızı öğrendiğimden dolayı kendi ilkokul öğretmenim ile ilgili naçizane bir anımdan bahsetmek istedim.
Benim babam şoförlük yaparak bizim geçimimizi sağlıyor­du. Durumumuz ne kötü ne çok iyiydi. Bir öğretmenler gününde annem, öğretmenime hediye olarak elime, siyah bir bakkal poşeti içinde memleketten gelen fındığı tutuş­turdu. Kara kara düşünerek okula vardım. Neyse, herkes sırasından tek tek ayağa kalkarak öğretmenin yanına gidip masasına hediyeyi bırakıyor, onun elini öpüyordu. Masa­nın rengârenk hediye paketleri ile dolmasının verdiği sıkın­tıdan iyice sinmiştim.
Sıra bana geldi. Fındık poşetini, öğretmenin görmemesini dileyerek sıramın altına, yere bırakmıştım. Öğretmenim Gelsene kızım," dediğinde utancımdan ne kafamı kaldırabildim ne de onun yanına gitmeye yeltenebildim. Benim yüreği güzel öğretmenim durumu anladı. "Aa, bana mı o sıranın altındaki hediye? Getir bakalım, çok merak ediyorum," dedi. Mecburen kalktım, öğretmenime verdim siyah poşeti. Öğretmenim hiçbir hediyeyi açmamıştı. Lüt­fen benimkine de bakmasın diye dua ederken benim poşe­timi açtı ve büyük bir sevinç gösterisi ile bana sarıldı. Çok teşekkür etti, fındığı çok sevdiğini söyledi. Bütün sınıf ar­kadaşlarımın sırasına birer avuç fındık bıraktı ve herkesten bana teşekkür etmesini rica ederek benim sayemde hepimi­zin fındık yiyeceğinden bahsetti. Sonra da beni alkışlattı.
Yerime oturduğumda çok mutluydum.
Böyle günlerde hediyelerin beğenilmemesi gibi konularda etraftan duyduklarım karşısında benim öğretmenimin na­sıl naif olduğunu, aslında öğretmen kelimesinin içini tam anlamı ile doldurduğunu görebiliyorum. Benim kızım da inşallah böyle ince yürekli, yüreği sıcak bir öğretmene denk gelir. Sevgiler…
Bir de anne babanın, çocuğun yanında öğretmeni eleştir­mesi konusu var. Ben bunu çok yanlış buluyorum. Anne babasının saygı göstermediği kişiye çocuk da saygı göster­mez. Ben her zaman öğretmenlerini çocuklarıma överim, onun iyi taraflarını anlatırım.
Denetim Odaklı Korku Kültürü algısı içinde ilişkilerini anlamlan­dıran veli, öğretmenin BİZ bilinci ve ekip anlayışı içindeki yaklaşı­mını bir otorite kurma ve denetleme tavrı olarak algılamış olabilir. O nedenle öğretmenlere önerim, öğrencilerinizin anne babasıyla önce tanışın ve sizin kim olduğunuzu öğrenmelerine vakit ayırın. Siz de onların kim olduğunu öğrenin. İlk birkaç toplantı tamamıyla tanışma toplantısı olsun, sorun çözmeye yönelmeyin. Denetim Odaklı Korku Kültürü algısı içinde birinin diğerinden korkmadan ekip algısı içine girmesi kolay iş değildir. Öğretmen veli ilişkisinde BİZ oluşturmak çok, ama çok zordur. Bunun farkında olarak hareket etmek gerekir.
Amerikalı şair Edward Estlin Cummings der ki:
Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir boşladı mı, artık hiç bitmez!…
Merhabalar,
3 genç kız annesiyim. Hepimizin olduğu gibi benim de öğ­rencilik yaşantımda birçok anım oldu. Bir tanesini ben de paylaşmak istedim. 1988 yılında düşüncelerinin bizlerden farkll olduğunu bildiğimiz, ancak belki biraz korku belki de aldığımız eğitim sebebiyle saygıda kusur etmediğimiz bir psikoloji öğretmenimizle aramızda geçen bir diyaloğu paylaşmak istedim.
Öğretmenimiz ders anlatırken bize her ne kadar kendi dü­şüncelerini dikre etmek istemese de biz her şeyin farkındaydık. Öğretmenimizin derste konu anlatımı yaptığı bir gün oldukça zeki bir sınıf arkadaşım söz isteyerek kendi düşün­celerini ifade etmek istedi. Arkadaşımızın düşüncelerinin kendisininkiyle ters düşme­si üzerine öğretmenimiz ”Kes! Kes! Bana bu düşüncelerle maval okuma! diyerek arkadaşımı susturdu.
Genç delikanlı mahcup bir şekilde, sessizce yerine oturdu. Hepimiz şok olmuştuk. Bense çok kızgındım. Öğretmeni­miz konuyu değiştirmeye çalışarak ders anlatmaya devam etti. Olayın üzerinden on dakika ancak geçmişti. Öğretme­nin anlattığını duymuyordum. Aklım hâlâ az önceki olay­daydı. Israrla söz istedim. Öğretmenim söz verdiğinde "Az önceki arkadaşıma söz hakkımı vermek istiyorum. Siz ar­kadaşımı susturdunuz. Ben onun ne söyleyeceğini bilmek istiyorum, " dedim.
Öğretmenim çok şaşırmıştı. Bütün sınıfın önünde, benim bu talebime karşı çıkmadan arkadaşıma "Kalk bakalım. Sözünü tamamla," dedi. Arkadaşım çok şaşırmıştı, kalktı ancak konu geçtiği için ne söyleyeceğini sanırım biraz he­yecandan biraz da az önce yaşamış olduklarından dolayı unutmuştu. Alakasız bir şeyler söyledi. Arkadaşımın konuşması bittiğinde öğretmenim bana dö­nerek "Ben onun zırvalayacağını bildiğim için sözünü kesmiştim," dedi. Ben de "Ne olursa olsun buna hakkınız yoktu," dedim. Öğretmenimiz cevap veremeden zil çaldı, o gün bütün arkadaşlarım bana sanki tuhaf bir yaratık­mışım gibi bakmışlardı. Yıl sonunda aynı öğretmenimiz sınavda toplam beş soru sordu. Soruların dördü sene bo­yunca öğrettikleri üzerineydi. Son soru psikoloji dersinin bize ne kattığı hakkındaydı. Dört soru toplam 50 puan, son soru 50 puandı.
"Kitaplarınızı açın ve istediğinizi yazın," dedi. Hepimiz yazdık. Lise son sınıf öğrencileri olarak hepimiz sınav so­nuçlarını merakla bekliyorduk. Öğretmenimiz sınıfta so­nuçları okurken bir yandan da hepimize tek tek soruyordu: "Kaç bekliyorsun?" Kimimiz 20, kimimiz 70 diyorduk… Okuduğu tüm notlar 50 veya altıydı.
Sıra bana geldiğinde aynı soruyu sordu. Ben de "Arkadaşlarımın aldığı notlara bakılırsa sanırım 50 alırım, " dedim. Çünkü son soru derste anlatılanlar değil, tamamen öğret­menimizin bizimle ilgili gözlemleri üzerinden verebileceği bir nottu. "Sana verilebilecek not 1000 olsaydı, 1000 verir­dim. Ancak sistem gereği 100 verebiliyorum," diye cevap verdi.
Arkadaşlarımın hepsi şaşkınlıkla "Hocam biz de yazdık, neden bizim notumuz düşük?" diye sormaya başladı. Öğ­retmenimiz, "Kalk söyle bakalım ne yazdığını arkadaşla­rına," dedi. Ben de dersin bana kattığı en önemli şeyi söy­ledim: "Karşımdaki insanın düşünce ve davranışları nasıl olursa olsun, kendi hakkımı ve sevdiklerimin hakkını, aynı zamanda düşüncelerimi saygı kuralla­rı çerçevesinde savunmayı öğretti." Ben bu olaydan sadece şahsi bir şeyler öğrendiğimi düşün­müyorum. Sanırım öğretmenim de benim gibi, kendince bir şeyler öğrenmişti. Saygılarımla.
Bir de anne babanın, çocuğun yanında öğretmeni eleştir­mesi konusu var. Ben bunu çok yanlış buluyorum. Anne babasının saygı göstermediği kişiye çocuk da saygı göster­mez. Ben her zaman öğretmenlerini çocuklarıma överim, onun iyi taraflarını anlatırım.
Denetim Odaklı Korku Kültürü algısı içinde ilişkilerini anlamlan­dıran veli, öğretmenin BİZ bilinci ve ekip anlayışı içindeki yaklaşı­mını bir otorite kurma ve denetleme tavrı olarak algılamış olabilir. O nedenle öğretmenlere önerim, öğrencilerinizin anne babasıyla önce tanışın ve sizin kim olduğunuzu öğrenmelerine vakit ayırın. Siz de onların kim olduğunu öğrenin. İlk birkaç toplantı tamamıyla tanışma toplantısı olsun, sorun çözmeye yönelmeyin. Denetim Odaklı Korku Kültürü algısı içinde birinin diğerinden korkmadan ekip algısı içine girmesi kolay iş değildir. Öğretmen veli ilişkisinde BİZ oluşturmak çok, ama çok zordur. Bunun farkında olarak hareket etmek gerekir.
1. Kendi gözünde var olmaya, kendi gözünde kendini umursama­ya, kendi gözünde yok olmamaya özen gösterir. Müdürle, diğer öğ­retmenlerle, öğrencilerle, velilerle ilişki içinde iken onların gözünde nasıl göründüğüne önem verir; ama bir o kadar da, hatta belki de bi­raz daha fazla, kendi gözünde var olmaya öncelik verir. Şunu çok iyi bilir; Kendi gözünde yok olan bir insan, diğer insanlarla ilişkisinde de etkili bir şekilde var olmaya devam edemez, zaman içinde yok olur.
2. Mükemmel olmaya çalışmaz; yaptığı hataları ve kusurları bir gülümsemeyle karşılar ve iki şeyi aynı anda yapmaya özen gösterir:
a) Hata ve eksiklerini görür, ama kendini yargılamaz,
b) Yukarıda ‘Nasıl daha güçlü bir öğretmen olabilirim?" başlığı altında anlattığımız uygulamayı gündeminde tutar. Niyetinin saflığı içinde geçen her haftanın sonunda, bir önceki haftadan daha iyi bir öğretmen olmayı hedefler. Kendini kendinden baş­ka kimseyle kıyaslamaz.
3. Kendisiyle kurduğu ilişkiyi önemser. Evrende tek olduğunu ve başka hiç kimsenin kendisiyle, kendi özüyle kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kuramayacağının farkındadır. Şu evrende tekliğinin farkındalığını hiç unutmamaya özen gösterir.
4. Kendi potansiyeline güvenir. Davranışları bazen hatalı olabi­lir; bilir ki doğrusunu öğrenip hataların üstesinden gelme potansiyeli kendinde vardır. Doğru, iyi ve adil olanı öğrenip yapacak gücü oldu­ğuna inanır.
5. Kendini sevilmeye layık biri olarak görür, gelişimi için zaman ayırıp emek vermeye değer biridir. Her gün kendisinin bedenen, ak­len, manen ve duygusal olarak gelişimi ile sosyal ilişkileri için zaman ayırır. Kendini sever.
6. Kendini hem saygıdeğer bir birey hem de geliştirdiği büyük resim içinde ailesinin, okulunun, mesleğinin, milletinin ve insanlığın değerli bir üyesi olarak görür. Ailesine, mesleğine, milletine ve in­sanlığına yakışacak şekilde var olmaktan sorumluluk duyar ve özen gösterir.
Her gün, gün bitiminde size uygun bir ortam ve zamanda 10-15 dakika gibi kısa bir süre ayırın ve gününüzü gözden geçirmeye fırsat yaratın. Kendinize aşağıdaki soruları sorun ve cevaplarınızı müm­künse kısaca kaydedin:
• Bugün kendim olma cesaretim ne kadar vardı? Bugün, yaşa­mımda kendim olarak ne kadar var oldum? Yaşamınızda ken­diniz olarak var olmayı (YKOVO) 0 ile 100 arasında bir ölçek üzerinde değerlendirin.
Kendinize şu soruları sorun:
a) Bugün kendim olarak var olma miktarımdan memnun mu­yum?
b) Daha çok kendim olarak var olabilir miydim?
c) Neden istediğim derecede var olamadım?
• Bugün hangi olumlu ve olumsuz duyguları yaşadım?
a) Olumlu duygularım nelerdi?
Sevgi
Yakınlık
Dostluk
Hâlden anlama
Yardımlaşma
Güven… vb.
b) Olumsuz duygularım nelerdi?
Kaygı
Korku
Öfke
Kıskançlık
İğneleme, istihza… vb.
Gözden geçirerek Bu duygular benim hakkımda ne diyor?" soru­sunu sorun ve günlüğünüze farkına vardıklarınızı kısa notlar hâlinde yazın.
• Aşağıdaki üç soru çerçevesinde gününüzü değerlendirin:
1. Bugün neleri iyi yaptım?
Bilinçli olarak yaptığınız iyi şeyleri düşünün ve cömert davrana­rak aklınıza gelen en ufak ayrıntıyı dahi yazın. Örneğin, "Öğlen ye­meğe giderken elimi yıkamayı ihmal etmedim," demek size önemsiz görünmesin.
2. Bugün neleri daha iyi yapabilirdim?
İyi yapmak mümkün iken tam iyi yapamadığınız, içinize sinme­miş şeyleri içiniz bilir. Onları yazın. Örneğin, bir öğrenciyle göz göze geldiğinizde onun söylemek istediği bir şey olduğunu hissettiğiniz hâlde, onu görmemiş gibi yaptığınızı içiniz bilir. Düşünün ve na­sıl hissettiğinize bakın. İçiniz "İyi ki öğrenciyle konuşmadım, aksi hâlde uğraşıp yeni sorunları dinlemek durumunda kalacaktım, aferin bana," mı diyor; yoksa içinizde bir yerde hafif bir hüzün, kendinize dönük bir yargılama mı var? Farkına varın ve ona göre ileriki günlerle ilgili karar verin.
3. Öğrendiğim bir şey oldu mu, bugün ne öğrendim?
Ne öğrendiğinizi bir cümle ile defterinize yazın.
• Merak eden yönüm bugün canlı mıydı? Neyi merak ettim, niçin merak ettim ve merakımı gidermek için ne yaptım?
Yukarıda önerdiğim adımları uygulamak her insan için önemli gelişim süreçleri oluşturur. Her meslekten insan bunu uygulayabilir, ama öğretmenin uygulaması sadece kendinin değil, öğrencilerinin ve onların anne babalarının da gelişimini etkileyecektir. Bir öğretmenin yukarıda söylediğimiz uygulamaları her gün yapması, diğer öğret­menlerin de mutlaka dikkatini çekecek ve onları da etkileyecektir.
Sınıfa girdim , ilkokul dört. Öğrencilere hazırladığım ufak kâğıtları dağıttım . “Bu kâğıtlarla ne yapacağınızı son­ra söyleyeceğim,” dedim. Sınıfın bir köşesine yürüdüm. “Çocuklar,” diye söze başladım. “Burası sıfır; hiç kendi­niz değilsiniz, çok sıkılmışsınız, patlıyorsunuz. Anlatılan şeyler ilginizi çekmiyor, yapılan şeyler ilginizi çekmiyor, kapıyı kapatsalar pencereden kaçmak istiyorsunuz. Beni anlıyor musunuz?” diye sordum. Koro halinde “Eveeet,” dediler, beni çok iyi anlamışlardı.
“Şimdi, dedim sınıfın öbür köşesine geçerek. “Burası 10. Burada kaptırmışsınız kendinizi, anlatılanı ilgiyle dinli­yorsunuz. Anlatılan şeyler, yapılan şeyler ilginizi çekiyor. Diyelim o sırada ben geliyorum, ‘Haydi dondurma ye­meye gidelim,’ diyorum Siz, ‘Gitmeyeceğim ,’ diyorsunuz. ‘Parasını ben vereceğim ,’ diyorum. Siz ‘İstemiyorum ,’ di­yorsunuz. ‘Üstüne para vereceğim ,’ diyorum. ‘İstemem, dondurman da paran da senin olsun, ben burada kalmak istiyorum ,’ diyorsunuz. İşte burası 10, burada tam kendinizsiniz.” Sonra sıfırla on arasında kalan, iki köşe arasın­daki bir yeri işaretleyip “Şurası ise 5, ‘Dondurma yemeye gitsem de olur, sınıfta kalsam da olur,’” dedim.
“Şimdi,” diye sözlerime devam ettim , “size verdiğim o ufak kâğıda lûtfen yazın, bu okulda siz ne kadar varsınız? 0 ile 10 arasında bir rakam yazın!” Bir oğlan çocuğu el kaldırdı, “Kûsurlu verebilir miyiz?" diye sordu. Alay ediyor sandım , ama “Verebilirsiniz,” dedim.
Aralarında geziniyorum, baktım çocukların hepsi kûsurlu veriyor. 5,4; 6,2; 5,6 gibi… 5,4 yazana “Neden 5,4?” dedim. Şöyle bir bakıp “Öyle hissediyorum,” dedi. Sanki içinde barometre var. Barometrede ne yazıyor ise öyle yazmak zorunda, çünkü barometre o rakamı gösteriyor.
Öğleden sonra ortaokul ikinci sınıfa girdim. Ölçeği 100 yaptım . Öğrencilere küçük kâğıtları dağıttım ve sınıfın köşelerine giderek var olma derecelerini sıfır ve yüz olarak anlattım . “Siz bu okulda ne kadar varsınız?” diye sordum. Yuvarlak rakam yazan yoktu. 72 yazmış çocuk. “Neden 72?" diye sorunca, “Öyle hissediyorum," dedi. Düşûnmeye başladım. Bu çok önemli bir gözlem benim için. Seminerlerimde diyorum ki: “Şimdi size sorsam ne kadar susuzsunuz diye, hemen bilir ve bir şey söylersiniz. 100 üzerinden ölçek versem ne kadar açsınız, ne kadar yor­gunsunuz bilirsiniz. Beyin takip ediyor. Bakın, beyindeki muhasebeci bir şeyi daha takip ediyor: Şimdi burada siz kendiniz olarak ne kadar varsınız?”
Akşam yatmadan önce şöyle bir otuz saniye düşünün, bu­ gün ben kendi hayatımda, kendim olarak ne kadar var­dım?Çok düşünmenize gerek yok. İçiniz bilir ve hemen cevap verir. Üniversite öğrencilerine seminerlerimde söylüyo­rum. Her gün “Bugün ben kendi hayatımda, kendim ola­rak ne kadar vardım?” sorusunu sorun ve içinizin verdiği cevapları kaydedin, her gün kaydedin. Hafta sonu orta­lamasını bulun, ay sonu ortalamasını bulun, yıl sonu or­talamasını bulun. Onlara “Hayatınızın en önemli verisini topluyorsunuz," diyorum. Kendi yaşamında kendin olarak var olabilmek, şevkin, yaratıcılığın kaynağıdır. Yaratıcı düşüncenin kaynağıdır.
İnsanın kendi yaşamında kendisi olarak var olmasına izin veren ortamlarda insan şevklidir, izin vermeyen ortam­larda ise şevksiz.
İlkokul öğretmenim M.S., adı hem aklımın hem de kalbi­min baş köşesinde yer etmiş bir kişi, tanıdığım ilk büyük insan ve masalımın kahramanıydı…
Onu görür görmez çok sevdim. Etrafımdaki diğer büyükler gibi değildi. Saçlarımı ilk o okşadı, bize her zaman mane­viyatı aşıladı.
Bize hiç unutmadığım bir oyun öğretti. Her gece oyna­madan uyumayın,” derdi. Oyun şuydu: “Yastığa başınızı koyunca yanınıza bir polis abi gelsin. Bugün ne yaptın, arkadaşını üzdün mü, başkasının eşyasını aldın mı, hiç yalan söyledin mi vb. sorular sorsun. Ama kimse yalana kaçmasın! Sorulardan birinin cevabı evetse, hemen sabah bunu düzelt. Tüm soruların cevapları hayırsa mışıl mışıl uyu," derdi.
O zaman 6 yaşındaydım, şimdiyse 36 yaşındayım ama adı­nın vicdan olduğunu sonradan öğrendiğim o polis abiyle konuşmadan hâlâ uyuyamıyorum…

Öğretmenimin el yazısı çok güzeldi. Onu hep hayranlıkla seyrederdim. Bugün hâlâ sadece el yazısı yazabiliyorum. Bir türlü düz yazı yazamadım, çünkü ben onu hiç unutma­dım, unutmayacağım! Onu rahmet ve minnetle anıyorum! İlk aşkım, sevgili öğretmenim! Mekânın cennet olsun…

… öğretmen sadece kendi yaşamını inşa etmez; kendisiyle birlikte öğrencilerinin ve bir ülkenin de geleceğini inşa eder.
Çocukların onuru, gururu olmaz sanırlar. Oysa ne kadar da çok yanılırlar."
Hayata bakış açımı değiştiren, yaşamıma yön veren bir öğ­retmenimle anımı anlatmak istiyorum size.
O yıllarda henüz ilkokulu yeni bitirmiş ve ortaokulun ilk sınıfına geçmiştim. Dersime giren bütün öğretmenler önce anne babamızın mesleğini, sonra da adımızı ve soyadımızı soruyordu.
Ders tanışma dersi. O güne kadar birlikte bir anımızın dahi olmadığı babamın mesleğinin tam olarak ne olduğu­nu kestirebilmiş değilim. Babam tır şoförü, aylar boyunca başka bir şehirde ya da ülkede oluyor. Anneme, “Babamın mesleğini sorduklarında ne diyebilirim ? diye sordum. Tır şoförü demek galiba beni biraz rahatsız etmişti. Bir gün annem, "Nakliyeci diyebilirsin," dedi.
Ve ben o günden sonra dersimize ilk kez giren öğretmenle­rin, ismimizden daha önce merak ettikleri babamın mesleği için "nakliyeci" demeye başladım. Ama gördüm ki asıl zor­lu süreç bundan sonra başlıyor. Çünkü hiç kimse nakliye­cinin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.

Derken bir gün Türkçe dersimize yeni bir öğretmen geldi ve yine bir tanışma faslı başladı. Diğerlerinden çok da fark­lı olmayan bir tutum sergilemesini beklerken birden "Evet, babalarınızın ve annelerinizin mesleklerini hiç merak etmi­yorum. Ben önce isminizi, sonra da ileride ne olmak istedi­ğinizi ve hedeflerinizi merak ediyorum," dedi. Hayatımın şokunu yaşamıştım. Boyum fasa olduğu için en ön sırada, sağ tarafta oturuyorum. Bu yüzden eli ilk bana doğru uzandı. "Söyle bakalım küçük kız, adın ne ve ne ol­mak istiyorsun," diye sordu.
İşte o anda karar verdim ne olmak istediğime! "İsmim F.," dedim, "ve Türkçe öğretmeni olmak istiyorum." Bütün sınıf önceden sözleşmiş gibi aynı anda kahkahayı bastı. Genç ve güzel öğretmenimle ben, ikimiz de çok şaşırmıştık. Sınıftaki herkesle tanışması bittikten sonra öğret­men bana dönüp "Arkadaşlarının sana neden güldüğünü anladın mı?" diye sordu. Ben de "Hayır," dedim. "Çünkü hiçbir arkadaşın henüz ne olmak istediğine karar vereme­miş," diye açıkladı.

işte ben de, o gün mesleğine yeni başlayan Türkçe öğretme­nimin bende bıraktığı o derin izlerle, bugün meslekte 11. yılımı bitirdim. 11 yıldır mesleğine son derece inanan ve tıpkı o gün öğretmenimin yaptığı gibi öğrencilerinin anne ve babasının mesleğini hiç merak etmeyen; onları ait olduk­ları geleceğe taşıma yolunda hep çaba harcayan; çocuklara, yaşama ve güzelliklere inanan idealist bir Türkçe öğretme­niyim.

Geçmişin içinde tıkanıp kalmak sağlıklı değildir. Geçmişten alı­nacak derslerin farkında olmak ve bu dersleri aldıktan sonra şimdi buradayı tam olarak değerlendirmeyi önemsemek gerekir.
Geleceğin içinde tıkanıp kalmak da sağlıksızdır. Böyle kişilere gerçekle ilişkisini kesmiş hayalperestler denir. Gerçeklerden koparak hayal dünyasına girmek iyice abartılırsa akıl hastalıklarına yol aça­bilir. Geçmişi hesaba almadan, geleceği düşünmeden, sadece şimdiyi ve burayı düşünerek hareket etmek tehlikelerle dolu bir hayat tarzıdır. Şehvet anları, değişik uyuşturucu ilaçların etkisi altında yapılan dav­ranışlar, insanın tüm hayatını olumsuz etkileyen sonuçlar doğurabilir. Geçmiş, gelecek ve şimdi-burada dengesi, sağlıklı ve anlamlı bir yaşamın temelidir.
Hayata bakış açımı değiştiren, yaşamıma yön veren bir öğ­retmenimle anımı anlatmak istiyorum size.
O yıllarda henüz ilkokulu yeni bitirmiş ve ortaokulun ilk sınıfına geçmiştim. Dersime giren bütün öğretmenler önce anne babamızın mesleğini, sonra da adımızı ve soyadımızı soruyordu.
Ders tanışma dersi. O güne kadar birlikte bir anımızın dahi olmadığı babamın mesleğinin tam olarak ne olduğu­nu kestirebilmiş değilim. Babam tır şoförü, aylar boyunca başka bir şehirde ya da ülkede oluyor. Anneme, “Babamın mesleğini sorduklarında ne diyebilirim ? diye sordum. Tır şoförü demek galiba beni biraz rahatsız etmişti. Bir gün annem, "Nakliyeci diyebilirsin," dedi.
Ve ben o günden sonra dersimize ilk kez giren öğretmenle­rin, ismimizden daha önce merak ettikleri babamın mesleği için "nakliyeci" demeye başladım. Ama gördüm ki asıl zor­lu süreç bundan sonra başlıyor. Çünkü hiç kimse nakliye­cinin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.

Derken bir gün Türkçe dersimize yeni bir öğretmen geldi ve yine bir tanışma faslı başladı. Diğerlerinden çok da fark­lı olmayan bir tutum sergilemesini beklerken birden "Evet, babalarınızın ve annelerinizin mesleklerini hiç merak etmi­yorum. Ben önce isminizi, sonra da ileride ne olmak istedi­ğinizi ve hedeflerinizi merak ediyorum," dedi. Hayatımın şokunu yaşamıştım. Boyum fasa olduğu için en ön sırada, sağ tarafta oturuyorum. Bu yüzden eli ilk bana doğru uzandı. "Söyle bakalım küçük kız, adın ne ve ne ol­mak istiyorsun," diye sordu.
İşte o anda karar verdim ne olmak istediğime! "İsmim F.," dedim, "ve Türkçe öğretmeni olmak istiyorum." Bütün sınıf önceden sözleşmiş gibi aynı anda kahkahayı bastı. Genç ve güzel öğretmenimle ben, ikimiz de çok şaşırmıştık. Sınıftaki herkesle tanışması bittikten sonra öğret­men bana dönüp "Arkadaşlarının sana neden güldüğünü anladın mı?" diye sordu. Ben de "Hayır," dedim. "Çünkü hiçbir arkadaşın henüz ne olmak istediğine karar vereme­miş," diye açıkladı.

işte ben de, o gün mesleğine yeni başlayan Türkçe öğretme­nimin bende bıraktığı o derin izlerle, bugün meslekte 11. yılımı bitirdim. 11 yıldır mesleğine son derece inanan ve tıpkı o gün öğretmenimin yaptığı gibi öğrencilerinin anne ve babasının mesleğini hiç merak etmeyen; onları ait olduk­ları geleceğe taşıma yolunda hep çaba harcayan; çocuklara, yaşama ve güzelliklere inanan idealist bir Türkçe öğretme­niyim.

Geçmişin içinde tıkanıp kalmak sağlıklı değildir. Geçmişten alı­nacak derslerin farkında olmak ve bu dersleri aldıktan sonra şimdi buradayı tam olarak değerlendirmeyi önemsemek gerekir.
Geleceğin içinde tıkanıp kalmak da sağlıksızdır. Böyle kişilere gerçekle ilişkisini kesmiş hayalperestler denir. Gerçeklerden koparak hayal dünyasına girmek iyice abartılırsa akıl hastalıklarına yol aça­bilir. Geçmişi hesaba almadan, geleceği düşünmeden, sadece şimdiyi ve burayı düşünerek hareket etmek tehlikelerle dolu bir hayat tarzıdır. Şehvet anları, değişik uyuşturucu ilaçların etkisi altında yapılan dav­ranışlar, insanın tüm hayatını olumsuz etkileyen sonuçlar doğurabilir. Geçmiş, gelecek ve şimdi-burada dengesi, sağlıklı ve anlamlı bir yaşamın temelidir.
Ü.G. ilkokul 3’ten itibaren köyde öğretmenimdi. Kemer (Bozdoğan) Barajının suladığı Akçay Ovası’nın, Karın­calı Dağı’yla birleştiği yerde kurulmuş büyük bir köydü bizimki. Okulun bahçesinden Madran Dağı görünürdü. Okulun büyük bahçesinde badem, zeytin, çam, çitlembik ağaçları vardı. Karıncalı Dağı’nın doruklarında eriyen kar sularının oluşturduğu su arkı, baharları okulun bahçesin­den geçerdi.

Ü.G. öğretmenim resim derslerini okulun bahçesinde yap­tırırdı. Sandalyeleri su arkının içine yerleştirip akan su­yun içinde resimler yapardık. Sulu boya fırçalarını akan suya daldırıp temizlerdik. Bu bize büyük keyif verirdi. Öğretmenimiz böyle isterdi. Akan suda yüzünü yıkayıp gülümserdi.
Okulun bahçesine, mevsime uygun sebzeler diktirirdi. Çarşamba günleri tarım dersi yaptırırdı. Evden çapa, kü­rek getirip sebzeleri çapalardık. Her öğrencinin bir ağa­cı vardı, onlara gözümüz gibi bakardık. Bazı günler bizi kır gezintilerine çıkarır, bize tabiatı anlatırdı. Birlikte kır oyunları oynardık.
Ders dışı okuma günleri düzenlerdi. Herkes okuduğu ma­salı, öyküyü anlatırdı. Öğretmenimiz de merakla dinlerdi. Sonra Çıkardığınız ders, buradaki ana fikir nedir?" diye sorardı.
Köye sinema geldiğinde film uygunsa öğrencileri toplu hâlde sinemaya götürürdü.
Eşi S. Hanım da öğretmendi. Müzik derslerini hep o verir­di. Kimi zaman bu iki öğretmenimiz bizlerle birlikte şar­kılar söylerdi. Öyle çok hoşumuza giderdi ki… Çok mutlu olurduk.
Öğretmenimiz, öğrencilerin müteşebbis ruhunun gelişme­si için okul kooperatifi yararına, teneffüslerde simit, gofret, şeker sattırırdı. Ben de kahveli şeker satmış ve bundan çok büyük keyif duymuştum. Kazanılan parayla öğretmenimiz okula yakacak odun satın alırdı. Ayrıca yine kazanılan pa­rayla okulun etrafına uzunca bir duvar çektirmişti.
Ulusal bayramlarda müsamereler düzenler, bütün köyde bu müsamereleri izlerdi. Ben de o oyunlarda rol alırdım.

Öğretmenimiz köy derneği kurmuştu. İlçede, köy derneği yararına Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyununu organize ettiler. Bazı kişiler oyunun yazarını beğenmeyince bu defa dernek yararına değil, kendi başına organize etti. Oyundan edilen kâr ile köy camisine iki halı alıp sermişti.
Zeki öğrencilerin velilerini ikna edip çocuklarına ilkokul­dan sonra da eğitim aldırmalarına zorladı. Öğrencinin ai­dat masraflarını cebinden öder, velilere söylemezdi. Bütün bunları bildiğim ve yaşadığım için size yazmayı bir görev bildim.

Bu sefer iyi öğretmen bize nasip oldu. Öğrencilerinin hep­sini eşit seven, onlarla ilgilenen bir öğretmendi. Bir gün çocuklara Anne babanızın ve kendinizin olduğu bir resim çizin," demiş. O resimlerde kullanılan renklerden, çizimlerden çocukları anlamaya çalışıyormuş. Mezun olurken çocukların çizdikleri ilk resmi ve ilk yazılı kâğıtlarını biz velilere verdi.
Sınıftan biri hasta olsa, diğer öğrencilerle hasta olanın evi­ne ziyarete giderdi. Birinin yakını vefat etse; velilere haber verir, cenaze evine yemek yardımı yapmak için yardım is­terdi. Öğrencileri, velileri, bir de din kültürü hocasını alır cenaze evine ziyarete giderdi.

"Çocuklarınızla alışverişe giderken bütçeyi siz belirleyin, alacağı şeyi kendi seçsin. İleride eşini, işini seçmeyi bilme­si gerekir, " derdi. Durumu olmayan insanlara yardım et­memize vesile olurdu. "Sınıfıma karışmayın, onlar benim çocuklarım," derdi. Yedek kıyafet isterdi. Olur da bir çocuk altına kaçırırsa ailesi gelene kadar üzerini değiştirirdi. İnsani yönlerinin güzelliği yanı sıra iyi bir öğretmendi. Disiplin ve sevgi dengesini güzel ayarlardı. Çocukların gönlüne sevgiyi, beyinlerine bilgiyi nakış gibi işlerdi. Şimdi kızım iyi bir lisede. Neredeyse tüm öğrencileri başa­rılı oldu. Güzel yürekli U.A. öğretmenimize emeklerinden, özverisinden dolayı teşekkür ediyorum. Öğretmenlik, yü­rek işi. Bilgi ve okumak yetmiyor.

Ü.G. ilkokul 3’ten itibaren köyde öğretmenimdi. Kemer (Bozdoğan) Barajının suladığı Akçay Ovası’nın, Karın­calı Dağı’yla birleştiği yerde kurulmuş büyük bir köydü bizimki. Okulun bahçesinden Madran Dağı görünürdü. Okulun büyük bahçesinde badem, zeytin, çam, çitlembik ağaçları vardı. Karıncalı Dağı’nın doruklarında eriyen kar sularının oluşturduğu su arkı, baharları okulun bahçesin­den geçerdi.

Ü.G. öğretmenim resim derslerini okulun bahçesinde yap­tırırdı. Sandalyeleri su arkının içine yerleştirip akan su­yun içinde resimler yapardık. Sulu boya fırçalarını akan suya daldırıp temizlerdik. Bu bize büyük keyif verirdi. Öğretmenimiz böyle isterdi. Akan suda yüzünü yıkayıp gülümserdi.
Okulun bahçesine, mevsime uygun sebzeler diktirirdi. Çarşamba günleri tarım dersi yaptırırdı. Evden çapa, kü­rek getirip sebzeleri çapalardık. Her öğrencinin bir ağa­cı vardı, onlara gözümüz gibi bakardık. Bazı günler bizi kır gezintilerine çıkarır, bize tabiatı anlatırdı. Birlikte kır oyunları oynardık.
Ders dışı okuma günleri düzenlerdi. Herkes okuduğu ma­salı, öyküyü anlatırdı. Öğretmenimiz de merakla dinlerdi. Sonra Çıkardığınız ders, buradaki ana fikir nedir?" diye sorardı.
Köye sinema geldiğinde film uygunsa öğrencileri toplu hâlde sinemaya götürürdü.
Eşi S. Hanım da öğretmendi. Müzik derslerini hep o verir­di. Kimi zaman bu iki öğretmenimiz bizlerle birlikte şar­kılar söylerdi. Öyle çok hoşumuza giderdi ki… Çok mutlu olurduk.
Öğretmenimiz, öğrencilerin müteşebbis ruhunun gelişme­si için okul kooperatifi yararına, teneffüslerde simit, gofret, şeker sattırırdı. Ben de kahveli şeker satmış ve bundan çok büyük keyif duymuştum. Kazanılan parayla öğretmenimiz okula yakacak odun satın alırdı. Ayrıca yine kazanılan pa­rayla okulun etrafına uzunca bir duvar çektirmişti.
Ulusal bayramlarda müsamereler düzenler, bütün köyde bu müsamereleri izlerdi. Ben de o oyunlarda rol alırdım.

Öğretmenimiz köy derneği kurmuştu. İlçede, köy derneği yararına Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyununu organize ettiler. Bazı kişiler oyunun yazarını beğenmeyince bu defa dernek yararına değil, kendi başına organize etti. Oyundan edilen kâr ile köy camisine iki halı alıp sermişti.
Zeki öğrencilerin velilerini ikna edip çocuklarına ilkokul­dan sonra da eğitim aldırmalarına zorladı. Öğrencinin ai­dat masraflarını cebinden öder, velilere söylemezdi. Bütün bunları bildiğim ve yaşadığım için size yazmayı bir görev bildim.

Bu sefer iyi öğretmen bize nasip oldu. Öğrencilerinin hep­sini eşit seven, onlarla ilgilenen bir öğretmendi. Bir gün çocuklara Anne babanızın ve kendinizin olduğu bir resim çizin," demiş. O resimlerde kullanılan renklerden, çizimlerden çocukları anlamaya çalışıyormuş. Mezun olurken çocukların çizdikleri ilk resmi ve ilk yazılı kâğıtlarını biz velilere verdi.
Sınıftan biri hasta olsa, diğer öğrencilerle hasta olanın evi­ne ziyarete giderdi. Birinin yakını vefat etse; velilere haber verir, cenaze evine yemek yardımı yapmak için yardım is­terdi. Öğrencileri, velileri, bir de din kültürü hocasını alır cenaze evine ziyarete giderdi.

"Çocuklarınızla alışverişe giderken bütçeyi siz belirleyin, alacağı şeyi kendi seçsin. İleride eşini, işini seçmeyi bilme­si gerekir, " derdi. Durumu olmayan insanlara yardım et­memize vesile olurdu. "Sınıfıma karışmayın, onlar benim çocuklarım," derdi. Yedek kıyafet isterdi. Olur da bir çocuk altına kaçırırsa ailesi gelene kadar üzerini değiştirirdi. İnsani yönlerinin güzelliği yanı sıra iyi bir öğretmendi. Disiplin ve sevgi dengesini güzel ayarlardı. Çocukların gönlüne sevgiyi, beyinlerine bilgiyi nakış gibi işlerdi. Şimdi kızım iyi bir lisede. Neredeyse tüm öğrencileri başa­rılı oldu. Güzel yürekli U.A. öğretmenimize emeklerinden, özverisinden dolayı teşekkür ediyorum. Öğretmenlik, yü­rek işi. Bilgi ve okumak yetmiyor.

Ben bir üniversite öğrencisiyim. Bir gün ders çıkışında ho­cama sorduğum soru anlaşılmadı. Tekrar sordum, yine an­latamadım. Farklı şekillerde iki kere daha denedim, ancak yine de anlatmak istediğimi anlatamamıştım. Sonunda sorumu yinelemekten vazgeçtim. Ancak hocam hâlâ sorumu anlamak istercesine, ilgiyle bana bakıyordu. Bu durum beni çok şaşırttı. Açıkçası sarsıldım desem daha doğru olur.

O an, Nasıl olsa beni dinlemeyecek!" yargısı ile konuştu­ğumu fark ettim. Anladım ki kendime saygım yoktu. An­cak M . hocam, bana benden fazla saygı göstermişti. Beni sarsan bunun farkına varmaktı. O an hocama on kere daha anlatsam, beni on defasında da aynı ilgiyle dinleyeceğini hissetmiştim.

Neden alkışlarız, neyi alkışlarız?Önemli bir soru .Başarılarının arkasında yatan katkılarımızı mı, yoksa başarılarıyla şimdi kazandıkları gücü mü?
Bir öğretmen olarak beni en çok etkileyen anımı anlatmak istiyorum. Çok yaramaz, tembel ama terbiyesiz olmayan, madde bağımlısı bir lise 3. sınıf öğrencim vardı.
Bir gün annesi ilk defa okula, çocuğunu sormaya geldi. Ka­dın o kadar fakir ve hayat tarafından ezilmiş görünüyordu ki anlatamam. Yanında oğlu varken bana Hocam, bizim çocuğun durumu nasıl," diye sordu.
Öğrencim ve annesi gözümün içine bakıyor, ne diyeceği­mi merak ediyorlardı. "Böyle terbiyeli, böyle akıllı bir öğ­renciyi; hayatımda tanıdığım en iyi öğrencilerden birini yetiştirdiğiniz için teşekkür ederim. Dersine biraz daha çalışırsa on numara olacak," dedim. Çocuk gözlerini ko­caman açmış, bana bakıyordu. Annesi çocuklar gibi mutlu bir şekilde eve gitti.
Sonra çocuk hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sebebini sorduğumda "Hocam, şu ana kadar hiçbir öğretmenim an­neme benim hakkımda böyle şeyler söylememişti. Annem de okuldan hiç mutlu olarak çıkmamıştı,’ dedi.
O günden sonra çocuk 180 derece değişti ve madde bağım­lısı arkadaşlarını terk etti.
Ortaokulda matematik öğretmeniyim. Önemli bulduğum taze bir yaşanmışlığımı paylaşmak istiyorum. Geçen aylarda çocuklara Ne olursa olsun, saygı ve hukuk çerçevesinde haklarınızı savunun, kendinize güvenin ve haksızlığa uğradığınızı düzgün cümlelerle, üzülmeden, eğilip bükülmeden anlatın," dedim.
Aradan zaman geçti. Bir konuyu iki hafta boyunca anlat­tım, sonra da sınav yaptım. Çocuklar çok kötü notlar aldı. Epeyce sinirli bir şekilde sınıfa girip onlara kızdım. "Nasıl bu kadar düşük notlar alırsınız. Bundan sonra ödevlerinizi artırıyorum," dedim. Gerçekten de çok fazla ödev verdim. Önde oturan bir çocuk el kaldırıp "Hocam, bize bu kadar ödev veremezsiniz," dedi. "Niyeymiş, bal gibi veririm," dedim. "Siz bize haksızlığa uğrarsak kendimizi düzgün bir şekilde savunmamızı söylemiştiniz. Şu an kızgın oldu­ğunuz için yapamayacağımızı bile bile bize çok fazla ödev veriyorsunuz," dedi.
İçimde iki kişi karşılıklı konuşmaya başladı. Şeytan, "Sen öğretmensin. O öğrenci! Hem küstaha bak hele, nasıl ko­nuşuyor. Senin de bir gururun var herhalde," derken; me­lek, "Eğer çocuğa daha çok kızarsan, bil ki bir daha hakkını hiç savunamayacak. Statü olarak ondan daha üst konumda olanlara karşı koyun gibi hep itaat edecek," diyordu.
İşte burada melek, hâlden anlama, olaya karşıdakinin gözüyle bakma ve empati değerinin sesi oluyor.
Karşımda nefesini tutmuş, ne söyleyeceğimi bekleyen bir sınıf ve boncuk boncuk bana bakan bir öğrencim vardı.
"Tamam, haklısın. Size çok kızgınım, ama bunu söyledi­ğine sevindim. Teşekkür ederim. Hadi, şu ödevin yarısını iptal edelim," dedim. Çocukların gözlerindeki sevinç paha biçilemezdi. Gurur mu? Umurumda olmadı.
Konuyu başka bir teknikle tekrar anlattım. Sonuç çok gü­zeldi. Çok yorulmuştum, ama değdi.
Burada altını çizmek istediğim iki ilişki var. İlki öğretmenin öğren­ciyle ilişkisi. İkincisi de öğretmenin kendisiyle ilişkisi. Kendi tanıklı­ğının gücünü keşfetmiş öğretmen, yalnız öğrencinin gözüyle değil, kendi gözünden de olayı değerlendirmek durumundadır, inandığı değere uygun davranmak, öğretmenin kendi gözünde saygınlığını koruyabilmesi için gereklidir.
Aslında benim için iyi ve kötü öğretmeni belirleyen derste ne anlattığı değil, bana kendimi nasıl hissettirdiğiydi. Aşağıdaki sorulara verilen cevaplar, o öğretmenin gözümdeki değerini belirledi.
Beni seviyor mu?
Bana değer veriyor mu?Başaracağıma inanıyor mu?
Özel olduğumu hissediyor muyum? Sorduğum soru ne kadar basit ya da aptalca olursa olsun, beni salak yerine koymadan sorumu yanıtlıyor mu? Yoksa bana aptal muamelesi mi yapıyor?
Beni cesaretlendiriyor mu? Yoksa umudumu mu kırıyor? (Üniversite sınavını kazanamayacağımıza emin olduğunu söyleyen öğretmenlerim oldu.) Öğrenciler arasında ayrım yapıyor mu?
Bu ülkede, üniversiteyi bitirene kadar devlet okulunda okudum. Genel olarak çalışkan" bir öğrenciydim. Lise bo­yunca okulda iyi derecelerim oldu. Diğer yandan bir ders­ten zayıf alırken sonraki sene 100 aldığım da oldu. Değişen tek şey öğretmendi.
Dönüp geriye baktığımda en güzel yıllarımın bu sistemin içinde başarılı olmaya çalışarak geçtiğini görüyorum. De­ğer verdikleri tek şey aldığım notlardı. Ben de sisteme bir şekilde adapte oldum ve sınavlardan yüksek puanlar aldım. Ailem başarılarımdan dolayı benimle hep gurur duydu. Ancak içimde koca bir boşluk vardı. Ne kadar yüksek not alırsam alayım dolduramadığım bir boşluktu bu. Hep ek­siklik hissediyordum.Günün sonunda iflah olmaz bir mü­kemmeliyetçiye dönüştüm.
Ne acı! Eğitim insanın içini doldurmalı, boşaltmamalı! İçinde koca bir boşluk olan insanın hayatı anlamlı, coşkulu ve güçlü ola­maz. Mektup çok güçlü mesajlar vererek devam ediyor. Bugün geldiğim noktada, kendimizi eze eze alınan notla­rın, okul derecelerinin beş kuruş etmediğini düşünüyo­rum. Bunlar insanı mutlu etmiyor. Öz güven vermiyor.
Zannedildiği gibi iyi bir iş bile vermiyor. Güveni, sevgiyi, onayı sadece başarıya bağlıyor ve mutsuzluğun asıl kay­nağı oluyor. Kalan yıllarımızı da bunu çözmek için har­cıyoruz.
Öğretmenler bize kendimizi değerli hissettirsin, doğuştan getirdiğimiz potansiyelin ve farklılıkların ne kadar güzel olduğunu göstersin, hata yapmanın normal olduğunu an­latsın ve ne kadar hata yaparsak yapalım ilerlemeye olan inancımızı kırmasın yeter. Gerisini zaten hallederiz.
Kıyaslamanın hiçbir eğitici tarafı yoktur. İnsan ancak kendisiyle kıyaslanmalıdır; diğer tüm kıyaslamalar zehirleyi­cidir.
Değerli öğretmen okurlarım size bir öneride bulunmak istiyorum. Bunu yaparken umarım sınırlarımı aştığımı düşünmezsiniz. Ben öğretmen olarak öğrencilerimle dinleme ve sohbet içinde olmak için şöyle bir yöntem izlerdim. Her dönemin başında onların benden beklentilerini öğrenmek için bana bir mektup yazmalarını ister ve aşağıdaki soruyu sorardım:
Bana iyi bir öğretmen " diyebilmeniz için nasıl biri olmamı, konuş­mamı ve davranmamı isterdiniz?İsimlerini belirtmeden yazacakları mektupta her birinden bu so­runun cevabını öğrenirdim. Ayrıca her dönemin sonunda öğrencilerimin bana ayrı bir mektup daha yazmalarını ve aşağıdaki sorularımı cevaplamalarını İsterdim: 1. Öğretmen olarak neleri iyi yapıyorum? Beğendiğiniz şeyleri ör­nekleyerek yazın.
2. Öğretmen olarak sizce neleri daha iyi yapabilirim? Onları da lütfen örnekleyerek yazın.
3. İyi bir insan olarak yetişmenizde ve gelişmenizde benim der­sim ve öğretmenliğim size nasıl daha faydalı hâle gelebilir? Bunun doğrusu yanlışı yok; aklınıza gelen önerilerinizi lütfen açıkça yazın.
Böyle bir tutum, eğitimin her kademesi ve alanında öğretmenin gelişmesi için önemli görüşlerin ifadesine olanak sağlayacaktır. Her­ kes kendi kapasitesi dâhilinde görüşünü belirtecek ve değerlendir­mesini yapacaktır. Böyle bir süreç içinde tamamıyla saçma sapan gözlem, öneri ve düşüncelerle karşılaşırsanız hiç hayret etmem, ama yıllar içinde çok yararlanacağınız bir kaynak oluşmaya başlayacaktır. Sınıfta öğrencilerin çoğunluğunun benzer gözlem ve önerileri olup olmadığını, ayrıca yıllar içinde nasıl benzerlikler ve farklılıklar oluş­tuğunu görmeniz mümkün olur.
Öğretmen olmak gerçekten bir ayrıcalık! Böyle bir yolu izleyen öğretmen zaman içinde sıra dışı, usta bir öğretmen olur. Meslek ya­şamı boyunca binlerce öğrencisinin ve onların aracılığıyla toplumun kafa ve gönül gelişimine katkıda bulunabilir. Ne müthiş bir hizmet fırsatı!
Aslında öğretmenlerim ile aramızdaki sevgi ve saygının ayna etkisiyle birbirimize yansıttığımız bir değer olduğunu yeni anlıyorum.
Dostluklar sohbet içinde oluşur.
Hata yapmaktan korkmamak, ama yapılan her hatanın bir şeyler öğretme potansiyeli olduğunun farkında olmak.
İşitmek, dinlemek değildir.
Ben de iyi bir öğretmenimden bahsedeyim. Ortaokulda bir hocamız vardı, tarih hocası. Ondan hem çekinir hem de onu çok severdik. Şimdi ben de öğretmenim, ama hâlâ bunun sırrını çözmüş değilim. Çekinmek derken, örneğin gidip karşısında başka bir arkadaşınızla alaycı konuşamaz­sınız ya da dersi boş muhabbetle sabote edemezsiniz. Ken­disi zaten sohbet eder gibi anlatırdı tarihi, sıkılmazdık.
Bir gün Pikniğe gidelim, ama her şeyi siz hazırlayacak­sınız," dedi. Başımızda durup her şeyi organize etti. Boş saatimizde para topladık, kıyma aldık, köfte yaptık. Kimisi gidip içecekleri aldı kimi de ekmekleri kesti.
Gittik, afiyetle kendi yaptığımız yemekleri yedik. Daha son­ra "Sıralarınız çok kötü, " dedi. Gerçekten de üstleri yazı ve oyuklarla doluydu. Oturduk, beraber plan yaptık. Babası marangoz olan bir arkadaşımız zımpara makinesi getirdi. Biz de el zımparaları, vernik ve fırça aldık. Sıraların yüzey­lerini temizleyip vernikledik. Sıralar kıymete bindi tabii, onlara gözümüz gibi baktık.
Sınıf hocamızdı ama bize veya sıkıntılara rağmen değil, sınırları olmasına rağmen bizimle beraber yürüdü. Bize hedef koydu; malımıza sahip çıkmayı, sorumluluk almayı, ekip olarak çalışmayı öğretti. Yaşamımda bana güzel değer­ler katan, onları pekiştiren çok hoca olmuştur. Allah hep­sinden razı olsun.
Öğretmenliğe ilkokul 3. sınıfta başladım. Sonra da gerçek­ten öğretmen oldum. Öğretmenlikte düsturum, kendime göre öğretmenlerimde gördüğüm yanlışları" öğrencileri­me yapmamaktan geçiyordu. Yapmamaya da çalıştım. Bu düşüncemi hep aklımda tuttum.
Öğretmenlikte otuz yılı aşmış biri olarak genç öğretmen­lere naçizane tavsiyem, çocuklarımıza sorumluluk vermek. Ben sınıflarımın en haylaz denilen öğrencilerini kendime yardımcı ilan ettim. Yani sınıf başkanlarını, sınıfla benim aramdaki iletişimi sağlayan, koordine eden kişileri hep on­lardan seçtim.

Belki sınıfın en başarılı öğrencileri olamadılar, ama inanın diğer öğretmenlerin yakındıkları hiçbir şeyle karşılaşma­dım. .. Benimle birlikte sınıfta değerli olduklarını hissetti­ler ve diğerlerine de hissettirdiler.

Evet, sevildiğini hisseden öğrenci güçlenir; kendine güveni, cesa­reti artar.
Sevilmediğini hisseden öğrenci ise ya hüzünlüdür, ya öfkelidir ya da karamsarlığa kapılır. Yani öğretmen öğrencisini sevmediği zaman öğrenci, Ne yapayım, bu öğretmen de sevmeyiversin, hepsi sevecek değil ya!" demez. Olumsuz duygular içinde kendini öğretmene ve eğitime kapatır.
Öğrencinin kafasında şöyle bir soru-cevap sıralaması yer alır:
• Öğretmen bana zaman ve emek veriyor. Niçin?Çünkü benim gelişmemi, olabileceğim en gelişmiş insan ol­mamı istiyor.
• Öğretmen niçin benim gelişmiş insan olmamı istiyor?
Çünkü olabileceğimin en iyisi olarak yetişmemi ve hayatımın anlamlı, güçlü ve coşkulu olmasını istiyor.
• Niçin istiyor?
Çünkü öğretmen beni seviyor. Öğrenci bu noktada mutludur ve daha fazla soru sormaz. Ama biz öğrenci adına soru sormaya devam edelim.
• Öğretmen öğrencisini niçin seviyor?
Çünkü o, niyetinin saflığını keşfetmiş bir öğretmendir. Öğren­cisine emek veren bir öğretmenin, milletinin geleceğine, in­sanlığa emek verdiğinin farkındadır.
İlkokul 1 . sınıftayken, yazılılarda kullanılmak üzere tüm sınıftan 1 top A4 kağıdı parası toplanmıştı… Çok sevdi­ğim öğretmenim S.Ü. toplanan paraları bana vermişti ve benden hafta sonu 1 top kâğıt alarak sınıfa getirmemi is­temişti… Okul çıkışında anneme öğretmenimin paralaeı bana ver­diğini söyleyince annem öğretmenimle konuşmak istedi… Annem Bize söylemeseydi kaybedebilirdi, siz neden ver­diniz paraları," deyince öğretmenim, "Ben ona güveniyo­rum, sorumluluk sahibi bir çocuk. Kendisine verilen bütün görevleri en iyi şekilde yapar benim kızım,” demişti… Öğretmenimi utandırmamak, benden beklediği gibi gö­revimi yerine getirebilmek için 2 gün uyumamıştım… Kâğıtları zarar görmeden götürebilmek için kış günü epey çaba sarf etmiştim. Öğretmenimin bana küçücük yaşıma rağmen güveniyor olması çok gururlandırmıştı beni… Bir çocuğa güvenmek, inanmak ve bunu ona hissettirmek çocuk üzerinde olağanüstü izler bırakıyor ve onun kişilik gelişiminde oldukça etkili oluyormuş. Öğretmenim sa­yesinde yaşadım ve öğrendim. Şimdi kendi çocuğuma da bunu hissettirmeye gayret gösteriyorum. Çok değerli Öğ­retmenimi her zaman sevgiyle ve minnetle anıyorum.
Yıl 1972. İlkokulu bitirdikten sonra Almanya’ya ailemin yanına gittim ve orada 6. sınıfa başladım. Sınıf öğretme­nim H. bir bisiklet turu düzenledi. Herkes bisikletini ge­tirdi. Öğretmen P. senin bisikletin nerede?" diye sordu. "Öğretmenim benim bisikletim yok," dedim, "sürmesini de bilmem." "O zaman otur arkama, birlikte gideceğiz," dedi. İki saat sonra mola verdik. Öğretmen çocukları çağırdı. "Kızlı erkekli herkes dans etsin, sonra yola devam, " dedi. Herkes dans ediyor, ben gene yalnız. Öğretmen sordu: "Yine ne oldu?" "Öğretmenim ben dans bilmem, hem kimse beni seçmedi." "Türk oyunu bilir misin?" "Evet," dedim. "Gel o zaman," dedi. Biz başladık çiftetelliye. Tüm ço­cuklar dans etmeyi bırakıp bizi izledi ve alkışladı. Ben de okulu bitiren ilk yabancı oldum.
Öğretmenlik yapanın gözünde, sınıf öğrencilerle doludur. Öğretmen olanın gözündeyse sınıf öğrenci kimliğinde, kendine özgü kişilikleri olan insan"larla doludur.
İlkokul öğretmenimle ilgili bir anımı paylaşmak istedim. İlkokul 5. sınıftaydım. Öğlenciydik. Ramazan ayındaydık ve sınıfta sadece ben oruç tutuyordum. Kış olduğu için son derste akşam ezanı okunuyordu. Ben derste yemek yiyeme­yeceğim için orucumu açmaz, eve gitmeyi beklerdim. Öğretmenimiz benim oruçlu olduğumu fark etmişti. Ken­disi oruç tutmazdı ve dindar bir insan değildi. (Bu bilgiyi paylaşmamın sebebi, öğretmenimin davranışının ne kadar anlamlı olduğunu ifade etmektir.) Yine bir gün son derste ezan okundu. Öğretmenim beni yanına çağırdı. Bana para verdi ve gidip kantinden iki tost almamı söyledi. Alıp geldim. Tostlardan birini bana uzattı ve Ezan okundu, hadi orucunu aç," dedi. Biraz utandım çünkü yemek yiyen tek kişi ben olacaktım. Bu yüzden öğ­retmenim "Sakın utanma, bak ben de yiyorum," dedi. O da yediği için ben de rahatça yiyebilmiştim. O anki mutlulu­ğumu anlatamam.
Ço­cukların onuru, gururu olmaz sanırlar. Oysa ne kadar da çok yanılırlar.
Sağlıklı sos­yal yaşamın ilk adımı selamdır. O nedenle, barışın hâkim olduğu bir yaşam için ciddiye alınmalı ve uygulanmalıdır.
Öğretmenin gücü, onun tanıklığında saklıdır. Bir başka deyişle öğretmen tanıklığı ile öğrencisinin özünü ya zayıflatıp cılız ve güçsüz bırakır ya da bes­leyip güçlendirerek geliştirir. Tanıklık, öğretmenin öğrencisiyle göz göze geldiği şimdi-burada potansiyel gelişim ânında yer alır.
Aslında benim için iyi ve kötü öğretmeni belirleyen derste ne anlattığı değil, bana kendimi nasıl hissettirdiğiydi. Aşağıdaki sorulara verilen cevaplar, o öğretmenin gözümdeki değerini belirledi.
Beni seviyor mu?
Bana değer veriyor mu?Başaracağıma inanıyor mu?
Özel olduğumu hissediyor muyum? Sorduğum soru ne kadar basit ya da aptalca olursa olsun, beni salak yerine koymadan sorumu yanıtlıyor mu? Yoksa bana aptal muamelesi mi yapıyor?
Beni cesaretlendiriyor mu? Yoksa umudumu mu kırıyor? (Üniversite sınavını kazanamayacağımıza emin olduğunu söyleyen öğretmenlerim oldu.) Öğrenciler arasında ayrım yapıyor mu?
Bu ülkede, üniversiteyi bitirene kadar devlet okulunda okudum. Genel olarak çalışkan" bir öğrenciydim. Lise bo­yunca okulda iyi derecelerim oldu. Diğer yandan bir ders­ten zayıf alırken sonraki sene 100 aldığım da oldu. Değişen tek şey öğretmendi.
Dönüp geriye baktığımda en güzel yıllarımın bu sistemin içinde başarılı olmaya çalışarak geçtiğini görüyorum. De­ğer verdikleri tek şey aldığım notlardı. Ben de sisteme bir şekilde adapte oldum ve sınavlardan yüksek puanlar aldım. Ailem başarılarımdan dolayı benimle hep gurur duydu. Ancak içimde koca bir boşluk vardı. Ne kadar yüksek not alırsam alayım dolduramadığım bir boşluktu bu. Hep ek­siklik hissediyordum.Günün sonunda iflah olmaz bir mü­kemmeliyetçiye dönüştüm.
Ne acı! Eğitim insanın içini doldurmalı, boşaltmamalı! İçinde koca bir boşluk olan insanın hayatı anlamlı, coşkulu ve güçlü ola­maz. Mektup çok güçlü mesajlar vererek devam ediyor. Bugün geldiğim noktada, kendimizi eze eze alınan notla­rın, okul derecelerinin beş kuruş etmediğini düşünüyo­rum. Bunlar insanı mutlu etmiyor. Öz güven vermiyor.
Zannedildiği gibi iyi bir iş bile vermiyor. Güveni, sevgiyi, onayı sadece başarıya bağlıyor ve mutsuzluğun asıl kay­nağı oluyor. Kalan yıllarımızı da bunu çözmek için har­cıyoruz.
Öğretmenler bize kendimizi değerli hissettirsin, doğuştan getirdiğimiz potansiyelin ve farklılıkların ne kadar güzel olduğunu göstersin, hata yapmanın normal olduğunu an­latsın ve ne kadar hata yaparsak yapalım ilerlemeye olan inancımızı kırmasın yeter. Gerisini zaten hallederiz.
Kıyaslamanın hiçbir eğitici tarafı yoktur. İnsan ancak kendisiyle kıyaslanmalıdır; diğer tüm kıyaslamalar zehirleyi­cidir.
Bir’in değeri: Her bir öğrencinin insan olarak eşit değerinin olması
Yaşı, cinsiyeti, görünüşü, ailesinin sosyo-ekonomik durumu, şivesi, hâl ve tavrı, aktif ya da pasif, konuşkan ya da suskun oluşu ve okul başarısından bağımsız olarak her bir öğrenci sınıfta diğerine insan olarak denktir ve sınıfta kendisi olarak var olabilmesi için öğrenciye eşit fırsatlar verilmelidir. Sınıfta bulunan her bir öğrenci öğretmenden ve sınıfın eğitim olanaklarından eşit şekilde yararlanabilme olanağı­na kavuşmayı hak eder.
Dinlemeye, sohbet içinde olmaya önem veren bir öğretmende şu dört özelliği görürüz:
1. Öğrencisiyle iletişim kurmak amacının farkındadır ve o amacı nasıl ifade edeceğini bilir. Buna öğretmenin zihinsel olgunluğu diyorum.
2. Söyleyeceklerini, iletişim kurduğu öğrencinin gözünden değerlendirerek konuşur Buna öğretmenin duygusal olgunlu­ğu adım veriyorum.
3. İletişim ânında içinde bulunulan sosyal ortamı dikkate alır; nerede, kimlerle, ne zaman, nasıl konuşacağım bilir. Buna öğ­retmenin sosyal olgunluğu adını veriyorum.
4. Neden bu mesleği seçip öğretmen olduğunun bilincinde, ni­yetinin saflığına ulaşmış bir öğretmendir. Buna öğretmenin bü­yük resmi keşfetmesi, yani manevi olgunluğu adını veriyorum.
Öğretmenin niyetinin saflığını keşfetmesi bu dört alandaki olgun­luğunun sonucunda ortaya çıkar. Niyetinin saflığını keşfetmemiş bir öğretmen, insanı araç olarak görüp eğiten sistem ile insanı amaç ola­rak görüp eğiten sistem arasındaki farkı göremez.
Değerli öğretmen okurlarım size bir öneride bulunmak istiyorum. Bunu yaparken umarım sınırlarımı aştığımı düşünmezsiniz. Ben öğretmen olarak öğrencilerimle dinleme ve sohbet içinde olmak için şöyle bir yöntem izlerdim. Her dönemin başında onların benden beklentilerini öğrenmek için bana bir mektup yazmalarını ister ve aşağıdaki soruyu sorardım:
Bana iyi bir öğretmen " diyebilmeniz için nasıl biri olmamı, konuş­mamı ve davranmamı isterdiniz?İsimlerini belirtmeden yazacakları mektupta her birinden bu so­runun cevabını öğrenirdim. Ayrıca her dönemin sonunda öğrencilerimin bana ayrı bir mektup daha yazmalarını ve aşağıdaki sorularımı cevaplamalarını İsterdim: 1. Öğretmen olarak neleri iyi yapıyorum? Beğendiğiniz şeyleri ör­nekleyerek yazın.
2. Öğretmen olarak sizce neleri daha iyi yapabilirim? Onları da lütfen örnekleyerek yazın.
3. İyi bir insan olarak yetişmenizde ve gelişmenizde benim der­sim ve öğretmenliğim size nasıl daha faydalı hâle gelebilir? Bunun doğrusu yanlışı yok; aklınıza gelen önerilerinizi lütfen açıkça yazın.
Böyle bir tutum, eğitimin her kademesi ve alanında öğretmenin gelişmesi için önemli görüşlerin ifadesine olanak sağlayacaktır. Her­ kes kendi kapasitesi dâhilinde görüşünü belirtecek ve değerlendir­mesini yapacaktır. Böyle bir süreç içinde tamamıyla saçma sapan gözlem, öneri ve düşüncelerle karşılaşırsanız hiç hayret etmem, ama yıllar içinde çok yararlanacağınız bir kaynak oluşmaya başlayacaktır. Sınıfta öğrencilerin çoğunluğunun benzer gözlem ve önerileri olup olmadığını, ayrıca yıllar içinde nasıl benzerlikler ve farklılıklar oluş­tuğunu görmeniz mümkün olur.
Öğretmen olmak gerçekten bir ayrıcalık! Böyle bir yolu izleyen öğretmen zaman içinde sıra dışı, usta bir öğretmen olur. Meslek ya­şamı boyunca binlerce öğrencisinin ve onların aracılığıyla toplumun kafa ve gönül gelişimine katkıda bulunabilir. Ne müthiş bir hizmet fırsatı!
Aslında öğretmenlerim ile aramızdaki sevgi ve saygının ayna etkisiyle birbirimize yansıttığımız bir değer olduğunu yeni anlıyorum.
Dostluklar sohbet içinde oluşur.
Hata yapmaktan korkmamak, ama yapılan her hatanın bir şeyler öğretme potansiyeli olduğunun farkında olmak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir