İçeriğe geç

O Korkunç Maharet Kitap Alıntıları – Elif Nuray

Elif Nuray kitaplarından O Korkunç Maharet kitap alıntıları sizlerle…

O Korkunç Maharet Kitap Alıntıları

tutamadık sırrını kuşların, bizi aşk tuttu
inatla güle salacaktık ülkenin bağlarını, üzümü ah tuttu
beklemenin kuyuyla bir ilgisi olmalı/bunca düştüğüm boşuna değil/su içinde bir yarayı besleyip durdum/bir sevinç bulsam bilirim benim değil.
dirensem ve inansam yeniden
inansam sevinmek vardır
bilebilsem bahar oradadır
yine de söyle, bu darlığı kaldır

benim bilmediğim
ama senin bildiğin
bir sebebi var
doğarken giyindiğim
o korkunç mahâretin

adı niçin sabır?

ummak sıkıntısı bana kimden kaldıysa
düşüşüm ondan uzun, yenilgim ondan
Rabbim, ya geleyim sana
ya içimin taşını kaldır
beklemenin kuyuyla bir ilgisi olmalı
bunca düştüğüm boşuna değil
su içinde bir yarayı besleyip durdum
bir sevinç bulsam, bilirim benim değil
durdukça büyüyen bu taşı kim bıraktı, içimde
sormadan taşıdım
zihnimin içinde nalları ters çakılı atlar
ve dibinde kızıl oyuklar saçlarımın
anlamak erken sunulmuş bir zehirdi
içtim
bir çağdan geçiyorum
çehremde izler
siyâhı çok
içimin taşını mı kaldıracaksın, beni iyi tut
iyi tut, çocuk gibidir ellerim
sesini bilmezken, derdini hiç
bahanecek bir kitabı arayıp bulmak sana
incecik bir telaşa koşup
yetişmek gibidir
bu nasıl açıklanacak
ellerim artık toz tutmaz bir bahardır
ummak tütünden beter, bırakırım
dünya safında durdukça, bildim
düştüğün yerde çiçek yok
sustuğun kadar yangın var
beklemek tütünden beterdir, bıraktım
sırtımda ağır uzayan yolun imtihanı
kalbi yarıp
içine yeniden kendini koyan Allah bilir
yalnızlık kelimeden de eskidir

düştün kalbin rahlesinden
kuyu senindir

Bekleyiş artık bekleyecek hiçbir şey olmadığında, hatta bekleyişin sonu dahi olmadığında başlar. Bekleyiş beklediğini bilmez ve beklediğini yıkar.
ummak sıkıntısı bana kimden kaldıysa
düşüşüm ondan uzun, yenilgim ondan
ben bir yanılgıyım
Rabbim, ya geleyim sana
ya içimin taşını kaldır
beklemenin kuyuyla bir ilgisi olmalı
bunca düştüğüm boşuna değil
su içinde bir yarayı besleyip durdum
bir sevinç bulsam , bilirim benim değil
sanki göz kapaklarında bir fezâ oturuyor
durdukça büyüyen bu taşı kim bıraktı
anlamak erken sunulmuş bir zehirdi
içtim
taşlardan oyduğum hayal aynalara bölündü
gözlerimizin başladığı yerde
seksen sekiz güzünden bir is
bir rüyadan geçiyorum
köyler, çeşmeler, uzun oluklar
çerçi gibi ağrımı oradan oraya taşıyorum
sırtımda
izini sürdüğüm tek bir yara var
yüzüne en yakın yerinde yüzümün
sana doğru bir şehir büyümektedir
Beni bir ağaç büyüttü
Seni bir nehir
Bu nasıl açıklanacak?
Ellerim artık toz tutmaz bir bahardır.
Çiçekli şiirler ile denk düşmek kayıp ülkeyken,
Aylardan mayısı göğsüme ilikleyen şüphesiz Hakk’tır.
iyi sakla beni
dilimin altında bana rağmen
diri bir nehir uzanıyor
duvarlar ile kapanmayan hesabım
tanıdık bir intizamla sürülüyor önüme
alnımda günahın ilk izi
oyulmuş bir yara gibi duruyor
dedem, aydınlığım. güneş gören odası evimin
dedemin kesik soluğundan geliyorum
ellerine serilmiş o kuru ovadan
leylâ onmaz kalbimin en içli odası leylâ
Kalbi yarıp
İçine yeniden kendini koyan Allah bilir
Yalnızlık kelimeden de eskidir
Uzun sürmüş bir sancının telaşıdır ellerin
bir çocuk susarsa reddi âlemdir
kar serpiyor Allah içimin sıkıntısına
Tüm mevsimlerin dili hazandır aslında
Gördüm eski bir nehir inciniyordu
Nasıl da dağınık bu gök, bu kuşlar
İnanılacak gibi değildi inandım
Sen o hırkasız, ahraz kırgınlığım
Nasıl oluyor da bu gök hâlâ başıma devrilmiyor
aynı yerden başlayarak
kusursuz bir yıkıma hazırlıyorum kendimi
dua yükseldi , gök alçalmıyor
Taze bir keder örgütledim kendime
Bir sevinç bulsam, bilirim benim değil.
Anlamak erken sunulmuş bir zehirdi
içtim
Taşlardan oyduğum hayal aynalara bölündü.
İzini sürdüğüm tek bir yara var.
Duymadıklarının hepsi dilimde esir
Beni bir ağaç büyüttü, seni bir nehir
Affın büyüklüğünü geçince
Acze sapan bir yol var
Dünya safında durdukça, bildim
Düştüğün yerde çiçek yok
Sustuğun kadar yangın var.
Beklemek tütünden beterdir, bıraktım.
Düştün kalbin rahlesinden
Kuyu senindir.
Dört kızgın taş düştü gökten
Biri kimin?
Tutamadık sırrını kuşların, bizi aşk tuttu.
Sonra beni bir yokuşta unuttular
Gülüşünden vurulmuş bir çocukluk getirdim sana
Sevgilim, iyi haberlerini aldım
Demek kalbine diri bir işgal yürüyor
Gözlerim kovulmuş bir ümidin hayreti
Nasıl oluyor da bu gök hâlâ başıma devrilmiyor.
affın büyüklüğünü geçince
acze sapan bir yol var
dünya safında durdukça, bildim
düştüğün yerde çiçek yok
sustuğun kadar yangın var
beklemek tütünden beterdir, bıraktım
benim bilmediğim
ama senin bildiğin
bir sebebi var
doğarken giyindiğim
o korkunç mahâretin

adı niçin sabır?

tut ki bir ayrılığa başlamışız
sana günah gibi ilk
bana nefes kadar aşina
ilmekleri sık
birer sıra atlaya atlaya
Bekleyiş artık bekleyecek hiçbir şey olmadığında, hatta bekleyişin sonu dahi olmadığında başlar. Bekleyiş beklediğini bilmez ve beklediğini yıkar.
kalbimin putlarını devirdim sandım
kalbimin putları önümde duruyordu
annemin ahşap yorgunluğuydum
içli nefesinde gecikmiş bir bahar
kapılar açıldı sandım, kapılar yakın
sonra beni bir yokuşta unuttular
yeni bir öfkeye başladım
bazen inat, çokça belâ
elbette eski bir telaşı
yazacağım bitene kadar
bitene kadar: gök ve taş ve dua
Dirensem ve inansam yeniden, inansam sevinmek vardır, bilebilsem bahar oradadır, yine de söyle bu darlığı kaldır
benim bilmediğim ama senin bildiğin bir sebebi var doğarken giyindiğim o korkunç maharetin adı ne için sabır.
bekleyiş artık bekleyecek hiçbir şey olmadığında,
Hatta bekleyişin sonu dahi olmadığında başlar.
bekleyiş beklediğini bilmez ve beklediğini yıkar.
Sırtımda ağır uzayan yolun imtihânı
beklemenin kuyuyla bir ilgisi olmalı
bunca düştüğüm boşuna değil
su içinde bir yarayı besleyip durdum
bir sevinç bulsam,bilirim benim değil
anlamak erken sunulmuş bir zehirdi
içtim
anlamak erken sunulmuş bir zehirdi
içtim
yıllar çok dar, yürüdün,geçtin
düğümlerden öğrendim uzak nedir
düştüğün yerde çiçek yok
sustuğun kadar yangın var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir