İçeriğe geç

Nutuk (1919-1927) Kitap Alıntıları – Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk kitaplarından Nutuk (1919-1927) kitap alıntıları sizlerle…

Nutuk (1919-1927) Kitap Alıntıları

Ben ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım
Tam bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulus ve yurdun gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.’
Başarılarda gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe direnmek lazımdır..
Tanrı isterse her şey olacaktır.
Ey Türk gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve Cumhuriyeti savunma zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz ve nitelikte görünebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve aldatmaca ile sevgili vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi fiili olarak ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere ülkenin içinde iktidara sahip olanlar aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacılarının siyasi emelleri ile birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki soylu kanda mevcuttur!
Allah vatanımı, ulusumu ve hepimizi korusun.
Ben cumhuriyetçiyim.
Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.
geleceği için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedâkarlığı yapmakla ümit bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete kıyasla dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!…
O halde, ya istiklâl ya ölüm!”
-Sen yalan söyleyebilirsin, yeteneklisin!..
Bizim en önemli ve temel görevimiz, siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün ülke ve ulusun bugün tek görevi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle kovmaktır.
Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.
Karanlık hedeflere serserice sürüklenilir mi?
Görev ve fedakarlık, savaşan birliklerin yenilmeden, çekilmeden, başarısını sağlamaya çalışmakla yerine getirilir.
Arkadaşı savaşırken ve yardıma muhtaç iken, seyirci kalmış olan komutanlar, arkadaşının yenilgisine şahit olabilirse de tarihin amansız tenkit ve suçlamalarından asla kurtulamazlar.
Ben konuşurken Ethem, Tevfik ve Reşit Bey’lerin diyerek konuşmama itiraz edildi. Yükselen bir ses Paşa Hazretleri, artık bey demeyiniz, hain deyiniz uyarısında bulundu. Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim fakat daha Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatını taşıyan Reşit Bey için de aynı sözü kullanmak mecburiyetindeyim. Yüce heyetinize olan saygım dolayısıyla bunu söyleyemem. Önce, Reşit Bey’in Büyük Millet Meclisi üyeliğinin kaldırılmasına oy vermenizi rica ederim, dedim.
Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
Saygıdeğer efendiler, izninizle bu hikayeyi şimdilik burada bırakacağım.
Halifelik durumuna gelince, bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir konusu kalmış mıydı?
Temel ilke, Türk ulusunun saygın ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.
Ya bağımsızlık ya ölüm!
Türk ulusunun yüreğinden, vicdanından kopup gelen en köklü, en belirgin istek ve inanç belli olmuştu: Kurtuluş! Bu kurtuluş çığlığı Türk yurdunun bütün ufuklarında yankılanmaktaydı.
Uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve eğitiminin etkisinden bir toplumun,bir günde,bir yılda kurtulabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir. Böyle olduğu için, durumu ve gerçeği bilenler, elinden geldiği ölçüde kendi ulusunu uyarıp aydınlatarak kurtuluş yolunda ona kılavuzluk etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.
Ulus ancak devletlerin yıkılma ve çökme kargaşaları içinde bulunduğu zamanlarda tarihin yazdığı çok önemli ve korkunç günler yaşıyordu. Böyle günlerde talih ve alın yazısını kendi eline almak uyanıklığını gösteremeyen ulusların geleceği karanlık ve yıkım doludur.
Bir toplumun yaşamasının ve mutluluğunun ancak dilekte ve dileği gerçekleştirme yolunda tam birlik olmasına bağlı olduğunu açıkladık.
Hayat demek, mücadele ve çarpışma demektir. Hayatta başarı, mutlaka mücadelede başarıyla mümkündür.
Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu çocuklarının sayısını biliyor musunuz? Suriye’yi. Irak’ı korumak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için kaç insan şehit oldu, bunu biliyor musunuz? Sonuç ne oldu görüyor musunuz?!
Allah ulusal konularda aldatanları kahretsin.
Ne milletin heyecanını ve içindeki acıları ne de bundan doğacak millî gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim gibi, bu yüzden çıkacak olayların karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne bir komutan ne bir sivil yönetici ve ne de bir hükûmet tasavvur edebilirim.
Mustafa Kemal
Ulusumuz, sebepsiz yere, hiçbir yerde, hiçbir yabancıya saldırmış değildir.
İstiklâlimizi kazanıncaya kadar, bütün milletle birlikte fedakârca çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kararı kesindir.
İnsaf ve merhamet dilenme gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türkiye’nin gelecekteki çocuklar, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Bu bilmeceyi hala çözemiyorum.
Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Millet ve ordu, Padişah ve Halife’nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek, bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur
Çalışmak bizden, yardım ve kolaylık yüce Allah’tandır.
Meclislerle yönetilen ülkelerde ise en yıkıcı durum, kimi milletvekillerinin, yabancılar adına ve çıkarına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine dek girmek yolunu bulabilen yurt hainlerine rastlanabileceğine , tarihin bu konudaki örnekleriyle inanmak zorunluluğu vardır. Bunun için ulus, vekillerini seçerken çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır.
Burada şunu da belirteyim ki, bendeniz ne Fransızların ne de herhan­gi bir yabancı devletin sahip çıkmasına tenezzül eden kişilerden değilim. Benim için en büyük korunma yeri ve yardım kaynağı ulusumun bağrıdır.
Halbuki Türk’ün haysiyeti ve İzzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır!
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Dolayısıyla, yapılacak girişim ve eylemlerin bir an önce kişisel olmaktan çıkarılması, kesin olarak bütün bir ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir heyet adına olması gerekliydi.
Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
Türk’ün onuru, gurur ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.
Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur.
saygıdeğer ulusuma şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asıl özü çok iyi analiz etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!
“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!”
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu kara olmuştur.
Atatürk’ten seçme düşünceler

Beni görmek demek, kesinlikle yüzümü görmek demek değildir; benim düşüncelerimi, duygularımı anlıyorsanız, bu yeter.

Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında, gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?
Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Ulus, oluşan birliği korur ve bağımsızlığı için özveriden çekinmezse başarı kesindir.
Saygıdeğer Efendiler, pek iyi bilirsiniz ki, sultanlarla, halifelerle idare edilmiş ve edilmekte olan memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalıdır. Bu, çok defa kolaylıkla sağlanabilirmiştir. Meclisler ile idare edilen memleketlerde ise, en tehlikeli durum, bazı milletvekillerinin yabancılar adına çalışmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar girme yolunu bulabilen vatansızlara her zaman rastlanabileceklerine, tarihin bu konudaki örneklerini hükmetmek zaruridir. Bunun için millet, kendi vekillerini seçerken, çok dikkatli ve titiz olmalıdır. Milletin hata yapmaktan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve faaliyetler ile milletin güvenini kazanmış olan siyasi bir partinin seçimde milleti kılavuzluk etmesidir.
Dünya’da ne görüyorsak KADIN’ın eseridir
~Mustafa Kemal ATATÜRK
Oysa, Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
Kahramanı kadar gafili de haini de çok olan bir milletiz.
Mustafa Kemal Atatürk
Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilen, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanın çadırına doğru sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür.
Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü tesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk inkılap tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
Efendiler, komutanlar, askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasi görüşlerini etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen bir başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
Komutanların, emirleri altında verilen millet evladını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askeri görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir. Lafla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son bir avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namusluca savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o cevher de bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilirsinler!
Her taraftan adıma sayısız telgraflar gelmektedir: Büyük çapta düzenli kuvvetler gönderiniz, şu kadar cephane gönderiniz, bunlar gelmezse burada yeniliriz denilmekte, tehlike ve ateş içinde bulunmanızın verdiği heyecan dolayısıyla, durum acı bir dille anlatılmaktadır. Bizim görevimiz ve durumumuz, onların üzüntü ve heyecanına katılarak halkının maneviyatını kırmak değildir. Aksine, acılara direnme gücü, sebat ve ümit verecek şekilde hareket etmektir.
Cepheler delinebilir, buna karşı tedbir, delinen kısmı derhal kapatmaktan ibaretti. Bu ise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka, geride, yedekte, kuvvetli destekler bulundurmakla mümkündür.
Birlikte ve amaçta azimli olan ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı eninde sonunda bu gurur ve saldırganlığından pişman kılabilir.
Millet ve ordu, Padişah ve Halife’nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve bağlı. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde de değil…
Önder olacakların her ne olursa olsun, gayeden dönmemeleri, ülkede bulunabilecekleri son noktada, son nefesini verinceye kadar gaye uğurunda özveriyi sürdüreceklerini işin başında karar vermeleri gerekir.
(…) Çok kere olayların gidişinden vazifeler meydana gelir. Mustafa Kemal Paşa meselesi de, o kabildendir.
İslam dininin, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılması ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.
Osmanlı Devleti’nin ömrünü tamamlamış olduğuna artık çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti’nin sadrazamlık makamına geçmek gibi zayıf ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olmayacağı tabii idi. Ben gelip geçmesi tabii olan inkılap safhalarını sakin bir şekilde takip ederken, yarının tedbirlerinden başka bir şey düşünmüyordum.
Efendiler dedim, egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, saltanat, kuvvetle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıl sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganların hadlerini bildirerek, egemenlik saltanatını, ayaklanarak, kendi eline gerçekten almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti haline gelmiş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu, kesinlikle olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal karşılarsa, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, yöntemine uygun olarak ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal bazı kafalar kesilecektir.
İngiltere’nin oyunu biraz daha incedir.
İngiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. Yeni imkân ve görüşlerle; tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman-Türk hükümeti başında hilafet de olursa, İngiltere’nin elindeki Müslüman esirleri için kötü bir örnek olur. İngiltere Türkiye’yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar
fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz.
İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir