Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Nur’un İlk Kapısı kitap alıntıları sizlerle…
Nur’un İlk Kapısı Kitap Alıntıları
Hallak-ı Kerim’in bu kadar az birşeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığın ile Cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın; ey gafil ve ey târikü’s-salât(namazı terk eden)?
ﻋَﺠِّﻠُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﺼَّﻠٰﻮﺓِ ﻗَﺒْﻞَ ﺍﻟْﻔَﻮْﺕِ ﻭَ ﺑِﺎﻟﺘَّﻮْﺑَﺔِ ﻗَﺒْﻞَ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ
Senin vazife-i fıtratın budur.
(Nur’un İlk Kapısı 58.sh – Risale-i Nur)
*celb:çekmek
(Nur’un İlk Kapısı 60.sh – Risale-i Nur)
(Nur’un İlk Kapısı 47.sh – Risale-i Nur)
اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ
ve
سُبْحَانَ اللّٰهِ
ile kusurunu.. ve
حَسْبُنَا اللّٰهُ
ve
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ
ile fakrını.. ve
اَللّٰهُ اَكْبَرُ
ve
لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ
ile ve istimdad ile aczini ilân etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.
(Nur’un İlk Kapısı 33.sh – Risale-i Nur)
Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âfilim, âfil olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim.
Bütün eşya senindir gör.
Eğer Mâlik’e memluk isen
Bütün mülkü senindir gör.
Fakat Şems-i Cemal var gör.
Âh! Firakta çok elem gördüm.
Emel ayn-ı elem gördüm.
Ona geldim fena buldum.
Fakat Rabbimizin ihsan edeceği bâki servet ile hakikî bir saadete kavuşacağımızda şek ve şübhe yoktur.
Aynen öyle de, bunlardan daha fazla olarak, her gün Kur’an ve iman hakikatlarından manevî gıdalarımızı almaya muhtacız.
Kalb ve aklımızı çalıştıracağız.
Mana âleminizi istila eder.
Kat’iyyen istifadesiz kalmazsınız ve kalmıyoruz.
Kur’an-ı Kerim’in manası bilinmese de okunduğu ve dinlendiği zaman ruhlarda nasılki manevî ve derûnî bir tesir husule gelir. Zira kelâm, Allah kelâmıdır.
Bu kelâmullahtaki ve İslâmiyetteki mananın kudsiyetidir ki; Türkler İslâmiyetle cihangir oldular, kıt’alar beldeler fethettiler.
Bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmaktadırlar.
Aynen öyle de, Kur’an’ın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlayamazsanız da, onun manevî tesiri ve manevî feyzi, ruh ve kalbinize nüfuz eder.
Mana âleminizi istila eder.
Kat’iyyen istifadesiz kalmazsınız ve kalmıyoruz.
Hem insan, yalnız akıldan ibaret değildir.
Kalb, ruh, sır ve vicdan gibi manevî latîfe ve cihazata da mâliktir.
Aklınız, her bir mes’ele-i imaniyeyi birinci okuyuşta hakkıyla kavrayamasa da, kalb ve ruh ondan hissesini alır.
Risale-i Nur’un bu manevî tesiridir ki, Risale-i Nur’un ilk te’lifi zamanında sekiz-on Nur talebesi varken, şimdi milyonlar olmuştur.
Dünya fikir cereyanları içinde en kuvvetli bir iman cereyanı olarak Anadolu’yu istila etmiş.
Avrupa, Amerika, Asya kıt’alarına kadar varlığını ve kuvvetini kabul ettirmiş; din düşmanlarını dehşete düşürerek mağlubiyete düçar etmiş; iman ve İslâmiyete hayat ve hareket vermiş; nesl-i cedidi ihtizaza getirmiş ve kahraman ve cengâver fıtratları inkişaf ettirerek, cihad-ı İslâmiye meydanlarında herşeyini iman uğrunda feda ettirecek derecede koşturmuştur ve koşturmaktadır.
Nihayet, dünyanın ve Âlem-i İslâm’ın fevkalâde takdir ve hayranlığına mazhar olmuş ve olmaktadır.
Bunun için, devamlı okumaya her gün devam ediniz.
Kendini tekrar tekrar, zevkle ve şevkle okutan bu şaheser külliyatını okudukça, anlayışınız ziyadeleşecektir.
Anlamanın tek çaresi: Nurlarla başbaşa kalıp, zihnî cehd sarfederek, tekrar tekrar okumak sevgisiyle pâyidar olmaktır.
Hallak-ı Kerim’in bu kadar az birşeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığın ile Cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın; ey gafil ve ey târikü’s-salât?
Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmekten ise; kusurunu görse, istiğfar etse daha evlâdır.
Bu ikisi insanı pek ciddî düşündürür.
İnsanın başını mütemadiyen döver.
İnsanı bu havf ve hüzünden kurtaracak ancak bir tek mededkâr var, o da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki, ilân eder,
اَلآَ اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَهُمْ يَحْزَنُونَ
der, beşaret verir.
Nasıl Kur’an-ı Kerim’e sarılanların dünya ve âhiretleri ma’mur olursa; onun parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de, hakikî saadete erişeceklerdir.
Bu imanî eserleri okuyan gençlerin imanı kuvvetlenecek, istikballeri parlayacak, ilim ve irfan sahibi olacaklardır.
Hem vatana, hem millete, hem anne ve babalarına faideli, yüksek ahlâka sahib gençler olarak temayüz edeceklerdir.
Allah’ın hâlis bir kulu, Peygamber’in hakikî bir ümmeti haline gelmek bahtiyarlığına nâil olacaklardır.
Risale-i Nur hakkında bilgi soran arkadaşlarımıza gelince: Bu hususta bir fikir edinebilmek için, hiçbir yerden izahat almaya lüzum yoktur.
Siz bu feyyaz eserleri okuyun.
Bizzât kendi cehd ve şahsî gayretinizle onu anlamaya ve tanımaya çalışın.
O ilim ve irfan hazinesine bizzât giriniz.
İşte ancak o zaman, arzu ettiğiniz malûmatı hakkıyla elde etmiş olacaksınız.
Evet Risale-i Nur’u okudukça, Kur’an nuru içinize dolacak, o Kur’anî hakikatlar aklınızı ve kalbinizi tenvir edecek ve imanınızı inkişaf ettirip kuvvetlendirecektir.
Nur Risalelerini okudukça, İlahî bir feyiz, ruh ve maneviyat âleminizi kaplayacaktır.
Hayatta sizlere büyük bir huzur ve saadetin refahı içinde yaşayabilmenin kapıları açılacaktır.
Dünyanın bir âhiret mezraası olduğunu ve bu fâni dünyaya, ebedî bir hayatın kazanılması için geldiğinizi bu eserlerden öğrenecek ve bu iman cihetinden dünyanın Cennet’ten daha zevkli olduğunu hissedeceksiniz.
İşte böyle sonsuz ve manevî bir şevk ve aşkla dünyayı, şu geçici hayat için değil; ebedî bir hayatı ve bâki bir saadeti kazanmak için seveceksiniz.
Hem namaz kılmanın ve ibadetin, büyük ve kudsî bir zevk olduğunu bir kat daha anlayacaksınız.
Namazda Rabb-i Rahîmimizin, Allahımızın huzurunda durmaktan o kadar derin ve İlahî bir zevk duymaya başlayacaksınız ki; namazsız geçen günleriniz ızdırab ve sıkıntılarla dolacak.
En sevinçli, en mes’ud anlarınızı, Allah’a ibadet ve taatta bulacaksınız.
Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister.
Halbuki kaide-i mukarreredir ki: Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor.
Bir davada müsbit bir-iki şahidin hükmü, yüzler nâfîlere racih oluyor.
Bu hakikata bu temsil ile bak.
Şöyle ki:
Bir saray var.
O sarayın yüzer kapalı kapıları var.
Bir tek kapının açılmasıyla, o saraya girilebilir.
Öteki kapılar da açılır.
Eğer bütün kapılar açık olsa, bir-iki tanesi kapalı olsa, o saraya girilemez diye söylenemez.
İşte hakaik-i imaniye o saraydır.
Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor.
Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilmez.
Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan ıskat ediyor.
İşte bu saraya girilmez, belki bu saray değildir, içinde birşey yoktur. der kandırır.
İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan!
Hayat-ı diniyenin ve hayat-ı şahsiyenin ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hâtıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap ve
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
de, Cenab-ı Hakk’a iltica et!
Düşman hariçte olsa, insan silâhsız o düşmanla geçinebilir.
Fakat düşman kal’a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır.
Tâ ki hayat-ı ebedîsini hafî darbelerden kurtarabilsin.
Ey kardeş!
Zırh ve silâh, namaz ve takvadır.
Kur’an’ın zincirini muhkem tut.
Onun sözüne kulak ver.
Başkaları seni aldatmasın.
Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki: Hey sersem gafiller!
Benim halim sizi dinlemeye müsaid değil.
Zira benim arkamda, tâ kulağımın dibine kadar yakınlaşan ecel arslanı beni tehdid ediyor.
Ve önümde bir darağacı dikilmiş ki; gece-gündüzün dönmesinden -zeval ve firak ağacı tesmiye edilen bu firak-ı elîm- benimle bütün sevdiklerimi asıp mahvetmektedir.
Ve sağ tarafımda, ciğerlerime kadar işleyen bir acz yarası var.
Nihayetsiz za’f ve aczimle, nihayetsiz düşman ve mehalikin hücumuna maruzum.
Sol tarafımda, kalbimin içine kadar girmiş bir fakr yarası var.
Nihayetsiz fakr ve iflasa ve nihayetsiz hâcat ve âmâle mübtelayım.
En zelil hayvandan daha âciz, daha zaîf iken, dünya kadar metalibe ve makasıda muhtacım.
Bunlarla beraber, öyle bir yolcuyum ki, önümde ebedü’l-âbâda giden uzun bir yol var.
Bu uzun yolda birinci menzilim dünya, ikinci menzilim kabirdir.
Bu yolda zâd ister, ziya ister.
İşte mukaddes Kur’an, bana bu dehşetleri izale ediyor.