İçeriğe geç

Nur’un İlk Kapısı Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Nur’un İlk Kapısı kitap alıntıları sizlerle…

Nur’un İlk Kapısı Kitap Alıntıları

Kendime:
Hallak-ı Kerim’in bu kadar az birşeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığın ile Cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın; ey gafil ve ey târikü’s-salât(namazı terk eden)?
ﻋَﺠِّﻠُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﺼَّﻠٰﻮﺓِ ﻗَﺒْﻞَ ﺍﻟْﻔَﻮْﺕِ ﻭَ ﺑِﺎﻟﺘَّﻮْﺑَﺔِ ﻗَﺒْﻞَ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ
Saadet ve istirahat istersen; vazifene sahib ol; Hâlıkın vazifesini ona tefviz et. Yoksa sen, şaki bir âsi, fuzulî bir hain olursun.
Salât ve ibadatın, talimattır. Terk-i kebair ile, nefis ve şeytan ile mücaheden, harbdir.
Senin vazife-i fıtratın budur.
İnsanın fiil ve sa’y-i maddî cihetiyle daire-i tasarruf ve mâlikiyeti, bir hayvan-ı zaîf ve âcizin daire-i tasarruf ve mâlikiyetinden daha dardır. Çünki insan, elini uzatsa ona yetişir. Fakat insan, infial ve dua ve sual cihetinde şu misafirhane-i dünyada, bir misafir-i azizdir.

(Nur’un İlk Kapısı 58.sh – Risale-i Nur)

İnsandaki şu tarz-ı zenginlik gösteriyor ki; insanın vazife-i asliyesi: Aczini ve fakrını ve kusurunu derkederek ubudiyetle ilân etmek ve hacatının celbi için dua etmek ve mevcudatın tesbihatını görüp müşahede ederek şehadet etmek ve nimetleri görüp tefekkür içinde şükretmek ve ibret içinde bakmaktır.
*celb:çekmek
(Nur’un İlk Kapısı 60.sh – Risale-i Nur)
Bu edeb-i aliyye-i âdile-i Kur’aniye ile edeblen! Kur’an’ın edebiyle edeblenmeyen, zamanın sillesiyle te’dib olunacağı muhakkaktır.

(Nur’un İlk Kapısı 47.sh – Risale-i Nur)

HÜSN-Ü NİYET sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulh-perverlik, hakperestlik, herşeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaat Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü’minin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir.
Gaye-i fıtratın, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki; sen, Fâtır-ı Zülcelal’in dergâh-ı rahmetinde

اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ

ve

سُبْحَانَ اللّٰهِ

ile kusurunu.. ve

حَسْبُنَا اللّٰهُ

ve

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

ile fakrını.. ve

اَللّٰهُ اَكْبَرُ

ve

لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

ile ve istimdad ile aczini ilân etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.

(Nur’un İlk Kapısı 33.sh – Risale-i Nur)

Zâilim, zâil olanı istemem.
Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âfilim, âfil olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim.
Eğer Allah’ı buldun ise
Bütün eşya senindir gör.
Eğer Mâlik’e memluk isen
Bütün mülkü senindir gör.
Kemalin lem’ası söndü
Fakat Şems-i Cemal var gör.
Habib desen onu buldum
Âh! Firakta çok elem gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu
Emel ayn-ı elem gördüm.
Beni dünyaya çağırma
Ona geldim fena buldum.
Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur’an’ın zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni aldatmasın.
Acaba sizin o dünyevî servetiniz beni mes’ud edecek midir? Bu şübhelidir.

Fakat Rabbimizin ihsan edeceği bâki servet ile hakikî bir saadete kavuşacağımızda şek ve şübhe yoktur.

Zira nasılki her gün ekmek, su ve havaya ihtiyaç var.

Aynen öyle de, bunlardan daha fazla olarak, her gün Kur’an ve iman hakikatlarından manevî gıdalarımızı almaya muhtacız.

Zira gençlik gidiyor, ömür geçiyor, zamanlar geri gelmiyor
Kalbimizi nur-u Kur’anla, kafamızı ilm-i imanla aydınlatacağız.

Kalb ve aklımızı çalıştıracağız.

Aynen öyle de, Kur’an’ın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlayamazsanız da, onun manevî tesiri ve manevî feyzi, ruh ve kalbinize nüfuz eder.

Mana âleminizi istila eder.

Kat’iyyen istifadesiz kalmazsınız ve kalmıyoruz.

Saadet istersen, tevekkül et.
Kur’an-ı Hakîm, şu Kur’an-ı azîm-i kâinatın bir müfessiridir, bir tercümanıdır.
Ey gençler ve ey İslâm evlâdları! Avrupa’nın size karşı olan merhametsiz zulüm ve adavetine ve bâtıl efkârına ne akıl ile muhabbet edip onları taklid ediyorsunuz ve onlara ittibaen sefahetlerine iştirak ve saflarına iltihak ile mukabele ediyorsunuz? Onları taklid ve onlara ittiba ile beraber, dava-yı hamiyet yalandır. Milleti istihfaf ve milliyetle istihzadır.
İnsan, küçük bir mikroba mağlub ve edna bir kerb ile yere düştüğü ve o kadar zaîf olduğu halde; Kur’an-ı Kerim’in feyz ve irşadıyla o derece yükseklenir ve o derece letaifi inbisat eder ki; dünya mevcudatını ve zerrat-ı kâinatı tesbih tanesi edip, Mabudunu o adedle zikreder.
Hayatın saadet ve kemali ise, hayatın âyinesine temessül edene karşı, şuur ile muhabbet ve şevk ile ibadet etmektir.
Ebedî ve sermedî bir cemalin seyirci müştakı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir.
Risale-i Nur mevzuunu büyük bir alâka ile takib eden uyanık arkadaşlarım!
Kur’an-ı Kerim’in manası bilinmese de okunduğu ve dinlendiği zaman ruhlarda nasılki manevî ve derûnî bir tesir husule gelir. Zira kelâm, Allah kelâmıdır.
Bu kelâmullahtaki ve İslâmiyetteki mananın kudsiyetidir ki; Türkler İslâmiyetle cihangir oldular, kıt’alar beldeler fethettiler.
Bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmaktadırlar.
Aynen öyle de, Kur’an’ın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlayamazsanız da, onun manevî tesiri ve manevî feyzi, ruh ve kalbinize nüfuz eder.
Mana âleminizi istila eder.
Kat’iyyen istifadesiz kalmazsınız ve kalmıyoruz.
Hem insan, yalnız akıldan ibaret değildir.
Kalb, ruh, sır ve vicdan gibi manevî latîfe ve cihazata da mâliktir.
Aklınız, her bir mes’ele-i imaniyeyi birinci okuyuşta hakkıyla kavrayamasa da, kalb ve ruh ondan hissesini alır.
Risale-i Nur’un bu manevî tesiridir ki, Risale-i Nur’un ilk te’lifi zamanında sekiz-on Nur talebesi varken, şimdi milyonlar olmuştur.
Dünya fikir cereyanları içinde en kuvvetli bir iman cereyanı olarak Anadolu’yu istila etmiş.
Avrupa, Amerika, Asya kıt’alarına kadar varlığını ve kuvvetini kabul ettirmiş; din düşmanlarını dehşete düşürerek mağlubiyete düçar etmiş; iman ve İslâmiyete hayat ve hareket vermiş; nesl-i cedidi ihtizaza getirmiş ve kahraman ve cengâver fıtratları inkişaf ettirerek, cihad-ı İslâmiye meydanlarında herşeyini iman uğrunda feda ettirecek derecede koşturmuştur ve koşturmaktadır.
Nihayet, dünyanın ve Âlem-i İslâm’ın fevkalâde takdir ve hayranlığına mazhar olmuş ve olmaktadır.
Bunun için, devamlı okumaya her gün devam ediniz.
Kendini tekrar tekrar, zevkle ve şevkle okutan bu şaheser külliyatını okudukça, anlayışınız ziyadeleşecektir.
Anlamanın tek çaresi: Nurlarla başbaşa kalıp, zihnî cehd sarfederek, tekrar tekrar okumak sevgisiyle pâyidar olmaktır.
Gurur ve enaniyeti bırak. Dergâh-ı uluhiyetinde, acz ve za’fını, fakr ve fâkatini istimdad ve lisan-ı tazarru’ ve ubudiyetle ve dua ile ilân et.
Aklını başına topla. Sermaye-i ömrünü ve hayat-ı istidadını hayvan gibi; belki hayvandan daha aşağı şu hayat-ı fâniye-i maddiyeye sarf ve hasretme. Yoksa, en a’lâ hayvandan yüz derece yüksek olduğun halde; en edna hayvandan yüz derece aşağı düşersin.
İnsandaki şu tarz-ı zenginlik gösteriyor ki; insanın vazife-i asliyesi: Aczini ve fakrını ve kusurunu derkederek ubudiyetle ilân etmek ve hâcatının celbi için dua etmek ve mevcudatın tesbihatını görüp müşahede ederek şehadet etmek ve nimetleri görüp tefekkür içinde şükretmek ve ibret içinde bakmaktır.
İnsan, infial ve dua ve sual cihetinde şu misafirhane-i dünyada, bir misafir-i azizdir. Hem öyle bir kerime misafirdir ki; o kerim, bütün hazain-i rahmetini insana açmış ve bedayi’-i san’atını ona müsahhar etmiş.
Kur’an’ın edebiyle edeblenmeyen, zamanın sillesiyle te’dib olunacağı muhakkaktır.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
Hayır o vakit hayır olur ki ALLAH için ola Eğer ALLAH için olsa, o vakit kat’î onun izniyledir. Tevfik onundur. Minnet onadır. Senin hakkın şükürdür, fahr değildir.
Sen o yirmidört saatin yirmiüçünü şu hayat-ı fâniyeye bilâ-tereddüd ve bilâ-perva sarfediyorsun. Pek uzun seferin için elzem-i zâd olan beş vakit namazın edasına, bir saatin sarfında tehavün gösteriyorsun. Yani, ağır davranıyorsun. Hattâ sarfettiğin vakitte bir hisse de dünyaya çıkarıyorsun ki, namaz içinde dünyanı da düşünüyorsun.
Hallak-ı Kerim’in bu kadar az birşeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığın ile Cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstehak olmaz mısın; ey gafil ve ey târikü’s-salât?
Bil ki: Gaye-i fıtratın, ubudiyettir.
İnsan, müstakbelin ehvali ve mazinin ahzanı ile giriftar olmuştur. Bu ikisi, onu pek ciddî düşündürür, başını mütemadiyen döğerler. İnsanı bu havf ve hüzünden kurtarıcı tek bir mededkâr var. O da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.
Halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misafirim, uzun bir sefere sevkediliyorum. Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip ebedü’l-âbâda kadar gider. O karanlık yolda, zâd ile ziya ister. Halbuki Kur’an haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun zulümatını izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rızk vermiyor. Ancak onu ışıklandıracak yalnız şems-i Kur’an’dan iktibas edilen ziyadır. Ve o sefere zâd olacak, yalnız hazine-i Rahman’dır. Ve delalet-i Kur’an ile ahzedilen gıdadır.
Ey insan-ı gafil! Ey dünya için dinini ihmal eden!
öyle ise, istiğfara müncer olan derk-i kusur, gurura incirar eden rü’yet-i hüsn-ü amele müreccahtır.
Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmekten ise; kusurunu görse, istiğfar etse daha evlâdır.
Halbuki insan, müstakbelin korkusuna, mazinin hüznüne giriftardır.

Bu ikisi insanı pek ciddî düşündürür.
İnsanın başını mütemadiyen döver.

İnsanı bu havf ve hüzünden kurtaracak ancak bir tek mededkâr var, o da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki, ilân eder,
اَلآَ اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَهُمْ يَحْزَنُونَ
der, beşaret verir.

Arkadaşlar!
Nasıl Kur’an-ı Kerim’e sarılanların dünya ve âhiretleri ma’mur olursa; onun parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de, hakikî saadete erişeceklerdir.
Bu imanî eserleri okuyan gençlerin imanı kuvvetlenecek, istikballeri parlayacak, ilim ve irfan sahibi olacaklardır.
Hem vatana, hem millete, hem anne ve babalarına faideli, yüksek ahlâka sahib gençler olarak temayüz edeceklerdir.
Allah’ın hâlis bir kulu, Peygamber’in hakikî bir ümmeti haline gelmek bahtiyarlığına nâil olacaklardır.
Risale-i Nur hakkında bilgi soran arkadaşlarımıza gelince: Bu hususta bir fikir edinebilmek için, hiçbir yerden izahat almaya lüzum yoktur.
Siz bu feyyaz eserleri okuyun.
Bizzât kendi cehd ve şahsî gayretinizle onu anlamaya ve tanımaya çalışın.
O ilim ve irfan hazinesine bizzât giriniz.
İşte ancak o zaman, arzu ettiğiniz malûmatı hakkıyla elde etmiş olacaksınız.
Evet Risale-i Nur’u okudukça, Kur’an nuru içinize dolacak, o Kur’anî hakikatlar aklınızı ve kalbinizi tenvir edecek ve imanınızı inkişaf ettirip kuvvetlendirecektir.
Nur Risalelerini okudukça, İlahî bir feyiz, ruh ve maneviyat âleminizi kaplayacaktır.
Hayatta sizlere büyük bir huzur ve saadetin refahı içinde yaşayabilmenin kapıları açılacaktır.
Dünyanın bir âhiret mezraası olduğunu ve bu fâni dünyaya, ebedî bir hayatın kazanılması için geldiğinizi bu eserlerden öğrenecek ve bu iman cihetinden dünyanın Cennet’ten daha zevkli olduğunu hissedeceksiniz.
İşte böyle sonsuz ve manevî bir şevk ve aşkla dünyayı, şu geçici hayat için değil; ebedî bir hayatı ve bâki bir saadeti kazanmak için seveceksiniz.
Hem namaz kılmanın ve ibadetin, büyük ve kudsî bir zevk olduğunu bir kat daha anlayacaksınız.
Namazda Rabb-i Rahîmimizin, Allahımızın huzurunda durmaktan o kadar derin ve İlahî bir zevk duymaya başlayacaksınız ki; namazsız geçen günleriniz ızdırab ve sıkıntılarla dolacak.
En sevinçli, en mes’ud anlarınızı, Allah’a ibadet ve taatta bulacaksınız.
Şöyle ki:
Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister.
Halbuki kaide-i mukarreredir ki: Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor.
Bir davada müsbit bir-iki şahidin hükmü, yüzler nâfîlere racih oluyor.
Bu hakikata bu temsil ile bak.
Şöyle ki:
Bir saray var.
O sarayın yüzer kapalı kapıları var.
Bir tek kapının açılmasıyla, o saraya girilebilir.
Öteki kapılar da açılır.
Eğer bütün kapılar açık olsa, bir-iki tanesi kapalı olsa, o saraya girilemez diye söylenemez.
İşte hakaik-i imaniye o saraydır.
Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor.
Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilmez.
Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan ıskat ediyor.
İşte bu saraya girilmez, belki bu saray değildir, içinde birşey yoktur. der kandırır.
İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan!
Hayat-ı diniyenin ve hayat-ı şahsiyenin ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hâtıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap ve
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
de, Cenab-ı Hakk’a iltica et!
Ey birader!
Düşman hariçte olsa, insan silâhsız o düşmanla geçinebilir.
Fakat düşman kal’a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır.
Tâ ki hayat-ı ebedîsini hafî darbelerden kurtarabilsin.
Ey kardeş!
Zırh ve silâh, namaz ve takvadır.
Kur’an’ın zincirini muhkem tut.
Onun sözüne kulak ver.
Başkaları seni aldatmasın.
Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i şeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki: Hey sersem gafiller!
Benim halim sizi dinlemeye müsaid değil.
Zira benim arkamda, tâ kulağımın dibine kadar yakınlaşan ecel arslanı beni tehdid ediyor.
Ve önümde bir darağacı dikilmiş ki; gece-gündüzün dönmesinden -zeval ve firak ağacı tesmiye edilen bu firak-ı elîm- benimle bütün sevdiklerimi asıp mahvetmektedir.
Ve sağ tarafımda, ciğerlerime kadar işleyen bir acz yarası var.
Nihayetsiz za’f ve aczimle, nihayetsiz düşman ve mehalikin hücumuna maruzum.
Sol tarafımda, kalbimin içine kadar girmiş bir fakr yarası var.
Nihayetsiz fakr ve iflasa ve nihayetsiz hâcat ve âmâle mübtelayım.
En zelil hayvandan daha âciz, daha zaîf iken, dünya kadar metalibe ve makasıda muhtacım.
Bunlarla beraber, öyle bir yolcuyum ki, önümde ebedü’l-âbâda giden uzun bir yol var.
Bu uzun yolda birinci menzilim dünya, ikinci menzilim kabirdir.
Bu yolda zâd ister, ziya ister.
İşte mukaddes Kur’an, bana bu dehşetleri izale ediyor.
gaye-i fıtratın, ubûdiyettir.
Ey dünya için dinini ihmal eden!
İnsanı, bu havf ve hüzünden kurtarıcı tek bir medetkâr var. O da Kur’ân-ı Azîmüşşân’dır.
Halbuki insan, müstakbelin ehvâli ve mâzinin ahzânı ile giriftâr olmuştur. Bu ikisi, onu pek ciddî düşündürür..
firâk-ı ebediye kapısının visâl-i hakikiye kapısına inkılâbı, her lezzetin fevkindedir.
Hem halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misâfirim, uzun bir sefere sevkediliyorum. Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip ebedü’l-âbâda kadar gider.
Nihâyetsiz bir acz ve o hadsiz aczden neş’et eden derin bir yaram var ki; o mutlak aczimle, kalb ve ruhumun ve aklımın cihetinden hadsiz darbeler bana vurulabilir.
en âciz bir hayvandan daha âciz ve bütün hayvânâttan daha fakir olduğum halde, dünya kadar ihtiyacatım var. İktidarım ise, bir serçe kuşunun faaliyetinden çok aşağıdır.
Kerîm-i Rahîm’in müsâade ettiği dâire-i meşrua keyfime kâfi, lezzet-i hayatıma vâfidir.
Elhâsıl: Hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapan, zâhiren cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Hayat-ı bâkiyeye müteveccih olan zât ise, saâdet-i dâreyne mazhardır.
Eğer bedbaht kardeş olmamak ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur’ân’ı dinle, mutî’ ol, ona yapış ve itaât et.
Sana itimad ediyorum ve herşeyi senin için terkediyorum ve yalnız seninim ve seni istiyorum.
Acaba beni tecrübe edip ve kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acib yol ile böyle acib bir maksada beni sevkeden kimdir?
Kalb ve ruhu ve akıl ve letâifi bu elîm ve dehşetli vaziyetten feryat ve figan ederken, nefs-i emmâresi tegâfül ile tecâhül etti. Kalb ve ruhun âh ve enîn ve fizârından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak bir bostanda bulunuyor gibi o meyveleri yemeğe başladı.
Ey insan-ı gâfil! Ey dünya için dinini ihmal eden!
Elhâsıl: Cenâb-ı Hak, sana verdiği kendi mülkünü, senden gâlî bir kıymetle satın alıyor. Yine senin için muhafaza ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir