Eliezer J. Sternberg kitaplarından Nörolojik kitap alıntıları sizlerle…
Nörolojik Kitap Alıntıları
Fakat ister beyin hasarına bağlı olsun ister kafa karıştırıcı bir deneyim, hikayenin bazı kısımları eksik kaldığında beyin boşlukları doldurmak için aynı mantıksal protokolü izler. Bilinçdışı beyin, bir yapbozdaki eksik parçaları yerine yerleştirmemize benzer şekilde, arayıp taradığı bilgi bankamızdan, boşlukları en uygun ve ikna edici biçimde dolduracak anı ve düşünce parçalarını ödünç alır. Daima benmerkezci bir hikaye anlatıcısı olan beyin, olay örgüsünü oluştururken inançlarımızın ve kişisel bakıç açımızın, umutlarımızın ve korkularımızın kılavuzluğuna bel bağlar.
Beynin deneyimlerimizi yorumlama, anılarımızı kodlama ve tarihçemizi yazma biçiminin altında yatan bir mantık vardır. Bilinçdışı sistem yaşamımızdaki çeşitli enstantaneler arasında bağlantılar kurar, neyi vurgulayacağına karar vermek için her an duygularımızı izler ve o enstantaneleri bütünsel, açık ve her şeyden önemlisi kişisel ve özel bir hikaye anlatacak şekilde organize eder. O hikaye bilinçli hayatımız haline gelir.
Duyu sistemlerimiz hayatta kalmamız için tasarlanmıştır. Başlangıçta paralel yolaklarda işlenen duyu sinyalleri eninde sonunda birbirine entegre olur, yorumlanır ve kavramsal bir ağ oluşturacak şekilde düzenlenir. Duyularımız tekil, derli toplu bir dünya algısı oluşturacak şekilde birleşir. Bu işbirliği bilinçli deneyimimizi güçlendirmekle kalmayıp, duyularımızdan birinin işlev dışı kalması halinde kullanılabilecek bir yedek sistem oluşturur. Kişi kör olduğunda diğer duyu sistemleri devreye girerek algıdaki boşluğu doldurmaya çalışır. Beyin, dünyanın kafamızda canlanan resmini yeniden oluşturmak için elinden geleni yapar, hatta gerekirse bir duyuyu yeniden yaratmak için diğer duyuları birleştirir.
Bilim tarihinde birçok gizem, araştırmacılar doğru bir çerçeve çizemediğinden sırrına vâkıf olunamayacak bir kara kutu ilan edilmiştir. Çığır açan buluşlar yapmak için doğru sorular sormak gerekir. Keşfe giden yol ne aradığımızı bilmekle başlar.
Görülenin ve asla görülmemiş olanın erişilmez bölgelerini görebilmek için gözlerini kapaması, duvarları delip geçmek ve rüyalarında gezegenin bütün Bağdat’larını yoktan var etmek için hayal etmesi yeterli olan insan için televizyon dediğimiz cihaz nedir ki? (Dalí)
Bilinçli sistemle karşılaştırıldığında bilinçdışı sistem farklı bir kurallar silsilesine uyar. Bu sistemlerin her birinde, gün içinde kasıtlı ve bilinçli derin düşünceye, geceleri sınırsız duyusal keşiflere olanak tanıyan farklı süreçler iş başındadır. Yine de bu sistemlerin etkileşim içinde nasıl işlediğine dair pek az şey gördük. Charles Bonnet halüsinasyonları, Alice Harikalar Diyarında sendromu ve pedinküler halüsinoz, bilinçdışı devremiz tarafından yaratılan rüyaların uyanık bilincimizi istila etmesiyle bu iki sistemin çakıştığı durumlardır. Beynimizdeki iki sistem, uyku ve uyanıklıkla birbirinden tamamen ayrılmış değildir ve halüsinasyonlar sırasında olduğundan çok daha sık etkileşim halindedirler.
Bilinçli zihin güneşte oynaşan ve sonra yeraltındaki o büyük bilinçaltı kaynağına geri dönen bir pınara benzetilebilir.
– SIGMUND FREUD
uykunun beş evresini düşünmemiz gerek. 1. Evre’de yeni yeni uykuya dalmak üzeresinizdir. Bu evrede çok kolay uyanırsınız, hatta uyandığınızda az önce uyuyor olduğunuzu fark etmeyebilirsiniz. 2. Evre’de kaslarınız gevşer ama arada bir spontan kasılmalar olabilir. Vücut kendini derin uykuya hazırlarken nabzıniz yavaşlar, vücut sıcaklığınız düşer. Yavaş dalga uykusu olarak bilinen 3. Evre, uyku döngüsünün en derin dönemidir. Gece terörü ya da gece yatak islatma, yavaş dalga uykusu sırasında olur. Bu aynı zamanda döngüde uyurgezerliğin ortaya çıktığı evredir. Son olarak REM (rapid eye movement: hızlı göz hareketi) uykusunda kaslarınız tamamen felç olur. En canlı rüyalarımızı bu evrede görürüz. Kas felci rüyalarımızı gerçek hayatta eyleme dökmemizi engeller.
Rüya, başımıza gelen bir filme benzer. Kendi maceramızı seçemeyiz; en azından genellikle öyledir. Bunun tek istisnası, kişinin rüya gördüğünü bildiği, hatta hayali iç dünyasında bile isteye keşfe çıkabildiği lüsid (berrak) rüyalardır.
Lüsid rüyalar nasıl mümkün olabilir? Prefrontal korteks aktivitesinin uykudayken kaybolduğunu az önce söyledik; o halde kişi rüyalarını nasıl aktif olarak kontrol edebilir? 2012’de Alman uyku araştırmacıları da aynı soruyu sordular. Lüsid rüya gören bazı denekleri fMRG cihazında uyurken incelediler. Katılımcılar REM uykusuna geçtiğinde fMRG ilginç bir aktivasyon örüntüsü saptadı. BOLD sinyali, normalde rüya sırasında aktif olan bölgelerin yanı sıra, prefrontal alanda da belirgin biçimde ortaya çıkmıştı. Prefrontal korteks aktifti. Kimi insanların prefrontal korteksi, bilinmeyen sebeplerle, geceleri kapanmaya direnç gösterir. Lüsid rüya görenlerin özdüşünüm, özdenetim ve karar verme kapasitelerine erişimi olması, her rüyayı sanal gerçeklik içinde heyecan verici bir deneyime dönüştürür. Dahası lüsid rüya görme, egzersiz yaparak edinebileceğiniz bir beceridir ve kâbusların tedavisinde başarıyla kullanılmıştır. Pratik yaparak hayaletlerden ve eli baltalı katillerden toz olmalarını rica edebilirsiniz.
Her şeye karşın, yüreğin belleğinin kötü anıları sildiğini, iyileri büyüttüğünü, geçmişe katlanmayı bu hile sayesinde başardığımızı bilmeyecek kadar gençti daha. (Marquez)
Bu, yaşamınızda herhangi bir ânın farkında dahi olmadığımız halde bizi etkileyebileceği anlamına gelir. Metrodaki kısa bir bakışma. Radyoda çalan bir şarkıda geçen bir cümle. Göz ucuyla gördüğünüz bir poster. Duyu reseptörlerimize ulaşan herhangi bir şey duygularımızı ve sonuçta verdiğimiz kararları, hiç dikkatimizi çekmeden incelikli biçimde manipüle etme potansiyeline sahiptir.
Geriye doğru maskelemeyle ilgili araştırmalar, yaşamımızdaki görünmeyen anların diğer insanlar üzerindeki yargılarımızı etkileyebildiğini gösteriyor. Bir deneyde, yirmi altı kişiye hazırlayıcı resim olarak korkutucu, tiksinti verici ya da nötr yüzler gösterilmişti. Önceki deneylerde olduğu gibi bunların da gösterilme süresi sadece birkaç milisaniyeydi ve katılımcılar görüntülerin bilinçli olarak farkında değildi. Hazırlayıcı resimler gösterildikten sonra gönüllülerden bir dizi nötr yüz resmine bakmaları istendi ve bu kişileri ne kadar samimi buldukları soruldu. Sonuçlar, subliminal yoldan korkutucu ya da tiksinti verici yüz görüntüsüne maruz kalanlarin, nötr yüzleri samimiyetsiz olarak değerlendirme olasılığının, subliminal yoldan nötr yüzlere maruz kalanlara kıyasla anlamlı ölçüde fazla olduğunu gösteriyordu. Bir başka çalışmada, kızgın ya da üzgün yüz resimleriyle “hazırlanan” gönüllülerden trajik olaylara ilişkin bazı tarifleri analiz etmeleri istendi. Hazırlayıcı resimde üzgün yüz gösterilenler olayları daha çok talihsizliğe bağlarken, kızgın yüz gösterilenler daha çok olaya karışan insanları soruna neden olmakla suçladı.
Subliminal mesaj, etkisi Vicary ve başkaları tarafından fazlasıyla abartılmış olsa da gerçektir ve sinirbilimciler tarafından araştırmalarda çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Geriye doğru maskeleme adıyla bilinen böyle bir teknik peş peşe iki resmin gösterilmesine dayanır. Hazırlayıcı (prime) olarak adlandırılan ilk resim elli milisaniye gösterildikten hemen sonra bunun yerini maske olarak adlandırılan, nötr bir dikdörtgen ya da bir başka temel şeklin bulunduğu ikinci resim alır ve birkaç saniye boyunca gösterilir. Elli milisaniye bilinçli farkındalığa ulaşmak için fazla kısa bir maruz kalma süresidir; dolayısıyla maske, hazırlayıcının yerini elli milisaniyelik aralıkta aldığı sürece denekler ilk resmi hiç görmeyecek, sadece ikinci, maskeleme resmini göreceklerdir. Ne var ki hazırlayıcı resim denek için görünmez olsa da, biliminsanları resimle ilgili enformasyonun beynin derinlerindeki bilinçdışı kısımlarında bir şekilde kaydedildiğini buldular.
1950’lerde, Kore Savaşı’ndan kısa süre sonra ve Mançuryalı Aday filminin gösterime girmesinden hemen önce, James Vicary adlı reklam uzmanı gizli bir deney yürüttü. New Jersey eyaletinin Fort Lee şehrindeki bir sinema salonunda, projektörün yanına film sirasında ekranda yaklaşık beş saniyede bir “PATLAMIŞ MISIR YE” ve “COCA-COLA İÇ” yazılarının belirmesini sağlayan bir cihaz yerleştirdi. Sözcükler her seferinde saniyenin üç binde biri kadar bir zaman aralığında belirip kayboluyordu. Bu, izleyicinin yazıları bilinçli olarak fark edemeyeceği kadar kısa ama belki de sözcüklerin sinir sistemi üzerinde bilinçdışı bir etki göstermesine yetecek kadar uzun bir süreydi. Altıncı haftanın sonunda yaklaşık kırk altı bin kişi filmi izledikten sonra Vicary, kola satışlarının yüzde 18, patlamış mısır satışlarınınsa neredeyse yüzde 58 oranında arttığını iddia etti.
Bu sonuç gazetelere yansıdığında okurların içinde kötü sezgiler uyandı. İnsanlar kendini kullanılmış hissediyordu. Newsday bunu “atom bombasından sonra en ürkütücü buluş” olarak adlandırdı. Birileri nasıl zihinlere sızıp, hiç fark edilmeden karar verme sürecini manipüle edebilmişti? Bu kadarı yetmezmiş gibi, subliminal mesajların kullanım alanının gelişmiş zihin kontrol cihazları yaratacak ölçüde genişletilebileceği düşünülüyordu. “Cihaz patlamış mısırda işe yarıyorsa, politikacılar ya da başka bir şey için niye yaramasın?” diye yazmıştı bir okur, gazetedeki makalelerden birine cevaben. Cesur Yeni Dünya’nın yazarı Aldous Huxley bile tartışmaya katılmış, birkaç yıl içinde “özgür iradenin neredeyse bütünüyle lağvedilebileceğini” söylüyordu.
Böylece subliminal zihin kontrolü olasılığı karşısında korku çağı başladı. Bu korku, rock grubu Judas Priest ve CBS Records’un, iddiaya göre şarkılarından birine subliminal mesaj yerleştirmekten ötürü dava edildiği 1990 yazında zirveye çıktı. Beş yıl önce, Ray Belknap ve James Vance adlı iki delikanlı, grubun “Better by You, Better Than Me adlı şarkısını dinledikten hemen sonra civardaki bir oyun parkına gitmiş, kısa namlulu bir av tüfeğini kafalarına dayayıp kendilerini vurmuşlardı. Mahkemede, heavy metal parçada defalarca tekrarlanan gizli bir mesaj olduğu ortaya çıktı: “Do it” (Yap). Bu da yetmezmiş gibi, albüm kapağında bir insanın kafasını delip geçen gizli bir mermi görüntüsü vardı.
Sonunda CBS Records davayı kazandı. Ray ile James’in uyuşturucu kullanımı, hırsızlık, hatta darp geçmişi vardı. Yargıç, subliminal mesajın insan davranışını —özellikle bu boyutlarda, etkileme gücüne ilişkin kanıtların, delikanlıların aileleri lehine karar vermek için yeterli olmadığı sonucuna varmıştı.
( )
Nihayetinde Vicary’nin Patlamış Mısır Ye/Coca Cola İç deneyinin de gerçek olmadığı anlaşıldı. Bu deney hiçbir zaman bilimsel bir dergide yayımlanmadı ya da başka araştırmacılar tarafından tekrarlanmadı. Bir tekrar denemesinde Kanada Yayın Şirketi, cumartesi akşamları izlenen popüler bir şov programında, ekranda “Şimdi Telefon Et mesajını subliminal yolla anlık olarak 350 kereden fazla gösterdi ama sonrasında tek bir arama dahi gelmedi. Daha sonra televizyon istasyonu izleyicilerden yayındaki gizli mesajı tahmin etmelerini istedi. Beş yüze yakın mektup geldi ama hiçbirinin yaniti doğru değildi. Yanıt verenlerin yarıya yakını programı izlerken acıktığını ya da susadığını iddia ediyordu. Açıkça görülüyordu ki izleyiciler, gizli mesajin, hakkında çok fazla şey duydukları patlamış mısır/Coca-Cola deneyindekine benzer, yiyecek içecekle ilgili başka bir mesaj olduğunu düşünmüştü.
Hatta deneyde sözümona kullanılan sinema salonunun, Vicary’nin iddia ettiği sayıda seyirci kitlesini alamayacak kadar küçük olduğu ve sinema salonu yöneticisinin çalışmayı hiç duymadığı ortaya çıktı. Deney düzmeceydi.
Yine de subliminal mesaj kavramı hâlâ varlığını koruyor ve üzerinde durduğumuz konuyla ilgili sonuçlar doğurabilecek bir soruyu da beraberinde getiriyor. Subliminal mesaj ne kadar gerçektir? Bizi nasıl etkiler ve etkisi nereye kadar uzanır?
Siz Tanrı’yla konuşuyorsanız dua ediyorsunuzdur; Tanrı sizinle konuşuyorsa şizofrenisinizdir.
– Thomas Szasz
Beyindeki bilinçdışı sistem, tek bir anlamlı yorum oluşturabilmek için algı fragmanlarımızı birleştirirken, gerektiğinde örüntüleri tahmin eder ve boşlukları doldurur. Bir hikaye anlatır. Bilinçli sistem ise bu hikayeyi deneyimler ama aynı zamanda üzerinde düşünebilir, hatta onu sorgulayabilir. Ne var ki izole prefrontal korteks hasarı olan vakalar beynin büyük bölümünün çalıştığı ama prefrontal bilişin özdüşünümsel yetilerinin bulunmadığı bir senaryo yaratır. Bu denetim kalktığında, beyindeki bilinçdışı boşluk doldurucu süreçlerin, yaşadığımız deneyimi tahmin eder ve parçaları birleştirirken kontrolsüz kalması, ipe sapa gelmez yorumların ve tuhaf hikayelerin yaratılmasıyla sonuçlanabilir.
Dahası, görünüşe göre duyguları tanıma becerimiz, onları simüle edemezsek bozulur. Bir deneğe bir kurşunkalemi dişleri arasında sıkıştırması söylendiğinde ve böylece gözlemlediği duygusal ifadeleri taklit etmesi engellendiğinde, birinin yüz ifadesindeki duyguyu tanıma eğilimi azalacaktır. Nadir bir nörolojik bozukluk olar Moebius sendromunda insanlar yüz felciyle doğar. O nedenle yüzleri ifadesizdir. Araştırmalar Moebius sendromlu bireylerin başka insanların duygularını tanımakta zorlandığını gösteriyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Beş duyumuzun birbirinden tamamen farklı olduğunu düşünürüz ama beynimiz duyularımıza öyle davranmaz. Beyin, farklı yolaklar üzerinden iletilmeleri dışında görsel, işitsel ve dokunsal sinyaller arasındaki farkı bilemez. Devreler doğru bağlantıyı kurduğu sürece enformasyon doğru yere ulaşır. Beyinde her şey elektrokimyasal sinyallerden ibarettir; nöronların, ilettikleri ve aldıkları sinyallerin ne işe yaradığı konusunda fikirleri yoktur. Beş ayrı duyuyu deneyimlememizin -gözlerimizle görüp burnumuzla koklamamızın- sebebi, sinir hücresi zincirlerinin ayrı yolaklar halinde organize olmasıdır.
“Gördüğünüz gibi sadece gri ya da lacivert takım giyerim, demişti. “Verilecek kararları azaltmaya çalışıyorum. Ne yiyeceğime ya da ne giyeceğime karar vermek istemiyorum. Çünkü başka pek çok karar vermem gerekiyor. Karar verme enerjinizi odaklamalısınız. Kendinize bir rutin oluşturmalısınız. Önemsiz konuların gün boyu dikkatinizi dağıtmasına izin veremezsiniz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Californialı nörologlar insanların gerçek ve hayali hareketler sirasında beyin aktivitelerini karşılaştıran bir deney yaptılar. Katılımcılar numaralandırılmış dört düğmeye şu sıralamaya göre basacak şekilde pratik yaptılar: 4, 2, 3, 1, 3, 4, 2. Parmakları düğmeye basarken beyin aktivitesi fMRG’de görülüyordu. Ardından her biri elleri kucağında, gözleri kapalı, düğmelere aynı sırayla bastıklarını hayal ettiler. Karşılaştırmalı fMRG nasıl sonuç verecekti acaba? Aktivasyon örüntüleri örtüşüyordu ve örtüşme parmak hareketlerini kontrol eden motor korteks alanında en belirgindi. Parmak hareketlerini zihinde canlandırmak, fiili parmak hareketleri sırasında gözlemlenen fMRG sinyalinden neredeyse ayırt edilemeyecek bir sinyal başlatıyordu.
Belli ki zihinde canlandırma ile fiziksel performans beynin aynı bölümlerini etkinleştiriyor. Kendimizi bir işi yaparken hayal ettiğimizde beyin o işi fiziksel olarak gerçekleştirmemize ilişkin geçmiş deneyimimize dayanarak bir simülasyon modeli çalıştırır. Deneyimimiz ne kadar fazlaysa, beynin iç modeli o kadar hatasızdır.
Tek bir basit hareketin zihinde provasını yaparak, o hareketin altında yatan, alışkanlık odaklı sinir-kas devresinin işlevini güçlendirebiliriz.
İster sporda olsun ister müzikal performansta ya da başka bir alanda, zihinsel simülasyon, o işi başarma becerimizi artırır ve ilgili beyin bölgelerini fiziksel olarak değiştirebilir. Bununla birlikte zihinsel provanın gücü sinırlıdır; imgelemde ve gerçek eylemde rol oynayan beyin bölgeleri arasındaki girift ilişkiden kaynaklanan sınırlardır bunlar.
Dış dünyaya bakarken beynimizdeki iki sistem algılarımızı biçimlendirir. Bir tarafta örüntüleri tanıyan, bu örüntülere dayanarak tahmin yürüten ve algısal fragmanların birbirine nasıl uyduğuna dair çıkarımda bulunan bilinçdışı sistem vardır. Diğer taraftaysa bilinçdışı sistemin tahminlerini kabul eden –gerektiğinde bunları sorgulayan, ve erişimi olan arka plan bilgisine dayanarak kararlar veren bilinçli sistem yer alır.
Dünyaya ilişkin deneyimimizi, altta yatan bir sinirsel mantık (nöro-lojik) yönlendirir. Onu bir yazılım parçası olarak düşünebilirsiniz. Yapmamız gereken, bu mantık sistemini, sadece girdi ve çıktıları gözlemleyerek değil, onu oluşturan beyin sistemlerini araştırarak deşifre etmektir.
Görülenin ve asla görülmemiş olanın erişilmez bölgelerini görebilmek için gözlerini kapaması, duvarları delip geçmek ve rüyalarında gezegenin bütün Bağdat’larını yoktan var etmek için hayal etmesi yeterli olan insan için televizyon dediğimiz cihaz nedir ki?
Salvador Dali
Felsefe bize net sorular sormayı, bir konuyu bütün yönleriyle açıklayan merkezi ilkeye ulaşana dek derine inmeyi öğretir.
Anı bastırma mekanizması, kırılgan benlik hissimizi katlanılması zor hatıralara karşı koruyan, beyindeki güvenlik supabıdır.
Deneylerde insanların iki nokta arasında yürüme süresi ile aynı yolu yürüdüklerini hayal etme süreleri karşılaştırılmıştır. Tekrar tekrar yapılan denemelerde elde edilen sonuçlar, zihinsel ve fiziksel yolculuk süresinin neredeyse tamamen aynı olduğunu göstermiştir.
Bütün gülümsemelerde ağız çevresindeki kasları kasarız, ama göz etrafındaki orbikülaris oküli kaslarını işin içine katma biçimimiz farklıdır. Gerçek bir gülümsemede bu kasları kastığımız için göz kenarlarımız çekilir. Öte yandan sahte bir gülüşte bu kaslar kullanılmaz. Zoraki gülümsemede yanaklarımızdaki risorius kasını kullanarak dudaklarımıza doğru biçimi veririz ama göz kasları kasılmaz.
Araştırmalar da körlerde işletmenin, görenlerdekinden çok daha iyi olduğunu gösteriyor.
Görülenin ve asla görülmemiş olanın erişilmez bölgelerini görebilmek için gözlerini kapaması, duvarları delip geçmek ve rüyalarında gezegenin bütün Bağdat’larını yoktan var etmek için hayal etmesi yeterli olan insan için televizyon dediğimiz cihaz nedir ki?
Salvador Dali
Zihnin kendi mantığı vardır ama başkalarının onu görmesine pek izin vermez.
İnsanları nasıl tanıyorsun?
Duruma göre değişir.
Bilim tarihinde birçok gizem, araştırmacılar doğru bir çerçeve çizemediğinden sırrına vakıf olunamayacak bir kara kutu ilan edilmiştir. Çığır açan buluşlar yapmak için doğru sorular sormak gerekir. Keşfe giden yol, ne aradığımızı bilmekle başlar.
:
Bir Ben Var Benden İçeri..
Nöroloji pratiğinde, beyindeki herhangi bir sistemi araştırmanın ilk adımı, sistem bozulduğu zaman neler olduğuna bakmaktır.
:
Burası havasız kalmış.
Subliminal bir mesajın nörolojik yankıları amigdalanın aktivasyonuyla sınırlıdır ve bu da kişinin duygusal durumunda hafif bir değişimle kendini belli eder.
Potansiyel bir hırsız, mağazada çalan müziğe gizlenmiş sözcüklerle subliminal yolla suç işlemekten caydırılabilir mi? Muhtemelen hayır. Kesin bir şey söylemek zor ama görünüşe göre genel kanı, subliminal uyaranla rın biraz etki gösterdiği ama bu etkinin radikal bir davranış değişikliği yaratacak boyutta olmadığı yönündedir.
beyin hemen hemen bütün enformasyonu (çevredeki) alır ama biz bu bütünün sadece bir bölümünün bilinçli olarak farkına varırız (dikkatimizi yoğunlaştırdığımız bölümünün). İnsan farkında olmadığımız onca enformasyona ne olduğunu ve bunun bilinçaltımızı nasıl etkileyebileceğini merak ediyor.
Şizofreni, öz izlemeyle yani kişinin kendini izleme süreciyle ilgili daha genel bir bozukluktur. Başka pek çok şeyin yanı sıra, kendi ile kendi olmayanı ayırt edememeye sebep olan bir hastalıktır.
Hiç sebep yokken beni gülmeye zorluyorlar; kendi duygularınızla değil onların duygularıyla gülmenin ve mutlu görünmenin ne denli korkunç olduğunu bilemezsiniz.
Nöroteoloji olarak adlandırılan araştırma alanında yapılan nörogörüntüleme çalışmaları, ibadet eylemleri sırasında frontal ve temporal loblarda (şakak lobları) aktivasyon olduğunu gösteriyor. Sinirbilimciler beynin bu bölgelerinde elektriksel sinyaller ateşleyerek ruhani deneyimler oluşturmayı başardılar.
REM uykusu sırasında kaslarımız felç olur ve biz en canlı rüyalarımıza dalarız.
DOKTOR : Böyle olduğuna emin misin?
BILLY : Yüzümü görüyor musun?
DOKTOR : Evet.
BILLY : Bilen birinin yüzü bu.
Belleği geçmişimizin kameraya çekilmiş hâli, yaşam tecrübemizin basit bir kaydı olarak düşünmek sık karşılaştığımız bir yanlış anlamadır. Video kayıtları bir sahnenin her yönünü eşit biçimde vurgular. Odaklanacak en önemli unsuru seçip göstermezler. Video kayıtları kesin kayıtlardır. Bellek ise hatalar yapar ve zamanla değişir.
:
DOKTOR: Billy, bugünün tarihini söyleyebilir misin?
BILLY: Tabii. 20 Şubat 2012 ama daha açık konuşmak gerekirse 3 Eylül 1998.
Çoklu görevde kilit nokta, görevlerden birini alışkanlıkla yapabilir hale gelmektir. Örneğin en sevdiğimiz TV programını izlerken ya da arkadaşımızla telefonda konuşurken portakal soymak kolay bir iştir. Gelgelelim bunları yaparken fizik kitabından bir bölümü yorumlamak inanılmaz zor olacaktır. Bu, otomatikleştirilebilecek bir süreç değildir; bilinçli dikkat gerektirir. Ama aynı bölümü okurken portakal soyabiliriz çünkü bilinçli sistem bölümü okurken, alışkanlık sistemi portakalı soyabilir. Davranış kontrolünde ikili sistemler olmasından bu şekilde fayda sağlarız.
Kısa sürelerle davranışlarımızı otomatik pilota bağlayabiliriz ve bu sırada, tıpkı zombiler gibi, eylemlerimize dair bilinçli bir farkındalığımız olmaz. Asıl soru şu: Beyindeki otomatik süreçler bizim yerimize araba kullanabiliyor, duvara resim asabiliyor ve yatağı düzeltebiliyorsa, başka neler yapabilirler acaba?
Sahte gülüş nasıl anlaşılır?
Arabayı alışkanlıkla kullanıyorsanız, tehlikeli sürüyorsunuz demektir.
beyin, gördüğümüz şeydeki boşlukları doldurur ve algıladığımız şey aslında gözümüzün önündekiyle aynı olmayabilir. Gelgelelim göz yanılsaması sonucu beyaz bir üçgen görmekle oturma odanızda otlayan inekler görmek aynı şey değil.
Rüyanın ne kadar tuhaf olduğunu anlayabiliyorsanız, muhtemelen uyanma sürecine girmişsinizdir ve prefrontal korteksiniz çalışmaya başlamıştır.
Dışsal duyumlar rüyalarımıza her zaman sızabilir. Bu tür etkilerin en güçlülerinden biri, uyuyan bir kişinin üzerine spreyle su püskürttüğünüzde ortaya çıkar. Uyaran yüzde 40 oranında kişinin rüyalarına doğrudan entegre olur. Uyanan denekler rüyalarında yağmur yağdığını, birinin üzerlerine su fışkırttığını ya da akan çatıyı onarmak durumunda kaldıklarını belirtirler.
Bu denetim (prefrontal korteks aktivitesi) kalktığında, beyindeki bilinçdışı boşluk doldurucu süreçlerin, yaşadığımız deneyimi tahmin eder ve parçaları birleştirirken kontrolsüz kalması, ipe sapa gelmez yorumların ve tuhaf hikayelerin yaratılmasıyla sonuçlanabilir.
Bu söczükreldeki hrafelr kaşırık yamızlış odluğu hadle onralı oyukabiliyornusuz. İlk ve son hfarler dorğu yedre odlunuğdan benyiniz bu içpularını kunallarak ne yadzığını çakıralibiyor.
Kafamda hep bir yığın soru vardır.
Bütün kaosun içinde bir kozmos, bütün düzensizliğin içinde gizli bir düzen vardır. (Carl Jung)
Bilinçli zihin güneşte oynaşan ve sonra yeraltındaki o büyük bilinçaltı kaynağına geri dönen bir pınara benzetilebilir.
Sıgmund Freud
Kişinin kendi düşüncelerini ve eylemlerini dış kaynaklara atfetmesi. Koroller deşarj sistemindeki bir sorun bütün bu tuhaf deneyimleri tek bir modelle mükemmelen açıklar. Beyindeki bir kusur kişinin kendi düşüncelerinin, duygu ve davranışlarının yaratıcısı olduğunu fark etmesini engellediği taktirde kişi o düşünce ve duyguların zihnine yerleştirildiği, davranışlarının da başka biri tarafından kontrol edildiği sonucuna varır. Bu semptomlar, şizofreninin sadece halüsinasyon ve sanrılardan ibaret bir sorun olmadığını düşündürür. Şizofreni özizlemeyle yani kişinin kendini izleme süreciyle ilgili daha genel bir bozukluktur. Başka pek çok şeyin yanı sıra, kendi ile kendi olmayanı ayırd edememeye sebep olan bir hastalıktır. Ve hepsinin merkezinde koroller deşarj yer alır.
Kendini tanıma sorunu daha da derinlere iner. Kendi ses ve düşüncelerini tanıyamayan şizofrenler kendi davranışlarının kontrolünün ellerinde olduğunu da bilmeyebilir.
Rock and Roll Şöhretler Kulübü’ne 1996’da katılmaya hak kazanan İngiliz rock grubu Pink Floyd deneysel, psikedelik müziğiyle tanınmıştı. Grubun yavaş yavaş öne çıktığı 1960’larda kurucusu Syd Barrett dengesiz davranmaya başlamıştı. Gözlerini uzun uzun boşluğa dikip bakıyor, çılğınca fikirleri peş peşe sıralıyordu. Barrett bazen kafasına estiği gibi ruj sürüp yüksek ökçeli ayakkabılarla dolaşırdı. Barrett’in kız arkadaşını üç gün boyunca bir odaya kilitleyip, arada bir kapının altından birkaç bisküvi uzattığı ortaya çıkınca müzisyen arkadaşları bir şeylerin gerçekten ters gittiğini anlamıştı. Geriye dönüp bakıldığında, bir tanı konmamış olsa da, Barrett muhtemelen şizofreni hastasıydı. Nitekim bu, müziğinde de kendini belli eder. 1968 yılına ait A Saucerful of Secrets albümünde Barrett Jugband Blues adlı parçanın söz yazarıydı. Şarkının iki dizesinde şöyle der: Burada olmadığımı açıkça gösterdin ya, minnettarım sana Ve merak ediyorum bu şarkıyı kim yazıyor acaba? Bu rahatsız edici sözler, Pink Floyd’un menajeri Peter Jenner’ın şarkıyla ilgili Bir şizofrenin kendi kendine koyduğu nihai tanı olabilir yorumunu yapmasına neden olmuştu.
Sözlerde küçük bir doğruluk payı varsa şayet, Barrett şarkıyı kendisinin yazdığından habersiz olduğunu ima ediyor gibidir. İçindeki sanatsal yeteneği hayata geçirenin, beste yaparken ve güfte yazarken onca zahmet çekenin kendisi değil, bir başkası olduğuna inanıyordu.
Şizofrenlerin en esrarengiz sanrılarından biri düşünce yerleştirmeyle ilgili deneyimleridir. Hastalar düşüncelerinin kendilerine ait olmadığına ve bir şekilde yabancı bir kaynak tarafından zihinlerine yerleştirildigine inanırlar.
İşitsel halüsinasyonlarda olduğu gibi hastalar yerleştirilen düşünceleri sadece başka insanlara değil gizemli güçlere de atfeder.
Bazıları hayal ettikleri iç konuşmaları duyar. Bu da şizofreninin yol açtığı nörolojik sorunun, yani koroller deşarj sistemindeki kusurun düşündüğümüzden de büyük olduğu anlamına gelir. Şizofrenler kendi seslerini tanıma yetisinden fazlasını, kendi düşüncelerini tanıma yetisini kaybederler.
Sağırlar işitsel halüsinasyonun bir biçimini deneyimleseler de sesin kaynağı sessiz konuşma değil, iç konuşmadır.
Koroller deşarj sistemindeki bir kusur şizofrenlerin kendi seslerini tanımalarını engeller ve hastalar sesi esrarengiz bir yabancı varlığa atfeder.
Şizofreni hastaları başkalarının sesini tanımakta güçlük çekmezler, sadece kendi seslerini tanımakta zorlanırlar.
Araştırmalar belli bir hareketi yaptığımızı hayal ederken geçen sürenin, aynı hareketi fiziksel olarak yaparken geçen süreye şaşırtıcı derecede yakın olduğunu gösteriyor, ki bu da içsel bir tahmin sistemine tabi olduğumuzu düşündürüyor.
Eğer biri ses kaslarınızı felç eder ama beyninizi sağlam bırakırsa, zihinsel olarak hala kendinize konuşma komutu verebilirsiniz ama ses çıkaramazsınız.
Şizofreni hastaları kendi seslerini tanımakta zorlanmakla kalmayıp o sesleri bir dış kaynağa atfetme eğilimi gösteriyorlar.
1940’larda psikiyatrist Louis Gould şizofrenideki işitsel halüsinasyonların sessiz konuşma fenomeniyle ilgisi olup olmadığını merak etti. Kafanın içindeki sesler konuşma kaslarının istemsiz mırıltısı mıdır sadece? Eğer öyleyse, sessiz konuşmayı neden şizofrenler fark eder de sağlıklı insanlar fark ermez? Gould bir EMG deneyi tasarladı. Şizofrenlerden ve halüsinasyon olmayan hastalardan oluşan bir gurupta herkesin ses kaslarının aktivitisini teker teker kaydetti. Gould şizofreni hastalarının işitsel halüsinasyonlar sırasındaki EMG kayıtlarını halüsinasyonu olmayan hastalarınkiyle karşılaştırınca, hastaların ses duydukları sırada alınan EMG kayıtlarında ses kaslarının daha yüksek aktivite gösterdiğini buldu. Bu sonuç şizofrenlerin kafalarının içinde ses duydukları sırada ses kaslarının kasıldığı anlamına geliyordu; sessizce konuşuyorlardı.
Sessizce konuşma, ses duyulmadığı halde ses kaslarının aktivasyonudur.
Bazı şizofrenler dezorganize düşünceler sergiler, yani fikirler arasında tuhaf bağlantılar kurma eğilimi gösterirler. Akıl Oyunları filminde Russell Crowe, paranoid sizofreniden mustarip olan Nobel ödüllü matematikçi John Nash’i canlandırır.
Uyku felcinde, bilinçli farkındalık ile kas kontrolü arasındaki eşgüdüm ortadan kalktığı için bilinçdışı, kafa karıştırıcı, çelişkili enformasyonla karşı karşıya kalır ve bunları birbirleriyle bağdaştıracak bir açıklama arar.
Algı ile duygu arasındaki bağlantı koptuğunda şaşırtıcı senaryolar ortaya çıkar. Nöron sistemleri olması gerektiği gibi iletişim kuramadıgında ya da yeni ve tuhaf algılar ortaya çıktığında, beynin anlattığı hikaye mistik, doğaüstü ve paranormal tarafa kayar.
Kendimizi aksine ikna etmediğimiz sürece tipik olarak beynimizin anlattığı hikayeye inanmayı seçeriz. Beyin sağlıklıysa, bilgi depomuzu değiştirmek ve genişletmek için eğitimden faydalanabiliriz. İnançlarımızı uyarlayarak, beynin mantıksal sisteminin kök saldığı zemini yenileyerek bilinçdışı sistemi daha akla yakın ve pragmatik açıklamalara yönlendirebilecek güvenilir enformasyonu sağlayabiliriz. Peki ama ya beyin sağlıklı değilse? Beyinde süreğen bir iletişim bozukluğuna neden olan bir kusur varsa? Böyle bir durum beynin devamlı aynı uydurma hikayeyi anlatmasına yol açacaktır. Hayat boyu devam eden bir doğaüstü deneyime sebep olacaktır.
Yaşamımızın her günü beyindeki bilinçdışı sistem birbirinden ayrı sayısız enformasyon ipliğini biriktirip bunlardan organize, kişisel bir hikaye dokur.
Çoğu insan uyku felcini duymamış olduğundan, bunu yaşadığında hemen bir açıklama arayışına girer.
Uyku felci sırasında beyindeki bilinçdışı sistem bu deneyimi anlamlandırmak için bir hikaye yaratır ama hangi hikayeyi seçecektir? Yanıt içinde yaşadığımız kültüre göre değişir. Neye inandığınıza, neden süphelendiginize, ya da korktuğunuza, neyi sevdiğiniz ya da merak ettiğinize, geçmişinizden ne hatırladığınıza göre değişir.
Felç ve halüsinasyonlarin eşzamanlı olarak başlaması gibi yeni ya da olağanüstü durumlarla karşılaşıldığında bilinçdışı beyin bir açıklama arar. En az dirençle karşılaşacağı yolu araştırır. Belirtileri en iyi açıklayan hikaye hangisidir? Dünya üzerindeki her kültürde yanıt farklıdır ama pek çok Amerikalı için en uygun açıklama uzaylılarla karşılaşmadır.