İçeriğe geç

New York Üçlemesi – Mini Kitap Kitap Alıntıları – Paul Auster

Paul Auster kitaplarından New York Üçlemesi – Mini Kitap kitap alıntıları sizlerle…

New York Üçlemesi – Mini Kitap Kitap Alıntıları

&“&”

Hangi insan umut etme olanağını reddedecek
kadar güçlüdür?
Öykülerin uydurma olduğunu herkes bilir. Üzerimizde nasıl bir etkileri olursa olsun, gerçek olmadıklarını biliriz, başka yerde bulabileceğimiz gerçeklerden çok daha önemli olanlarını bize anlatsalar da."
sözcükler insanin ağzından havaya uçarlar, bir an hayatta kalır ve ölürler. tuhaf, değil mi?
Sen onun hayatında bir seçenek isen, onun senin hayatında bir öncelik olmasına müsaade etme
Kadının sessizliği vedadır.
… her türlü şeyin olabileceği anda
sözcükler yetersiz kalır.
Dünyanın başladığı yerde düşünceler biter, diyordum durmadan kendime. Ama insanın
kendisi de dünyanın içindedir, diye yanıtlıyordum kendimi,
kendinden doğan düşünceler de. Sorun benim artık doğru
biçimde ayrım yapamamamdaydı.
Yalnızlık, onu kendi içine götüren bir geçit,
bir keşif aracı olmuş.
… insan hayatı o kadar çeşitli koşullar altında yön değiştiriyor
ki, bir insan ölene kadar onun hakkında bir şey söylenemez.
İnsan hayatının anlamı yoktur, diyordum. Bir adam
yaşar, sonra ölür, bu iki gerçek arasında olanlar anlamsızdır.
Bunları
yazmak cesaret gerektirebilir, ama kaçıp kurtulmak için tek
şansım da yazmak.
Kibarlık iyidir de
fazlası zararlı olabilir.
Sözcükleri önemsemek, yazılanların ucunun size dokunması, kitapların gücüne inanmak – bunlar geri kalan her şeyi bastırır, bunların yanında insanın kendi yaşamı iyice küçülür.
Hikâyeler ancak onları anlatmasını
bilenlerin başına gelirler, demişti biri bana.
Hangi insan umut etme olanağını reddedecek
kadar güçlüdür?
Yapılacak bir şey varsa ancak bu yapılır, bundan
başka seçenek yok.
Yazmak yalnızlık gerektirir. İnsanın hayatına el koyar.
Bir anlamda bir yazarın kendine ait bir hayatı yoktur. Varken
bile gerçekten var değildir.
… kaçırılan fırsatlar da kullanılan
fırsatlar kadar hayatın bir parçasıdır ve bir hikâye “neler
olabilirdi” üzerinde oyalanamaz.
Hayatı birdenbire o kadar yavaşlamıştır ki Mavi daha
önce dikkatinden kaçmış olan şeyleri şimdi görebilmektedir.
… bilgi yavaş edinilir, edinildiğinde de çoğunlukla büyük
kişisel özveriler pahasına olur.
Gece ve gündüz göreceli deyimlerdi, mutlak bir duruma işaret
etmiyorlardı. Herhangi bir anda, her ikisi de mevcuttu. Bunu
bilmememizin tek nedeni, aynı anda iki yerde birden
bulunamamamızdı.
… bir bakıma herkes
yumurtadır. Varızdır ama kaderimizde yazılı olan biçimi
henüz almamışızdır. Tepeden tırnağa olasılığızdır, henüz
gelmeyen şeyin örneğizdir.
Elimizde tuttuğumuz
sıradan, özelliksiz bir nesneyi bile adlandıramazsak bizi
gerçekten ilgilendiren şeylerden söz etmeyi nasıl
bekleyebiliriz? Kullandığımız sözcüklere değişim düşüncesini
katamazsak çaresizliğimiz sürecek.
Gerçek için her şey yapılır. Hiçbir fedakârlık fazla
değildir.
Onlar
sözcükleri taş gibi sanırlar, canlılığı olmayan büyük ve
yerinden oynatılmaz nesneler olarak görürler, asla
değişmeyen tek hücreli organizmalar gibi.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kötülük ve iyilik
dünyaya, tadına bakılan bir tek elmanın kabuğundan sıçradı,
tıpkı yapışık ikizler gibi.”
Bilmeniz için anlamanız gerek. Öyle değil mi? Ama ben bir
şey bilmiyorum.
… hatırlanan şeylerin, hatırlananları bozmaya
yatkın olduğunu biliyordu.
Karanlıkta olmak hala hoşuma gidiyor. En azından bazen. Sanırım bana iyi geliyor. Karanlıktayken Tanrı’nın dilini konuşuyorum ve kimse beni duyamıyor. Bana kızmayın lütfen, elimde değil…
Yalnızlık, onu kendi içine götüren bir geçit, bir keşif aracı olmuştu."
Yavaş yavaş kendi içimde düzeliyorum. Bunu hissedebiliyorum."
İnsan kovulmuş bir yaratıktır."
Kaygılı olmanın anlamı yok, diye düşündü; önemi olmayan şeylerle kendini üzmenin anlamı yoktu.
İnsanın hayatındaki şeyler nasıl da değişiyor. Bir an sonra ne olacağını bilemiyorsun."
.
Birini sevgi eksikliği için cezalandıramazsınız, değil mi ?

Bir çocuğu sırf senin çocuğun diye seni sevmeye zorlayamazsın.

“Hiç kimse bir başkasının sınırından içeri giremez, nedeni çok basit: hiç kimse kendine ulaşamaz da ondan.”
Hayatım boyunca sayılarla uğraştım elbette. Bir süre sonra insana her sayının kendine özgü bir kişiliği varmış gibi geliyor. Örneğin bir &‘on iki’, bir &‘on üç’ten çok farklı. On iki dimdik, vicdanlı, zeki iken, on üç istediğini elde etmek için gözünü kırpmadan yasaları çiğneyebilen yalnız, karanlık bir karakter. Öte yandan on bir, ormanlarda, dağlarda gezinmeye bayılan bir sportmen; on, hep kendine söyleneni yapan, ağırbaşlı ve saf biri; dokuz ise Buda misali uzun uzun düşünmeyi seven derin ve gizemli biri."
Yalnızlık, onu kendi içine götüren bir geçit, bir keşif aracı olmuştu."
İnsan hayatının anlamı yoktur."
İnsanın hayatındaki şeyler nasıl da değişiyor. Bir an sonra ne olacağını bilemiyorsun."
Her hayat sadece kendine indirgenebilir. Şöyle de söyleyebiliriz: Hayatların anlamı yoktur."
Yavaş yavaş kendi içimde düzeliyorum. Bunu hissedebiliyorum."
İnsan aynı anda hem tepede hem dipte olabilir miydi?
Bulunmadığım yer, kendim olduğum yerdir."
Mahvolmuş insanlar, mahvolmuş şeyler, mahvolmuş düşünceler. Bütün kent bir çöp yığını."
İnsan kovulmuş bir yaratıktır."
Kötülük ve iyilik dünyaya, tadına bakılan bir tek elmanın kabuğundan sıçradı, tıpkı yapışık ikizler gibi."
Olanları görüyorum, kendimin çeşitli yerlerdeki görüntülerine rastlıyorum, ama uzaktan hep, sanki başka birini seyrediyormuşum gibi.
…belki yaşıyordu, belki soluk alıyordu, Tanrı bilir nelerin hayalini kuruyordu.
İçimdeki gökyüzü kararıyordu bu kadarından emindim; ayaklarımın altındaki zemin sarsılıyordu. Hem sakin oturamıyor, hem de yerimden kımıldayamıyordum. Bir anda sanki bir başka yere geçiyor, nerede bulunduğumu unutuyordum. Dünyanın başladığı yerde düşünceler biter, diyordum durmadan kendime. Ama insanın kendisi de dünyanın içindedir, diye yanıtlıyordum kendimi.
Ne de olsa gerçek sınav, herkes gibi olabilmek.
Ama insan hayatı o kadar çeşitli koşullar altında yön değiştiriyor ki, bir insan ölene kadar onun hakkında bir şey söylenemez.
Her hayat sadece kendine indirgenebilir.
Hiç kimse bir başkasının sınırından içeri giremez, nedeni de basittir: Hiç kimse kendine ulaşamaz da ondan.
Sözcükleri önemsemek, yazılanların ucunun size dokunması, kitapların gücüne inanmak -bunlar geri kalan her şeyi bastırır, bunların yanında insanın kendi yaşamı iyice küçülür.
…ben her şeyin önemi olduğunu düşünmeye eğilimliyim.
Dünya böyledir işte: Ne fazla bir an vardır ne de eksik.
Yazmak yalnızlık gerektirir. İnsanın hayatına el koyar.
Bir anlamda bir yazarın kendine ait bir hayatı yoktur. Varken bile gerçekten var değildir.
Ama bugün de geçmiş kadar karanlıktır ve aynen gelecek kadar bilinmezlerle doludur. Dünya böyledir işte: Adımlar birer birer atılır, sözcükler teker teker söylenir.
Kaygılı olmanın anlamı yok, diye düşündü; önemi olmayan şeylerle kendini üzmenin anlamı yoktu.
Önceden bir şeydi, şimdiyse bir başka şey. Ne daha iyiydi ne de daha kötü. Farklıydı, hepsi bu.
Öyle sanıyorum ki benim mutlu olacağım yer hep bulunmadığım yer olacaktır. Ya da daha açık söylemek gerekirse: Bulunmadığım yer, kendim olduğum yerdir.
Yapacak işleri, gidecek yerleri olmayanların sayısı çok daha fazladır.
Yalnızca başladığı yere dönmekle kalmamış, başlangıcında gerisine düşmüştü, öylesine uzağındaydı ki başlangıcın, burası aklına getirebildiği bütün sonlardan kötüydü.
Eğer bir yanınla bir şeyi sevmezsen bu kadar şiddetle nefret edemezsin ondan.
Yalanı geri alamazsın. Gerçek bile yeterli olmaz buna.
Her yerde bir mahvolmuşluk var, düzensizlik evrensel boyutta. Görmek için gözünüzü açıp bakmanız yeter. Mahvolmuş insanlar, mahvolmuş şeyler, mahvolmuş düşünceler.
İnsan davranışı anlaşılabilirdi, el kol hareketlerinin, tiklerin ve sessizliklerin oluşturduğu bitimsiz yüzeyin altında ne de olsa bir tutarlılık, bir düzen, bir neden bulunurdu.
Çünkü eğer karşındakini insan olarak görmezsen ona karşı davranışında vicdani kısıtlamanın yeri pek bulunmaz.
Ve sonra, hepsinden önemlisi: kim olduğumu hatırlamak.
Sonra bazen hiç konuşmadığım zamanlar oluyor. Günlerce susuyorum. Hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey. Ağzımdan sözcükleri nasıl çıkaracağımı unutuyorum.
Ama ben zamanı bilmem. Her gün yenilenirim. Sabahları uyandığımda doğarım, gündüzün büyürüm, geceleri yatınca da ölürüm.
Hiç kimse bir başkasının sınırından içeri giremez, nedeni de basittir: Hiç kimse kendine ulaşamaz da ondan.
.
Sonra, hiçbir uyarıda bulunmadan ikimiz de doğrulduk, birbirimize döndük ve öpüşmeye başladık.

Bundan sonra, olanlar hakkında konuşmak benim için zor. Bu tür şeylerin kelimelerle pek ilgisi yoktur, aslında o kadar azdır ki, onları ifade etmeye çalışmak neredeyse anlamsız görünür.

Bir şey olursa, birbirimize düştüğümüzü, o kadar hızlı ve o kadar uzağa düştüğümüzü, hiçbir şeyin bizi yakalayamayacağını söylerdim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir