George Orwell kitaplarından Neden Yazıyorum kitap alıntıları sizlerle…
Neden Yazıyorum Kitap Alıntıları
Bir kez daha söylüyorum: Hiçbir kitap politik eğilimlerden gerçekten bağımsız değildir. Sanatın politikayla hiçbir ilgisinin olmaması gerektiği fikrinin kendisi de politik bir tutumdur.
Yeryüzünü seveceğim, katı nesnelerden ve işe yaramaz bilgi kırıntılarından zevk alacağım
Bununla birlikte tüm toplumlarla halk bir dereceye kadar mevcut düzene karşı yaşamak zorundadır.
Yazıyorum çünkü gözler önüne sermek istediğim bir yalan, dikkat çekmek istediğim bir durum var
Mutlu bir rahip olabilirdim
Bundan iki yüz yıl önce,
Edebi kıyamet üstüne vaaz veren
Cevizlerinin serpilmesini seyreden.
Heyhat doğmuşum kötü bir çağda,
Kaçırmışım o güzel cenneti,
Üst dudağımın üstüne çıktı bıyığım kaytan
Üstelik sinekkaydı tıraşlı bütün ruhban.
Sonrasında zaman yine de güzeldi,
Kolaydı memnun etmek bizi.
Sallayıp uyuttuk dertlerimizi
Ağaçların kucağında
Hep cahildik cüret edip
Sahiplendiğimiz neşeyi artık gizliyoruz;
Elmanın dalındaki yeşil ispinoz
Titretir düşmanlarımı.
Ama kızların göbekleri ve şeftalileri,
Kızılgöz balığı gölgeli derede,
Atlar, tan vakti uçan ördekler,
Bütün bunlar bir düş.
Yeniden düşlemek yasak;
Sakatlarız neşemizi ya da saklar;
Kromlu çelikten yapılmış atlar
Sürecek küçük şişman adamlar.
Pısırığın tekiyim hiç isyan etmeyen,
Haremsiz haremağası;
Rahiple komiser arasında
Eugene Aram gibi yürüyen.
Komiser falıma bakıyor
Radyo çalarken,
Ama rahip bir Austin Yedi sözü veriyor,
Çünkü Duggie hep öder.
Gördüm rüyamda mermer salonlarda oturduğumu,
Uyandığımda çıkmıştı rüyam doğru,
Bunun için mi geldik dünyaya;
Ya Smith? Ya Jones? Ya da siz?
Her kitap bir başarısızlıktır fakat ne tür bir kitap yazmak istediğimi açık bir biçimde biliyorum.
Ulusal yaşantımızın her yerinde ayrıcalıklara, yarım akıllı bir özel okul öğrencisinin yönetmeye zeki bir tamirciden daha uygun olduğu görüşüne karşı savaşmak zorundayız.
Her yerde, ayrıcalık iyi niyetin heba edilmesine yol açıyor.
Borsa düşer, sabanın yerini traktör alır, taşra malikaneleri çocuk tatil kamplarına dönüşür.
Zira eli, ayağı, kafası hızlı çalışan kötü kişilere karşı savaşım veriyoruz,
siyasal ve sanatsal amaçları kaynaştırarak tek bir bütün haline getirmeye çalıştığım ve bunu tamamen bilinçli olarak yaptığım İlk kitaptır.
Topluma faydaları pirelerin köpeğe faydasından daha az olan asalaklarlardı yalnızca
Hiçbir kitap politik eğilimlerden gerçekten bağımsız değildir. Sanatın politikayla hiçbir ilgisinin olmaması gerektiği fikrinin kendisi de politik bir tutumdur.
Her yerde, ayrıcalık iyi niyeti boşa harcıyor.
Herkes,zenginler için bir yasa, yoksullar içinse başka bir yasa olduğunu biliyor.
Bir tohum büyüyebilir de büyümeyebilir de ama ne olursa olsun bir turp tohumu büyüyünce yaban havucuna dönüşmez.
Sanatın politikayla hiçbir ilgisinin olmamasi gerektiği fikrinin kendisi de politik bir tutumdur.
Kitap yazmaya koyulduğumda, kendime, bir sanat eseri üreteceğim , demiyorum. Yazmak istiyorum, çünkü ortaya çıkarmak istediğim bir yalan, dikkat çekmek istediğim bir olgu var ve başlangıçtaki kaygım, sesimi duyurmak.
Bende yalnız çocuklara özgü hikaye uydurma ve hayali kişilerle konuşma huyu vardı
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Herkes zenginler için bir yasa, yoksullar içinse başka bir yasa olduğunu biliyor.!
Böyle bir çağ için doğmamıştım.
Dört cihan bir araya da gelse
Bozguna uğratacağız onları
Üzemeyecekler bizi
Toprağa düşen bir tohum duruma göre yeşerebilir ya da yeşeremez, ancak ne olursa olsun turp tohumundan yabanhavucu çıkmaz.
Mesele fazla ileri gitme, ödün verme, demokrasiyi kurtarma, hareketsiz durma meselesi değildir. Hiçbir şey hareketsiz durmaz. Mirasımıza sarılmalıyız, yoksa onu kaybederiz, büyümeliyiz yoksa küçülürüz, ilerlemeliyiz, yoksa gerileriz.
Sırf devrim yaparak ülkeler kendi geçmişlerinden kaçamazlar.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İspanyol cumhuriyetçilerinin hiç şansları yokken iki buçuk yıl boyunca mücadeleye devam edebilmelerinin başlıca sebebi kesinlikle varlık dağılımında büyük farklılıklar olmamasıydı. İnsanlar müthiş acı çektiler, ama hepsi aynı acıları çekti. Erin sigarası yokken, generalin de sigarası yoktur.
Başlangıç noktam daima bir partizanlık duygusu, adaletsizlik hissi olmuştur. Kitap yazmaya oturduğumda, kendime bir sanat eseri yaratacağım demiyorum. Yazıyorum çünkü gözler önüne sermek istediğim bir yalan, dikkat çekmek istediğim bir durum var ve ilk kaygım sesimi duyurma şansı elde etmektir.
Yazarın konusunu içinde yaşadığı çağ belirler.
Dört cihan bir araya da gelse
Bozguna uğratacağız onları
Üzemeyecekler bizi
Herkes kalbinin derinliklerinde kanunun en nihayetinde tarafsızca uygulanabileceğine, uygulanması gerektiğine inanıyor.
Böyle bir çağ için doğmamıştım.
Oldukça erken bir yaştan itibaren yazar olacağımı biliyordum. Bu fikirden caymaya çalıştıysam da, bunu yaparken esas doğama zulmettiğimin ve er ya da geç yola gelip kitap yazmam gerekeceğinin bilincindeydim.
Yetenekli bir çocuğun hak ettiği eğitimi alıp alamayacağı sırf doğuştan şanslı olup olmadığına bağlıyken, bizim “demokrasiyi savunma“ üstüne ettiğimiz sözlerin saçmalığı gün gibi ortadadır.
Savaş değişimi mümkün kılan unsurların en büyüğüdür. Bütün süreçleri hızlandırır, küçük farklılıkları ortadan kaldırır, gerçekleri su yüzüne çıkarır. En önemlisi, insanın yalnızca insan olmadığını anlamasını sağlar. Sadece bunun farkında olduklarından savaş alanında insanlar ölür.
“Mirasımıza sarılmalıyız, yoksa onu kaybederiz, büyümeliyiz yoksa küçülürüz, ilerlemeliyiz yoksa gerileriz.”
“Açıkça bir iktisadi durgunluk yaşayan, ne gelişen ne de dağılan bir imparatorlukta ve başlıca kıymetli nitelikleri budalalıkları olan kişilerin yönettiği bir İngiltere’de ‘zeki’ olmak, şüpheli olmaktır. T.S. Eliot’ın şiirlerini ve Karl Marx’ın kuramlarını anlayabilecek bir beyniniz varsa, üst düzey yetkililer sizin bütün işlerden uzak tutulmanız için gereğini yapar.”
“Bu siyasal bilgisizlik damarı İngiliz kamu yaşamının tam ortasından geçerek, kabinedeki bakanlara, oradan elçilere, konsoloslara, hâkimlere, sulh yargıçlarına, polislere ulaşır.”
“Aristokrasiden seçilen üst komuta kademesi asla modern savaşa hazırlanamadı, çünkü bunu yapabilmeleri için önce kendilerine dünyanın değişmekte olduğunu itiraf etmeleri gerekirdi.”
“Sağ ve esen kaldıkça, düzyazı türüne karşı güçlü duygular besleyeceğim, yeryüzünü seveceğim, katı nesnelerden ve işe yaramaz bilgi kırıntılarından zevk alacağım. Bu yönümü bastırmaya çalışmak işe yaramaz.”
“Kitap yazmaya oturduğumda, kendime ‘bir sanat eseri yaratacağım’ demiyorum. Yazıyorum çünkü gözler önüne sermek istediğim bir durum var ve ilk kaygım sesimi duyurma şansı elde etmektir.”
“Gerçekten siyasi eğilimi olmayan kitap yoktur. Sanatın siyasetle ilintisi olmaması gerektiği yolundaki görüş bile kendi içinde bir siyasi tutumdur.”
Dünyanın dört bir yanı silahlanıp gelse
Yine de sereriz onları yere; üzemez bizi kimse
Savaş değişimi mümkün kılan unsurların en büyüğüdür.Bütün süreçleri hazırlandırır, küçük farklılıkları ortadan kaldırır, gerçekleri su yüzüne çıkarır.En önemlisi, insanın yalnızca insan olmadığını anlamasını sağlar.
İnsanlar başka zamanda kene gibi yapışacakları ayrıcalık kırıntılarından ülkeleri tehlikedeyken hemen vazgeçerler.
Her yerde, ayrıcalık iyi niyeti boşa harcıyor.
Bir taş kafalılar kuşağı cesetlerden kolye misali tepemizde
Boğazını kesecek birine ustura satmak kadar anlamsızdı bu durum.
Halk kitleleri aşağı yukarı eşit bir seviyede yaşamadıkça ve hükümet üzerinde bir denetim kurmadıkça, merkezi mülkiyet pek fazla anlam taşımaz.Devlet , kendi kendini seçen siyasi partiden başka bir anlam taşımaz hale gelebilir ve oligarşi ile ayrıcalıklar, paradan çok güçten destek alarak, geri ödenebilir.
Savaş, tüm kötülükleriyle sonucuna itiraz edilemeyen bir güç sınavıdır
Kendi yurttaşlarını soyarken bile kendilerini gerçek yurtsever gibi hissetmeleri gerekiyordu.Bu durumdan kurtulmanın tek yolu açıkçası, salağa yatmaktı.
Gerçeklikle yanılsamanın, demokrasi ile ayrıcalığın, şarlatanlık ile dürüstlüğün, ulusun alışılmış halinde tutulmasını sağlayan hassas uzlaşmalar ağının tuhaf karışımının simgesidir
Hitler’in adının duyulmasından on yıllar önce bile İngiltere’de Prusyalı sözcüğü, bugünkü Nazi sözcüğüyle neredeyse aynı anlamı taşıyordu.
İngiliz tarihindeki en heyecan verici savaş şiiri yanlış yöne saldıran süvari birliği hakkındadır.Dahası son savaşta halkın belleğine iyice kazınan dört adın, Mons, Ypres, Gelibolu ve Passchendaele’in her biri ayrı felakettir.
Bireysel özgürlüğe inanç seviyesi neredeyse hâlâ on dokuzuncu yüzyıldaki kadar.
Ne kadar farklılık, o kadar kargaşa!
Bir ülkede olanlar bir başkasında olmayabilir. Örneğin Hitler’in Haziran kıyımı İngiltere’de olamazdı.
Yurtseverliğin ve ulusal bağlılığın karşı konulmaz kudreti anlaşılmadıkça modern dünya gerçekten kavranamaz.
Heyhat doğmuşum kötü bir çağda
Ancak düşünce dili bozabiliyorsa, dil de aynı şekilde düşünceyi bozabilir. Kötü kullanım, doğrusunu bilen ve bilmesi gereken insanlar arasında bile gelenek ve taklit yoluyla yaygınlaşabilir.
Çağımızda artık politikanın dışında kalmak diye bir şey yoktur. Bütün meseleler politiktir; politikanın kendisi bir yığın yalan, kaçış, aptallık, nefret ve şizofreni demektir.
Berrak dilin en büyük düşmanı, samimiyetsizliktir.
bu hükümet geldiğinde içinde kimler yer alır bilmiyorum, orasıyla ilgili tahminde bulunmuyorum. Tek bildiğim şu ki, halk gerçekten istediğinde doğru kişiler orada olacaktır, çünkü liderleri yaratan hareketlerdir, hareketleri yaratan liderler değildir.
Sözlerimizi ete kemiğe büründürmek zorundayız, aksi halde yok olacağız.
İspanyollar hayvanlara karşı zalimdir, İtalyanlar sağır edici sesler çıkarmadan hiçbir şey yapamazlar, Çinliler kumar bağımlısıdır. Malum ki, böyle şeylerin kendi içlerinde bir önemi yoktur. Ama öte yandan hiçbir şey sebepsiz değildir, İngilizlerin kötü dişleri olması bile İngiliz hayatının gerçekleri hakkında bir şeyler söyleyebilir.
İnsanı yazmaya ya da en azından nesir yazmaya iten dört büyük etmen vardır.
1- Salt egoizm
2- Estetik coşku
3- Tarihsel dürtü
4- Politik gaye
Bir yazarın erken dönem gelişimine dair bir şeyler bilmeden insanın o yazarın güdülerini değerlendirebileceğini sanmıyorum.
“ Her yerde, ayrıcalık iyi niyeti boşa harcıyor. “
“ Halk kitleleri aşağı yukarı eşit bir seviyede yaşamadıkça ve hükümet üzerinde bir denetim kurmadıkça, merkezi mülkiyet pek fazla anlam taşımaz. “
Bence yazarı yazmaya, en azından düz yazı yazmaya iten başlıca dört dürtü vardır.
1. Katıksız bencillik. Zeki görünme, kendisinde söz ettirme, ölümden sonra anılma, çocuklupunda kendisine kötü davrananlardan acısını çıkarma vb. arzusu. Belirtmeliyim ki ciddi yazarlar parayla daha az ilgilenseler de, gazetecişere kıyasla genelde daha kibirli ve benmerkezcidirler.
2.Estetik tutkusu. Dış dünyada ya da diğer yandan sözcüklerde ve onların dizilişinde güzelliğin algılanması. Bir sesin diğeri üzerindeki etkisinden, iyi bir düzyazının sağlamlığından ya da güzel bir öykünün ritminden duyulan haz. Değerli bulunan ve kaçırılmaması gereken bir deneyimi paylaşma arzusu.
3.Tarihsel dürtü. Şeyleri oldukları gibi görmek, gerçek olguları ortaya çıkarma ve gelecek kuşakların kullanımı için saklam arzusu.
4.Siyasal amaç. Dünyayı belli bir yöne doğru yönlendirme, diğer insanların ulaşmak için uğraş vermesi gereken toplum türüne ilişkin fikirlerini değiştirme arzusu.
Yazarın konusunu içinde yaşadığı çağ belirler.
İnsanlar başka bir zamanda kene gibi yapışacakları ayrıcalık kırıntılarından ülkeleri tehlikedeyken hemen vazgeçerler. Savaş değişimi mümkün kılan unsurların en büyüğüdür. Bütün süreçleri hızlandırır, küçük farklılıkları ortadan kaldırır, gerçek leri su yüzüne çıkarır. En önemlisi, insanın yalnızca insan olma dığını anlamasını sağlar. Sadece bunun farkında olduklarından savaş alanında insanlar ölür. O anda rahatlık, refah, ekonomik özgürlük ve toplumsal saygınlıktan vazgeçme o kadar da büyük bir mesele değildir.
Hiçbir şey asla hareketsiz kalmaz ya mirasımıza ekleyeceğiz ya da onu kaybedeceğiz, ya büyüyeceğiz ya küçüleceğiz, ya ileri gideceğiz yahut geri.
Devrimle daha çok kendimiz oluruz, daha az değil.
Hitler bir keresinde yenilgiyi kabullenmenin bir ulusun ruhunu yok ettiğini söylemiştir. Bu her ne kadar zırva gibi görünse de harfiyen doğrudur.