İçeriğe geç

Nar Çiçekleri Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Nar Çiçekleri kitap alıntıları sizlerle…

Nar Çiçekleri Kitap Alıntıları

O dallar, yapraklar, tomurcuklar, çiçekler, renkler, her şey ama her şey, tüm farklılıklarına rağmen müthiş bir uyum içinde birbirine tamamlayan, güzellikleri, kokuyu, alımlığı daha da çekici yapan bir ahenk içindeydi.
Kürt aydını, çağımızda en çok sürgünlüğü yaşayan aydın türüdür,en yoğun bir biçimde, en uzun süreli olarak. Kürt yazarı, kendi toprakları üzerine baskıcı, faşizan rejimlerin değil silahların, bombaların hatta biyolojik bombaların da tehdidi altındadır.
Büyük bir hayal kırıklığı, kin ve öfke
Tanıyan bilir; Musa Anter, güzellikleri arayıp bulmanın ustasıydı.
Musa Anter, zor ve şiddete karşı akıl ve vicdanın sesiydi.
Kî me ez?
Büyük bir hayal kırıklığı, kin ve öfke
Sanki dünya, dünya değil bir ölüm tarlası ,
ölüm üreten, ölüm saçan bir makina
•*•
Niye bu kan, bu kin, bu öfke, bu nefret, ey geçmişinden,
deneylerinden hiçbir ders çıkarmayan, hemencecik çılgınlığın ve
şiddetin cazibesine kapılan, hep ben , hep biz diyen unut-
kan insanoğlu?
Her insan ayri bir cihan
Sürgün bir ayrılıktır, bir hüzündür.
Sürgün bir mezarlıktır
Yaşar Kemal; aydınlık ve sevinçle dolu canlı bir kahkaha.
Musa Anter, güzellikleri arayıp bulmanın ustasıydı.
Türkiye’de durmadan kan akıyor, Türkiye kan kokuyor.
Apê Musa, Kürt gençlerinin sevimli amcası acılı tarihimizin genç delikanlısı.
Kürdün makûs tarihi dönecek, dönüyor.
Kürdün acılı tarihine tanık olan bu şehr-i muazzam, Kürdün mutluluğuna da tanık olacaktır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Lo, lo, Apê Musa, lo, lo Şev giran e, keser kûr e, birîn xedar e. Şehîdên welêt li te gazî ne, dibêjine, Birayo Muso, lo, lo, xwe bilivîne, bilezîne, em li hêviya te ne. Apo, lo, lo, de xwe bi me bigibîne

Musa Anter.

Şu şehir onurumuz ve kimliğimiz acımız ve kaderimizdir, bu nehir hüzünlü tarihimizin en canlı tanığıdır.
Edebiyat yüzümüze tutulmuş bir aynadır; renkliliklere, farklara rağmen aynada gördüğümüz esasında bizim aksimizdir.
Welatê xeribiyê çetine
Bajarê Mixribê bajarekî mezin û pir giran e
Li ser heft çiyan e
Li ser sê sed û şest û şeş deriyan e
Her derîkî li ser sê sed û şest û şeş wîlayetan e
Her wîlayatek li ser sê sed û şest û şeş midiryetan e

Memê Alan.

Kürt dili hâlâ eğitim dili olarak Türkiye’de yasak. Hâlâ radyo ve televizyon dili olarak yasak. Bu bir insanlık suçudur. Büyük bir insanlık ayıbıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Canavarın hortumları Demokles’in kılıcı gibi hep insanlığın sırtında mı olacak? Barış ve birlikte yaşamak, Sapho’nun M.Ö.7. Yüzyılından kalma şu dizelerindeki erişilemeyen nar olarak mı kalacak?
*
Kızaran nara benzersin, dalın tepesinde;
En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın.
Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş.
“Dünyada en tehlikeli ve hüzün verici ruh hali,çaresizlik ve acizliğin ruh halidir.”
“Dünyada en tehlikeli ve hüzün verici ruh hali,çaresizlik ve acizliğin ruh halidir.”
Dünyada en tehlikeli ve hüzün verici, ruh hali, çaresizlik ve acizliğin ruh halidir.
Şiddet, karanlık yüreklerin egemen olduğu kör bir kuyudur.
Kürtler Türkiye’yi de çok zenginleştirebilecek zengin bir mirasa sahiptirler.
Türkiye, ne demokrasiyi yerleştirebilmiştir, ne de sivilleşip, çoğulcu, uygar bir toplum oluşturabilmiştir.
Devlet, Kürtlere sadece bir tek alternatif sunmaya başlıyor. Kürtlükle ilgili her şeyi terkederek Türk olmak, Türkleşmek.
Kürt kimliği, dili, kültürü, edebiyatı, sanatı, tarihi, gelenek ve görenekleri yok olur. Kürt ve Kürdistan’a ait her şey yok olur
Türkiye’ de Kürtlerin varlığını söylemek, Kürt kimliğini savunmak, Kürtçe yazmak, Kürtlerin kültürel ve insanı haklarını talep etmek suçtur.
Bir ceza olarak insanın ülkesinden koparılması, bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden birisidir.
Sürgün bir ayrılıktır, bir hüzündür. İnsani olmayan, ağır bir cezadır.
Sürgün bir mezarlıktır.
Artık perde açılmıştı: ayrılıktı sahlenenen.
Kafamda yığınla düş ve kaygı ile, geleceğin ne vadettiğini bilmeden
Ülkemi terk etmek zorunda kaldım. Sıcak bir yaz gecesi, ışıldayan ayın kaybolmasından sonra, zifiri karanlıkta sınırı geçerek, karanlık welatê xerîbiye’ ye ilk adımımı attım.
Yabancı ülke ya da yabancılık ülkesi anlamına gelen welatê xerîbiye bir ınsanlık dramını içermekteydi.
Sadece insan olmak , başka bir şey değil.
İlkokulda kendi anadilim olan Kürtçe ile değil, Türkçe ile okuyup yazdım, kendimi ifade ettim. Türkçe benim eğitim ve entelektüel dilim oldu. ÇÜNKÜ KÜRTÇE YASAKTI. ( Hala da eğitim dili olarak yasak.)
Kürtçe eğitim dili olarak yasaklandı, Kürtler çok uzun yıllar dağlı Türkler olarak görüldü.
Zaman yüreklerimizde kederli izler bırakarak, birçok şeyi yitirip götürmüştü.
Yapılacak fazla bir şey yoktu; zaman bizi dinlemeden , tersine bizi ezerek akıp gidiyordu.
Uygar bir yurtseverliğin konseptleri ancak ahlak, vicdan, tolerans ve insanlık olabilir.
İnsanın kendi dilinin, diliyle yaratılmış zenginliklerini, kültürünü, ülkesini, ve halkını sevmesi bir erdemdir.
Sanki dünya, dünya değil bir ölüm tarlası, ölüm üreten, ölüm saçan bir makine.
Sen bir savaşın ne olduğunu bilir misin ey insanoğlu?
artık perde açılmıştı; ayrılıktı sahnelenen
Nar çiçeklerinin değil, kanın, insan bedenlerinden akan kanın rengi perde perde çoğaldı.
Kimselerin anlamadığı, yaralarına melhem bile süremeyen , ancak kendisinden geçtiğinde, ruhundaki yaraların acısını dindirebilmek için ağlayabilen çaresiz insan.
Welatê xerabîyê . welatê xerabîyê . welatê xerabîyê
Ninem , bizde olduğu sürece, hemen her gece, ben uyumadan önce gelir, başucuma oturur ve o uzun, damarları neredeyse dışarıda olan elleriyle saçlarımı okşardı.
Ve zamanla, yitirdiklerimize ilişkin, şu duygu egemen hale gelir; kendileri artık yitip gitmiştir, bir tek, yüreğimiz ve ruhumuzda onların kıpırdayan gölgeleri, silikleşen sesleri ve belirsiz renkleri kalmıştır.
Bazen bir yıldız, bir bilinmeyene doğru, sessizce kayardı.
Ve tam kapıdan çıkacakken seslendi annem: “Yüreğini ört, insanlar soğuk, üşürsün.
Kürtçe ile değil, Türkçe ile okuyup yazdım, kendimi ifade ettim. Türkçe benim eğitim ve entelektüel dilim oldu. Çünkü Kürtçe yasaktı. ( Hâlâ da eğitim dili olarak yasak.)
Walter Benjamin bir yazısında şöyle diyordu;”Kim bugün doğru dürüst hikayeler anlatabilen birilerine rastlıyor?Bugün ölmekte olanların ağzından,kuşaktan kuşağa bir yüzük gibi dolaşan sapasağlam sözlerin çıktığı var mı?Bir atasözü
bugün kimin yardımına koşuyor?”
Şiddet, karanlık yüreklerin egemen olduğu kör bir kuyudur.
Biz; ne mutlu bizim diyene!
Sanki dünya, dünya değil bir ölüm tarlası
Ve tam kapıdan çıkacakken seslendi annem: – Yüreğini ört, insanlar soğuk Üşürsün
Ve Azrail’in kol gezdiği o ölüm yıllarında, Ağrı Dağı’nın, dinmeyen bir ağıtla durmadan ağladığı, Dicle ve Fırat nehirlerinin, sessiz bir hüzünle durmadan kan aktığı o karanlık dönemlerde, söylendiğine göre, bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü. Tekrarlayayım; bir buçuk milyon.
Kan, kanla yıkanmaz.
Dünyada en tehlikeli ve hüzün verici ruh hali, çaresizlik ve acizliğin ruh hâlidir.
Zor ve şiddeti kanıksayan, zor ve şiddeti alkışlayan, hangi türlü olursa olsun ölüm ve öldürmeyi bir başarı, bir kazanç olarak gören, tümüyle militarize olmuş bir üslup ve mantıkla sorunlara ve olaylara bakan toplum, mezarını kazmış ve artık tükenmekte olan bir toplumdur.
Türkiye uzun zamandan beri, tek dil, tek kültür iddialarıyla, bir boşlukta yaşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, bana göre büyük bir yanlışlık yaparak, çok kültürlü ve heterojen bir toplumsal yapıya sahip olduğu halde yasalarını, nasyonaliteyi ve homojenliği esas alan bir öngörü, amaç üzerine inşa etti.
İnsanın bir tarihe sahip olması sadece bir zorunluluk değil, bir gerekliliktir de.
Herkes Türkiye’nin tabularla yönetildiğini ve bu tabuların Türkiye’yi kör, sağır ve dilsiz hale getirdiğini, Türkiye’nin gelişip demokratikleşmesi önünde çok ciddi engeller oluşturduğunu biliyor.
Hepimizin başından geçmiş insani bir deneydir; bir şeyi, bir dönemi, insanı, ilişkiyi ya da güzelliği ölçüsüz hisseder, duyar ve yaşarız. Ancak zamanla, kimi kez farkında da olmadan, egemen olamadığımız, kontrol edemediğimiz nedenlerle, o doyasıya yaşadıklarımızdan uzaklaşır ve onları yitiririz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir