İçeriğe geç

Mythology: Timeless Tales of Gods and Heroes Kitap Alıntıları – Edith Hamilton

Edith Hamilton kitaplarından Mythology: Timeless Tales of Gods and Heroes kitap alıntıları sizlerle…

Mythology: Timeless Tales of Gods and Heroes Kitap Alıntıları

What sorrow is there that is not mine?
Country lost and husband and children.
Glory of all my house brought low.
Seni görmek, azgın bir fırtınadan sonra denizcinin karayı görmesi, susuz yolcunun gür pınarlara varması gibi bir şey.
Kan susuzluğu
İçlerine işlemiş.
Yeni kanlar akıtılıyor
Eski yaralar kapanmadan.
Ne geldin bana? diye sordu Medeia. Gözlerini Iason’un gözlerine dikti:
O kadar insan var, niye bana geldin?
Ama iyi oldu gelmen bir bakıma.
Yüreğimdeki yükü dökmek artık daha kolay,
Herkese senin alçaklığını anlatmak.
Seni ben kurtardım. Her Yunanlı bilir bunu.
Boğaları, silahları, Post’un ejderhasını
Ben yendim. Seni ben kazandırdım.
Kurtarıcı ışığı ben tuttum sana.
Babamı, evimi bırakıp
Yabancı bir ülkeye geldim arkandan.
Ben getirdim düşmanlarının sırtını yere,
Ölümlerin en korkuncunu Pelias’a ben verdim
Şimdi bırakıyorsun beni.
Nereye gideyim? Babamın evine mi?
Pelias’ın kızlarına mı yoksa?
Hepsi düşman kesildi
Senin yüzünden bana.
Güvenin olmadığı yerde, Aşk yaşayamaz!
Ama hiçbir şey konuşturamıyordu Prometheus’u. Gövdesi bağlıydı ama, ruhu özgürdü.
Bir tek iyi bir şey çıkmıştı sandıktan: Umut. İşte o yüzden, insanlar bugün de kötülüklere karşı koymak cesaretini, gücünü buluyorlar.
Beşinci soy, şimdi dünyada yaşayan kişilerin soyudur: demir soy. Çağları kötü bir çağdır kendileri de kötüdür. Yıllar geçtikçe daha da kötüleşeceklerdir. Sonunda utanmanın ne olduğunu bilmez bir duruma geleceklerdir.
Aşkın dokunduğu insanlar karanlıkta yürümezler.
Kendi güçleriyle başları dönenlerin kızgınlıkla söyledikleri sözler gökyüzünde hemen duyulur.
Ölümlüleri büyüleyen yabani güzellikleri tanrılardan başka kim yaratabilir?
‘Troia yok artık, o yüce şehir yok.
Artık alevler kaldı yalnız arkada.
Tozlar yükseliyor,
Toz mu bu, duman mı yoksa?
Hoşça kal çocuklarımızın doğduğu ülke,
Hoşça kal yüce şehir, yüce Troia.
Şimdi yunan gemileri bekler kıyıda.’
Bir tanrıçayım ben, arkandan gelemem.
Bir kere daha öp beni, uzun uzun öp,
Dudaklarımla çekeyim içindeki canı.
Bütün sevgini içeyim.
Nympheler, Narkissos kadar katı yürekli değillerdi. Ölü gövdesini aradılar onun, gömeceklerdi. Bulamadılar. Eridiği yerde güzel, yepyeni bir çiçek açmıştı. Sevdiklerinin adıyla adlandırdılar onu, Narkissos dediler.
Ekho’ya gelince.. Narkissos, kendinden kaçalıberi mağaralara çekilmişti, dağlarda tek başına yaşıyordu. Hala da oralardadır. Kim yüksek sesle bir şey söylese, son kelimeyi tekrarlar.
Zeus, kadını yaratarak cezalandırmıştı insanları
Zeka bakımından, ünlü kahramanın pek öyle gelişmiş olduğu söylenemezdi. Bir gün sıcaktan bunalmış, güneşe ok atarak onu söndürmeye, böylece serinlemeye çalışmıştı. Bir gün de denizde giderken dalgaların gemiyi sarsmalarına kızmış, eğilerek sulara uslu durmalarını, yoksa hepsini cezalandıracağını söylemişti.
Söyle bakalım, dedi Sphinks, Sabahleyin dört, öğleyin iki, akşamleyin de üç ayaklı olan yaratık kimdir?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Seni görmek, azgın bir fırtınadan sonra denizcinin karayı görmesi, susuz yolcunun gür pınarlara varması gibi bir şey.
Yüreğinden yaraladığı kızlardan biri, bir gün tanrılara yakararak Narkissos’un cezalandırılmasını istedi. Yüce tannlar, Başkalarını sevmeyen kendini sevsin, dediler ve katı yürekli delikanlının cezalandırılması işini, adı haklı öfke anlamına gelen tanrıça Nemesis’e bıraktılar.

Nemesis’in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. Narkissos susayıp da duru bir pınara eğilince, suda kendi yüzünü gördü. Başkaları benim yüzümden ne acılar çekmiş, şimdi anlıyorum. dedi. Kendime
karşı olan sevgimle yanıyorum ben. Suda yansıyan bu güzellige nasıl erişebilirim? O güzelliği bırakamam da. Yalnız ölüm kurtarır beni.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bazılarına göre de, insanoğlunu tanrılar yaratmıştır. Önce altın bir soy meydana getirmiştir tanrılar, ona acı, keder diye bir şey vermemiştir. O soyun insanları kısa ömürlerini tanrılar gibi geçirmis, Ölünce de ruhları insanların koruyucusu olmuştur.

Tanrılar bir şey yaratır da, sonra onu öylece bırakırlar mı hiç? Altın soydan çabuk bıktılar tabii, gümüş soyu denediler. Gümüş soyun insanları daha akılsızdı, bu yüzden de hep birbirlerine giriyorlardı. Onlar da ölümlüydü, ama ölünce ruhları da birlikte ölüyordu.

Arkasından pirinç soy geldi. Korkunç bir soydu bu; kana susamış, güçlü kuvvetli insanlar durmadan savaşır, durmadan birbirlerini öldürürlerdi.

Bunu, tanrısal kahramanların soyu izledi. Bu yüce soyun insanları şarkılara, destanlara, şiirlere konu oldu, adları günümüze kadar kaldı. Beşinci soy, şimdi dünyada yaşayan kişilerin soyudur: demir soy. Çağları kötü bir çağdır kendileri de kötüdür. Yıllar geçtikçe daha da kötüleşeceklerdir. Sonunda utanmanın ne olduğunu bilmez bir duruma geleceklerdir. İşte o zaman Zeus, hepsini yok edecektir.

Demeter’in Persephone (Latincede, Proserpina) adlı bir kızı vardı. Onu yitirince çok üzüldü. Demeter, bütün armağanlarını topraktan çekip aldı. Yeşil, çiçekli toprak buzlarla kaplandı, donmuş bir bozkıra döndü.

Persephone, arkadaşlarıyla çiçek toplarken bir nergis görmüş, onu koparmak için uzaklaşmıştı. O sırada yeryüzüne çıkmış olan Yeraltı tanrısı, Demeter’in kızını bileğinden tutarak kömür karası atların çektiği arabasına atarak kaçırdı.

Komedyalar da oynanırdı Dionysos tiyatrosunda; ama tragedyalar sayı bakımından daha çoktu her zaman. Mitologyadaki her olay gibi, bu da bir sebebe dayanmaktadır:
Garip tanrı Dionysos, Demeter gibi, acı çeken bir ölüm­süzdü; acısı, başkasından ötürü değildi, doğrudan doğruya kendinden gelmekteydi. Asma, meyve veren öteki ağaçlara, bitkilere benzemez, hepsinden çok budanır. Kışın yapraksız, çıplak, eğri büğrüdür Asma Dionysos, soğukların gelişiy­le Persephone gibi ölürdü; ama çok daha korkunç bir ölüm­dü bu; bazı öykülere göre Titanların, bazı öykülere göre de Hera’nın buyruğuyla, paramparça edilirdi. Aylar geçer, ye­niden canlanırdı Dionysos; sonra aylar geçer, yeniden ölür­dü. Tiyatrosunda, onun yeniden hayata dönüşünü kutlar­larken, her yıl durmadan öldüğünü unutmazlar, o yüzden tragedyalar oynarlardı. Şarap tanrısı, acı çekmenin çok ötesindeydi; trajik bir tanrıydı.
Bu yanıyla ölümün hiç sona ermediğini de gösterirdi.
Dionysos. Ona tapanlar, ölümün ötesinde bir hayatın var olduğuna inanırlardı. Bu inanç, Eleusis törenlerinde de sü­rüp gitmiştir. Önceleri, Persephone’nin dirilişi kutlanmış, yıllar geçtikçe onun ölüm özelliği de hatırlanmıştır. Kişi­liğinde esen ölüm havasıyla Persephone nasıl olmuş da ha­yatı, dirilişi bütün parlaklığıyla saklamayı başarmıştır? Bü­yük bir güçtür bu. Dionysos’un ölüler ülkesinde o kadar güçlü olduğu söylenemez. Şarap tanrısı, dirilen bir ölü değil, ölen bir diriydi. Ölümsüzlük inancını sağlayan da, Persephone’den çok, kendisiydi.
Ansızın irkilerek geri çekildi Pygmalion. Öptüğü du­daklar her zamanki gibi soğuk değildi, ılıktı. Bir daha öptü;
o ılık dudakların gittikçe ısındığını, yumuşadığını duydu.
Büyük bir sevinçle sarıldı heykele-, Venüs, bu büyük aşkı karşılıksız bırakmamış, sevgilisini canlandırmıştı.
Öykünün bundan sonrası anlatılmamış; yalnız sevgili­lerin evlendiği, heykelin Galateia adını aldığı, bir de çocuk­ları Paphos’un bir şehre isim babası olduğu biliniyor.
Halkyone, kocasını tanıdı. Onunla birlikte sulara gömülmek için kayalardan aşağıya, denize fırladı kanat oluvermişti kolları, bütün gövdesini tüyler kaplamıştı. Tanrılar, Halkyone’yi kuş yapmışlardı. Doğrusu istenirse, iyi kişilerdi şu tanrılar. Aynı anda Keyks’i de kuş yapmışlardı. Karı-koca birlikte uçmaya başladılar. Hâlâ da uçtukları, ya da dalgaların üstüne oturup dinlendikleri görülür.
Psykhe de, kocasının arkasından dışarıya fırladı. Bir ses geldi kulağına- Güvenin olmadığı yerde, aşk yaşaya­maz!
Hera, Zeus’un sevgilisi olsa olsa bu peridir, diye dü­şündü; sonra dilden dile dolaşan haksızlığını kullanarak onu cezalandırdı. Ekho, konuşamayacaktı artık; kendinden önce kim konuştuysa onun son kelimesini tekrarlayacaktı.
İlk kelimeleri söyleyemeyeceksin, diye buyurdu Hera.
Ekho’ya zor geldi bu. Narkissos’u seviyordu. Hep onun arkasından gidiyor, peşinde dolaşıyor, ama ağzını açıp da tek kelime söyleyemiyordu. Bir gün, bir fırsat geçti eline.
Narkissos, arkadaşlarına: Kimse var mı burada? diye ses­lendiğinde son kelimeyi sevinçle tekrarladı: Burada – Bu­ rada. Ağaçların arkasında duruyordu; Narkissos göremedi onu. Gel, diye bağırdı. Ekho’nun düşlerine giren kelimey­di bu. Gel, dedi ve kollarını açarak ağaçların arasından çıktı. Nympheyi görünce pek şaşırdı Narkissos, kaçıp gitti.

Yüreğinden yaraladığı kızlardan biri, bir gün tanrılara yakararak Narkissos’un cezalandırılmasını istedi. Yüce tan­rılar, Başkalarını sevmeyen kendini sevsin, dediler ve ka­tı yürekli delikanlının cezalandırılması işini, adı haklı öfke anlamına gelen tanrıça Nemesis’e bıraktılar. Nemesis’in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi.
Narkissos susayıp da duru bir pınara eğilince, suda kendi yüzünü gördü. Başkaları benim yüzümden ne acılar çek­miş şimdi anlıyorum, dedi. Kendime karşı olan sevgimle yanıyorum ben. Suda yansıyan bu güzelliğe nasıl erişebili­rim? O güzelliği bırakamam da yalnız ölüm kurtarır beni.

Rüzgârlar Kralı AILOS da yeryüzünde otururdu. Ülkesi Aiolia’ydı. Dört rüzgârı vardı: Kuzey rüzgârı BOREAS, Batı rüzgârı ZEPHYROS, Güney rüzgârı NOTOS ve Doğu rüzgârı EUROS.
Hermes’in oğlu PAN, neşeli, gürültücü bir tanrıydı. Yarı insan, yarı keçiydi. Başında keçi boynuzları, ayaklarında da keçi tırnakları vardı. Çalılıklar, ormanlar, dağlar onun ülkesiydi; en çok, doğduğu yeri, Arkadia’yı severdi. Çobanları korur, nymphelerle danseder, kamıştan kavalını durmaz çalardı. Hep âşık olurdu nymphelere, ama çirkin olduğu için her keresinde de geri çevrilirdi.
İkaros da uçarken yükseldikçe yükseldi, yükseldikçe yükseldi. Balmumu kanatları eriyiverdi tabii, İkaros denize düşüp boğuldu.
Aşkın dokunduğu insanlar karanlıkta yürümezler.
Titanların yerini alan tanrıların en güçlüleri On iki Büyük Olymposlulardır. Olympos’da yaşadıkları için bu ad verilir kendilerine. Olympos’un ne olduğu kolay kolay anlatılamaz. Bir tepedir Olympos; bazıları onun, Yunanistan’ın en yüksek dağı, Tesalya’dakı Olympos olduğunu söylerler. İlk Yunan şiiri İlyada’da Zeus öteki tanrılara, «çok yamaçlı Olympos’un en yüce tepesinden» seslenir; bu bölüme göre Olympos’un bir dağ olduğu apaçık ortadadır. Ama biraz ilerde, yine Zeus, isterse yeryüzünü de, denizleri de, Olympos’un tepelerinden birine asabileceğini belirtir; bu bölüme göre ise Olympos’un bir dağ olmadığı apaçık ortadadır. Gök de değildir Olympos.
Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı.
Sevgi, karanlık ve ölümden doğmuştu, doğumuyla o kör karışıklığı silmeye, düzeni, güzelliği getirmeye başladı. Işık’ı ve ışığın arkadaşı Gün’ü yarattı.
ona tapanlar arasında, hiç şarap içmeyenler de vardı. Dionysos, yalnız içki yoluyla değil, esin yoluyla kurtulmayı, özgürleşmeyi de kabul etmişti çünkü. Bu davranışı, onu sonraki yüzyıllarda, gelmiş geçmiş Yunan tanrılarının en önemlisi kılmıştır.
Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı. Tanrılardan önce yer ile gök vardı: Titanlar onların çocukları, tanrılar da torunlarıydı.
Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı.
Kan susuzluğu
İçlerine işlemiş.
Yeni kanlar akıtılıyor
Eski yaralar kapanmadan.
İlkel insan korularda dolaşırken nymphe’lere, naiad’lara değil, korkuya rastlamış, mutluluk, sevinç değil ürküntü duymuştur.
Tanrılar, insana benzeyince gökyüzü de eve benzer tabii.
Alın içeri tahta atı,
Athena’ya götürün,
Zeus’un kızına armağan olsun.
Bütün gençler koşmaya başladı,
Evlerinden fırladı bütün yaşlılar;
Şarkılarla, sevinç çığlıklarıyla
Ölümü Troia’ya aldılar.
Bu ünlü savaş, arkasında neler bıraktı? Sonra cevabı vermektedir: Yıkılmış bir şehir, ölü bir bebek, yoksul kadınlar
Ama bilinen bir şey var: Prometheus, sonuna kadar dayanmış, Zeus’a baş eğmemiştir.
Pandora da, bütün kadınlar gibi, meraklıydı. Sandığın içinde ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Bir gün kapağını açtı; sandığın içinden hastalıklar, acılar, kederler, kötülükler çıktı. Korkuyla kapağı kapadı Pandora, ama çok geç kalmıştı; olan olmuştu bir kere. Bir tek iyi şey çıkmıştı sandıktan: Umut. İşte o yüzden, insanlar bugün de kötülüklere karşı koymak cesaretini, gücünü buluyorlar.
Aşkın dokunduğu insanlar karanlıkta yürümezler.
Thetis, bir oğlu olunca, onu ölümsüz yapmak için Styks ırmağına batırmıştı. Styks’in sularında kim yıkansa gövdesine ne ok, ne mızrak işlerdi. Yalnız bir şey unutmuştu Thetis, bebeği topuğundan tutup suya batırdığını
Yaratılışa aşkı karıştıran Altın Aphrodite,
Bükemez, avlayamaz üç yüreği; erden Vesta,
Savaştan, ustaların sanatından başka bir şey düşünmeyen Athena,
Ve Artemis, koruları, vahşi avları seven dağlarda.
Ey Phoibos, doğruluk tahtından,
Dünyanın kalbindeki yerinden
Sesleniyorsun insanlara.
Hiç yalan söylenmiyor, Zeus’un buyruğuyla,
Doğruluk sözünü karartacak gölge yok.
Ölümsüz bir hakla mühürledi Zeus
Apollonun onurunu, konuştuğu zaman
Herkes inansın diye sarsılmaz bir inançla.
Poseidon efendimiz, bu yüceliği sen verdin bize,
Güçlü atları, genç atları, derinlikler yasasını sen verdin.
Altın-tahtlı Hera, ölümsüzler kraliçesi,
Güzellikte en üstünleri, yüce tanrıça,
Ulu Olympos’dakilerin hepsi sayarlar seni
Gökler tanrısı Zeus kadar bağlıdırlar sana.
Apollon, uşaklığı sırasında Admetos ve Alkestis’le dost oldu. Karı koca çok yakınlık gösteriyordu kendisine. Apollon bu yakınlığın altında kalmak istemedi. Kader tanrıçaları Moiralardan öğrendiği bir şeyi gidip Admetos’a söyledi. Öğrendiğine göre, kralın hayat ipliği artık kesilmek üzereydi. Yalnız tanrı, Moiralarla konuşmuş, ipliğin kesilmesini birazcık geciktirmişti. Admetos kendisinin yerine ölecek bir başkasını bulursa kurtulacaktı.

Bunu duyan Admetos hemen annesiyle babasının yanına koştu. Siz artık yaşlandınız. Biriniz benim yerime ölün de ben kurtulayım. dedi. Yaşlılar canlarına daha düşkün oluyor galiba. Admetos’un annesi ve babası da oğullarının yerine ölmeyi kabul etmediler. Aman oğul dediler, bu yaşta günışığı daha tatlı geliyor adama. Admetos kızarak Ölümün eşiğindesiniz. diye bağırdı, hâlâ ölmekten korkuyorsunuz!

Ama kendi de korkuyordu ölmekten. Arkadaşlarının yanına koştu, hepsiyle konuştu. Kimse onun yerine ölmek istemiyordu. Sonunda umutsuzluk içinde evine döndü.

Alkestis kocasının üzgün olduğunu sezmişti. Sonunda üzüntüsünün neden geldiğini öğrendi. Hiç sıkma canını dedi, senin yerine ben ölürüm.

Kral Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum. dedi. Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz.
Asma, meyve veren öteki ağaçlara, bitkilere benzemez; hepsinden çok budanır. Kışın yapraksız, çıplak, eğri büğrüdür Asma Dionysos, soğukların gelişiyle Persephone gibi ölürdü ama çok daha korkunç bir ölümdü bu. Bazı öykülere göre Titanların, bazı öykülere göre de Hera’nın buyruğuyla paramparça edilirdi. Aylar geçer yeniden canlandırdı Dionysos; sonra aylar geçer, yeniden ölürdü. Tiyatrosunda, onun yeniden hayata dönüşünü kutlarken her yıl durmadan öldüğünü unutmazlar, o yüzden tragedyalar oynarlardı. Şarap Tanrısı acı çekmenin çok ötesindeydi; trajik bir tanrıydı. Bu yanıyla ölümün hiç sona ermediğini de gösterirdi Dionysos. Ona tapanlar ölümün ötesinde bir hayatın var olduğuna inanırlardı.
«Bir tanrıçayım ben, arkandan gelemem.
Bir kere daha öp beni, uzun uzun öp,
Dudaklarımla çekeyim içindeki canı,
Bütün sevgini içeyim.
Dağların hepsi sesleniyordu, ağaçların hepsi:
Yazıklar, yazıklar oldu Adonis’e. Öldü.
Ekho da seslendi:
Yazıklar, yazıklar oldu Adonis’e.
Sevenlerin hepsi, Musaların hepsi üzüldü.
Dövündü, yakındı, ağladı bu ölüme.
Kendi güçleriyle başı dönenlerin kızgınlıkla söyledikleri sözler gökyüzünde hemen duyulur.
Şarap, iyi olduğu kadar kötüdür de: İnsanların içini ısıtır, onları neşelendirir ama çok kaçırılırsa sarhoş eder.
Ancak ölüm ayırabilirdi bizi; oysa şimdi o birleştirecek.
Khiron otların, bitkilerin hepsini bilirdi. Eşsiz bir bilgisi vardı bu konuda; ama Asklepios onu geçti. Her çeşit hastalığı iyleştirdi. Kendisine gelen yaralıları, kırığı çıkığı olanları, sancı çekenleri sağlığına kavuşturdu.

Bir ara tanrıların öfkesini üstüne çekti Asklepios. Ölü bir adamı diriltti. Zeus, ölümlülerden birinin böyle davranmasını hoş karşılamayacaktı tabii, yıldırımıyla bilgini öldürdü. Oğlunun öldürülmesine kızan Apollon, Etna’ya giderek, tanrılar tanrısının yıldırımlarını hazırlayan Kyklopları bir bir ortadan kaldırdı.

Çektiği acı, çökertmişti onu; ama her şeyini yitirirken bir kazancı olmuştu. ”Acı, çok şeyler öğretti bana, ” diyordu. Her günahtan kurtulunabilirdi; bunu öğrenmiştir bir kere.
Agamemnon, parlak bir savaştan sonra evine kavuşan en başarılı komutandı.
Tantalos, tek oğlu Pelops’u öldürttü, büyük bir kazanda kaynattırdı, sonra da tanrıların önüne yemek diye koydu. Herhalde öylesine nefret ediyordu ki tanrılardan, onları yamyam durumuna düşürmek için biricik oğlunu bile gözden çıkarmıştı. Belki de o saygıdeğer tanrıları aldatmanın ne kadar kolay olduğunu akla gelmeyecek bir oyunla göstermek istemiştir Ölümsüzleri o kadar küçük, kendini o kadar büyük görüyordu ki, konuklarının önlerine konulan yemeğin ne olduğunu anlayabileceklerini düşünememişti.
Dünyanın en güzel büyücüsüymüş Kirke; sarayına gelen herkesi, bir içki içirerek domuz yapıyormuş.
‘‘Tahtadan kocaman bir at yaptıralım. Atın içine bazı komutanlar saklanalım. Geri kalan askerler gemilerine binip buradan uzaklaşsınlar. En yakın adanın arkasında saklansınlar. Troialılar, savaşı kazanmaktan umudumuzu kesip ülkemize döndüğümüzü sanırlar. Yalnız bir kişi bırakalım geride. O da, Troialılara armağan olarak bu tahta atı bıraktığımızı söyler. Troialılar şehrin içine alırlar atı. O gece, saklananlar gizlice çıkıp şehrin kapılarını açarlar. Adanın arkasında saklanmış askerlerimiz de Troia’ya girerler. Kazansak kazansak ancak böyle kazanabiliriz savaşı.’’
Nymphe, Paris’e küskündü. Ölüm döşeğinde bile bağışlamadı onu; ilacını vermedi. Paris ölünce de gidip kendini öldürdü.
Thetis, bir oğlu olunca, onu ölümsüz yapmak için Styks ırmağına batırmıştı. Styks’in sularında kim yıkansa, gövdesine ne ok, ne de mızrak işlerdi. Yalnız bir şeyi unutmuştu Thetis, bebeği topuğundan tutup suya batırdığını Su, Akhilleus’un topuğuna değmemiş, orayı eskisi gibi bırakmıştı. Paris’in attığı ok, ünlü kahramanın tam topuğuna saplanınca, Akhileus öldü.
Kılıcını çekerek kendini öldürdü. Yunanlılar, yakmadan gömdüler ölüsünü. İntihar edenler yakılmazdı.
Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı. Tanrılardan önce yer ile gök vardı: Titanlar onların çocukları, tanrılar da
torunlarıydı.
Herakles’in yaptığı en önemli işlerden biri de, Kafkaslara giderek Prometheus’u kurtarmasıdır. Onun ciğerini yiyen kartalı da Herakles öldürmüştür.
Aphrodite Adonis’in cansız dudağına bir öpücük kondurdu ve ona seslendi;
Bir tanrıçayım ben,arkandan gelemem.
Bir kere daha öp beni,uzun uzun öp,
Dudaklarımla çekeyim içindeki canı,
Bütün sevgini içeyim.
Dağların hepsi sesleniyordu,ağaçların hepsi:
Yazıklar,yazıklar oldu Adonis’e öldü.
Ekho da seslendi:Yazıklar,yazıklar oldu Adonis’e.
Sevenlerin hepsi,Musaların hepsi üzüldü,
Dövüldü,yakındı,ağladı bu ölüme.
Kral Aigae günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi.
Ona söyleyin, hiç çi­çek koparmasın. Belki her çalı, biçim değiştirmiş bir tanrı­çadır.
Siz iki tanrıyı evinize buyur ettiniz, elinizden geleni yaptınız. Karşılığını göreceksiniz. Yabancıları aşağılayan, onlara kapılarını kapayan bütün öteki insanlarda yaptıklarının cezasını çekecek. Bakın.
Gidip kulübenin kapısını açtı. Gördüklerinin karşısında Baukis ile Philemon donakaldılar. Ülkeyi su basmıştı. Kendi kulübelerinden başka her ye göle dönmüştü.
Canlı cansız ne varsa arkasından giderdi Orpheus’un. Tepelerdeki ağaçları bile yerlerinden oynatabilirdi Orpheus, ırmakların akışını değiştirebilirdi.
”Benim için öldürdün kendini. ” dedi. ”Ama ben cesurum, benim de içim aşkla dolu. Ancak ölüm ayırabilirdi bizi; oysa şimdi o birleştirecek. ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir