Mehmet Yaşar Kandemir kitaplarından Mutlu Bir Yuva İçin kitap alıntıları sizlerle…
Mutlu Bir Yuva İçin Kitap Alıntıları
Peygamber aleyhisselâm, vefatından önceki rahatsızlığının başladığı gün bile, Hz. Âişe ile şakalaşmıştı.
O akşam Hz. Âişe’nin evinde olacaktı. Kapıdan içeri girince, şiddetli bir baş ağrısı çeken Âişe annemizin:
“Vay başım!” diye sızlandığını gördü.
Bazı muhaddislerin belirttiğine göre, o sırada Peygamberler Sultanı’na vefat edeceği bildirilmişti.
Buna rağmen o, Hz. Âişe’ye şaka yaparak:
“Asıl ben vay başım, demeliyim. Sen benden önce ölsen, seni elimle yıkasam, kefene koysam, namazını kıldırsam ve kabre defnetsem olmaz mı?” diye sordu.
Bunu duyan Hz. Âişe:
“Vay başıma gelenler! Vallahi öyle sanıyorum ki, sen gerçekten benim ölmemi istiyorsun. Eğer ben ölürsem, sen o günün akşamı hanımlarından biriyle beraber olursun” dedi.
Bunu duyan Fahr-i Cihân Efendimiz tebessüm buyurdu.
Peygamber Efendimiz, Hz. Âişe ile birlikte yemek yerken, bir şeyi önce onun içmesini ister, sonra da özellikle onun ağzının değdiği yerden içerdi.
Eğer et yiyorlarsa, Hz. Âişe’nin elindeki parçayı alır, onun ağzının değdiği yerden ısırırdı.
Son derece sade olduğunu bildiğimiz evinin, onun arzu ve tavsiye ettiği gibi geniş olmadığı, Hz. Âişe’nin şu tür rivayetlerinden anlaşılmaktadır:
“Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin karşısında, ayaklarım secde edeceği yere gelecek şekilde uyurdum. Secdeye varacağı zaman eliyle bana dokunurdu, ben de ayaklarımı geri çekerdim. Secdeden kalktığı zaman, ayaklarımı yine uzatırdım.”
Kâinâtın Rabbi, yüce kudretini görmemizi ısrarla ister. Bizi gökyüzüne, yeryüzüne, aya ve güneşe, geceye ve gündüze ibretle bakmaya davet ederken dikkatimizi bir şeye daha çeker: “Bizi cezbeden eşler yarattığını, gönlümüze sevgi ve şefkati yerleştirdiğini” de ibretle düşünmemizi ister.[83] Ve bunun, hayranlık duyulması gereken olağanüstü bir hâdise olduğunu bize hatırlatır.
Gerçekten de öyle değil mi?
Evlenecek eşler, binlerce kadın veya erkekle karşılaşıyor da, onlardan sadece birini seçiyor. Çünkü sevgiyi var eden o Yüce Kudret, iki insanı birbirine güzel gösteriyor, sevdiriyor, aralarında bir yakınlık meydana getiriyor. Niçin onları birbirine câzip gösteriyor? Kullarım birbirinde huzuru ve mutluluğu bulsun, bir arada bahtiyar olsun diye. Birbirini sevme ve beğenme olayının ardından da yuva kuruluyor.
Buraya kadar güzel. Birçok ailede bundan sonrası da güzel. Ama ne yazık ki, bu güzellik bazı evlilerde bir süre sonra kayboluyor. “Allah’ın emriyle” evlenen insanlar birbirinden şikâyete başlıyor.
Bu hayal kırıklığı neden oluyor?
Benim gördüğüm kadarıyla çiftler, en tabiî hakları olan ilgiyi, sevgiyi ve anlayışı birbirine göstermediği veya gösteremediği için yuva sarsılmaya başlıyor.
Daha açık söyleyelim: Eşlerden biri veya her ikisi, Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine esirgemeden verdiği sevgiyi eşinden esirgiyor; sevgi ve muhabbet cimrisi oluyor.
Eşlerden biri diğerine göre daha bencil olduğu, bulduğu ile yetinmediği, sahip olduğundan daha fazlasını istediği zaman da evlilik çıkmaza giriyor ve huzursuzluk artıyor.
Bir gün Hz. Âişe’ye:
“Benden memnun olduğun halleri, bana dargın olduğun durumları iyi bilirim” buyurmuştu. Efendimizin bu sözü Hz. Âişe’nin çok ilgisini çekti. Gücendiğini belli etmemeye çalıştığı halde, acaba Allah’ın Resûlü bunu nasıl fark ediyordu?
“Bunu nerden biliyorsun, Yâ Resûlellah!?” diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:
“Benden hoşnut olduğun zaman ‘Muham-med’in Rabbine yemin ederim’ dersin, bana gücenik olduğun zaman ise atam Hz. İbrâhim’in adını anarak ‘İbrâhim’in Rabbine yemin ederim’ dersin” buyurdu. Durum aynen dediği gibiydi. Demek ki Hz. Âişe’nin sezdirmemeye çalıştığı bu tutumu artık sır olmaktan çıkmıştı. O zaman hanım annemiz, Efendimiz aleyhisselâm’a şöyle itirafta bulundu:
“Evet, aynen buyurduğun gibi, Ey Allah’ın elçisi! Ama ben darıldığım zaman senin sadece adını söylemem, gönlümdeki sevgin hiç eksilmez.”
Bir gün Hz. Âişe bulamaç pişirmiş, onu en yaşlı ortağı olan Sevde annemizin de tatmasını istemişti. Fakat Hz. Sevde bulamacı sevmezdi. Hz. Âişe onu:
“Yemezsen bulamacı yüzüne bularım!” diye tehdit etti ve dediğini de yaptı. Gördüğü manzara karşısında kendini tutamayıp gülen sevgili Efendimiz, Sevde annemize:
“Ne duruyorsun, sen de onun yüzüne sürsene!” buyurdu; o da denileni yaptı. Ortaya çıkan komik manzaraya hep birlikte güldüler.
Hz. Ali evlenmeye karar verdiğinde, Peygamber Efendimiz’in huzuruna geldi ve ona kızı Fâtıma ile evlenmek istediğini söyledi. Allah’ın Resûlü bu evliliğin iyi bir şekilde yürüyebilmesi için sevgili yeğenine tek bir şart ileri sürdü:
“Fâtıma ile iyi geçinmek şartıyla o senindir” buyurdu.
Her iki eş de dindar olduğu zaman, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle, “erkek kadına, kadın da erkeğe elbise olur”; birbirini günahtan ve fenalıktan korur; birbirini sever, gönlünü ona vermeye gayret eder; eşine anlayış gösterir ve böylece her ikisi de bahtiyarlığı yakalamak için ellerinden geleni yapar.
• Birbirine karşı kırıcı olmamalıdır. Kırıcı sözler, kalıcı izler bırakır.
• Birbirine soru sormalı, ama sorguya çekmemelidir.
• Önce kendini, sonra eşini yargılamalıdır.
• Kendisi ne kadar ısrarcı olursa, eşinin de o kadar ısrarcı olacağını göz önünde bulundurmalıdır.
• Birbirine karşı üstünlük sağlamaya çalışmamalı, birbirine karşı zekâsını kullanmamalıdır.
“İnsan evlendiği zaman, imanının yarısını mükemmelleştirir; geri kalan yarısını mükemmelleştirmek için de Allah’a karşı gelmekten sakınmalıdır.”
«Bir erkek karısını yatağa çağırır da, karısı gelmediği için ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet eder.»(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 439)
Bir erkek karısından şunları ister:
Şefkatli ve sevgili olmasını ister.
Ev işlerinde maharetli olmasını ister.
Yorgun argın evine döndüğünde kendisiyle ilgilenmesini, dertlerini, sıkıntılarını paylaşmasını, yuvada huzur ve mutluluk meydana getirmesini, neşeli ve cana yakın olmasını ister.
Kendi yakınlarına, akrabalarına karşı saygılı olmasını, onlara iyi davranmasını, onlarla iyi geçinmesini ister.
Karısının iyi ve temiz giyinmesini, görünümüne dikkat etmesini, kendine çeki düzen vermesini ister.
Bir erkek karısından şunları istemez:
Karısının kendisine emir vermesini, onu yönlendirmeye kalkmasını, kazancını israf ederek gerekli olmayan şeylere parasını harcamasını istemez.
Giyim kuşamında ihmalkâr olmasını “Eh ne yapalım artık bizden geçti” diye düşünmesini ise hiç istemez.
Karısının sert ve kötü huylu, hiçbir şeyi beğenmeyen biri olmasını da istemez.
Bir hanım zaman zaman kocasının huylarını göz önüne alıp düşündüğünde bu örnekleri çoğaltabilir. Her iki eşin de, karşılıklı anlayışla, kendilerini yıpratmadan daha mutlu bir hayat sürmeleri her zaman için mümkündür. Bir erkek de akşam eve geldiğinde hanımının hal ve hatırını sormalı, iltifat ederek gönlünü hoş etmeye çalışmalı, onun gün içerisinde yaşadığı sıkıntıları gidermeye yardımcı olmalıdır.
Aynı zamanda baba, çocuklarıyla da ilgilenmeli, onların bir gün boyu yaşadıkları iyi ve kötü olayları sorup öğrenmeli, yapabildiği ölçüde kendilerine yardım etmelidir.
Tâbiîn büyüklerinden olan Hârice oğlu Esmâ -evet yanlış okumadınız Esmâ- kızını gelin ederken ona bazı öğütlerde bulunur ve der ki:
“Kızım sen kocana itaatkâr ol ki, ona kendini sevdiresin.”
Bu zatın güzel şiirleri de vardır. Bu şiirlerinden birinde karısına şöyle der: “Benim sana iyi davranmama yardımcı ol ki, tükenmeyen sevgimi kazanasın. Öfkelendiğim zaman sakın bana bir şey söyleme, karşılık verme!
Benim iç dünyamda neler olup bittiğini bilmediğin için, iki de bir, ‘defe fiske vurur gibi’ bana dokunup da bağırtma!
Çok şikâyet etme! Aksi halde sana olan sevgimi yok eder, kalbimi kırar ve kendinden uzaklaştırırsın; çünkü bir kalpte sevgi ile eziyet bir araya gelirse orada sevgi yaşayamaz.”
Gurur denen sevimsiz duygunun, sevgi ortamını yıkmasına izin vermemeli ve kesinlikle birbiriyle inatlaşmamalıdır.
Peygamber Efendimiz evlenecek erkeklerin şöyle dua etmesini tavsiye buyurmuştur:
«Allahım! Senden kadının hayırlı ve iyi ahlâklı olanını nasip etmeni dilerim.»
(Ebû Dâvûd, «Nikâh», 45)
Dinimiz kocayı ailenin reisi yapmış, aile fertlerinin geçimini ve idaresini onun omuzlarına yüklemiştir. Böylesine ağır bir yükü ev halkının mutluluğu uğruna seve seve taşıyan fedakâr bir insan en üstün saygıya lâyıktır. Bu sebeple kadın, kendisi için başkalarının kahrını çeken, ailesinin nafakasını alın teri, göz nuru ile kazanan kocasını sevmeli ve saymalıdır. O zaman sadece kendisi rahat etmekle kalmaz, etrafındakilere de huzur ve mutluluk dağıtır.
Dinimizin, birliği ve dirliği sağlayan çok önemli bir kuralı vardır. Bu kural şudur: Birden fazla insanın bulunduğu yerde, içlerinden biri başkan olacak, diğerleri ona uyacaktır.
Bu kural karı koca için de geçerlidir. Yuvanın huzuru ve dirliği için aile fertlerinden biri başkan olmalı, diğerleri de ona itaat etmelidir. Bu sebeple yüce Rabbimiz, çeşitli özellikleri sebebiyle erkekleri evin başkanı ve yöneticisi yapmıştır.(Nisâ 4/34)
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
«İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, mutlaka kadının kocasına secde etmesini emrederdim.»
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 381, V, 228, VI, 76).
Hayâtın her ânı yeniden başlamaya, kendimize ve yuvamıza çekidüzen vermeye elverişlidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kadınla erkek bir bütünün iki parçasıdır. Her biri tek başına noksandır, yalnızdır, tehlikelerle karşı karşıyadır. Evlilik bağı ile yanyana gelip el ele tutuştuklarında ise, artık onlar bir bütündür.
Bu birliğin ve beraberliğin ömür boyu devam etmesi için her birine düşen görevler vardır. Bu görevlerin en önemlilerinden biri, kendini hayat arkadaşına sevdirmek ve onun gönlüne taht kurmaktır.
Bir kimse aile bireylerine kendini dünyanın en sevimli insanı olarak kabul ettirmelidir.
– Mâlik bin Enes r.a.
Bizim yuvamız, hayâl ettiğimiz nice uzun yıllara dallar ve kollar salacak çınar ağacımızın kök saldığı mübârek topraktır.
Anlaşan, birleşen gönülleri de başka yerlerde değil; anlayışlı, erdemli, ahlâklı, kısaca Allâh’tan korkan insanlarda aramak gerekir.
Seven birinin gönlünden kopup gelen sevgi dolu sesin, aşk çiçekleri taşıyan bir bakışın uysallaştıramadığı insan yoktur.
Anlayış ve ilgiye muhtaç olan kimse, gösterdiğmiz ilgi ve yakınlığa rağmen yine de yumuşama işareti göstermiyorsa, daha fazla üzerine gitmemek gerekir. Çünkü bu durumda ya bizim ilgimizde beklenen sıcaklık yoktur, ya da karşımızdaki kimse ağır bir sıkıntı altındadır.
Eğer öyleyse derdin çözümünü zaman denilen büyük tabîbe bırakmak gerekecektir. Zamânın sunacağı şifâ, bizim gösterdiğimiz anlayışla birleşince çok geçmeden etkisini gösterecektir.
Hayatta bir kalbin yalnız başına taşıyamayacağı dertler, sıkıntılar vardır. Bazen dayanılması mümkün olmayan, zavallı bir kalbi korkunç ağırlığı ile ezip sıkıştıran dağ gibi dertler, sevilen biri ile paylaşıldığında, azalır ve hatta yok olup gider. Sevdiğimiz insanın güzel bir yorumu ve hoş tesellisi ile o sıkıntılar büsbütün kaybolur. İnsanın dert ortağı da hayât arkadaşı olmalıdır. Sırlarını yabancılara değil, ona anlatmalı, teselliyi ondan beklemelidir.
Kadın ve erkek hayâtlarını birleştirince, ilahî kudret onları birbirine yaklaştıracak, gönüllerini birbirine kaynaştıracak, böylece birbirlerini koruyup esirgeme duyguları gelişecek ve ilâhî rahmetin bereketli ikliminde sevgi çiçekleri açacaktır.
İki hayat birleşince ben anlayışı gider, biz anlayışı gelir.
Bir kimse aile bireylerine, kendini dünyanın en sevimli insanı olarak kabul ettirmelidir.
Hayırlınız, aile bireylerine karşı hayırlı olanınızdır.
Herhangi biriniz canı ve malı emniyette, vücudu sıhhatte, bir de günlük yiyeceği elinde olarak sabahı ederse, bütün dünya kendisine verilmiş demektir.
En büyük zenginliğimiz Müslüman oluşumuzdur.
Mutluluğun önemli harçlarından biri de zarâfettir.
Her iki eş de dindar olduğu zaman, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle, ‘erkek kadına, kadın da erkeğe elbise olur.’ ; birbirini günahtan ve fenalıktan korur; birbirini sever, gönlünü ona vermeye gayret eder; eşine anlayış gösterir ve böylece her ikisi de bahtiyarlığı yakalamak için ellerinden geleni yapar
Somurtmak, insanlarla kaynaşmamak, hayatın ağır yükünü bir kat daha ağırlaştırmak demektir.
‘Göz gördü gönül sevdi’ derler. Demek ki gönüle giden yol, önce gözden geçiyor.
Önce yoldaş, sonra yol” diyenler ne güzel söylemişler. Ömür boyu sürecek bir yolculuğun sıkıntısı, yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü, seven ve sevilen birine sahip olmadan çekilebilir mi?
Dünyayı eşimin bakış açısından görmek şart değildir; önemli olan birbirinin görüşüne saygı göstermektir
Öğüt, bilene hatırlatma, bilmeyene öğrenme niteliğinde olduğu için herkese faydalıdır.
“Hayırlınız , aile fertlerine hayırlı olandır.Ailesine en hayırlı olanınız ise benim.”
Zaten ilaçların fayda vermediği yerde insanı sakinleştiren ve hatta tedavi eden ilaç, sevgilinin tatlı sesi ve şefkat dolu bakışıdır.
Soğuyan çaya şeker atılmaz.
Aynı şekilde soğuyan yüreğe de tatlı sözcükler kullanılmaz.
En büyük zenginliğimiz Müslüman oluşumuzdur. Müslüman bir toplum içinde yaşamak da ayrı bir bahtiyarlıktır.
Mutlu bir yuva kurmak için birinci şart iyi seçim,
ikinci şart da iyi geçimdir.
Önce kendini, sonra eşini yargılamalıdır.
İnsan evlendiği zaman, imanının yarısını mükemmelleştirir; geri kalan yarısını mükemmelleştirmek için de Allah’a karşı gelmekten sakınmalıdır.
( Taberâni, el-Evsat, VII 322 VII 335 )
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
Müslüman olan,
yeteri kadar rızkı bulunan,
bir de Allah’ın verdiğine kanaat eden kimse, kurtulmuş demektir.
Mutlu bir yuvaya sahip olmayı düşünen bir hanımın gözünde sadece kocası, onun zevkleri ve beğenileri vardır.Bir yabancının onu beğenmesi diye bir şey yoktur. Böyle bir adet batılılar da vardır.
Gönlü dar olanlara, karyolanın genişliği bir şey ifade etmez. Öylelerine dünya bile dar gelir.
Çok para , çok servet insanı mutlu etseydi, Peygamberimiz eline geçeni başkalarına dağıtmazdı.
Biz yapmacık güllerin değil, kokusu tükenmeyen, yaprağı solmayan, ölümsüz güllerin peşinden koşan Müslüman insanlarız.
Mutluluk gönül işidir. Altınla, okkayla satılan bir şey değildir
Allah güzeldir, güzeli sever.
Kuşkusuz biz ne isek oyuz ve bu halimizle güzeliz.
Eğer cennetin süsünü ve güzelliğini elde etmek istiyorsanız, dünya süs ve ziynetlerine önem vermeyiniz; onları giymeyiniz.
Her fırsatta birlikte kitap okumalı; özellikle Peygamber Efendimizin hayatını ve hadislerini birlikte okumalı, onu kendilerine örnek almalıdır.
Zaman en değerli sermayedir. Onu televizyon denen vakit öldüren âletin çalmasına fırsat vermemelidir.
her aile kızlarına dini eğitim vermeli, onlara güzel bir ahlak kazandırmalıdır.
Önce yoldaş, sonra yol” diyenler ne güzel söylemişler. Ömür boyu sürecek bir yolculuğun sıkıntısı, yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü, seven ve sevilen birine sahip olmadan çekilebilir mi?
İnsan evlendiği zaman, imanının yarısını mükemmelleştirir; geri kalan yarısını mükemmelleştirmek için de Allah’a karşı gelmekten sakınmalıdır. ( Taberâni, el-Evsat, VII 322 VII 335 )
Önce yoldaş, sonra yol sitemler ne güzel söylemişler. Ömür boyu sürecek bir yolculuğun sıkıntısı, yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü, seven ve sevilen birine sahip olmadan çekilebilir mi?
Her kadın kendi evinin hanımıdır.
Sahip olduğu bedenî ve rûhî zenginliği fark etmeyen ve onları yerince kullanmayan kimse hep fakir kalmaya, mutsuz olmaya mahkûmdur.
İmanın ölçüsü güzel ahlâk olduğu gibi, hayırlı olmanın ölçüsü de kadınlara iyi davranmaktır.
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner,
Gam ü şâdî-i felek böyle gelir böyle gider..
Mutluluk gönül işidir.
Zaten ilaçların fayda vermediği yerde insanı sakinleştiren ve hatta tedavi eden ilaç, sevgilinin tatlı sesi ve şefkat dolu bakışıdır. Seven birinin gönlünden kopup gelen sevgi dolu sesin, aşk çiçekleri taşıyan bir bakışın uysallaştıramadığı insan yoktur.
Önce yoldaş, sonra yol” diyenler ne güzel söylemişler. Ömür boyu sürecek bir yolculuğun sıkıntısı, yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü, seven ve sevilen birine sahip olmadan çekilebilir mi?
Her kadın kendi evinin hanımıdır.