İçeriğe geç

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti Kitap Alıntıları – Ebu’l Hasan Nedvi

Ebu’l Hasan Nedvi kitaplarından Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti kitap alıntıları sizlerle…

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti Kitap Alıntıları

İslam’ı ,bir hayat nizamı olarak yaşıyorlardı.
Müslümanlar, gündüzleri süvari, geceleri ibadet ettiklerinden, hep ok ve mihrakların yontmakla mesgulduler. Yanınızda oturan birine bir şey söyleseniz, Kur’an ve zikir seslerinden, sözünüzü anlayamazdi.
Bu tip hayatın ağına düşenler,toplumdan el etek çekip, çöllere düşmeyi, şehirde yasamaya; bekarlığa evlenmeye tercih etmeye başlarlar neticede medeniyet ölüm nöbetine girer, şehirler harap olur (halbuki) onlar(mucahitler) siyaseti, kuvveti, ahlakı ve diyaneti parçalanmak bir bütün kabul ediyorlardı.
Sordu: Ya ResulAllah,hadi mazluma yardım ettim. Zalime nasil yardım edeyim?
Aleyhisselam buyurdu:
Zulmüne mani olursun. Zalime yardımın budur.
Cennet kapıları, kılıçların gölgesi altındadır.

Muhammed Mustafa Aleyhisselam.

Muslumanlarin kalpleri ve gözleri, Allahını alameti ve büyüklüğü ile dolmuştu. Kralların haşmetine ve içinde yüzükleri debdebe, luks, konfor mücevher ve süse, insan elbisesi gitmiş heykel gibi bakiyorlardi.
İçkiyi yasaklayan ayet indiği zaman her yer şarap doluydu. Allah’in emri, yanan ciğerlerle susamış dudaklar arasına bir set gibi çekiliverdi. Şarap fırınları parçalandı, Medine sokakları sel gibi aktı.
onlar arzu ve heveslerini izinden yürüyorlardi. Tıpkı körler gibi yol alıyorlardı.
İmanın hakimiyet ve kumandasını yaşayan insan hiçbir şeyden korkmuyordu.
“islam aleminin yegane vazifesi, beşeriyeti Allah’a, rasulüne ve ahiret gününe imana çağırmaktır. onun biricik arzusu; insanlığın karanlıklardan nura, kula kulluktan bir olan Allah’a kulluğa, dünyanın darlığından bolluk ve saadetine, dinlerin zulmünden islam’ın adaletine çıkarıp teslim etmektir.”
Nedvî, Müslümanların gerilemesine sebep olarak, önemli mevkilere liyakatsiz, ehliyetsiz ve hazırlıksız kimselerin gelmesini ve bunların vazifelerinin mes’uliyetini idrakten âciz olmalarının yanında; hem dinî hem de ahlâkî terbiyelerinin olmamasını sebep olarak göstermektedir.
Eğer Müslümanlar, insanlık aleminin yönetimini yeniden ellerine almak istiyorlarsa her şeyden önce etkisi, sözlerinden ve davranışlarından izlenebilecek gerçek bir imana sahip olmaları gerekir.
İslam dünyası ilimde, siyasette, teknikte ve ticarette Avrupa’ya boyun eğdiği müddetçe, Avrupa onun kanını emecek, toprağını işleyecekbve oradan hayat kaynakları çıkaracak; Avrupa’nın malları hergün İslam dünyasının pazarlarının evlerininbve ceplerinin tek geçer akçesi olacak ve İslam ülkelerini soyup soğana çevirecektir.
Eğer İslam Dünyası risalet vazifesini deruhte edip dünya liderliğini ele geçirmek istiyorsa, üstün bir güce sahip olması, harp tekniği, ticaret, zenaat ve ilimlerde tamamen hazırlıklı bulunması hayatın temel ihtiyaçlarında Avrupa’ya el avuç açmaması ve hiçbir hususta Frenk’lilere başvurmaması gerekir. Aynı zamanda kendi midesini doyurup üstünü başını giydirecek durumunda bulunması, kendi silahını kendi yapması ve yeraltı servetlerini kendi çıkarıp kendi işletmesi, hükümetini kendi parası ve kendi adamlarıyla idare etmesi, etrafını çeviren denizleri kendi gemileriyle ve kendi filolarıyla donatması, düşmanını kendi toplarıyla, kendi tanklarıyla ve kendi silahlarıyla defetmesi, ihracatını ithalatından daima üstün tutması, Avrupa’ya para dilencileğine çıkmaması, hiçbir Frenk sancağının altına sığınmak mecburiyetinde kalmaması ve hiçbir Avrupa ordusuna boyun eğmemesi gerekir.
Bugün İslam aleminin en korkunç hastalığı, dünya hayatına haddinden fazla bağlanarak bütın enerjisini oraya dökmesi, ağlanacak durumları gülerek karşılaması ve hayatın zevkleri uğrunda deli divane olmasıdır. Artık onu hiçbir hadise, hiçbir münkir heyecanlandırmıyor, yemek, içmek ve giymekten başka hiçbir şey enterese etmiyor.
Söz sahibi olduğunuz zaman, dâvâcı veya dâvâlı hısım ve akrabanız bile olsa daima adeleti gözetin. En’am Suresi, 6 / 182
Hindularla Müslümanlar arasında bir arsa yüzünden anlasmazlık çıktı. Hindular bu yerin kendi mabedleri ve Müslümanlar da kendi mescitleri olduğunu iddia ettiler. -Hakem olarak Müslümanlardan alim ve salih bir kimse seçildi- Hâkim: Bu davada Hindular haklıdır ve arsa onlarındır. dedi ve Müslümanlar davayı kaybettiler. Fakat birçok Hindu’nun kalbini kazandılar. Bir grup derhal Müslüman oldu.
Küçüğümüze şefkat ve büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.
ateş, yakacak bir şey bulamayınca kendini yakar.
İslam, kumanda mekanizmasını ele geçirmedikçe hareket edemez. Çünkü İslam, bir üstünlük akidesidir, bir kumanda nizamıdır; tabi olma değil, icat etme yoludur.
Bu yol ilk devirlerde tecrübe edilen yoldur;

İslam’a samimiyetle sarılıp yürekten bağlanmak, uğrunda seve seve can vermek ve İslam nizamını diğer bütün hayat nizamlarından üstün tutmak.

Kalpler bir şeyi ancak başka bir şeyle terk edebilir. Çünkü onlar hareket için yaratılmışlardır, atâlet için değil.
Çevremizi ahtapot gibi saran cehaletin, bu zifiri karanlığından sıyrılıp, bütün dünyaya ışık saçabilmemiz için, hayatımızın bütün cephelerine temel olacak bir şekilde dinimizle olan bağlarımızı yeniden kurup sağlamlaştırmamız gerekir. Şurası bir gerçektir ki, kendimiz iman etmedikçe herangi bir kimsenin bu dine iman etmesini isteyemeyiz. Bu iman da, ancak bütün insanlara takdim edebileceğimiz doğru ve güzel bir nümune ile mümkün olacaktır.
Kıyâmet gününe kadar, etrafımızdaki birçok düşmanların çemberi altında bulunduğunuzu ve onların daima size ve harimi ismetinize saldırmak için fırsat kolladıklarını biliniz!
Ömer (r.a.) Allah’a daima şöyle dua ederdi: Allah’ım! Bütün amellerimi sâlih ve sırf senin rızan için hâlis kıl. Senim rızan dışında hiç bir şey koyma!
Seyyid Kutub
İslâm’ın en karakteristik özelliği kendine bağlananların kalbine kibirden uzak büyüklük hissini, gururdan temizlenmiş güven ruhunu ve bencillikten arınmış emin olma şuurunu sokan, bir üstünlük akidesidir.
Rahip St Jhon, üç sene tek ayak üzerinde ibadet etmiş ve bu müddet zarfında ne oturmuş ne du uyumuştur. Çok yorulduğu zaman sadece sırtını bir kayaya dayıyordu. Bazı rahiplerde hiç giyinmiyorlardı. Daima çıplak duruyorlardı. Ancak uzun saçları ile örtünüyorlar, hayvanlar gibi elleri ve ayakları üzerinde yürüyorlardı. Birçokları da vahşi hayvan inlerinde, susuz kuyularda ve mezarlarda yaşıyorlardı. Büyük bir ekseriyeti kuru ve yeşil ot yiyorlardı. Beden temizliğini, ruh temizliğine aykırı buldukları için vücutlarını yıkamaktan çekiniyorlardı. Onların nazarında insanların takvaca en yüksek olanı, temizlikten en çok uzaklaşan, pisliğe en çok bulaşandı.
İşte Ebu Ubeyde (r.a)! Doğru dürüst emin ve temiz bir insandı. Müslümanların seriyyelerini komuta ediyordu. Fakat Ebu Ubeyde (r.a) bir anda müslümanların başkomutanlığına yükseldi. Herakliyus’u, Şam’ın güzel bağlarından ve yeşil bahçelerinden kovarak: Elvada Suriye, ebediyyen elveda! dedirtti.
Resulullah sav gerek bütün varlığını kaybeden arap milletinden ve gerekse diğer milletlerden, kısa zamanda, tarihin en seçkin ve en üstün dehalarını yetiştirdi.

Babası Hattab’ın develerini güden, cesaret ve metanet yönünden Kureyş’in sıradan bir ferdi olan kavmi içinde yüksek bir mevki bulunmayan ve akranları arasında herhangi bir üstünlüğü görülmeyen Hz. Ömer (r.a), bir anda dünyayı deha ve doğruluğuyla hayretler içinde bırakmış, Kisrâ ve Kayzer’i tahtlarından düşürerek islam devletinin sınırlarına katmıştır. Bir darbı mesel şeklinde dillerde destanlaşan adalet, takva ve ihlâsı bir tarafa, devlet idaresi ve disipliniyle Kisrâ ve Kayzer’e ders çıkartmıştır.

Hz Muhammed sav, bu köklü ve derin imanı, eşsiz ilahi talimatı, sarsılmaz terbiye sistemi, üstün şahsiyeti ve harikaları tükenmeyen yeniliği eskimeyen bu muciz kitapla, insanlığa yepyeni bir hayat şekli getirdi.
İran toplumu, meslek veya soy temelleri üzerine kurulmuştu. Toplumdaki sınıflar arasında korkunç bir uçurum vardı..
Hükümet halktan bir vatandaşın herhangi bir asilin veya büyüğüm malını satın almasını yasaklıyordu.
Cahiliyet, sınırları tespit edilmiş herhangi bir zaman parçası değildir. Kelimenin tam anlamıyla o, ruhi bi karakter ve muayyen bir düşünce seviyesidir. Cahiliyet sanki Allah dilemiş gibi beşeri hayatın temel değerlerini alaşağı edip, onların yerine azgın şehvetlere dayanan yapmacık değerler getirmekle kendini gösterir. İnsanlık, ilk barbarlık dönemlerinde ki gibi bugün de ilk sıçrama anlarında aynı ızdırabın acılarını çekmektedir.
Şu bir gerçektir ki her ne kadar cehaleti kaldırmak bilinçlenmenin en yaygın yolu ise de her zaman uyanıklık ve şuurluluk demek değildir.
İnsanların düşünce ve emellerini bir kurt gibi kemirerek dejenere ettiler.
Çünkü bir insanın, bozuk bir kökten sağlam bir dal beklemesi düpedüz aptallıktır.
Her geçen gün, aleyhlerine işliyordu.
İki şey vardır ki zamanı kesin olarak sınırlandırılamaz: Ferdin hayatındaki uyku, milletin hayatındaki gerileme. Bunlar ancak üstün gelip, fert ve toplumu istila ettikleri zaman anlaşılırlar.
Bizim bu dünyadaki yolculuğumuz belli ve sınırlıdır. Bir gün mutlaka sona erecektir.
Bu tip cemiyetlerde fert, başkası için giyinir, başkaları için sevinir.
İngilizler Hindistan’a ayak basınca, en büyük silahları olan eğitim sistemleriyle halkın ruhunu kemirmeye başladı. Hindistan’da nemelazımcılık ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi günden güne yayılarak cazibeleşti.
İslam medeniyetinde bütün insanlar eşittir. Takvadan başka bir üstünlükleri yoktur. İnsanlar ahiret hayatına büyük önem verirler. Ruhlar rahata kavuşur, huzur bulur, kalpler huşû içinde mest olur.
İslam, hayata saygı ve hürmetle bakar. O, dünya hayatına tapmaz. Onu daha yüksek bir hayat için bir merhale olarak kabul eder. Bu merhale çok lüzumlu olduğundan, hiç kimsenin onu küçük görmeye veya horlamaya hakkı yoktur. Bizim bu dünyadaki yolculuğumuz belli ve sınırlıdır. Birgün mutlaka sona erecektir. Çünkü Allah böyle takdir etmiştir. Bu yüzden insanın dünya hayatı büyük bir değer taşır.
Hz. Muhammed, Allah’ın yardımıyla beşeriyetin kalbinde gizlenen iman ve akideyi bularak, oraya yepyeni bir ruh üfledi. Gizli hazineleri araştırdı. Allah’ın vermiş olduğu istidat ve kabiliyetleri bir meşale gibi tutuşturdu.
İnsanın kalbini kötülükten iyiliğe,fesattan salaha çevirmek,tıpkı verimli bir topraktan biten zararlı otları temizlemek gibidir.Eğitimin bozulması neticesinde beşeriyetin ruhunda filizlenen fesat tohumlarını söküp atarak yerine fazilet ve iyilik sevgisini,Allah korkusunu dikmek en geçerli yoldur.
Nedvi,İslam uyanışının ilk kıvılcımlarının ancak Türkiye ve Pakistan’dan çıkabileceğine inanıyor.
İslâm,kumanda mekanizmasını ele geçirmedikçe hareket edemez.Çünkü İslâm, bir üstünlük akidesidir,bir kumanda nizamıdır,tâbi olma değil, icat etme yoludur.
Müslümanlar iman ve aksiyon bakımından İslam’ın arzuladığı kıvama ulaştıkları zaman,tek kelime ile Müslümanlar hakikî Müslüman oldukları zaman,hristiyan aleminin inançları kökünden sarsılacaktır.
Evet siz, kuşlar gibi havada uçabilir, balıklar gibi denizde yüzebilirsiniz. Ne yazık ki şimdiye kadar yeryüzünde nasıl yürünebileceğini bile öğrenemediniz.
Pr9f. Joad: Sürat yeni neslin ilahıdır. Gençlik sükuneti, rahatlığı, selameti ve başkalarını sevmeyi, gözünü kırpmadan putuna kurban etmektedir.
Kabın içinde ne varsa, dışına o çıkar.
Güneş balçıkla sıvanamaz
Avrupalılar gerek bilerek gerekse bilmeyerek, materyalist kültürleri, her şeyi madde ile açıklayan felsefeleri, dini taassup ve ırkçılığının tesiri ile dünya tarihini Batı wçısından kaleme almışlardır.
Bugün müslümanlar mazileriyle olan bağını güçlendirecek, geleceğe olan ümidini iade edecek birine ne kadar muhtaçtırlar.
Bugünkü İslâm dünyasını yiyip bitiren en tehlikeli hastalık, dünya hayatına haddinden fazla değer verip her şeyi orada aramak, zaman zaman ortaya çıkan mide bulandırıcı hadiselere boş gözlerle bakmak ve hayata fazlasıyla değer vermektir. Ne kadar acıdır ki bugün İslâm alemini hiçbir hadise harekete geçirmiyor, hiçbir hadise ilgilendirmiyor. Hiçbir sapıklık rahatsız etmiyor. Hiçbir kötülük harekete getirmiyor. Düşündüğü şey mide ve fiyaka.
Bugünkü İslâm aleminin karşı karşıya bulunduğu mesele, ne gayrimüslimler arasında İslâm’ı yaymak ne de yeni müslümanlar kazanmaktır. Bunların hiçbiri İslâm dünyası için problem değildir. Esas problem, müslümanların İslam’dan uzaklaşmaları, yüzlerini Doğu’dan Batı’ya çevirmeleri Avrupa’nın bayraktarlığını yaptığı sözüm ona medeniyet kervanına katılmaları, Avrupa’nın üzerine oturduğu değerlere bağlanmaları ve onun izini takip etmeleridir. Bu yüzden bugün biz, sadece coğrafi mevkii, doğum yeri ve isim müslümanı olduk. Müslümanlığımız nüfus cüzdanımızın yaprakları arasında sıkıştı kaldı. İslâm’ın ruhundan büsbütün uzaklaştık. Hatta bugünkü hayatımızı belgeleyen gelenek ve kanunlarımızı tanımayacak kadar yabancılaştık.
Şu kainatta olmuş ve olacak her şey, kendisini meydana getirip varlık âlemine koyan bir sebebe bağlı olup istenilen bir gayeye matuftur.
III. Selim, XIX. asrın başlarında ıslahat hareketlerine başladı. III. Selim kültürlü bir şahsiyetti. Kendisinden önce gelen hükümdarlardan farklı olarak saray dışında okuyup yetişmişti. Yeni yeni okullar açtı. Kendisi bizzat mühendislik mektebinde öğretmenlik yaptı. Modern tarzda askerler yetiştirdi. Türklerin eskiye olan bağlılıkları ve hassasiyetleri her sahada gelişerek son haddine vardı. Nihayet Yeniçeriler III. Selim’e karşı ayaklanarak öldürdüler.
Osmanlı Türkleri, bulundukları coğrafi mevki itibarıyle, dünya liderliğinin en güzel merkezinde bulunuyorlardı. Avrupa, Asya ve Afrika’ya hükmeden bir devlet için İstanbul elbette en iyi başkentti.
Napoleon: Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, başkentliğr en layık şehir şüphesiz İstanbul olurdu.
Baron Carra de Vaux: Fetih, Fatih Sultan Mehmed’e tesadüfen veya Bizans İmparatorluğunun zayıflığı yüzünden müyesser olmamıştır. Bilakis Fatih sultan Mehmed, önceden gereken hazırlığı yapmış devrindeki her türlü ilmi güçten faydalanmıştır. O zamanlar top, daha yeni icad edilmişti. Fatih devrin imkanları nispetinde dev yapılı büyük toplar döktürdü. Bizzat kendisi de bir mühendis gibi çalıştı. Bu topları götürmek için 700 adama ihtiyaç vardı. Doldurmak için de iki saat gibi bir zaman gerekiyordu.
Ediplerden biri der ki: İki şey vardır ki, zamanı kesin olarak sınırlandırılamaz; Ferdin hayatındaki uyku, milletin hayatındaki gerileme. Bunlar ancak üstün gelip fert ve cemiyeti istila ettikleri zaman anlaşılır.
Bobert Briffault: Avrupa’nın ilerleme kaydettiği her sahada İslam medeniyetinin mutlaka büyük payı, hissedilir bir tesiri ve kesin bir rolü olmuştur.
Onlar dünyaya ortaya serilmiş bir sofra nazarıyla bakarak, üzerine aç kurtlar gibi saldırmıyordu. Yeryüzünün hazinelerine gelir kaynaklarına ve çeşitli nimetlerine sahipsiz mal gözüyle bakıp başında döğüşmüyorlardı. Dünya üzerindeki zayıf milletlere bir av nazarıyla bakıp, tuzağa düşürmek için yarışa girmiyordu onlar
Irkçılığa çağıran bizden değildir. İrkçılık için savaşan bizden değildir. Irkçılık uğrunda ölen bizden değildir.
Bak, Ebû Zer! Senin hiç bir kimseden, hiç bir siyahtan takvanın dışında bir üstünlüğün yoktur.
Onun daveti, bütün beşeriyetin ruhuna ve insanlığın kalbinedir.
İnsanın kalbini kötülükten iyiliğe, fesattan salaha çevirmek, tıpkı verimli bir toprakta biten zararlı otları temizlemek gibidir. Eğitimin bozulması neticesinde beşeriyetin ruhunda filizlenen fesat tohumlarını söküp atarak yerine fazilet ve iyilik sevgisini, Allah korkusunu dikmek en geçerli yoldur.
Robert Briffault: Roma devleti büyük kitlelerin gözyaşı ve alınteri üzerine küçük bir topluluğun refah tahtını oturtmak için kurulmuş bir sömürü makinasından başka bir şey değildi. Bu bir avuç insan topluluğu, bunca insanın kanını bir sülük gibi emmekten başka bir şey yapmıyordu
İbn Abbas: Bir kimsenin babası veya hamisi öldüğü zaman onun karısı kendisine kalırdı. Mihrini verinceye kadar onu tutar veya hapsederdi. Yahut kadın ölür ve malı ona kalırdı.
Cahiliye döneminde kadın adeta bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Mirastan mahrum bırakılıyor, boşandıktan veya kocasının ölümünden sonra sevdiği bir erkekle evlenmesi yasaklanıyordu.
On kişiden aşağı olmamak şartıyla bir grup birleşerek bir kadının yanına girerler ve hepsi onunla münasebette bulunurlardı. Şayet kadın hamile kalıp doğurursa Ey falan, bu çocuk senindir derdi. Ve içlerinden sevdiğinin adını verirdi. Çocuk o adama verilirdi ve adam da almamazlık yapamazdı.
Adam karısına falancaya git ve ondan hamile kal derdi. Hamile kaldığı belli olunca kocası istediği takdirde onunla cinsi münasebette bulunabilirdi. Daha çok doğacak çocuğun asaleti için böyle yaparlardı. Bu nikaha İstibda nikahı adı verilirdi.
İçki ticareti o kadar yaygındı ki, ticaret kelimesi bile içki alışverişinin karşılığı olarak kullanılır hale gelmişti.
Kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı.
Katade: Cahiliye devrinde bir adam malını mülkünü ve hatta ailesini kumara koyardı.
487 senesinde doğan Mazdek’e göre, insanların üzerinde hassasiyet gösterdikleri, korunması ve güvenliği konusunda, icabında ölümü bile göze aldıkları servet ve kadının tamamen ortak ve eşit olması icap ederdi.
Taberi: Mazdek’in taraftarları bir adamın evine girerek ailesine tecavüz ederler, eşyalarını yağmalarlar, adam hiç sesini çıkarmazdı. Kısa bir süre sonra baba çocuğunu çocuk babasını tanıyamaz hale geldi.
III. yüzyılda Mani ortaya çıktı. Yeryüzündeki kötülüklerin ve bozgunculuğun kökünü kazımak için bekarlık hayatını savundu. Behram miladi 276 senesinde Mani’yi öldürdü. Ne var ki ölümüyle düşünceleri kaybolmamış, hatta İslam fütuhatının sonlarına kadar yaşamıştır. Bir an önce yokluğa ermek ve nesli kurtarmak suretiyle aydınlığın karanlığa üstünlüğünü sağlamak için nikahı yasakladı.
Sale: Adalet, satılık bir ticaret eşyası gibi pazara çekilmişti. Millet rahatlıkla rüşvet alıp veriyordu. Hile dalavere almış yürümüştü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir