İçeriğe geç

Mor Kitap Alıntıları – İnci Aral

İnci Aral kitaplarından Mor kitap alıntıları sizlerle…

Mor Kitap Alıntıları

Şimdi ise olgunlaşmışlardı. Kişilikleri netleşmiş,
savunma yöntemleri incelmişti. Açıkça konuşmak
ve yiğitçe savaşmak yerine sinsi, sinir bozucu taktikler
geliştirmişlerdi. Sürekli hafifseme dolu bir suskunluk
ve olur olmaz sürtüşme halindeydiler
Bir zamanlar çocukluk olabildiğince
sıradan, mümkün ve olağandı, diye düşündü. Olağanüstü
olan, dolunayda uluyan köpekler, karınca yuvaları,
tabutların üstüne örtülen yeşil örtüler, çiçek ve
bitki adları, arıların petekte kalmış iğneleri, yılanlar, çiçek
açmış badem ağaçları ve mavimsi mor dağlardı.
Babası, elindeki suçluyu saklıyormuş da annesi bu yüzden ona kölece bir minnet duyuyormuş gibi kenetlenmişlik .
Dışarıda koskoca
bir dünya vardı
Yürüdüm
Kendimi aradım içinde Yoktum
~
Dışarıda koskoca bir dünya vardı
Yürüdüm
Kendimi aradım içinde
Yoktum

İnci Aral

Insanlar, bir, beş, on beş yıl sonrayı bilebilseler dünya kim bilir nasıl bir yer olurdu.
”İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.
Dışarıda koskoca bir dünya vardı. Yürüdüm, kendimi aradım içinde, yoktum.
Tek ve tartışılmaz gerçek ölümdü ve geriye kalan ne varsa, bilinmeyen, bozguncu bir elin kağıtlara yazdığı hayal ürünü şeylerdi✓
İlkeli, dürüst, çok duyarlı ama tutunamamış biriydi!
Sessizlik insanın ayak basılmamış bölgesidir..
Benim şımaracak, sığınacak kimsem olmadı.
Kitaplarım vardı bir tek, beni avutan..
Çocukluğumla şimdiki an arasında aşılmaz bir uzaklık var..
Hayatta en zor şey, insanın haketmediği acılara düştüğünde bile, hayatı sevmesidir•
İnsan bir yere ait olmalı dik durmak için•
Ölüm.. Önceden ya da sonradan bunun üzerine konuşmaya kalkışmak, hayatın sana öğrettiklerinin altını çizmeye uğraşmaktan öte bir anlam taşımıyordu..
Ölümün uzun sürmesi bir zamanlar onu çok sevmiş insanları bile bezdiriyordu..
İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu•
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Herkes ölümüne kendi ayaklarıyla gider!
Oysa dünya hızla dönüyordu ve hayat yalnızca kendini geliştirip dönüştürerek cesaretle üzerine gidenlere gülüyordu.
hayalci, tutkulu, alçakgönüllü ve inancliydi. Hic kuskusuz bu ulkede insan gibi yasamak icin yetersiz, hic ise yaramaz, dahasi aptalca seylerdi bunlar.
İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.
Halk dediğin neydi ki zaten! Çocukluktan kurtulamamış, cahil, iki torba fasulyeye kanmaya hazır bir yığın.
‘’Sevgi yoktu, öyle bir şey yoktu artık. Var olmadığın, bir ayna, bir gölgeden başka bir şey olmadığın, kıyısına kadar gidip içini bilmemeyi yeğlediğin ikili oyunlar vardı. Bilmemeye razı olduğun… Artık böyle yaşıyordu herkes. Soğumuştu tenleri, kuru ve ekşiydi. Kötü kokuyordu solukları. Söylenmekten cılkı çıkmış sözcüklerle sesleniyorlardı birbirlerine ve yalandan yamulmuştu ağızları. Kimsenin umurunda değildi kimin kim olduğu..’‘
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Armağan dedi Figen, inler gibi gözleri dolarak. Senin sevgin de acıların da çok sessizdir
Sessizlik insancıldır. dedi Armağan. Sessizlik insanın ayak basılmamış bölgesidir.
Boğucudur. dedi Figen.
Evet bunaltıcı koyu mor bir duygu.
Alacakaranlık. diye ekledi Figen Hatta bazen kapkaranlık
Beni bırakma dedi. Armağan
..İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa,
neyi tutsa elinde kalıyordu.
İnsan yalnış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.
Kocasının bir tartışma sırasında söylediklerini anımsadı:
‘Tek çaban beni de sıradanlaştırmak, zevklerimi ucuzlatmaya, hayatımı daraltmaya çalışmak oldu! O kadar tembeldin ki en kolayı buydu senin için
Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
Peki köprüyü taşıyan taş hangisi? diye sorar Kubilay Han.
Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavisi, der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.
Marco cevap verir: Taşlar yoksa, kemer de yoktur.
Sessizlik insanın ayak basılmamış bölgesidir.
Sessizlik insancıldır.
Sonra bir akşam özlediğinin artık o olmadığını şaşkınlık ve acıyla fark etmiş.Onunla yaşamanın insanı sürekli eciş bücüş, çarpuk çurpuk gösteren bir aynayla yaşamaktan farksız olduğunu anlamıştı.
Ermiş gibi insanlar vardı o zamanlar işte, bu kadar yozlaşmamıştı ilişkiler, bu kadar bencil, paragöz olmamıştı insanlık.
Kimilerinin soğukluk, bencillik olarak adlandırabilecekleri bu sakınım, insanı ezilmekten ve kişiliğini kaymalara uğratan duygusallıklardan koruyan bir kalkandı.Sevgi verdiğiniz cömertlikte size geri dönen bir duygu değildi çünkü.
Hayat adil değildi o kadar, hiçbir zaman da adil olmamıştı.
İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa neyi tutsa elinde kalıyordu?
Her şeyini pazara çıkarabilir, satabilirdi, küçük hırsları ve bencilliği yüzünden.
Çünkü zaman yazgısallığın dışında gelişen bir rastlantılar, etkileşimler ve oluşumlar süreciydi.
Kadınlar genelde kurallar içinde yaşamaya tutunurlar ve bu onları mutsuzlaştırır. Mutlu kadınları gördükleri zaman da erkeklerden daha çok bağışlamaz ve tutucu olurlar. Bağlandıkları ve acısını çektikleri kuralları önemsememiş ya da reddetmiş kadınlarla karşılaştıklarında kendi düzenlerini de tehdit altında görüyorlar sanırım.
İnsanın büyüdüğü evin kokusu, çocukluğuyla ilgili en güçlü ve yaralayıcı çağrışımlarla dolu oluyor.
Doğarken sahip olamadığı yaşama iradesini en sonunda kullanma arzusunun o aceleci, çılgın sarhoşluğu içinde, yok olma biçimi kendisi seçerek dünyaya meydan okumak istedi.
Çocukluğumla şimdiki an arasında aşılmaz bir uzaklık var. Bu sürenin içine sığan şeyleri unutmayı yeğledim. Böylesi daha kolaydı.
Sevgi, verdiğiniz cömertlikte size geri dönen bir duygu değildi çünkü.
Özlerken daha iyi tanırsın sevdiğini
İnsan yanlış yerden hayata başlamışsa, neyi tutsa elinde kalıyordu.
Hayat adil değildi o kadar, hiçbir zaman da olmamıştı.olamazdı.
Böyleydi evet ,durduğu yerde kendi bakış alanına hapsolmuş ,yanlizca kendi görüntüsüne takılıp kalmış kültürlü ,saygıdeğer ,Marksist düşünceye inanmış derin bir adam Sapına kadar eşitlikçi ,tutarlı, . İlk bakışta çok parlak ama yaklaşınca ne kadar sıkıcı .
Öte yandan bunun kayıtsızlık ve kabaligin , haksızlığa uğramanin yarattığı zehirli öfkenin ve en önemlisi hiçbir zaman yeterince sevilmemiş olduğunu anlamanın getirdiği yıkımı azaltıp azaltmayacagi belirsizdi.
Bazen ölüm temizlik oluyor diye düşündü
Bir an ,çok kısa bir an acınası biri olarak gördü kendini .Yaşına karşın hiç yenemedigi çocuk yanının ve herşeyi tutkuyla isteyen yeniyetme heyecanlarının bunca gecikmiş bir mutluluğu sürdürmeye ne ölçüde ,ne kadar süre yetebilecegini sordu kendine.Kim bilir kaçıncı kez
Çalışmanın, dürüstlüğün, iyi ahlak ve insanlık diye bellenen her şeyin bu kadar ucuzladığı, yerlerde süründüğü, üstelik kötülüğün makbul sayılıp alkışlandığı yerde insan neye tutunabilir, hangi umuda sarılabilir ki?
Eh, iyi şımartmışlar sizi Benim şımaracak, sığınacak kimsem olmadı. Kitaplarım vardı bir tek, beni avutan.
Eh, iyi şımartmışlar sizi Benim şımaracak, sığınacak kimsem olmadı.Kitaplarım vardı bir tek, beni avutan.
Hayatta en zor şey, insanın hak etmediği acılara düştüğünde bile, hayatı sevmesidir.
Eğer bir şeyden kaygılanacaksan bunu yapmaman gerekir.
Özlem beklemektir. Çaresi yoktur bunun, bir şey yapılamaz. Yatıştırılabilir belki biraz.
Küçük hesaplar için satmaz insanı kadınlar.
Herkes ölümüne kendi ayaklarıyla gider!
Değişen durumlara uyum sağlamak, bütün iniş çıkışlara karşın, istemeden, düş kurmaktan ve umut etmekten hiçbir zaman vazgeçmemek.
Görmek, anlamak, bilmek ve inanmak, sonra istemek ama bir türlü yapamamak, becerememek.
Tufandan sağ çıkanların çoğu ‘dönekler’ olarak adlandırılıyordu şimdi.
Soğukkanlı, biraz acımasız, bir duygu adamı olmaktan çok görev adamı.
Şimdi artık gelmiş, yaşanıp geçmiş ve hâlâ yaşanıp geçmekte olan geleceği..
Ölüm yok, .. Unutulmadığın sürece yok, bunu unutma!
ölüm yok. dedi annesi. unutulmadığın sürece yok, bunu unutma!
Özlerken daha iyi tanırsın sevdiğini. Henüz gerçekleşmemiş bir düş gibi. Sözü verilmiş bir sevinç, uzun sürmüş bir ölüm gibi Özlem beklemektir. Çaresi yoktur bunun
Mor elbisesiyle geliyor aklıma
Kasap dükkânına giden yolda koyunlar sürüden ayrılabilirdi doğal olarak. Sonuçta her biri kendi bacağından asılmayacaklar mıydı?
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir