İçeriğe geç

Mit ve Anlam Kitap Alıntıları – Claude Levi-Strauss

Claude Levi-Strauss kitaplarından Mit ve Anlam kitap alıntıları sizlerle…

Mit ve Anlam Kitap Alıntıları

&“&”

Düzen olmaksızın anlamı kavramanın kesinlikle imkansız olduğu kanısındayım. Semantikte çok ilginç bir şey var: Anlam" kelimesi muhtemelen, bütün olarak dilde, anlamı bulunması en güç kelimedir.
Sanırım yalnızca müzik ve matematiğin gerçekten do­ğuştan olduğu söylenebilir ve insan bu ikisiyle uğraşmak istiyorsa bazı genetik özelliklere sahip olmak zorunda.
Artık yalnızca tüketiciler olmamız, dünyanın herhangi bir noktasından ve her kültürden bir şeyler tüketebilmemiz, fakat bütün özgünlüğümüzü de kaybetmemiz ihtimali bizi tehdit edi­yor.
Aslı­na bakarsanız farklılıklar son derece verimlidir. İlerleme sadece farklılık vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bilimsel düşünme vasıtasıyla doğa üzerin­de egemenlik kurabildik -yeterince açık olan bu noktayı ayrıntıyla ele almaya gerek yok- oysa mit, insana çevreye tahakküm edebileceği maddi gücü vermekte açıkça ba­şarısızdır. Yine de mit insana, çok önemli bir şeyi, evreni anlayabileceği ve evreni anladığı illüzyonunu verir. Bu elbette sadece bir illüzyondur.
Bilim asla bize cevap­ların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş ya­vaş artırmak olacaktır. Ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.
Bir kültür ne kadar homojenleşirse, içsel ayrışma çizgileri o kadar belirginleşir; ve bir düzeyde kazanılan şey, hemen ardından başka bir düzeyde kaybedilir.
Aslı­na bakarsanız farklılıklar son derece verimlidir. İlerleme sadece farklılık vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bilim asla bize cevap­ların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş ya­vaş artırmak olacaktır; ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.
Bilimsel açıklamanın büyüklüğü ve üstünlüğünün, yalnız­ca bilimin pratik ve entelektüel başarısında değil, aslında giderek daha fazla şahit olduğumuz gibi, bilimin kendi geçerliğinin yanı sıra mitik düşünmede de bir dereceye kadar geçerli olanı açıklayabilmesinde yattığıdır.
Kültürün gerçekten kendisi olabilmesi ve bir şey üretmesi için, söz konusu kültür ve mensupları, öz­günlüklerinden ve hatta bir ölçüde başkaları üzerindeki üstünlüklerinden emin olmalıdır; kültür sadece eksik­ iletişim koşullarında bir şeyler üretebilir.
Aslı­na bakarsanız farklılıklar son derece verimlidir. İlerleme sadece farklılık vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Görünen o ki, gün ışığında Venüs gezegenini görebilen bir kabile vardı; bu benim için düpedüz imkansız ve inanılmaz bir şeydi. Sorunu profesyonel astronomlara açtığımda, şüphesiz gezegenin görülemeyeceğini, ancak gün ışığında yaydığı ışık mikta­rını bilirsek, bazı insanların görebileceğinin de kesinlikle tasavvur edilemez olmadığını söylediler. Sonradan ken­di uygarlığımıza ait denizcilik hakkındaki eserleri göz­den geçirdiğimde, eski denizcilerin Venüs’ü gün ışığında mükemmelen görebildikleri meydana çıktı. Muhtemelen eğitimli bir göze sahip olsaydık, bugün biz de görebilir­dik.
Bilimsel düşünme vasıtasıyla doğa üzerinde egemenlik kurabildik -yeterince açık olan bu noktayı ayrıntıyla ele almaya gerek yok- oysa mit, insana çevreye tahakküm edebileceği maddi gücü vermekte açıkça ba­şarısızdır. Yine de mit insana, çok önemli bir şeyi, evreni anlayabileceği ve evreni anladığı illüzyonunu verir. Bu elbette sadece bir illüzyondur.
Bilim asla bize cevap­ların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş ya­vaş artırmak olacaktır; ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.
Anla­mak" ne anlama gelir? Bana göre bu soruya verilebile­ cek yegane mümkün cevap, "anlama"nın, herhangi bir türden veriyi başka bir dile tercüme edebilme becerisi anlamına geldiğidir.
Düzen olmaksızın anlamı kavramanın kesinlikle imkansız olduğu kanısındayım.
Doğ­ruyu söylemek gerekirse, antropolog olmamın sebebi, antropolojiyle ilgilenmem değil, felsefenin sınırlarından dışarıya çıkmaya çalışmamdı.
İlkin, yapısalcılık insan bilimlerinde bile yeni değildir; bu düşünce eğilimini Rönesans’tan XIX. Yüzyıla ve günümü­ze kadar takip edebiliriz. İkinci olaraksa, linguistik, ant­ropoloji veya benzer bir alanda yapısalcılık diye adlandı­rılan şey, müspet bilimlerin" her zaman yapageldiğinin zayıf ve soluk bir taklidinden başka bir şey değildir.
Şahsi kimliğime dair bir algım asla olmadı ve hala da yok. Kendimi içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat ben" ve "bana göre"nin olmadığı bir yer olarak görüyorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir, başka bir yerde aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir.
Kendi toplumlarımızda tarihin, mitolojinin yerini aldığına ve onunla aynı fonksiyonu gördüğüne; yazısız ve belgesiz toplumlar içinse mitolojinin amacının, geleceğin, şimdiye ve geçmişe -tam bir yakınlık açıkça imkansız olduğundan- mümkün mertebe yakından bağlı kalmasını güvence altına almak olduğuna inanmaktan hiç vazgeçmedim. Bununla birlikte bizim için, elbette politik tercihlerimize bağlı olarak, gelecek daima şimdiden farklı, her zamankinden daha da farklı olmalıdır. Fakat yine de, tarih ile mitoloji arasında zihnimizde bir ölçüde var olan gedik, muhtemelen, mitolojiden bütünüyle ayrılmış değil de onun devamı olarak düşünülen tarihleri inceleyerek aşılabilir.
Kurallardan veya anlamdan bahsetmek aynı şeyden bahsetmektir; ve insanlığın bütün entelektüel teşebbüslerine bakıldığında, dünya üzerinde kaydedildikleri kadarıyla, ortak payda daima bir tür düzen tesis etmek olmuştur. Bu, insan zihninin temel düzen ihtiyacını temsil ediyorsa, neticede insan zihni de evrenin bir parçası olduğuna göre, bu ihtiyaç muhtemelen mevcuttur çünkü evrende bir düzen vardır ve evren bir kaos değildir.
Şahsi kimliğime dair bir algım asla olmadı ve hâlâ da yok. Kendimi, içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat &”ben&” ve &”bana göre&”nin olmadığı bir yer olarak görüyorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir. Başka bir yerde, aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir..
Mitlerin, insanın haberi olmaksızın onun içinde düşündüğünü yazdığımı hatırlarsınız. Ampirik bakış açısından düpedüz anlamsız bir cümle olduğunu düşündükleri için, bu ifade İngilizce konuşan meslektaşlarımca çok tartışılmış ve hatta eleştirilmiştir. Oysa bu cümle benim için yaşanmış bir tecrübeyi tasvir eder, çünkü kendimle eserim arasındaki ilişkiyi nasıl algıladığımı tam anlamıyla dile getirir. Yani, eserim benim haberim olmaksızın benim içimde düşünür.
Yani, her şeyi anlamazsan, hiçbir şeyi açıklayamazsın"ı dile getiren bir düşünme tarzıdır.
Mesela, Totemizm (Totemism) ve Yaban Düşünce’de (The Savage Mind) göstermeye çalıştığım şey, genellikle açlık çekmemek ve çok ağır maddi koşullarda varlıkları­ nı sürdürebilmek ihtiyacına tümüyle boyun eğdiklerini düşündüğümüz bu halkların, çıkar gütmeyen bir dü­ şünme şekline tamamıyla muktedir olduklarıdır; yani, kendilerini çevreleyen dünyayı, doğayı ve toplumlarını anlamaya yönelik bir arzu ve ihtiyaçla hareket ederler.
Yaban düşünce gayet sınırlı karakterler, metaforlar ve işaretler kullanmak suretiyle mitleri inşa ederken, Batı bilimi devamlı yeni soyutlamalar yoluyla yeni araçlar ve yeni kavramlar yaratır. Fakat -bilim ve mit kesinlikle aynı şeyler olmasalar da- hem mitin hem de bilimin iş­ leyişi aslında aynıdır; her ikisi de göstergeler kullanır ve analojiler ile karşıtlıklar üzerinden işler.
insanları incelemek isterseniz yakınınıza bakmanız gerekir; ama insanı inceleyecekse­ niz gözlerinizi uzaklara çevirmeyi öğrenmeli­ siniz; bu özellikleri keşfetmek için önce fark­ lar gözlemlenmelidir. jean-Jacques Rousseau
Artık yalnızca tüketiciler olmamız, dünyanın herhangi bir noktasından ve her kültürden bir şeyler tüketebilmemiz, fakat bütün özgünlüğümüzü de kaybetmemiz ihtimali bizi tehdit ediyor.
Müzik dinlediğimizde, neticede başlangıçtan sona doğru devam eden ve zamanla gelişen bir şeyi dinliyoruz. Bir senfoni dinleyin: Senfoninin bir başı, bir ortası, bir sonu vardır, fakat yine de her an, daha önce dinlediğim ile şimdi dinlediğimi bir araya getiremez ve müziğin bütünlüğünün bilincinde olmazsam, senfoniden bir şey anlamayacağım gibi, müzikal bir haz almam da mümkün olmayacaktır.
Henüz tamamen ikiye ayrılmamış, henüz ikiz olmamış iki zıt karakter, tek ve aynı kişide kaynaşıp olduğu gibi kalabilir.
Dahası, onlardan biri, kötü olanı, daha erken doğmak için, deyim yerindeyse kestirme bir yol bulmakta tereddüt etmez; doğal yolu izlemektense, oradan bir an önce kaçmak için annesinin bedenini parçalar.
Bilim asla bize cevapların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş yavaş artırmak olacaktır; ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.
Bir kültürü anlamaya çalışmak, yabancı bir dili öğrenmeye benzer; çünkü anlamaya veya öğrenilmeye çalışılan, daima bize yabancı olan ve kavranamaz görünen yeni bir anlam dünyası"dır. Bir kültürü anlamak, "biz ve onlar", "uygar ve ilkel", "rasyonel ve irrasyonel", "yazılı ve sözlü", "yetişkin ve çocuk" gibi naif ve yanıltıcı dikotomiler
serisini dikkate almaksızın, kendisine anlam balışeden yapıyı ve bu yapı içindeki anlam üreten unsurlararası ilişkileri anlamaktır. Bu ilişkiler toplumun dilidir ve dil olarak kültürü oluşturur.
Kültür dediğimiz sosyal gerçekliğin kalesi içinde hiçbir şey, hatta küçücük bir hercai menekşe bile anlamsız değildir.
lnsanlan incelemek isterseniz yakınınıza bakmanız gerekir; ama insanı inceleyecekseniz gözlerinizi uzaklara çevirmeyi öğrenmelisiniz; bu özellikleri keşfetmek için önce farklar gözlemlenmelidir."
Jean-Jacques Rousseau
Doğa rengarenk bir dünya sunar gözlerimize ve biz, kültürlerimizin gelişiminde benzerliklerden ziyade aramızdaki farklılıkların altını çizme eğilimindeyizdir.
Kendimi, içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat “ben” ve “bana göre”nin olmadığı bir yer olarak görüyorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir. Başka bir yerde, aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir. Ben bu şekilde düşünüyorum diye insanlığın da böyle düşündüğü sonucunu çıkarmaya hakkım varmış gibi davranamam. Fakat her araştırmacı ve her yazarın kendine özgü düşünme ve yazma tarzının insanlığa yeni bir pencere açtığına inanıyorum.
Doğa rengarenk bir dünya sunar gözlerimize ve biz, kültürlerimizin gelişimindeki benzerliklerden ziyade aramızdaki farklılıkların altını çizme eğilimindeyizdir.
 “Müzik dinlediğimizde, neticede başlangıçtan sona doğru devam eden ve zamanla gelişen bir şeyi dinliyoruz.”
“Aslına bakarsanız farklılıklar son derece verimlidir. İlerleme sadece farklılık vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.”
“…Bilim asla bize cevapların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş yavaş artırmak olacaktır; ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.”
”Zihnin herhangi bir yerdeki “tuhaf” yaratımı biricik olacaktır, aynı yaratımı tamamen farklı bir yerde bulamazsınız.”
“Nihayetinde, insan zihni yalnızca evrenin parçası olduğu için, düzen bulma ihtiyacı muhtemelen evrende bir düzen olmasından ve kaos olmamasından kaynaklanır.”
“Mit bir dil biçimidir, dil bizi kendimizi ve dünyamızı anlamaya girişmeye yatkın kılar ve bunu, aslında bütünüyle kaynaşık halde olabilecek verilerin üzerine diyalektiği, ikilikleti veya ikici şemaları üst üste bindirerek yapar.”
“…her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir. Başka bir yerde, aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir.”
Mit ve Anlam // Claude Lévi-Strauss
Müzik ve mitolojinin, tabir caizse, dilden doğan ve sonra ayrılıp her biri farklı bir istikamette yol alan iki kızkardeş -mitolojide olduğu gibi, biri kuzeye ötekiyse güneye giden ve bir daha asla karşılaşmayan iki karak ter- olduğu gerçeğini bulduğumdan beri, sesleri birleştiremesem de belki onu anlamlarla bir araya getirebilirim diye çalışıyorum.
…müzik zaten dilde içkin olan ses bo yutunu vurgularken, mitoloji yine dilde içkin olan anlam boyutunu, mana boyutunu öne çıkarır
Müzikte fonemlerin de cümlelerin de muadiline sahipsinizdir, ama kelimelerin muadili yoktur. Mitteyse kelimelerin ve cümlelerin bir muadili vardır, fakat fonemlere karşılık gelen bir şeyden yoksunsunuzdur. Yani, her iki durumda da bir düzey kayıptır.
Problem şudur: Mitoloji nerede biter ve tarih nerede başlar?
Zihnimizde meydana gelenin, esasen veya özü itibariyle bizzat hayat fenomeninden farklı bir şey olmadığına inanırsak, insanlık ile -yalnızca hayvanlar değil, bitkiler de dahil- bütün başka yaşayan varlıklar arasında aşılması imkansız bir uçurumun mevcut olmadığı duygusuna kapılırsak, belki o vakit sahip olduğumuzu düşündüğümüzden daha fazla hikmete ulaşacağız.
İnsanlığa ait bütün zihin kapasitelerini aynı anda geliştiremezsiniz. Yalnızca küçük bir dilimini kullanabilirsiniz ve bu dilim her kültürde aynı değildir. Hepsi bu.
Herhangi bir halkın, -karnını doyurmak, cinsel arzuları tatmin etmek gibi-hayatın temel gereksinimlerince belirlendiğini bilirseniz, o vakit onların sosyal kurumlarını, inançlarını, mitolojilerini ve başka birçok özelliklerini de açıklayabilirsiniz. Antropolojideki bu çok yaygın anlayış, genellikle fonksiyonalizm olarak bilinir.
Dünyanın dört bir tarafında hepsi de tümüyle anlamsız görünen pek çok evlilik kuralı vardı ve bu çok rahatsızlık vericiydi; çünkü bu kurallar anlamsızsa, sayısı az çok sınırlı olsa bile, her bir insan için farklı kurallar olması gerekirdi. Dolayısıyla, aynı saçmalık sürekli nüksediyor ve başka bir tür saçmalık da yeniden ortaya çıkıyorsa, bu kesinlikle saçma olmayan bir şeydi; başka türlü tekrar ortaya çıkmazdı.
Sese sahipsiniz, sesin bir anlamı var ve hiçbir anlam kendini ifade eden ses olmaksızın var olamaz.
Çocukken bir süreliğine başlıca ilgim jeolojiydi. Jeolojideki problem de manzaraların muazzam çeşitliliğinde değişmez olan şeyi anlamaya çalışmak, yani bir manzarayı sınırlı sayıda jeolojik katmana ve jeolojik faaliyete indirgeyebilmekti. Sonraları, gençliğimde boş vakitlerimin çoğunu opera için sahne ve kostümler çizerek harcadım. Burada da problem tamamen aynıydı: Müzikte ve librettoda da var olan bir şeyi, bir dille, yani grafik sanatlar ve resmin diliyle ifade etmeye uğraşmak; yani, (müzikal kod, edebi kod, sanatsal kod gibi) çok kompleks bir kodlar takımının değişmez nite liğine ulaşmaya çalışmak. Problem, hepsinde müşterek olanı bulmaktır. Bunun bir tercüme, bir dilde -veya arzu ederseniz bir kodda, fakat dil yeterlidir-ifade edilen şeyi farklı bir dildeki ifadeye tercüme etme problemi olduğu söylenebilir..
Kendimi, içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat ben" ve "bana göre"nin olmadığı bir yer olarak görü yorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir. Başka bir yerde, aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir.
Anlam kendi başına değil, ancak ilişki içinde var olabilir.
Anayolu terk edin! Sapın! Gerekirse kaçın! Ama daima aşılamaz nehirlere ve balta girmemiş ormanlara doğru koşun!
Pas de couleur, rien que la nuence."
("Renk yok, nüanstan başka hiçbir şey yok.")
Paul Verlaine
tecrübe/zihin karşıtlığı probleminin çözümü, tümüyle sinir sisteminin yapısında yatıyor gibidir; çözüm, zihnin yapısında veya tecrübede değil, aksine sinir sistemimizin oluşum biçimi ve zihin ile tecrübe arasında arabuluculuk ettiği şekliyle, zihin ile tecrübe arasında bir yerdedir.
Kendimi, içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat ben" ve "bana göre"nin olmadığı bir yer olarak görüyorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir; oralarda bir şeyler gerçekleşir. Başka bir yerde, aynı derecede geçerli ancak farklı bir şey vuku bulur. Tercih yoktur, bu sadece bir şans meselesidir.
Yani, eserim benim haberim olmaksızın benim içimde düşünür.
İlerleme sadece farklılıklar vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Muhtemelen şu an bizi tehdit eden şey, aşırı-iletişim diye adlandırabileceğimiz, dünyanın bir noktasında durarak geri kalan kısımlarda ne olup bittiğini bütünüyle bilme eğilimidir. Kültürün gerçekten kendisi olabilmesi ve bir şey üretmesi için, söz konusu kültür ve mensupları, özgünlüklerinden ve hatta bir ölçüde başkaları üzerindeki üstünlüklerinden emin olmalıdır; kültür sadece eksik iletişim koşullarında bir şeyler üretebilir.
Şahsi kimliğime dair bir algım asla olmadı ve hâlâ da yok. Kendimi, içinde bir şeylerin vuku bulduğu fakat ben" ve "bana göre"nin olmadığı bir yer olarak görüyorum. Her birimiz birtakım şeylerin meydana geldiği bir tür kavşağız. Kavşaklar tamamen pasiftir, oralarda bir şeyler gerçekleşir.
Bizler, doğa tarafından kelimenin tam anlamıyla ikiye yarılmış mahlûklarızdır ve verileri tıpkı basit bir dijital makine gibi düzenleriz. Sağduyumuz ikiliğe dayanır, deneyimi işlemenin en basit ve verimli yolu onu ikiye bölmek ve sonra da yarıları ikiye bölmek, her soruyu yeniden formüle etmek ve böylece her soruyu olası sadece iki cevap (evet ya da hayır) kalmasını sağlamaktır.
Dilin altında da beynin kendisinin ikili doğası yatar. Sağ ile sol, iyi ile kötü, yaşam ile ölüm- bunlar iki lobu olan ve iki gözü, iki eli kontrol eden beynin ürettiği kaçınılmaz ikiliklerdir.
Mit bir dil biçimidir, dil bizi, kendimizi ve dünyamızı anlamaya, girişmeye yatkın kılar ve bunu aslında bütünüyle kaynaşık hâlde olabilecek verilerin üzerine diyalektiği, ikilikleri veya ikici şemaları üst üste bindirerek yapar.
Doğa rengarenk bir dünya sunar gözlerimize ve biz, kültürlerimizin gelişimindeki benzerliklerden ziyade aramızdaki farklılıkların altını çizme eğilimindeyizdir."
Problem şudur: Mitoloji nerede biter ve tarih nerede başlar?
Bilim asla bize cevapların tümünü vermeyecektir. Yapabileceğimiz en iyi şey, verebileceğimiz cevapların sayısını ve niteliğini yavaş yavaş artırmak olacaktır; ve sanırım bunu da sadece bilim vasıtasıyla başarabiliriz.
Sese sahipsiniz, sesin bir anlamı var ve hiçbir anlam kendini ifade eden ses olmaksızın var olamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir