Adolf Loos kitaplarından Mimarlık Üzerine kitap alıntıları sizlerle…
Mimarlık Üzerine Kitap Alıntıları
Bir mimardan tek bir şey isterim: Yaptığı bina haysiyetli bir bina olsun.
İnsanın meydana getirdiği eserlerin Tanrı’nın eserleriyle rekabet etmemesi gerekir.
Yarışmayı asla en iyi mimarın kazanmadığını biliyordum; gerçekleştirilen projenin en albenili proje olduğunu biliyordum.
Aşağı yukarı bütün kent sakinleri gibi mimarın da kültürü eksik. Mimar, çiftçinin, kültürü kendine mâl etmiş çiftçinin kendine duyduğu güvenden yoksun. Kent sakinin kökü yoktur.
Sanatın sahtekarlıkla, kalpazanlıkla hiç işi olmaz. Sanata giden yol dikenli ama saftır.
Her kent layık olduğu mimarlara sahiptir. Bina üslupları arz ve talep tarafından düzenlenir. Kent sakinlerinin isteklerini en iyi karşılayan kişi, en çok bina tasarlayan kişi olacaktır ve en yetenekli mimar da belki tek bir iş bile alamadan ölecektir.
Ama o zamanların insanları kendi zamanlarının mimarlıklarıyla uyum içindeydiler. Yükselen yeni bina herkesin hoşuna gidiyordu. Şimdilerdeyse binaların pek çoğu yalnızca iki kişinin hoşuna gidiyor: Mimarın ve müşterisinin.
Mimar, asil bir sanat olan inşa etme sanatını bir grafik sanata indirgedi. En yüksek hizmet bedeli alan mimar, en iyi inşa etmeyi bilen değil, eseri kağıt üstünde en güzel duran. İkisi arasında dünya kadar fark var.
“Durun da bir düşünün.Kültüre giden yol, süslemeden uzaklara, hayran olunacak hiçbir yanı olmayan yalınlığa doğru uzanır.”
Doğru olun. Doğa hep doğrunun yanındadır.
İnsanları kandırabilirsiniz, ama malzemeleri asla.
Ne olursa olsun, sırf elyazısı güzel diye kalkıp bir çocuğun şair olduğunu söyleyecek kadar mahrum değiliz kültürden.
Mimarlık, herkes için vardır ve süregelen bir kültürün ürünüdür, sonradan ortaya çıkmış yapay bir sınıfa ait değildir.
Loos’a göre mimarlık seyredilmek için değil, içine girilip deneyimlemek için vardır.
Bundan beş yüzyıl önce bize zevk veren bazı şeylerin günümüzde bu gücü kaybetmiş olduğu düşünülebilir. Bu doğru. O zamanlar bizi gözyaşlarına boğan bir tragedya günümüzde hiç ilginç gelmeyebilir. O devirlerde yapılan bir şaka, bugün bizi zar zor gülümsetebilir. O tragedya sahnelenmiyor artık, o şaka da unutulup gitti. Ama bina hala ayakta, zaman geçtikçe çevresi değişti; görünüş ne kadar değişirse değişsin, mimarlığın neden hep muhafazakar bir sanat olacağını da işte bu açıklar.
Sahte pırlanta sahibi de ışıldayan cama âşıkane bakmaz mı? Aldatan nasıl da aldanır!
Her şehir layık olduğu mimarlara sahiptir. Bina üslupları arz ve talep tarafından düzenlenir.
Faaliyetsizliğe mahkum edilmekten daha büyük bir talihsizlik yoktur.
Mimarlık herkes için vardır ve süregelen bir kültürün ürünüdür, sonradan ortaya çıkmış yapay bir sınıfa ait değildir.
Bina üslupları arz ve talep tarafından düzenlenir. Şehir sakinlerinin isteklerini en iyi karşılayan kişi, en çok bina tasarlayan kişi olacaktır ve en yetenekli mimar da belki tek bir iş bile alamadan ölecektir. Birileri genel havayı belirler, sonra insanlar da sırf buna alıştıkları için o tarzda binalar yapmaya başlar. Sonra da bu tarz iş yapmaları gerekir. Gayrimenkul spekülatörüne kalsa, baştan aşağı bütün cepheye kaymak gibi alçı çekilmesi en iyisidir. Maliyeti en düşük olan çözüm budur. Bunu isterken de doğru, hakiki ve sanatsal bir içgüdüye boyun eğmiş olacaktır. Ama kimse böyle bir binada daire kiralamak istemez. Mal sahibi binayı muhtemel kiracıların gözünde çekici kılmak için bu cepheyi ve de sadece bu cepheyi binaya iğnelemek zorunda kalır.
Mimarlar da bürolarına sıkı sıkıya yapıştılar, öyle ki bazen bunu, sanatsal çabalarına temel alacakları araziyi bile görmeden tasarımlarını çizmeye kadar vardırdılar. Her şeyi zanaatkârlara bıraktılar. Doğrusu, mimarların içinde en gayretli olanı kalkıp şantiyeye gitti ve zanaatkârların aptallığına küfür edip lânet yağdırdı; mimarın tasarımında neyi amaçladığını harfi harfine yerine getirememişlerdi elbette, nelerin değiştirilmesi gerektiğini de ancak iş işten geçtikten sonra anlamışlardı. Kol işçisinin bir makine değil, bir insan olduğunu düpedüz görmezden gelmişlerdi.
Loos’a göre mimarlık, duygusal olarak deneyimleyebileceğimiz bir atmosfer yaratmaktır.
Üstümüz başımız düzgün; mimarlık alanında kıyafet balosu veriliyor.
Bir nesnenin iyi mi kötü mü olduğuna karar vermek istediğinizde bu nesnenin Saray’da nasıl duracağını sorun kendinize. Asit testidir bu, çok zevkliymiş gibi duran Galée cam işlerinin, Kopenhag porselenlerinin ve Wiener Werkstätte yapımı ürünlerin geçemediği ama açıkça son derece zevksiz gibi duran, metal üstüne boyanmış, dikilip ocak süngüsüyle masaya dokunmak isteyen bir Doberman Pinscher’in rahatlıkla gecebildiği bir sınavdır bu.
Ne olursa olsun; bütün devletler, ilkel bir nüfusun kültürlü bir nüfustan daha kolay yönetileceği kabulüne dayanarak işler.
Ortalıkta imajlar dolaşıyor, kimse mimarlık diye ortaya konan objenin insanlara nasıl bir yaşam sunduğunu sorgulamıyor bile.
Mimarlık insanlarda bir ruh hali yaratır, dolayısıyla mimarın görevi de bu ruh haline somut bir anlatım kazandırmaktır.
Genç sanatçı kuşağı, bütün mali sakıncalara rağmen, inandıklarını açıkça söylemek cesaretine, bu ahlaki cesarete sahip olsalar, sanatımızın konumu da hızla iyileşirdi.
Bir sanat eseri kimseye karşı sorumlu değildir, bir binanın herkese karşı sorumluluğu vardır.
Arkanızı dönüp gittiğinizde bir mekana dair aklınızda kalanlar, gördüğünüz görsel detaylardan çok, o mekanın size duygusal olarak yaşattıkları, bir başka deyişle hissettirdikleridir.
Bir nesnenin biçimi kalıcı olmalıdır, yani nesnenin kendisi ömrünü tamamlayıncaya kadar bu biçimi de katlanılabilir bulmalıyız.
Mimarların çizim dedikleri de, çizdiklerini gerçekleştirecek olan zanaatkara düşüncelerini anlatma biçimidir sadece.
Mimarlığımız yok bizim, süslenip püslenmiş evlerimiz var.
Yoksul olmak ayıp değil. Herkesin zengin bir konakta dünyaya gelmesi gerekmez.
Kendini olduğundan fazlaymış gibi gösteren biri sahtekarın tekidir ve kimse ondan zarar görmese de genelde aşağılanır.
Süslemeciliğin altında yatan şeyin, insanın kendini farklı gösterme ihtiyacı, bireysellik olduğunu anlamakdayız.
Loos’a göre mimarlık seyredilmek için değil, içine girilip deneyimlenmek için vardır
Onun dinini elinden almam gerekmez, çünkü yerine koyacak bir şey de yok zaten elimde.
Sanat kendi bildiği yolda ilerleyen dahinin ürünüdür. İşi ona tanrı sipariş etmiştir.
Eski moda olduğunuz için eleştirilmekten korkmayın . Daha iyiye gitmiyorsa, inşaat yapma tarzında değişikliğe hiç gerek yoktur.Bırakın hep olduğu gibi devam etsin her şey . Çünkü yüz yaşında bile olsa, hakikat bizim iç varlığımıza yanıbaşımızda yürüyen hakiki-olmayandan çok daha sıkı sıkıya bağlıdır.
Güçlü biriyim , kaldırabilirim bunu. Ama midem kaldırmaz.
Mimarlık insanlarda bir ruh hali yaratır, dolayısıyla mimarın görevi de bu ruh haline somut bir anlatım kazandırmaktır.
Kendini olduğundan fazlaymış gibi gösteren biri sahtekarın tekidir ve kimse ondan zarar görmese de genelde aşağılanır.
Aslında mimar ne yapar? Malzemeler kullanıp bu malzemelerin doğasında olmayan duygular uyandırır bizde.
Bir sanat eseri kimseye karşı sorumlu değildir, bir binanın herkese karşı sorumluluğu vardır.
Sanat geleceği var eder.
Sanayi bugünü var eder.
Sanayi bugünü var eder.
Halk sanatı bezemecilikten kaynaklanan ulusal geleneklere gönlünde ilgi duyan herkesin bu noktada beni desteklemesi gerekir. Bu alanda sanat öğretmeni kullanmak, züccaciye mağazasına fille gitmeye benzer.
Bir şeyin modern olup olmadığına karar vermenin en iyi yolu, eski bir mobilyayla yan yana durup durmadığına bakmaktır.
Bir mimardan tek bir şey isterim: Yaptığı bina, haysiyetli bir bina olsun.
Eski moda olduğunuz için eleştirilmekten korkmayın. Daha iyiye gitme değilse, inşaat yapma tarzında değişikliğe hiç gerek yoktur. Daha iyiye doğru götürülmüyorsa, bırakın hep olduğu gibi devam etsin her şey. Çünkü yüz yaşında bile olsa, hakikat bizim iç varlığımıza yanıbaşımızda yürüyen hakiki-olmayandan çok daha sıkı sıkıya bağlıdır.
İnsanın meydana getirdiği eserin Tanrı’nın eserleriyle rekabet etmemesi gerekir.
Böyle karşı görüşleri alaya almak gerekir, ciddiye alırsak önemli oldukları sanılır. Kibir kadar hiçbir şey alay edilmeyi hak etmez
Çağının sadece beş yıl ilerisinde olan bir mimarın yarışma kazanma şansı hiç yoktur.
Bir binanın herkesin hoşuna gitmesi gerekir; oysa bir sanat eserinin kimsenin hoşuna gitmesi gerekmez. Sanat eseri sanatçının özel bir konusudur, bina ise özel bir konu değildir. Bir sanat eseri kendisine ihtiyaç duyulmadan dünyaya gelir, bir bina ise bir ihtiyacı karşılar. Bir sanat eseri kimseye karşı sorumlu değildir, bir binanın herkese karşı sorumluluğu vardır. Bir sanat eserinin amacı bizi rahatsız etmektir, bir bina ise rahatımız için vardır. Bir sanat eseri devrimcidir, bir bina ise muhafazakar. Bir sanat eseri gelecekle ilgilidir ve bizi yeni yollara yönlendirir, bir bina ise bugünle ilgilidir. Rahatımıza rahat katan her şeyi severiz, bizi yerleşik ve güvenilir konumumuzu terk edecek kadar usandıran her şeyden de nefret ederiz. Binaları sever, sanatta nefret ederiz.
Öyleyse binanın sanatla hiç bir ilgisi yok ve mimarlık da bir sanat değil, öyle mi? Evet, öyle.
Mimarlığın sadece incecik bir parçası sanat başlığı altında yer alır; anıtlar. Geriye kalan her şey, başka herhangi bir pratik amaca hizmet eden her şey, sanat diyarından kovulmalıdır.
Öyleyse binanın sanatla hiç bir ilgisi yok ve mimarlık da bir sanat değil, öyle mi? Evet, öyle.
Mimarlığın sadece incecik bir parçası sanat başlığı altında yer alır; anıtlar. Geriye kalan her şey, başka herhangi bir pratik amaca hizmet eden her şey, sanat diyarından kovulmalıdır.
Mimar, asil bir sanat olan inşa etme sanatını bir grafik sanata indirgedi. En yüksek hizmet bedeli alan mimar, en iyi inşa etmeyi bilen değil, eseri kağıt üstünde en güzel duran. İkisi arasında dünya kadar fark var.
Süsleme, bir şeyi olması gerekenden fazla göstermektir. Bunun için çabalamak, insanların emeklerini ve paralarını boşa harcaması demektir.
Kendini olduğundan fazlaymış gibi gösteren biri sahtekarın tekidir.
Her şehir layık olduğu mimarlara sahiptir. Bina üslupları arz ve talep tarafından düzenlenir. Şehir sakinlerinin isteklerini en iyi karşılayan kişi, en çok bina tasarlayan kişi olacaktır ve en yetenekli mimar da belki tek bir iş bile alamadan ölecektir.
Bir mimardan tek bir şey isterim: Yaptığı bina, haysiyetli bir bina olsun.
Daha iyiye doğru götürülmüyorsa, bırakın olduğu gibi devam etsin her şey.
Mimarlığımız yok bizim, süslenip püslenmiş evlerimiz var.
Kendisinin de değindiği gibi yerel mimarlık saftır, temizdir ve süregelen yaşantının bir uzantısıdır. Geçmişten miras alınan bir duyarlılıkla yapılmıştır ve bu nedenle çevresindekilerle farklılığı değil, uzlaşmayı ve uyumu gözetmektedir.
Romalılar’ın yeni bir sütun tarzı, yeni bir süsleme icat edememiş olmaları sadece talihin işi değildi. Kornişleri icat eden Yunanlar bireyciydiler, kendi kentlerini yönetmeyi zar zor becerebiliyorlardı. Romalılar toplumsal örgütlenmeyi icat ettiler ve bütün dünyayı yönettiler. Yunanlar hayal güçlerini cepheye uyguladılar, bireyseldi bu, Romalılar ise zemin planına, yani genel olana uyguladılar.
Bir sanat eseri kimseye karşı sorumlu değildir, bir binanın herkese karşı sorumluluğu vardır.
Aslında mimar ne yapar? Malzemeler kullanıp bu malzemelerin doğasında olmayan duygular uyandırır bizde. Bir kilise inşa eder. İnsanların hürmetkâr olması gerekir. Bir bar inşa eder. İnsanların kendini rahat hissetmesi gerekir. Bu nasıl yapılır? Geçmişte hangi binaların bu duyguları uyandırdığına bakarsınız. İşe buradan başlamalısınız, çünkü insanlar ömürleri boyunca bazı odalarda ibadet ettiler, bazı odalarda da içki içtiler. Duygu doğuştan gelmez, duygu edinilir ve mimar da, sanatı konusunda ciddiyse, edinilmiş bu duyguları hesaba katmalıdır.
Ne olursa olsun, bütün devletler ilkel bir nüfusun kültürlü bir nüfustan daha kolay yönetileceği kabulüne dayanarak işler.
Sanatı pratik kullanıma yönelik nesnelerde heba etmek, kültürden yoksun olmak demektir.
(…) önemli olan nokta, bir kişinin yerkürenin tikel bir noktasında yaşamasıdır sadece ve şu ya da bu işi yapmasının insanlığıyla hiç ilgisi yoktur.
İnsanlar içinde yaşayabilsinler diye değil, fotoğraflarda güzel gözüksünler diye enteriyör tasarlayan [iç mekan tasarımı yapan] mimarlar var.
Meslektaşlarıma hüzünlü haberler mi veriyorum? Acı mı verdim onlara? Ben de mimarım ve bu gerçeğe ulaşmak acı verdi bana. Ama artık son verdim mücadeleye ve mutlu biriyim bugün. Görevi, insanlığa ve bugüne hizmet etmek olan bir zanaatkar olduğumu biliyorum. Ama sanatın varolduğunu, işte tam da bu gerçekten dolayı biliyorum. Sanat nedir biliyorum. Talep üstüne yaratılamayacağını biliyorum, kendi içinde varolduğunu biliyorum.
Mimarlık bir sanattı, ama artık dövmecilik ya da kunduracılık kadar bir sanat sadece. Çünkü mimarlık eserleri artık kullanmak ve yıpranmak için yapılıyor, çağdaş toplumun hoşuna gitmek için yapılıyor.
Her gün kullanılan bir nesnenin değerinin kaybolması gerekir, yoksa nasıl başka bir nesneye yol açabilir ki?
Sanat geleceği var eder.
Sanayi bugünü var eder.
Sanayi bugünü var eder.