İçeriğe geç

Milli Kültür ve Kimlik Kitap Alıntıları – Nevzat Kösoğlu

Nevzat Kösoğlu kitaplarından Milli Kültür ve Kimlik kitap alıntıları sizlerle…

Milli Kültür ve Kimlik Kitap Alıntıları

Görülüyor ki Kızılelma dinmeyen bir hasreti temsil etmektedir.Hasret ise,daima ileriye çağırır; canlı,diri tutar; çünkü hasret çekmek ümit etmek demektir.Ümidi olmayan rüyaların hasreti olmaz..
Farklılık şahsiyetin işaretidir;kişide de toplumda da bağımsızlığın ifadesidir.
Dünya değişir, hep değişecektir de: ama, insan değişmez, hep o insandır. Allah’ın rızasını kazanmak, haysiyetli bir millet olmak ve üstün bir medeniyete kavuşmak istiyorsanız, tek tek Türkler olarak insanî, İslâmî ve milli değerlerimizi nefislerimizde göstermek zorundayız. Nefislerimiz karşısında kazanacağımız her başarı, büyük Türk medeniyeti yolunda atılmış ciddi bir adım olacaktır. Ferdi sorumluluğumuz milli sorumluluğumuzla böylesine iç içedir, birdir.

Bu şuurla ve bu şuur için kavga veren uç beğlerine selâm olsun

Gerçekten inandığımız ülkülere hizmet edebilmek istiyorsak, bir medeniyetin doğuş mekanizmasındaki kilit noktaları bilmeliyiz. Çünkü nihai ve büyük hedefimiz, Türk-İslam medeniyetinin yeniden canlanması, insanlarımızı mutlu ve güçlü kılması ve aydınlığını bütün dünyaya vermesi ülküsüdür
İçimizin ölçülerini bozdurmamalıyız. İçimizde çiçeklenecek güzellikler kalmazsa, hayata aksettireceğimiz yahut hayattan alacağımız güzellikler de yok demektir. Çünkü hayatın anahtarı içimizdedir.
Arabesk müzik ağlıyor. Böyle feryad-ü figanlar bizim musikimizde yoktu. Yanık havalarımız vardır: ağlamazlar, ağlatmazlar; efkarlandırırlar, na’ra arttırırlar ki hasrete dayalıdır. Arabesk müziğinin ana temasının acı olduğu görülüyor. Biz çok acı zamanlar ve katı acılar yaşadık; ama, acıdan ağlamadık. Belki, tatlı mutlu zamanlara hasretimizi dile getirdik.
Arabesk müziğin sözleri de farklı Tanrım beni baştan yarat. diyor!..
***
Kültürümüz önemli bir dönemeçte; dönüp bakılsa iyi olur.
Murad alıp, murad verecekler; dünyaya küsecek zaman mı, Veysel Garani’nin çöllere düşmesinin yeri mi? Allah’ dan korkmaz adamlar, kabir feryatlarını andırır bu çağırışlarla ne yapmaya çalışıyorsunuz?
Müzik, eğitimle kazanılan bir kulak terbiyesidir. Onun için, çocuklarınızın başka şeylerden hoşlandıklarını, ne yapalım zamanın böyle olduğunu, gençlerin zevklerin farklı olduğunu söyleyerek hiç kimse sorumluluğundan kurtulamaz. Çocuklar artık ninni dinleyemeden büyüyorlar, uykularında bile radyo ve televizyonlardan yabancı müzik dinliyorlarsa ne yapsınlar, neyi sevsinler? Onları bir ölçüye kadar mazur görmek için bir şeyler söyleyebilirsiniz, ama siz sorumluluğumuzu unutamazsınız.
Gençtiler, tartışıyorlardı, dedim ki:
Milli kimliğinize mi sahip olmak istiyorsunuz; farklı olmak, bilinmek, onurlu ve başı dik mi kalmak istiyorsunuz? Türkü dinleyin ve türkü söyleyin
Kahin değilim ama, geleceği görüyorum; zenginleşmiş insanlar, ama insanlıklarını bilemem; iktisadi güçleri artmış milletler ama, adil ve insanca bir dünya mı, bilemem
Millî kahramanlar, değişen dünyaya karşı, değişmemesi gereken millî mukaddeslerin kavgasını yapanlardır; veliler, ahlak kahramanları, dünyanının her türlü değişmesi ve çekiciliği karşısında içinin düzenini bozmayanlardır ve daima var olacak olan esfel-i sâfilin de, onları don kişotlar olarak görenlerdir.
Her din, bir medeniyet hamlesinin temel güç kaynağıdır. Her medeniyet bir iman hareketi üzerine kurulur.
İçimizin ölçülerini bozdurmamalıyız. İçimizde çiçeklenecek güzellikler kalmazsa, hayata aksettireceğimiz yahut hayattan alacağımız güzellikler de yok demektir. Çünkü hayatın anahtarı içimizdedir.
Eskiler, ”Ayağın taşa takıldıysa, içine bak. ” derlerdir.
Görülüyor ki, Kızılelma dinmeyen bir hasreti temsil etmektedir. Hasret ise daima ileriye çağırır; canlı, diri tutar; çünkü hasret çekmek ümit etmek demektir. Ümidi olmayan rüyaların hasreti olmaz; hasreti besleyen ümittir. Hasret, hareketin, çoşkunluğun, atılganlığın duygusudur. Türk tarihinin çoşkun seyri bu çizgide gelişir; Türk kültürünün dil ve musikî verimleri bu çizgide gerçekleşir.
Kızılelma, bir kavmi peşinden koşturan ve yaklaştıkça uzaklaşan bir gaye motifidir. Yüzyıllar boyunca Kızılelma, Ayasofya Kilisesi’nde iken, İstanbul’un fethi ile Rim Papa Kilisesi’ ne(Roma) ve Beç Sarayı’ na(Viyana) geçivermiştir

ve Osmanlı da bu Kızılelma’ ya doğru asırlar boyu akıp durdu.

İşte, kültürdeki bu millî üslûbu ve bütünlüğü kuran, kültüre olan imandır, kültürü kuran imandır. Bu iman zayıflamaya başlayınca üslûp da bozulmaya ve bütünlük kaybolmaya başlar; buna kültürel soğuma diyoruz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kıyafetine dokunulan canlı bir cemiyet, dünyasından koparılmak istendiğini hisseder; yalnızlık, yabancılık, tedirginlik duyar ve direnir. Tabii olan budur.
büyüme arzusu körelmiş hiçbir milletin büyük olduğu da görülmemiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Adaleti, âdil insanlar, nefislerini ve ülkülerini belli ilkelere bağlamış, gerektiğinde ilkelerden değil nefsinden fedakarlık edebilenler kurabilirler. Hedefleri için her vasıtayı meşru sayanlar, kendileri kadar ülkülerini de kirletmekten başka bir sonuca ulaşamaz.
Çünkü Dündar ağabeyi en sıkıntılı, en bulanık zamanlarda bile çevresine ümit veren, gelecek için ışık saçan bir iman ve üslûp adamı idi.
Türk tarihinin sarkacı artık, geri dönmeye mecburdur.
Bütün insanlığın temel hikâyesi aslında budur; adalet ve zulüm.
Medeniyetleri kuran ve hayatı yapan temel hâdise, insanların amelleri dir, eylemleridir. Amel derken, hayata akseden bütün insanî eylemleri kastediyoruz.
Bu dönem Osmanlı aydınlarına baktığımızda, hepsinin Osmanli mukaddesine bağlı, milli imana sahip insanlar olduklarını görürüz. Cumhuriyet’in inkılâpçı okumuşları için ayni şeyleri soylemek son derece zordur; onlar, genellikle Türk kültürünün ruh ikliminden uzaklaşmış, mukaddeslerine soğuk eden duran kimselerdir. Bu yüzden Cumhuriyet, çağdaşlaşma yani çağın icap ve ihtiyaçlarına göre işlev yüklenme yönünü belki de tartışmadan, doğrudan batılı kurumları almayı hedeflemiştir.
Her dem yeniden doğarız.
Bizden kim usanası
Değişme hayatın canıdır.
Hepimizin tek tek sorumluluğu vardır; kendimize gelmek, kendi şahsi ve toplumsal eylemlerimizi inançlarımızla ölçülendirmek, ahlâki şahsiyetimizi olgunlaştırmakla iyi bir Türk, iyi bir Müslüman ve iyi bir insan olacağımız gibi, arzuladığımız nizam için de en emin adımları atmış olacağız.
dış dünyada arzuladığımız düzeni kurabilmek için önce içimizde, arzuladığımız düzeni kurabilmeliyiz.
Gerçekten inanan ve inancı adil olmayı emreden bir insan da zalim olamaz.
ilk düzen insanın içinde kurulur.
Hak duygusu önce yüreklerde iman ile yerleşecek ve ölçüleri ile onu ölçülendirecek ki, dışarıda da adalet düzeni kurulsun.
İçimizde çiçeklenecek güzellikler kalmazsa, hayata aksettireceğimiz yahut hayattan alacağımız güzellikler de yok demektir. Çünkü hayatın anahtarı içimizdedir.
en az gördükleri, en az tanıdıkları kendileri
Sebepleri kendi içinde görebilmek, kendini sigaya çekebilmek, yanlıştan korunabilmenin ilk gereğidir.
Ayağın taşa takıldıysa, içine bak.
Adalet dikkat ve hassasiyeti bütün fertlerde temel ilke olarak yerleştirilmeli ve geliştirilmelidir. Bu bir eğitim ve kültür meselesidir.
Adalet kavramı, bir iman hakikati olarak hayatımıza girmiştir; adaletle hükmetmek Allah’ın emridir ve adalet hakimiyet hakkının meşruiyet temelidir.
Magna Carta ile İngiliz kralının yetkileri sınırlandırılmış, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız beyannameleri ile insan hak ve hürriyetleri açık ifadesine kavuşmuştur.
İnsan, bu korkulardan güvende ve adalet içinde yaşadığı sürece kişiliğini geliştirebilir, olgunlaşabilir. Fert devlet ilişkilerinin kilit noktası budur
Adaleti, devleti kuran kültürün ölçülerine uygun olarak gerçekleştirebilen devletler devam eder, adaleti kuramayan, zulme sapan yahut fırsat veren devletler ise çöküntüye giderler.
Bizim güçlü olduğumuz zamanlar, aynı zamanda hukuka bağlılık şuurumuzun fevkalade yüksek olduğu zamanlardır.
Mümin dünyada gurbette gibidir.
Biz çok acı zamanlar ve katı acılar yaşadık; ama, acıdan ağlamadık.
Ümidi olmayan rüyaların hasreti olmaz; hasreti besleyen ümittir.
Hasret ise, daima ileriye çağırır; canlı, diri tutar, çünkü hasret çekmek ümit etmek demektir.
Türk âhenginin ana teması hasret tir. En basit ezgilerimizden, en mürekkep formlara kadar musikimizin ilk bakışta ve son tahlilde bizde bıraktığı duygu hasrettir.
edebiyatımızda vuslatın şiiri yoktur.
Günümüzde popüler kültür denirken, bir köksüzlük, gelip geçicilik de kastedilmektedir.
herkes kesin olarak bilmelidir ki, ilke olarak, toplum kültürel soğumaya giriyorsa bunda bütün toplum fertlerinin payı vardır; yükseliyorsa, toplumun her ferdi bu şerefi paylaşmak hakkına sahiptir.
Dünyamız değişiyor, ama biz değişmelere hakim olup, üslûbumuzu veremiyorduk.
Geçmişi yorumlarken de, değerlendirirken de, bir avuç insanı suçlayıp rahatlatmak, bizim insanımıza yakışmaz. Çünkü, milli imanımızın yorumu da budur; tarihi oluşum toplumun ortak sorumluluğundandır; kişi üstüne düşeni yapmakla mükelleftir.
Eyi de, oğul, gorğirim dadaşluğ ruhini öldürecehler.
Fakat, insanlar gibi kültürler de ancak kendi gözleri ile görürler, başkalarının gözleri ile görmeye çalışanlar, en fazla, başkalarının gösterdiklerini ve gösterdikleri biçimde gö rebilirler.
Şark Meselesi 1816’da Viyana Kongresi’nde, Osmanlı camiasındaki Hristiyanlara işaret etmek üzere kullanılan bir tabirdir.
idrakler kararmış, kalpler katılaşmıştır
Hayatı yapan şey amellerimizdir.
Medeniyet, kültür hadisesinin temeli, motive
edilmiş bu ruh gücüdür; kuran, yapan bu güçtür.
Bakış açımıza göre, her medeniyet bir iman hamlesinin ürünüdür.
Bütün inananlar mutlu ölebilirler; ama, insani olan güzel olan uğrunda ölebilmek için önce hak olana inanmak ve Hakk’ın ölçüleri ile ölçülenmek, eğitilmek gerekir.
Rumeli türkülerinin bedelini hiç düşündünüz mü? Niçin o kadar güzeldirler, niçin o kadar bizimdirler? Çünkü bahaları çok ağır olmuştur, o türküler doğsun diye, yürekten yüreğe geçsin diye nice canlar toprağa düşmüş, nice tazeler göz yaşlarını gergeflere dökmüştür.
Türküler tarihimizdir, coğrafyamızdır; bizim en derin maceramızdır
Türkülerimiz bu kadar güzel ve bu kadar bizim olduğu için Tanrı’ya şükrettim; yaşama sevincim arttı
Hangi acılarla bu kadar olgunlaşmış, hangi sevdalarda bu kadar yanmış bu türküler!.. Bu nasıl bir harekettir ki böyle vakur bir üslûba bürünebilmiş!..
Üç güzel oturmuş gergefin işler,
Gergefin üstüne a canım dökülür yaşlar
Şimdi, bu Hristiyan üslûbunu kültürümüze sokmaya çalışanlar güya müslümanlık gayreti güdüyorlar ve daha iyi, daha kavi müslüman olduklarını da böylece göstermek istiyorlar. Gösteri niyetleri bizi ilgilendirmiyor ama, müslüman Türk’ün hayat üslûbunu -hele dindarlık adına- bozmaya çalışanlar titreyip kendilerine gelmelidirler.
İbadet mahallinde nikah töreni yapmak Hristiyanlara mahsus bir haldir; bizim tören geleneğimizde yoktur.
Allah’ım aklıma mukayyet ol
perişanız Medet, ya Resulullah!..
Büyük sözler söylemek ve büyük işlerle uğraşmak hevesi içinde, hayatımızın esasını, milli kültürümüzün güzelliklerini çiğneyip geçiyoruz.
Kültür, yaşadığımız hayattır; içtiğimiz çorbadır, çorba içiş tarzımızdır, kaşık tutuş şeklimizdir
Göz aşkı ve göz güzelliğine karşı ibadet edercesine bağlılık bizdedir. Çok defa sevgi, doğulu için gözden başlar. Doğudaki kadar gözleri öven türkü, şarkı, şiir, tasvir bolluğunu hiç bir yerde bulamıyoruz. Batılı daha çok uyum arar; biz göze bakarız. Göz güzelliği kusuru örter, affettirir.
bir rüyadan arta kalmanın hüznü nü duyanlardanım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir