İçeriğe geç

Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma Kitap Alıntıları – Mahiye Morgül

Mahiye Morgül kitaplarından Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma kitap alıntıları sizlerle…

Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma Kitap Alıntıları

Mahiye Morgül kitaplarından Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma kitap alıntıları sizlerle

Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma Kitap Alıntıları

Eğitimde hiç bir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz. »
Talep varsa ders var mantığı ile yola çıkılan bir sistemde parası olmadığı için talepte bulunamayan çocuklar ne olacak ? Seçmeli paralı dersler koymak, seçemeyen çocukları eğitimden mahrum bırakmak olacaktır. Bu, parası olan çocukların daha iyi eğitim alma imtiyazına sahip olduğu anlamına gelir ; toplumda çatlama ve çatışma, eğitimsiz yığınlar ve kendini eğitilmiş ayrıcalıklı bulanların diğerleri üzerinde egemenlik kurmaları sonucunu yaratır. Bu durum, demokrasiye ve sosyal hukuk devletine olan inancı sarsar, insanları demokrasi dışı arayışlara yöneltir.
Batı cephesi 1.Dünya Paylaşım Savaşında cepheye süreceği askerleri “Demokrasi İçin” savaştıklarına inandırmıştı.
Bir diğer örnek “Anzaklar” şeklinde dilimize giren sözcüktür. Hepimizin hafızasına zavallı Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yerli halkı gibi bir çağrışımla yerleştirilen ANZAK
askerleri, gerçekte paralı asker çalıştıran bir şirketti ve şirketin adı Australian and New Zeland Army Company sözcüklerinin baş harfleriydi. Aradan 90 yıl geçtiğinde görüyoruz ki Çanakkale Arıburnu koyunun adı Anzak Koyu olarak haritalara girmiş.
Aynı Batı bugün 3.Dünya Paylaşım Savaşını “Demokrasi İçin” yalanıyla ve yine Avustralya ve Yeni Zelanda’dan asker alarak başlatmış, bedelleri hükümetlerine ödenmiştir.
Türk askerini Kore’de cepheye sürerken de söylem aynıydı ve askerimizin bedeli 15 kuruş (25 sent) idi.
ALAY etmek asla fıkra değildir, insanı yüceltmez, anlatanı da yüceltmez!
“Laiklik, din işlerinin devletten ve siyasetten ayrı tutulmasıdır”
“Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal bir hukuk devletidir”
eksi eksiyle buluştuğunda artıya dönüşür.
“Ne kadar hasta, o kadar kâr”
Ne kadar içi boş kafa, o kadar kâr!
Işığımı kimsenin karartmasına izin vermeyeceğim.
herkes çalışır, kimsenin özel mülkü de efendisi de yok, ama karınlar tok!
Emperyalist batı, çekin kanlı ellerinizi üzerimizden!
Sosyal Cumhuriyetimiz, çocuklar söz konusu olduğunda hiç örtüşmez.
Cumhuriyet, güçsüzün güçlendirilerek güçlüyle eşit konuma getirilmesi rejimidir.
SUYUN KİRLETİLDİĞİ YERDEN ARITILMASI KURALDIR. MUTFAK MUSLUĞUNA TAKILACAK ARITICILAR ÇÖZÜM DEĞİLDİR
Güvencesiz öğretmen – Güvensiz temel eğitim, – Zihin çökerten ders kitapları – Sertifikalı ortaöğretim
Doğudaki bu baskı çok yönlüdür, tek sebeple değildir:
hayatta en hakiki mürşit olan “Bilimin Yol Göstericiliği” sona erdirilmektedir.
isteyen evindeki bilgisayardan bilgiyi alsın, biz ona internet üzerinden sınav yapar sertifika veririz
Endüstri toplumu bitti, bilgi toplumuna geçtik
yabancı baskılarla dışardan doktor mühendis getirilmesi kararları dayatılmaktadır.
Cumhuriyetimizin kurduğu bilim yuvaları YÖK Dünya Bankası Daire Başkanlığı tarafından tek tek kapatılıyor!
Dünya Bankasının finanse ettiği bir model tüm dünya üniversitelerine şu veya bu ad altında dayatılmaktadır.
ağzı laf yapan bir slayt gösterimle donatılmış uzman kürsüde “işte böyle yapacaksınız diye” direktifleri sıralıyor, sonra haydi güle güle
AB bir karar alıyor bize uygulayın diyor.”
Artık eğitim yok, paraya dönüştürülebilir bilgi var”
Okul Kitaplarında Bilgi Azaltıldı
Orduları Dağıtılmış Bir Millet, Millet Olarak Kalabilir mi? Teslim Alınmış Türk Eğitim Ordusu
İnternette Hareketli İlanlar
Eğitimde Pedagojik Kurallar
Öğrenci müşteri, müşteri velinimet, öğretmen satış elemanı, kalitenin ölçütü müşteri memnuniyeti olursa, okulun adı eğitim kurumu değil pazarlama şirketi olur ve karşımıza her çeşit çağ dışı kıyafet bir başka siyasi sembol olarak gelir oturur, bize de bu özgürlük diye yutturulur. Çünkü istedikleri serbestlik piyasanın özgürleşmesidir, halkın eğitim özgürlüğü hiç değildir.
Ortaöğretimde 4 aşamalı yeni sınav
sistemi bir aldatmacadır; çocuklarımızın ne kadar geriletildiklerini ölçmeye yöneliktir.
kapatılması gereken yer, YÖK değil, Dünya Bankası Dairesidir. YÖK’ün kapatılması talebi de Dünya Bankasının talebidir. Aynı zamanda YÖK’ün ulusal kimliğe kavuşturulması acilen gereklidir.
Kuracağımız psikolojik baskı ile “ayda petrol olduğu”na inanmayanları dahi bu görüşleri açıklamaktan korkar hale getirmeliyiz. Hatta bir kısmı “Tamam ayda petrol var, ancak arayacak isek de bunu onurumuzla arayalım” demeli, bu noktaya gelmelidirler. Artık zafer bizimdir, çünkü doğru dürüst karşımızda kimse kalmamıştır.”
Ders kitaplarına ve eğitim dergilerine çirkinlik-olumsuzluk-aşağılanmışlık ve asla sanatsal özelliği olmayan resimleri koydular. Bu resimler, yaşamda ritmin kırıldığı, insanoğlunun kendisiyle asla özdeşleştiremeyeceği resimlerdir.
Tüm sanat dallarında ritmi kırdılar ve adına POSTMODERNİZM dediler!
“Eğitimle ilgili görüş üretmek istiyorsanız dernek kurun” demeye başladılar, Amerikan modeli düşün-konuş dernekleri yani. Yani bilim üretme işi akademik kurumların dışına, yani sokağa, yani piyasaya, yani sözümona eğitimcilerin kurduğu patronların lobi derneklerine devredilmektedir. Bu çok sağlıksız bir süreçtir, tüm akademisyenleri de itibarsızlaştırır.
“Çocuğa, sanatsal ölçütleri olan, estetik değeri yüksek, yücelme duygusu veren, iyiliğe güzelliğe yönlendiren resimler sunulmalıdır
tanımları piyasaya göre değiştirmek ve bilinen sanat algılamasını beyinlerden silmektir
Sanat, insan için/toplum için var olmak yerine, tarihin bir döneminde geçici olarak ortaya çıkmış olan para için varsa, o artık sanat değil, insana çevrilmiş bir silâhtır.
“İçinde ritim olan her şey beynimizin besinidir. Ritmi, en güçlü şekilde hissettiren ve tüm bedenimizi ritmik harekete geçiren müzik sanatı, elbetteki ruhumuzun baş gıdasıdır. Ancak dildeki ritmi kırdığı hesaba alınırsa, pop müzik için bunu söylemek mümkün değildir.
Halk müziğinin içinden gelen bir kimse, müzik sanatının doruklarına ulaşmak için doğru bir yolda ilerleyebilir, fakat pop müzik dünyasından gelen bir kimse, asla.
Bu müziklerde insana uyumsuz sözler vardır, bestesinde de dildeki ritme uyumsuzluk vardır. Dans edenlerin uyumsuz hareketlerini buna ekleyelim. İnsanın asla ilişki kuramayacağı (yüzü kapalı, karanlık, hayalet, iskelet, vb) tuhaf yaratıklarla birlikte görüntülenen uyumsuzluğu ekleyelim
Bu kadar uyumsuzluk bir arada olursa insan beyninin buna dayanması düşünülemez, algılama sistemi paramparça olur.
Beynimiz
insanı yüceltmeyen sözleri sanat dışı kabul eder ve bunlara kendini kapatır. Eğer kötü kokularda insan burnunu kapatmıyorsa aptala dönmüş, algılama sisteminde refleksler dumura uğramış demektir. Bunun gibi kötü müziklerde eğer kulağımızı/televizyonumuzu kapatmıyorsak tehlike başlamış demektir.
Sanat insanı yüceltmek içindir. İnsanoğlu kendisini aşağılayan sözlerle yücelemez.
dansçının bedeninde görülen ritimle, şarkının ritmi birbiriyle çarpışmaktadır.
müzik ve resim bölümleri eğitim fakültesinden ayrılırsa mezunları öğretmen olamaz!
60 yıl sonra aynı Amerikancı mantık şimdi iktidardadır. Şimdi, halk çocuklarına devlet üniversitesinin kapılarını kapatan, fiilen devlet üniversitelerini ortadan kaldıran YÖK ve Dünya Bankası kararlarına karşı tepkisini aynı biçimde gösterecek bir tane milletvekili veya bir tane öğretim üyesini mumla arıyoruz.
B.K. Çağlar
Bu şiiri yazan o büyük insan kendine yakışanı yaptı ve Köy Enstitülerini kapatma girişiminde rol almayı reddetti, milletvekilliğinden de istifa etti.
İşte o marşın son satırları:
Kuracağız öz yurtta dirliği düzenliği. Yıkıyor engelleri ulus egemenliği
Görsün köyler bolluğu rahatlığı şenliği Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği
Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz
1946’larda çok çok öğülen, çok da göze batan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılmasına bir gerekçe uydurabilmek için büyük başlardan bir komisyon kurulur. Bu komisyonda bir devrimci de bulunsun istenir. Bu üye B. K. Çağlar’dır. Çağlar köpürür. Bunlar Kemalizme ihanettir. Ben onlara Ziraat Marşını yazan adamım, diyerek CHP’den de, milletvekilliğinden de ayrılarak, içi yanarak, ağlayarak geldiği il’e dönme erdemliliğini gösterir.”
Kimse profesörlük etiketine sığınıp da Cumhuriyetimizin temel kavramlarını değiştirmeye, içini boşaltmaya, ortadan kaldırmaya çabalamasın. Bu halk öyle sakin anlamaz görünür, efendiliğini bozmadan dinler ama, canına tak dediği zaman, sözü sahibine iade eder ve gerekeni yapar!
Türkiye’de, İNSAN BEYNİNE BİLGİSAYAR GİBİ FORMAT ATILMAKTA, BEYİNLERİMİZ SIFIRLANMAKTADIR!
Bu bir psikolojik savaştır. Bu savaşın zehir yüklü silahları sanal ortamlardan beyinlere sızar, görülmeleri zordur. Bu nedenle beynimizin sıfırlanmakta olduğunu fark edebilmek önemlidir. Bu savaşa direnmek, bunun sanal bir savaş olduğunu görmekle başlar.
Bu durumda, kendine bunu görev bilen aydınlarımıza, sanal düşmanın yüzünü açığa çıkartma ve gösterme görevini hatırlatmak isterim.
Kısaca değinelim; beyne matematiksizliği (asimetri) boca edersen otomatik olarak çöker! İpucları ortadadır; bütün ders kitapları asimetriyle doldurulmuş haldedir.
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi
için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur.”
Mustafa Kemal Atatürk
Bilgiyi bir süs ve tahakküm vasıtası olarak kullanmaktan sarfınazar ederek, hakikate nafiz nazarlarla bakmak ve el ile temas gerekir.”
Türk Milli Eğitimine ABD üzerinden kuşatma:
YÖK içerisinde bulunan Dünya Bankası temsilciliği tarafından yürütülmekte olan bu kuşatma ile Amerikan eğitim modeli ülkemize dayatılmaktadır. İdeolojik kılıfı, Amerikalı
H.Gardner’in siparişle yazmış olduğu Çoklu Zekâ kuramıdır. Eğitimi piyasa kurallarına göre düzenlerken (eğitimi özelleştirirken/sektörleştirirken) beynin parçalı olduğunu kabullendirmekle başlar, daha sonra bundan hiç söz edilmez
Türk Milli Eğitimi iki ayrı kanaldan aynı anda kuşatılmıştır. Biri ABD üzerinden
diğeri AB üzerinden gelen bu dayatmalara biraz dikkatle bakıldığında her ikisinin de ABD kaynaklı olduğu fark edilecektir.
Eğitim ordusunun önünde yürümesi gereken aydın öğretim üyelerinin bir kısmı
değişimin iyi yönde olduğuna inandırılmış görünmektedir.
Dünyanın en değerli eğitimcilerini yetiştirmiş ve örnek eğitim sistemlerini yaratmış olan ülkemizin eğitim birikimi bir kenara itilmekte, Atlantik ötesinden model getirtilmektedir. Eğitim programlarımız değiştirilirken yabancı şirketleri doğrudan iş başında
görmekteyiz.
Beri yandan yapılan değişikliğin iyi yönde olduğuna inandırma gayreti içindedirler.
Cumhuriyet devrimleriyle elde edilmiş olan tüm kazanımların yerle bir edildiği çok hızlı bir süreç yaşamaktayız. Eğitim programları değiştirilmekte, yapılan yeni programlar toplumda tartışmaya dahi açılmadan uygulamaya konulmaktadır.
Tanımı değiştirilen Beden Eğitimi, Resim, Müzik, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Yabancı Dil ve Bilgisayar (İş Eğitimi tümden kalktı) dersleri, B GRUBU ZORUNLU SEÇMELİ DERSLER kapsamına alınıp, veliye bir tanesini seçmek zorunluluğu getiriliyor.
Örneğin, Bilgisayar dersini seçen çocuk diğer dersleri almayacaktır. Çünkü her okulda bilgisayar işlikleri kurulmuş hazır ve ücretsiz ders olarak verilmeye devam edecektir. Diğer dersleri çocuğu öğrensin isteyen veli bu dersleri sadece piyasadan, parçalanmış olarak ve sertifika veren kurslardan satın alabilecektir. Bu uygulama, bu derslerin devlet okullarından fiilen kalkması, öğretmenlerinin ise yetiştirilmemesi demektir
5 Eylül 2005’den itibaren tüm okullarda uygulanmaya başlanan Eğitimde Değişim Programı, küreselleşen emperyalizmin programıdır; ACİLEN DURDURULMALIDIR!
Tüm bu program değişikliği SPAN adlı yabancı eğitim şirketine yaptırılıyorsa durum çok daha vahim demektir; eğitimimiz emperyalist kuşatma altındadır.
Çocuklarımızın özel kimlik bilgileri, kan grubu, aile durumları ve ders durumları internete giriliyorsa;
Çocuklarımız ulusötesi piyasa canavarına sunuluyor demektir.
Okula devam zorunluluğu velinin isteğine bırakılıyorsa;
Temel eğitim zorunlu olmaktan çıktı demektir.
Okulda içi boşaltılan dersler etüt adı altında bir daha veriliyor ve parası çocuktan
alınıyorsa;
Eğitim sektörleşti demektir.
Matematik dersinden havuz hesapları kaldırılarak doğa ile matematiğin mantık bağı
koparılıyorsa;
Türk çocukları artık doktor-mühendis-bilim adamı olmayacak demektir.
Liselerde sertifikalı diplomalılık yoluyla öğrenciler okul dışına itiliyorsa, “üniversite
sınavı kaldırılıyor” adı altında sadece kolej mezunlarına üniversite yolu açılıyorsa, Türk Dili ve Edebiyatı dersi parçalanarak kaldırılıyorsa;
Gençlerimiz 4 yıllık lise ile oyalanıyor demektir
Temel eğitim zorunlu dersleriyle bir bütündür. Derslerin parçalanması ve seçmeli hale getirilmesi sakıncalıdır; temel eğitim her çocuğun yasal hakkıdır.
Yeni ilköğretim programı Türk Milli Eğitim Temel Kanununa aykırıdır.
Ayrıca; Türkçe ders saati 4 saate indirilip Yabancı Dil ders saatiyle eşitleniyor ve ilk 5 sınıfta dilbilgisi konuları kaldırılıyorsa;
Türkçe okuma-yazma harften, İngilizce cümleden başlatılıyorsa;
Türkçemiz tehdit altında demektir.
DİN KÜLTÜRÜ DERSİ PARÇALANARAK KALDIRILACAK VE KÜLTÜREL DEĞERLER /HALK KÜLTÜRÜ DERSİ ADIYLA YABANCI DİN VE MEZHEPLER de seçmeli olarak okutulacaksa;
Eğitimde birliğimiz tehdit altında demektir.
Uyan ey Türk öğretmeni ve Türk öğretim üyesi; Köy Enstitüleri bitirilirken uyutuldun, direnmedin, şimdi elindeki halkçı-devletçi-sosyal Türk ulusal eğitim programın da gidiyor!
Ve Lozan deliniyor.
Sayın Şengör’ün “zırva” dediği program, bizim Talim ve Terbiye Kurulumuz tarafından bu yıl uygulamaya başlanan, çoklu zekâcı öğretim üyelerinin savunduğu, eğitimi sektörleştirme sonucunu getiren bir programdır. (Son hazırlıkları tamamlandıktan sonra paketlenip belediyelerin kucağına konulacaktır. )
Eğitimin sektörleştirilmesinin sonuçları ABD’de 20 yılda bu korkunç ve geri dönülmesi çok zor noktaya varmışken, bir de onların özel okullarını burada açmalarına direnmemek bize yakışmaz.
Sayın Şengör’den devam edelim: “Batı dünyası giderek bilimsel eğitimden kopmaktadır. Özellikle ABD, aralarında zencilerin önemli yer tuttuğu alt sınıfların başarı grafiğini yükseltmenin yolunu, başarının tanımını düşürmekte bulmuştur. (“Az olan iyidir” M.M.) Bu ay başında ABD’nin en iyi üniversitelerinden birindeki meslektaşlarımla konuşurken, İTÜ’de karşılaştığımız temel ortaöğretim zafiyeti sorununun aynen ABD’de olduğunu gördüm. ABD’de özellikle son başkan (Bush) döneminde . ortaya eğitimden başka her şeye benzeyen zırva bir öğretim programı çıkmıştır.”
On yıl içinde eğitim düzeyini üç kez düşürmek zorunda kaldık, bunun sonucu üniversiteler yeni düşünceler üreten uygarlık fabrikaları yerine sıradan meslek okulları haline dönüştü” dediğini anlatıyor.
Yarın sizin öğrencileriniz, Neydi o eski sosyal devlet yılları, herkese parasız eşit eğitim vardı, ne mühendisler doktorlar yetiştirdik o yoksul halimizle, NASA’da 50 fizik mühendisimiz, Amerika’da her hastanede ameliyat doktorlarımız vardı, İngiliz zenginleri göz ameliyatına İstanbul’a gelirdi, dünyada 2000’den fazla bilim adamımız çalışırdı, bunları yetiştiren öğretmenler de Türk okullarında yetişmişti” diye anma günleri yapar mı?
Bugün eğitim fakültelerinde bulunan ve Köy Enstitüleri üzerine sayısız makale yazıp bunlarla kariyer yapmış olan öğretim üyelerine ve öğretmenlerimizedir sözüm. Köy Enstitülerini bugün anmanın hiç bir riski yok, sakıncasız dilediğimiz kadar anabiliriz. Fakat, aynı çorap bugün halkçı, devletçi, sosyal Türk Milli Eğitiminin başına örülmektedir ve ben anlamıyorum, neden bu kadar suskunluğunuz?
Bugün de tüm eğitim kurumlarımız, eğitim programlarımız yabancılaştırılıyor ve eğitim toptan sektörleştiriliyor. Sektörleştirmenin yabancıya devretmek olduğunu anlamak için kaç üniversite bitirmiş olmak gerekir?
Bu değişiklikler demokrasi adı altında yapılırken (bugün de aynı maskeyle geliyor)Köy Enstitülü aydınlar sıra bize gelir diyemediler mi? Direnen olmadığını düşünmek istemiyorum. Neden koruyamadık, kimse direnmeden mi verildi bu kaleler?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir