Kolektif kitaplarından Metin Göktepe:Gazeteciyim kitap alıntıları sizlerle…
Metin Göktepe:Gazeteciyim Kitap Alıntıları
yargıya ilişkin yasaların yeniden düzenlenmesi ve giderek demokratik bir düzenin gerçekleşmesi için, emniyet kadroları şeriatçı ve ırkçı görevlilerden arındırılmalı, yansız/tarafsız bir duruma getirilmelidir
.
ve bir rastlantı sonucu ortaya çıkan susurluk olayı tüm bu gerçekleri gün ışığına çıkarmıştır. sosyalistlerin, devrimcilerin bugüne kadar anlatmaya çalıştıkları polis-ülkücü-mafya işbirliği kontrgerilla uygulamaları, cinayetler, yargısız infazlar ortaya dökülmüştür. kimi emniyet genel müdürlerinin ve personelinin, kimi bakanların, milletvekillerinin bu ilişkiler içinde olduğu saptanmıştır. bu açık durumlar karşısında kimi bakanlar istifa etmiş, kimi polis görevlileri tutuklanmıştır. mecliste kurulan ”refah partisi-doğruyol partisi ” ağırlıklı araştırma komisyonu, kimi üyelerin muhalefetine karşın oy çokluğuyla olayı örtbas etmeye çalışmıştır
türkiye’de devrimciler, sosyalistler, çağcıl bir toplumsal düzenden yana olan aydınlar öteden beri bu gerçekleri yazmışlar, açıklamışlar, savunmalarında dile getirmişlerdir.
sistematik olarak uygulanan işkenceleri, kontrgerilla uygulamalarını, faili meçhul cinayetleri, yargısız infazları, kayıpları, faşist saldırıları, cinayetleri, toplu ölümleri, yargının bağımlılığını, kimi emniyet birimlerince desteklenen ülkü ocaklarının saldırı ve cinayetlerini, bu eylemlerdeki polis ve ülkücü işbirliğini kamuoyuna duyurmaya çalışmışlardır .
emniyet örgütü, halkın güvenliği yerine, siyasal iktidarı elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını en kaba biçimde koruyan bir yapılanma içine sokulmuştur. devlet kadrolarında kutsal devlet anlayışı egemendir. buna göre devlet her zaman haklıdır. devlet insan için değil; insan devlet için vardır
sağcı siyasal iktidarların kurdukları yönetim mekanizmaları artık kokuşmuştur. burjuva devletinin kuralları bile bir kenara itilmiştir
..
bugün anayasada yazılı hukuk devleti ilkesi kağıt üstündedir. demokrasinin hukuk sözlüğündeki karşılığı hukuk devletidir. ama günümüzde türkiye’de polis devletinin bütün özellikleri yaşanmaktadır
devlet biçimi ve yargılama hukuku açısından insanlık tarihi başlıca üç aşamadan geçti:
”polis devleti, yasa devleti ve hukuk devleti ”
insanlığın ”ilkel ” dönemlerinde uygulanan polis devleti, keyfi devlettir. yasama, yürütme ve yargı erkleri tek elde toplanmıştır. siyasal güç, emirleri, fermanları verir, uygular ve yargı yetkisini de elinde bulundurur.
yasa devletinde yasalar vardır. bu yasalar egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda oluşturulmuşlardır. bunlar baskı yasalarıdır. yönetilenlerin ve emekçi halk yığınlarının hak ve özgürlükleri bir kenara itilmiştir. halk teb’adır.
bu baskıcı devlet biçimlerine karşı işçi sınıfları ve emekçi halk kitleleri tarih boyunca savaşım vermişler, çoğu kez kanlı bu savaşımlar sonunda, günümüzde insan hakları olarak anayasalarda yer alan hak ve özgürlükleri kazanmışlardır. böylece dünya işçi ve emekçi sınıflarının kanlı savaşımları sonunda ”hukuk devleti ” denilen ve insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir devlet biçimi ortaya çıkmış ve uluslararası belgelerde yer almıştır
.metin göktepe, sadece bir gazeteci değil, gazeteciliğin doğru ve gerçeği yansıtmak olduğunu fark eden yeni ve genç gazeteci kuşağının simgesidir
metin göktepe, başka gazetecilerin de içinde bulunduğu pek çok kişinin gözleri önünde bir grup polis tarafından dövülerek öldürüldü. emniyetin üst düzey görevlileri, ne olup bittiğini bildikleri hâlde olayı örtbas etmeye çalıştılar
”metin, sosyalizmi göremeden aramızdan ayrıldı. belki bu salondakiler de sosyalizmi göremeyecek. ama sosyalizm bu salonda toplananları ve metin’i mutlaka görecektir ”
”ölü mü yaralı mı kavrayamıyorum. gazeteciler cemiyeti’ne kadar yürüyerek geldik. hâlâ hiçbir şey anlamıyorum. tâ ki metin’in, altında ”bu yürek susmayacak ” yazan resmini görene kadar. ahmet şık’ın elinde. işte o zaman metin’in gerçekten aramızdan ayrıldığını anladım ”
(ablası meryem göktepe)
”geleneksel solcu tipinin kendini içine soktuğu davranış kalıbının dışında biriydi metin. yani özel bir kıyafet, birtakım jestler, geri bilinçli öğrenciye karşı küçümseme gibi özellikleri/tavırları yoktu
murtaza kaya henüz yirmili yaşlarının başındaydı. ve bir gece, küçükçekmece kanarya’da bildiri dağıtırken polis tarafından kurşunlanarak katledildi.
engin egeli onbinlerce işçinin çalıştığı merter’de bildiri dağıtırken, tıpkı murtaza gibi kurşunladı .
.
. ”hepimiz duyarlıyız, zaten bir şeyler yapıyoruz. ama bunu örgütlü şekilde yapmalıyız ” .
12 eylül yılları boyunca, toplumdaki tüm gelişme dinamikleri, süngü altında bastırılmış, işçi ve emekçilerdeki içten içe kaynama, ancak 80’li yılların ikinci yarısında homurtuya ve eyleme dönüşmüştü. işçiler, güdük, budanmış sendikal mevzuata bakmadan/aldırmadan birbiri ardı sıra grevlere giriştiler.
fitilini, toplu sözleşmelerdeki sorunların ateşlediği 1989 bahar eylemleri, işçi hareketinin 1980’den sonraki ilk doruğu oldu
. ”artık devrimci düşüncelere ilgi duyduğumuz dönemler. metin ve azizle birlikte kitap okuyoruz akşamları. ben okuyorum, onlar dinliyor. bu okumalarla ilgili çok net hatırladığım bir olay var:
ibrahim kaypakkaya’nın hayatını ve mücadelesini anlatan bir kitap okumuştum. metin, dinlerken çok etkilenmiş ve ağlamıştı ” .
.
. ”12 eylül’den önceki son aylardı. mahallede askerlerle mhp’liler arasında yanlışlıkla çatışma çıkmıştı. esenler’de yurtsever devrimciler derneği yazılama yapmıştı. mhp’liler de yazıyı yazanlara diş biliyordu. bir yandan yurtsever devrimcileri arıyorlar, bir yandan da yazıları siliyorlardı. askerler bunları yazıyı yazanlar sanıp ateş ediyor. gece karanlığında çatışma çıkıyor. sabah durumu öğrendiğimizde metin gülmekten ölüyor;
”yazıyı yazanlarla askerler değil de; yazıyı silenlerle askerler çatışmış ” .
.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
”metin 12 eylül öncesinde küçük bir çocuktu. ben, yurtsever devrimci gençlik üyesiydim. gazete satışına çıkardık. metin de gelirdi benimle. gösterilere katılırdı bizimle. bu dönem, metin’in şekillenişinde önemli bir rol oynadı ” .
.
meyrik .
(mayrig, ermenice anne anlamında)
”metin bana abla demezdi, hattâ daha önceleri ”meyrik ” derdi ”
”sabah çok erken kalktım. bir arkadaşla buluşacaktım. metin ve bizimkiler de o gün aynı saatlerde köyden geldiler. annem, aziz, metin ve babam.
o gün hem arkadaşımı görmek istiyorum hem de bizimkilerden de ayrı durmak istemiyorum. en iyisi dedim metin’i beraber götüreyim. arkadaşımla kahvede buluşacağız.
oturduk çay içiyoruz. polis bastı orayı ve beni aldılar arabaya attılar. metin’i bıraktılar. çocuk köyden yeni geldi hiçbir şey bilmiyor dedim, onu da alın. çok ısrar ettim ama almadılar.
işte o istanbul’a geldiği ilk gün polisle böyle tanışmıştı, son nefesini de polis dayağı sonucu verdi ” .
istanbul, 11 yaşındaki bir çocuğun dünyasında kartpostallarda gördüğü ve gelenlerin anlattığı bir masal kentidir. tedirgin bir sevinçtir istanbul. ve metin 11 yaşında istanbul’a gelir
.
”babamın bir kirvesi varmış, çocuğu olmuyormuş. evlatlık edinmek istemiş metin’i. ben, annemle babamın tartışmalarını dinliyorum. annem, vermem çocuğu diyor. ama babam, ”verelim ” diyor. ”ne olacak, 8 tane çocuğumuz var, onlar da seviyorlar metin’i ”
öylesine garip duygular ve acılar hissediyorum ki, metin bizden ayrılacak diye. annem diretiyor, vermiyor metin’i
.
”metin köyde büyüdü. köyü biliyorsunuz, doktor yok bir şey yok. ben tarlada çalışırdım. metin’i de sırtlar götürürdüm yanımda. ben çalışırken onu ağacın gölgesine yatırırdım. bazen de ablası gülsüm bakardı ”
.
saçları gümüş aklığında, yüzünde ıstırabın derinleştirdiği çizgiler bulunan bir kadın, bir bebek doğurdu. tarih 1968 yılının 10 nisanıydı. esmer tenli bu bebek, metin göktepe’ydi
.
Metin Göktepe’nin ölümünden sonra bir şey öne çıktı, bugüne kadar özgürlük kavramını basınla birlikte pek kullanmayan emekçiler bu süreçte basın özgürlüğü gibi bir talebin emekle ilişkisini fark edip ısrarcı oldular.
metin göktepe öldürülmeden önce basın camiasında gelişen muhabirler arasındaki dayanışma ruhu onun ölümünden sonraki süreçte alınan aktif tutumlarla sürdürüldü.
bir keresinde de irfan ağdaş’ın cenaze töreninde yanımızda kemal vardı. ondaki evrensel gazetesi kartını görünce polis gözaltına almak istedi. kanal 6’dan baki isminde kameraman bir arkadaş gelip müdahale etti.
”bu arkadaşlar gazetecidir, gazetecilerin çalışmasını engelleyemezsiniz ” diye polislere çıkıştı.
kemal’i gözaltına alamadılar!
.
polis, cumartesi anneleri’nin eylemine saldırıya başlayıp galatasaray lisesi’nin önüne gelenleri gözaltına almaya başladığında, annelerin yapamadığı oturma eylemini gazeteciler yaptı
cinayet o kadar pervasızca işlenmişti ki, sonradan üzerini örtmek için yapılan manevralar komik duruma düşürmüştü yetkilileri.
”sandalyeden düştü ”, ”duvardan düştü ” gibi safsatalar çuvala sığmayan mızrağı daha görünür kılmak dışında bir sonuç vermeyince de cinayet yarım ağızla ikrar edilip başsağlığı mesajları iletildi.
sonra da açığa çıkması önlenemeyen bu tip durumlarda olduğu gibi ”münferit bir hadise ” ilan edildi. birkaç ”kendini bilmez polis ” sorumlu tutuluyordu olaydan. ama kitleler ”katil devlet ” diye haykırıyordu cenaze töreninde
devlet terörü, kontrgerilla vahşeti; yıllardır halkı tehdit eden, suskunluğa iten bütün her şeye duyulan tepkinin kesiştiği tarihsel bir andı metin’in ölümü
.
”inadına hepimiz birer metin’iz ” .
genç gazetecinin cenazesi, onbinlerce insanın katıldığı törende bu sloganla omuzlarda taşındı
metin göktepe, uğur mumcu, musa anter, namık tarancı, turan dursun ve diğerleri benzer güçler tarafından benzer amaçlarla öldürülmüştü
vahşice öldürülmüştü metin. onun, ekonomik ya da demokratik talepleri için zaman zaman başkaldıran kitlelerin sesine tuttuğu mikrofon yere düşürüldü.
oysa o mikrofonu bir de güneydoğu’ya tutmak istiyordu.
metin’in gazetecilik yaptığı konjonktür güneydoğu’da binlerce köyün yakılıp yıkılarak boşaltıldığı, onbinlerce kürt köylüsünün büyük kentlere göç ettirilerek açlığa ve işsizliğe mahkum edildiği, gıda ambargosunun uygulandığı, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, yerinde infazların, polisin, mit’in, özel tim’in, jitem’in geliştirdikleri özel yöntemlerle bölge halkının canını yaktığı ve bütün bunları aktarmak isteyen yerli ve yabancı gazetecilerin bölgeye girmelerine izin verilmediği, girmeyi göze alanların ortadan kaldırıldığı bir konjonktürdü .
.
”gittiğim her yerde dikkatimi kısa boylu, en az benim kadar esmer ve sürekli gülen bir meslektaş çekiyordu. bir süre sonra tanıştık meto’yla.
onu sadece bir kez kızdırabildim. yine bir haber öncesi bizim büroda çay içiyordu. ona fark ettirmeden, dana önce satın aldığım, ülkü ocaklarının uluyan it resmi üzerine ”tanrı türk’ü korusun ” yazan çıkartmayı montunun arkasına yapıştırdım. o şekilde çıkıp habere gitti.
biz bürodaki arkadaşlarla gülmekten yerlere yatmışken, 10 dakika sonra ”şimdi yaktım seni, halkın adaletine teslim ol ” diyerek içeri girdi ” .
.
”metin göktepe’yle bir gün arkeoloji müzesine gittik. ben arkeolojiyle ilgilenirim, onun da görmesini istiyordum.
”gel bir de buraları gör ” dedim. müzenin bahçesinde otururken ona bir öykü anlattım.
”ben aleviyim, eskiden osman adından nefret ederdim. ama mekânın kurucusu osman hamdi, bana osmanlılar arasında iyilerin de olacağını gösterdi. kendi yobazlığımı burada yendim ” dedim.
metin çok etkilendi. onunla sık sık bir araya gelip, sanattan ve başka güzel şeylerden konuşurduk. ortak sırlarımız oldu.
insanlar birbirlerine önyargıları yüzünden uzak duruyor; metin’de bu yoktu ”
”türkiye’de gazetecilik yapmak, yabancılara savaş muhabirliği gibi geliyor ”
.
bir gün metin ve arkadaşları irfan kurt, imam hantaş ve şaban dayanan, sürekli gittikleri beyoğlu mis sokak’taki kahveden çıktıklarında bir parça çerez alıp yürümeye başlamışlardı. çerez kabuklarını elinde toplayan metin, beyoğlu’nda bir çöp kutusuna boşaltmıştı avucundakileri. iki üç adım uzaklaşmışlardı ki, o çöp kutusuna konulan bir bomba, büyük bir gürültüyle patladı. bir an şok geçiren gazeteciler, makinelerini açıp fotoğraf çekmeye hazırlandıklarında bu kez ikinci bir patlama oldu. ölüm her an kapıyı çalabilecek kadar yakındı bu ülkede
.
”eşimi silâh arkadaşları öldürdü ”
.
(albay rıdvan özden’in eşi, tomris özden)
işçilerin ankara yürüyüşü sırasında polis gazetecileri tartaklarken aralarına girip fotoğraflar çekti. tercihini işçi ve emekçilerden yana yapmıştı, çünkü kendisi de oradan gelmişti .
.
göktepe, 7 haziran 1995’te yayınlanmaya başlayan evrensel gazetesi’nin hazırlık aşamalarında da bulundu. evrensel’in çıktığı ilk gün, teknik servisin önünde doğum sancılarının bitmesini bekleyen muhabirlerin arasında metin de vardı
yaşayarak öğrenen biriydi metin. her şeye çok hayret eden, etrafa gözlerini açarak hayretle bakan, meşhur ”hadi ya ” lafıyla şaşkınlığını belli eden biriydi.
bir insan hayret edebiliyorsa öğrenmeye açıktır .
.
1996’nın bir soğuk ocak gününde dövülerek öldürüldüğünde çok gençti. meslekteki geçmişi topu topu 4 yıldı. gerçek dergisi’nde çalışmaya başladığı andan itibaren omzundan hiç eksik etmediği fotoğraf makinesi ve bulduğu her belgeyi ve tuttuğu tüm notları içine tıkıştırdığı çantasıyla, nerede bir kitle gösterisi varsa orada olmuştu metin .
.
”bu dâvâyla en azından demokrasi mücadelesi içinde yargı bağımsızlığının mücadelesi veriliyor. maaşı devlet tarafından ödenen, kontrolü devlet tarafından yapılan her türlü özlük işleri devletin elinde olan bir yargı sistemi ve personeli var. burada devlet kendi kendini yargılıyor.
eğer devlet hem yargılayan hem de yargılanan tarafsa, burada bağımsızlıktan söz etmek mümkün değil. bu dâvânın doğal neticesi, devletin mahkumiyetidir ”
”buna bir ”iş kazası ” gözüyle bakamayız. bu bize türkiye’de görmemesi gerekenleri gören gazetecelerin başına neler gelebileceğini gösteren bir örnek.
biliyorsunuz, mezarlıklar daha önce, bilmemesi gerekenleri öğrenmiş meslektaşlarımızla dolu.
ama bundan ürküp gözümüzü kulağımızı kapamaya devam edersek daha çok mezarlık ziyareti yaparız ” .
(can dündar)
48 polisin yargılandığı davanın üzerinde, adalet bakanı şevket kazan’ın soluğu apaçık duyuluyordu. ne var ki mahkemenin üzerindeki gölge, sadece şevket kazan’dan ibâret değildi. mahkemede saflaşan; mevcut devletle, demokrasiydi. ikibinli yıllara çok az bir zamanın kaldığı şu günlerde demokrasi, diktatörlükle çarpışıyordu
”göktepe davası tarihe mâl olacak ve tüm polis kurumu ile bunun hizmet ettiği devlet mekanizması, bütün bir sistem gözler önüne serilecek.
bu sistemin, esas itibariyle kendi koyduğu kuralları bile tanımayan bir terör organizması olduğu, insan haklarını tanımaz bir düzen olduğu görülecek ”
bu davayı yalnızca metin göktepe’nin katillerinin ortaya çıkarılmasıyla sınırlı görmüyoruz; çünkü bence bu cinayet zaten aydınlanmış durumda. devletin pervasızlığının, devletin ve polislerin istediğimizi yapabiliriz konusundaki küstahlığının sorgulanması doğrultusunda çaba sarf ediyoruz
yeni işbaşına geçmiş olan meral akşener’in bu göreve iade kararı kamuoyunun yoğun tepkisiyle karşılaşınca polisler 14 ocak 1997’de yeniden görevden alındılar
aydın’daki duruşmaya sanık polisler yine gelmemişti. yargılama aşaması başlamasına rağmen ifadeleri de bir türlü alınmamıştı. yazışmalar mahkemeler arasında gidip geliyor, ama polislerin ifadesi hâlâ alınamıyordu.
dahası, haklarında sürdürülen disiplin soruşturması üzerine açığa alınan ve 12 ay kıdem durdurma cezası verilen 11 polis memuru, içişleri bakanı ”meral akşener ” tarafından görevlerine iade edildi
aydın’da 18 ekim’de yapılan duruşmayı izlemeye gelenlerin ve müdahil avukatların sayısı o kadar çoktu ki salon yetersiz kalmıştı
cürüm
(kusur, hata ya da suç anlamında)
içişleri bakanı teoman ünüsan, istanbul emniyet müdürü orhan taşanlar, yardımcısı kelam bayrak, ve eyüp kapalı spor salonu’ndaki polisler hakkında,
kasten adam öldürmek, cürüm işlemek için memuriyetlerini kullanmak, cürüm işleyenleri saklamak, suç işlemeye tahrik, iş ve çalışma özgürlüğünü tahdit, kişi özgürlüğünden mahrum etmek ve memuriyet ve mevki nüfuzunu suistimal etmek suçlarından suç duyurusunda bulunuldu
”kamu görevlileriyle ilgili olarak suçlamalarda ”memurin muhakematı kanunu ” denilen kanunun, suçlu olan kamu görevlilerini korumaktan ya da asıl sorumlu olan kamu görevlilerini yargı önünden kaçırmaktan başka bir işe yaramadığının, bu yasanın ancak siyasal iktidarın bu amaçlarla kullandığı bir yasa olduğunun ortaya çıkmasına neden oldu metin göktepe davası ”
”memurin muhakematı kanunu ”yla çeşitli işkence davalarında karşılaşıyorduk. polisler herhangi bir suç işlediklerinde bunlar idari görev sırasında suç işlediler diye önce kendi idari birimlerinde soruşturma yapılıyor. bu soruşturma genellikle çok uzun sürdürülüyor.
bu kanun, eski bir kanun, 1913 yılında osmanlılar zamanında çıkmış. mantığı da, padişahın memurlarını korumak.
memurlar, padişahın iradesini temsil ettikleri için kolay kolay hesap sorulamıyor. bu kanun aslında geçici olarak çıkarılmış ama 80 yıldır yürürlükte
avukat enver akan’ın da bulunduğu otopsi sonrasında hazırlanan tutanakta,
”vücudunda çok sayıda künt travmatik lezyonlar ve bir adet kaburga kırığı bulunan kişide ölümün künt travmasına bağlı subaraknoidal beyin kanaması ve doku içi kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ”
ifadesi yer alıyordu. rapor ve tanıkların ifadeleri metin göktepe cinayetinin nasıl işlendiğini kanıtlar mahiyetteydi
davada beni çarpan ilk şey, işkenceci necdet küçüktaşkıner’in bu duruşmada avukat olarak bulunmasıydı. cinayet sanığı polislerin avukatları da kendilerine benziyordu
.
insan duruşmayı izlerken, kendisini latin amerika üzerine çekilmiş bir filmde hissediyor, cezaevinde ölen insanları izlerken stadyumda katledilmiş bir gazeteci, onun gözü yaşlı ailesi, bir avukatlar ordusu,
”vatan millet ” adına işkenceyi savunan avukatlar,
bir spor salonu dolusu izleyici, boş sanık sıralarını ”korumaya çalışan ” askerler, çaresiz bir direnişle meslektaşlarının davasını takip etmeye çabalayan gazeteciler.
”insan yaşadığı çağdan utanç duyuyor ”
.
ama salonda biri daha var. acısını içine akıtıp, bir süre önce geçirdiği trafik kazasından yeni ayağa kalkmışken oğlunu öldürenlerin yakasına yapışmak için afyon’a koşan bir kadın:
”fadime göktepe ”
avukatlardan ahmet ülger ise kanal d’de yayınlanan fatma girik’in sunduğu ”söz fato’da ” adlı programda,
”mahkemeyi bağladık ”
derken gizli kameraya yakalandı
duruşmayı izleyen gazetecilerin bazıları, yıllar önce, şimdi bu avukat cübbesiyle karşılarına çıkmış olan işkencecinin tezgahından geçmiş olduklarından onu hemen tanıyorlar.
”küçüktaşkıner’in mit mensubu olduğu, 1 mayıs 1977 katliamında da rol oynadığı ve bunun için devletten o zaman 8,5 milyon lira ödenek aldığı, tuzla’da yargısız infaz yapan polislerin ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan hüseyin baybaşin’in avukatlığını yaptığı, kendisinin de uyuşturucu kaçakçılığı işinin içinde olduğu öne sürülüyor ”
işkenceci polisler, kendileri gibi bir işkenceci olan avukat ”necdet küçüktaşkıner ” ve av. ahmer ülger ile av. ömer yeşilyurt tarafından savunuluyor
duruşmayı izlemek için gelenler, kaldıkları otellerden spor salonuna kadar şu sloganla yürüdüler:
”metin’ler burada, katiller nerede? ”
duruşmayı 200’e yakın yerli ve yabancı basın mensubu, bazı chp’li milletvekilleri, avrupa parlamentosu üyeleri, türkiye gazeteciler cemiyeti, ihd başaknı akın birdal, emek partisi genel başkanı levent tüzel, il başkanı kılınçarslan, il üyeleri ile birlikte 3000’e yakın kişi izliyor.
birçok sendika ve parti temsilcileri de duruşma için spor salonunda hazırdırlar. oral çalışlar, ragıp duran, nevzat alpman, ipek çalışlar, yazgülü aldoğan, zeynep oral, ali sirmen, nail güreli, nadire mater de duruşmayı izleyen gazeteciler arasında
(ayfon kapalı spor salonu)
kimilerinin, hitler faşizminin yenilgiye uğramasından sonra nazi suçlularının yargılandığı nürnberg mahkemelerine benzettiği bu davanın seyri, türkiye halkı için çok önemli. çünkü demokrasi, burada hesaplaşıyor zorbalıkla
stadyumlar ve spor salonları latin amerika ülkeleri ve türkiye gibi ülkeler için aynı zamanda birer politik hesaplaşma niteliğinde. baskı ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde, rejim muhaliflerinin kitlesel olarak gözaltına alındığı, kaybedildiği, katledildiği stadyumlar, masum birer spor yuvası değil artık
(afyon kapalı spor salonu, 6 şubat 1997)
aradan kısa süre sonra öldü sanılan polis coşkun öztürk’ün ölmediği ortaya çıkınca çevik polis’in telsiz eylemleri de son buldu
polis selahiyetleri yasası, terörle mücadele gibi yasalarla inanılmaz yetkiler tanınarak polise suç işleme hürriyeti verilmişti. polis hiçbir işkenceden, kötü muameleden, yolsuzluktan veya terörden sorumlu tutulmuyor, bütün bunları pervasızca uygulayabiliyordu
polis, ”devletin bekası ”nı garanti altına aldığı her ”eylemi ”nden sonra yürüyüş yaparak moral tazeler. ve ”kahrolsun insan hakları ” sloganı attığı da olurdu
ifadelerin alınışı sırasında polis teşkilatında ilginç bir tablo çıktı ortaya:
”sanık polisler ifadeleri alınırken kendilerine işkence yapıldığını iddia ettiler ”
ilçe emniyet müdürü, amirleri makamına çağırdı. makamına adnan oran, derviş ince, şükrem aras ve beni de çağırdı. bizlere hitaben:
”metin göktepe isminin bulunmadığı salıverme tutanağı hazırlansın ve onu herkes imzalasın. sorumluluklar bana ait ”
dedi
sonraki saatlerde polisler cinayetin izlerinin örtülmesi için çalışır. gazetecinin öldüğü anlaşıldıktan sonra eyüp ilçe emniyet müdürü m. ali aydın aydemir, gözaltına alınanların kimliklerinin konulduğu kutudan metin göktepe’nin kimliğini çıkartır. ondan sonra da içinde metin göktepe’nin adının yer almadığı salıverme tutanağının hazırlanmasına geçilir
daha sonra salona geçip amirimiz battal köse’yi aradım. kendisine, ”daha önce görmüş olduğumuz şahıs masör odasında, durumu biraz ciddi ne yapalım? ” dedim.
emniyet amiri,
”hangi birini hastaneye götüreceğiz ” dedi
emniyet amirimiz korkmaz, otobüsten indirilen vatandaşların ayrılması sırasında vatandaşlara hitaben:
”orospular bu taraftan, pezevenkler bu taraftan ”
şeklinde söz sarfetti
”dört kişi, yerde yatan kişiyi yerinden kaldırarak dışarı çıkarttılar. şahsın sağlık durumunun takibiyle görevlendirdiğim ”tuncay uzun ve fikret kayacan ” ben orada bulunduğum süre içinde bana, şahsın hastaneye götürülmesi konusunda teklifte bulunmadılar ”