İçeriğe geç

Meşhurların Son Anları Kitap Alıntıları – Burhan Bozgeyik

Burhan Bozgeyik kitaplarından Meşhurların Son Anları kitap alıntıları sizlerle…

Meşhurların Son Anları Kitap Alıntıları

Hz. Abdullah B. Ömer(ra) duası :Ya Rabbi! Ben hiçbir dünyevi mevki ve makama takip değilim. Beni Cennete layık amel işlemedikçe huzuruna alma!
Hz. Osman (ra) ‘ın Şehid edilirken kan damlaları okuduğu kur’ an-ı kerim’e de damlamıştı. Damlalar, ALLAH SANA KAFİDİR ! ayeti üzerine düşmüştü.
İsyancılar Osman ‘ın hilafet makamını terketmesini istiyoruz! demeye başlamışlardı.
Hz. Osman (ra) isyancıların bu sözlerini işitince Peygamber Efendimizin şu Hadis-i şerifini hatırladı : Ey Osman! Sen, benden sonra hilafete getirileceksin, ve münafıklar da onu terk etmeyi senden isteyeceklerdir. Onu terk etme ;o gün oruç tut ve yanımda iftar et!
Hz.Ebubekir (ra) vefat etmeden nasihatı: Yakında size pek ziyade rızık kapıları açılacak. Bir kaç günlük ömre aldanıp da yarın huzur-i Bari’de mahçup olmayınız.
Ebu Süfyan b. Haris, Bedir harbinde olup bitenleri hülasa olarak anlattı :Vallahi, biz, o cemaatle karşılaşınca, bozguna uğradık. Onlar da kimimizi öldürdüler, kimimizi de esir ettiler. Fakat, ben halkı kınamam ve ayıplamam. Zira, kır atlara binmiş, ak benizli bir alaya süvari ile karşılaştık ki, onlara karşı koymak mümkün değildi.
 O, burada mı?
– Evet. a, şimdi buradaydı. Gitmiş..
İşte! İnsan ömrünün özeti olan iki cümle.
Kim olursan ol, nasıl yaşarsan yaşa ve ne yaparsan yap, senden geriye kalan replikler şunlar olacak;
– Daha düne kadar aramızdaydı.
– Daha geçen hafta konuşmuştuk.
– Daha demin gülmüştü.

İnsan dünden ibaret, Hayatsa ölümden

Şöhret bir afetti, yakıcı bir ateşti.
Bir insanın değerinin bilinmesi için ölmesi mi gerekiyor?
Manço’nun şu sözleri herkesin kulağında çınlamalıydı:
”Unutma ki dünya fani
Veren Allah, alır canı ”
Kabre konulduktan sonra ”geçer akçe ” sadece ve sadece insanın amelleriydi. Orada ”kurtarıcı ” yalnızca ”Allah’ın rızasına uygun ” davranışlardı.
İstese kukla haline gelen senatoyu da kaldırabilirdi. Fakat senatoyu bir kukla olarak kullanmak onun en büyük zevkiydi.
Bu dünya, Kainatın Sahibi olan Allah’ın bir misafirhanesidir.
Sabah namazını kıldiktan sonra, yakınlarına seslenerek kefenini istedi. (Kefenini çok önceden hazırlatmıştı)
Yakınlarışaşırtmıştı.
O zamana kadar, Hüccetü l-islâm hiç böyle bir talepte bulunmamıştı.
Bir hikmete binaen söylediğini anlayarak derhal getirdiler.
İmam-ı Gazali, kefeni aldıktan sonra öpüp başına koydu.
Yüzüne gözüne sürdü.
Daha sonra şöyle dedi:
Ey benim Rabbim ve Mâlikim, emrin başım, gözüm üstüne!
Bu sözleri işiten yakınları, talebeleri bu büyük âlimin
dünyaya vedâ edeceğini hissederek böyle dediğini anlayıp gözyaşı dökmeğe başladılar.
İmam-ı Gazali ise elinde kefen kıbleye döndü.
Âyet-i kerimeler okudu, tekbir getirdi, kelime-i tevhîdi devamlı sûrette tekrarlamağa başladı.
Daha sonra secdeye varircasına yüzü koyun uzandı. Yakınları, bir müddet beklediler, bir hareket göremeyince tutup kaldırdılar.
Büyük âlimin Ruhunu Rahman’a teslim
etmiş olduğunu görerek ağlaşmağa başladılar.
Dilinde Lâtzullah ile Bekâ âlemine göçen İmam-ı Gazali, geride kendini ebediyyen unutturmayacak beşyüzden fazla eser bırakmıştı.
Cenab-ı Hak, Ebrehe’nin askerlerini Ebabil kuşları
vasıtasıyla telef ettikten sonra, bir sel gönderdi.
Sel, Habeşlilerin cesetlerini sürükleyip götürdü, denize döktü.
Cenab-ı Hak, Fil súresinde bu hádiseyi söylece haber
vermektedir:

(Ey Resûlüm, Kâbe’yi tahrib etmek isteyen) Ashâb-ı
File (Fillerle techiz edilmiş Ebrehe ordusuna) Rabbinin
ettiğini görmedin mi?

Onların kötü niyet ve teşebbüslerini boşa çıkarmadı
mi?

Üzerlerine sürü sürü kuşlar salıverdi,

Onlara ‘siccil’den (pişmiş çamurdan) taşlar atıyorlardı.

Derken Rabbin, onları (kurtlar tarafindan kemirilip
doğranan) yenik ekin yaprakları haline getirdi.

Ne mutlu, “Her nefis ölümü tadacaktır.” gerçeğini her an gözünün önünde bulunduranlara.
Mutlak acz, mutlak fakr içerisinde bulunduklarını anlayıp şevkle Allah’a yönelenlere
Öyle dehşetli bir zamanda yaşamaktayız ki, “gaflet” mü’minlerin de her yanını, bütün hislerini sarabilmekte.
Çoğu zaman “ölüm gerçeğini” unutturabilmekte. Halbuki her gün yüzlerce, binlerce, onbinlerce vefat hâdisesi olmakta.
Bu gerçeği bilmesine, gözüyle görmesine rağmen, yine de “ölümden sonraki hayat” için hazırlık yapmakta ihmalkâr davranabilmekte.
Her ne hikmetse insanoğlu, çoğu defa bir meşhurun ölümü üzerine sanki bir şoka girmekte.
İğneyle dürtülmüşçesine bir an için uyanıvermekte. “Ölüm varmışl!” diye düşünüvermekte.
Mü’min, Bu dünyayı ebedî âlemin tezgahı olarak görür. Kendisinin o ebedî âleme dâvetli olduğunu unutmaz. “Bu dünya, Kâinatın Sahibi olan Allah’ın bir misafirhanesidir.
Kerim bir Zâta misafiriz.
O bizi ebedî âleme dâvet etmiş.
Öyleyse ölüme üzülmek yersizdir.
Yapacağımız iş, bu ‘dünya sarayının’ sahibinin emri istikametinde hareket edip O’nu râzı etmek ve buradan çok daha güzel ve hiç ölünmeyecek mekâna kavuşlmayı hak etmektir” der.
Musibetleri, belâları, saçındaki beyazlıkları bir “îkaz” olarak görür.
Bütün belâ ve musibetlerin ana menbâ-ı zamandır Zaman durmayınca, durdurulamayınca ölüm gelecektir.
Bu, iki kere iki dört eder derecesinde bir hakikattır. Durmayan, durdurulamayan zaman, insanı öldürdüğü gibi, âlemi de öldürecektir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Zira o yalnızca klasik bir siyasî parti lideri değildi. Aynı zamanda yirminci yüzyılda eşine ender rastlanan bir teşkilatçıydı. Rahle-i tedrisinden geçen yüzlerce isim belediye başkanı, üst seviyede bürokrat, milletvekili olmuştu. İçlerinde; başbakan, meclis başkanı hatta cumhurbaşkanı olanlar bile vardı.
Meşhur hikayedir; adamın biri psikoloğa gitmiş, derdini anlatmış. Kendini çok yalnız ve mutsuz hissettiğini söylemiş. Doktor da derdine çare babından şöyle demiş: Şehrimizde bir sirk var. Oraya git. Oradaki palyaçoyu seyret. Onu seyreden herkes mutlu oluyor, kahkahadan kırılıyor. Adam cevap vermiş: Doktor, işte o palyaço benim!
Ben sonsuzluğu düşünüyorum.
Ey sonsuzluğun sahibi, Sana ulaşmak istiyorum.
Durun, kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk; üşüyorum
Unutma ki dünya fani/ Veren Allah alır canı/ Ben nasıl unuturum seni/ Can bedenden çıkmayınca
Kılık-kıyafetiyle farklı olduğu gibi, okuduğu parçaların sözleriyle de ‘farklı’ biriydi. O sanki, hürriyetin mumla arandığı bir dönemde ‘Arkadaşım eşek’ diyordu. ‘Domates, biber, patlıcan!’ diyordu. (Ama hiç hıyarlardan bahsetmiyordu) ‘Oku bakim!’ diyordu ve dinleyicilere ‘A-yı!’ kelimesini okutturuyordu. Tabii ayının veya ayıların kim veya kimler olduğunu söylemiyordu. ‘İşte hendek işte deve’ diyerek zorluklara işaret ediyordu. ‘Sarı Çizmeli Mehmed Ağa bir gün sorar hesabı’ diyerek, yiyenlere, soyanlara, yiyip soyup tüyenlere mesaj yolluyordu.
Çevirdiği filmler defalarca ilgiyle seyredilen Kemal Sunal’ın hayatı da tıpkı çevirdiği ‘filmler gibiydi’ Hani bazıları, ‘hayatım roman’ derler ya Sunal’ın da hayatı ‘film’ di.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Vehbi Koç, ‘anadan doğma zengin’ değildi. İş hayatına babasının yanında ‘bakkal çırağı’ olarak atılmıştı. Ancak fırsatları iyi değerlendirmesini bilmişti.
Görünüş itibariyle zayıf, çelimsiz bir yapıya sahipti. Fakat dâvâsına candan inandığı için İngiltere’nin orduları, zırhlıları, topları; yanında güçsüz kalıyordu.
Kanûnî geri dönmemiş, bu dünya misafirhânesinden ayrılmıştı. Fakat o yaptığı hizmetlerle ebediyen hayırla yâdedilecek, hiçbir zaman unutulmayacaktı.
Geride, 14.893.000 kilometre kare toprak bırakan ve devleti ihtişamın zirvesine çıkaran bu idarecinin unutulması mümkün müydü?..
Selâhaddin Eyyûbî toprağa verilirken, kumandanlarından Mahmud Han elinde tuttuğu bir kılıcı havaya kaldırarak şöyle diyordu:
‘Ey cemaat-i Müslimîn! İşte hükümdarımızın bütün serveti bu kılıçtan ibarettir.’
Ülkeler fetheden koca hükümdar dünyaya aslâ iltifat etmemiş, varını yoğunu hizmet için harcamış, bu dünyadan ayrılırken üzerine yalnızca kefenini geçirmiş, geride kılıcından başka bir şey bırakmamıştı
İskender’in şehirde gururla dolaştığı zamanlarda Diyojen gündüz gözüne elinde fenerle dolaşıyor ve bunun hikmetini soranlara, ‘Adam arıyorum, adam!’ cevabını veriyordu.
İnsanoğlu, ‘en güzel surette’ yaratılmış olan mahlûk
İskender’in şehirde gururla dolaştığı zamanlarda Diyojen gündüz gözüne elinde fenerle dolaşıyor ve bunun hikmetini soranlara, adam arıyorum, adam! cevabını veriyordu.
bana bir destek noktası gösterin, dünyayı yerinden oynatayım.
Bana dünyada emin ol, ne yer kaldı, ne de yâr;
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyâr.
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder?
-Mehmed Âkif
Bu dünyadan; bu dünyayı ‘misafirhane’ bilenler de göçtü,
kendilerini bu dünyanın hakimi bilip, daimi kalacakmış gibi davrananlar da
Bu dünyayı ‘imtihan yeri’ bilip ona göre tedarik görenler de göçtü, ‘ebedi saadet’ davetini reddedip, hırsına, gururuna, enaniyetine kapılanlar da
Öldükten sonra, kabrimizi toprakta aramayın! Bizim mezarımız, âriflerin sineleridir!
Asıl adı Aleksey Moksimoviç Peşkov olan Maksim Gorki, yazılarında Rusça’da aç mânâsına gelen Gorkiy adını kullanmıştı.
Karımdan, dostlarımdan son dileğim diye başlayan vasiyyetinde ; Ölümümde ne resmi, ne de dini merasim isterim. Hastaneye kaldırılacak cesedimin doğrudan doğruya mezarlığa nakli! demekteydi .Ölümü duyulmasına rağmen, onun romanlarını okuyanlardan hiç kimse cenazesine gitmemişti
Yakup Kadri, Yaban ındaki gibi, yıllardır kitabını satın alanlara bile yaban kalmıştı
30 Nisan 1945. Hitler’in metresi Eva Braun ile birlikte kaldığı daireden iki el silah sesi duyulunca hizmetçiler telaşla koştular. Odaya girdiklerinde Hitler ile metresini cansız yerde yatarken bulurlar. Şakaklarından sızan kanlar halıda göllenmiştir. Hitler ilk önce metresine ateş etmiş, onu öldürdükten sonra, tabancayı beynine dayayarak tetiği çekmiştir. Dinmek bilmeyen bir hırsa sahip Hitler’in sonunu noktalayan tabanca hemen yanı başında durmaktadır Vasiyeti gereğince Hitler’in ve metresinin cesetleri yakılmıştır. Kemikleri bile kalmamıştır.
Uzun görüşmelerden sonra nihayet İngiltere Hindistan’a bağımsızlığını vermeyi kabul etti ve 15 Ağustos 1947’de müstakil bir devlet oldu.
Abraham Lincoln ve yanındakiler oyuna dalmışlardı. Tam o esnada John Wilkes Booth isimli aktör Lincoln’e yaklaşmış ve kaşla göz arasında ceketinin cebinden tabancasını çıkarmıştı
Sultan Abdulaziz’e kin besleyen Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Hayrullah Efendi ve Midhat Paşa uzun zaman baş başa vererek iktidar değişikliğinin planlarını hazırlamışlardı.
Bir gün mürettip hatasından bahis açılınca Abdullah Cevdet şöyle demişti :

Bak şu başıma gelen mürettip hatasına. Ben bu milletin ÖKSÜZÜYÜM diye yazmıştım; ÖKÜZÜYÜM diye çıkmış

Süleyman Nazif’in cevabı ise şöyleydi:

Ayol buna hata-yı mürettip değil, savab-ı mürettip denir.

Sezar dizlerinin üstüne çökmüştü. Tam o esnada vücuduna inmek üzere kalkan hançerin sahibini gördü. Bu gayrimeşru çocuğu Brütüs’tü. Gayrimeşru muhabbetin cezasını bu dünyada iken görüyordu. Sezar gayri meşru oğlunun kendisini hançerleyenler arasında olduğunu görünce, inledi. Sen de mi Brütüs? Brütüs onu duymamıştı bile. Ve hançerini hınçla indirmişti.
Sırp Çetnikler sadece Srebranica’da bir günde 16 bin Müslümanı katletmişlerdi. Bu şekilde üç senede 200 bin Müslüman katledilecekti.
Dudayev, mücahidlere karşı çok şefkatli bir komutan, ülkesinin geleceğini hesap ederek tedbirler alan müdebbir bir idareciydi. O savaş yıllarında dahi çok sayıda Çeçen gencini muhtelif İslâm ülkelerine göndererek oralarda
ilim tahsil etmelerini sağlamış ve onları savaş için geri çağırmamıştı. Savaş için çağırdığı bir tek genç vardı: Oğlu
İsviçre’de tahsil yapan oğlunu çağırarak cepheye göndermiş, bu yiğit oğlu kendisinden kısa müddet önce cephede şehid düşmüştü.
Aziz Nesin, 23. Tümen İstihkâm Bölüğü Komutanı iken, “İzinli erlerin istihkaklarını zimmetine geçirmekten” 3 ay 10 gün hapse mahkum edilmiş ve ordudan atılmıştı.
ANAP’ın 1988’deki kongresinde Özal’a suikast düzenlendi. Kartal Demirağ isimli bir şahıs Özal’a ateş etti. Silahtan çıkan kurşundan biri Özal’ın parmağını yaraladı. Ortalık yatıştıktan sonra kürsüye gelen Özal, “Bu canı Allah verdi ancak yine O alır. Benim hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkum yok diyordu.
Gazeteci-yazar Uğur Mumcu eşi ve çocuğuyla birlikte hasta ziyaretine
gitmek üzere evinden çıkmıştı. Mumcu eşine, “Sen burada bekle!” dedi. Âdetiydi. Her zaman öyle yapardı. Önce arabaya kendisi biner, arabayı çalıştırır, daha
sonra eşini ve çocuklarını bindirirdi.
Politbüro nazarında Gorki gibi birisinin susması da suçtu. Hem de büyük suç. Onun bu suskunluğu “rejime muhalefet” olarak telakki ediliyordu. Gorki ya Sovyet rejimini övmeli, ya da ebediyyen susmalıydı.
Kanunî geri dönmemiş, bu dünya misafirhânesinden ayrılmıştı. Fakat o yaptığı hizmetlerle ebediyyen hayırla
yâdedilecek, hiç bir zaman unutulmayacaktı. Geride, 14.893.000 kilometre kare toprak bırakan ve
devleti ihtişamın zirvesine çıkaran bu idarecinin unutulması mümkün müydü?..
Papa, daha sonraları kendisine kardinallik, papalık teklif etmiş, Hıristiyan olmasını istemişti. Cem Sultan:
“Kardinallik, papalık değil, bütün yeryüzünün servet ve saltanatını verseniz, ben yine dinimden dönmem!” diye gürlemişti.
Sezar dizlerinin üstüne çökmüştü. Tam o esnada vücuduna inmek üzere kalkan hançerin sahibini gördü. Bu gayrimeşru çocuğu Brütüs’tü. Gayri meşru muhabbetin cezasını bu dünyada iken görüyordu. Sezar gayri meşru oğlunun kendisini hançerleyenler arasında olduğunu görünce, inledi. Sen de mi Brütüs? Brütüs onu duymamıştı bile. Ve hançerini hınçla indirmişti.
îlahlık dâvâsı güden Nemrut, bir sinek yüzünden ne hallere düşmüştü.
Bana bir destek noktası gösterin,dünyayı yerinden oynatayım.
-Arşimed-
Peygamber efendimiz (asm) gerçek hayat ahiret hayatıdır buyurmaktaydı
Bu Dünya hayatı ise bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildi.
Cem Karaca eşine sürekli olarak, ‘Son kullanım tarihi gelince her şey bahane’ deyip dururdu.
Yaser Arafat ölümünden bir müddet önce devrin KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a, ‘Benim gömülecek toprağım yok. Senin Türkiye’n, devletin var’ demişti. Bu bir hasretin ifadesiydi.Kendi topraklarının işgalden kurtulduğunu göremeden dünyaya veda etmişti.
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Yunus Emre
Milyonlarca kadının benim yerimde olmak için can attıklarını biliyorum. Aslında onlar ne kadar şanslı olduklarını bilmiyorlar.
Prenses Diana
Gerçek dost bulamadım. Güldürürken ağlıyordum, farkına varmadılar. Şöhret denen canavarın pençesinde hayatımı yaşayamadım, yazık. Şöhret eşittir, yaşarken ölmek.. Yalnız yaşadım, yalnız öleceğim.
Zeki Müren
Mezarımın Mecidiyeköy Kabristanında fazla gösterişten uzak inşa edilmesini ve taşına da ‘Gerçek mutluluğu tadamadan öldü’ ibaresinin konulmasını rica ederim.
Zeki Müren
Necip Fazıl, teneşirde yıkandıktan sonra kefene sarılırken, Fahri Duran Hoca’nın hatırası: ‘Kırk yıllık imamım ben! Yüzlerce cenaze yıkadım ama, ölü gözünden yaş geldiğine ne daha önce, ne daha sonra hiç rastlamadım. Hatırlamıyorum!
Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!
Necip Fazıl
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.
Necip Fazıl- Tabut Şiiri
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu,
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bir boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.
Necip Fazıl- Tabut Şiiri
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e ‘hoş geldin!’ diyebilmekte hüner
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
Necip Fazıl
‘’Minarede ‘Ölü var!’ diye bir acı salâ
Er kişi niyetine saf saf namaz Ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan ’’
Necip Fazıl
Zulm ile âbâd olanlar er geç kahr ile berbad oluyorlardı. İlâhî kanun işlemeye devam ediyordu. İmtihan gereği, küfür devam etmekte, ama zulüm devam etmemekteydi
‘Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlayı ergeç silecektir.
Rahmetle anılmak ebediyet budur, amma
Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?’
Mehmet Akif Ersoy
Sultan Abdülaziz, zaman zaman cereyan eden hadiseleri düşünüyor ve memleketin şahsi menfaatlerini ön planda tutan kindar insanların eline geçmiş olmasından dolayı ızdırap çekiyordu.
‘Her şey takdir-i İlahi’dir.’
Kanuni Sultan Süleyman
Sultan 2.Murad’ın vasiyeti: ‘Herkesin ölümü tadacağını ve ancak celal ve ikram sahibi Allah’ın baki kalacağını bilmeğe ve Cenab-ı Allah’ın, ‘sizleri dünya hayatı mağrur etmesin, gururlanmayın, gurur Allah’a mahsustur’ sözünü mülahaza etmeğe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir