Robert Burton kitaplarından Melankolinin Anatomisi 2. Fasikül kitap alıntıları sizlerle…
Melankolinin Anatomisi 2. Fasikül Kitap Alıntıları
insan üryan doğar ve doğar doğmaz evvela bağıra çağıra ağlar, sonra kundaklanır, tıpkı bir tutsak gibi eli ayağı bağlanır, kendini kurtaramaz ve bundan dolayı hayatının sonuna dek böyle yaşamayı sürdürür
böyleleri, düşünceleri uzun vakitler muhafaza ederler, daimi ve güçlü düşüncelere dala dala onları saptırır, abartırlar ve en nihayetinde bu düşüncelerden bazıları tamamen hakiki etkiler yaratmaya başlar, melankoliye ve diğer pek çok illete sebep olur.
Hiçbir fani bu karmaşalardan muaf değildir; şayet muafsa, o halde ya bir tanrıdır ya da taştır.
Nullum solum infelici gratius solitudine, ubi nullus sit qui miseriam exprobret.
(Bir bedbaht için, çektiği ızdırabı kınayan hiç kimsenin olmadığı bir çevreden daha makul bir yer yoktur.)
Vaktini nasıl geçireceğini bilmeyen kişi, işi başından aşkın birinden daha fazla zahmet, gaile, keder, zihin kaygısı çeker.
Zira zihin hiçbir vakit dinlenemez, illa ki bir şeyler düşünür; doğru dürüst işlerle meşgul olmadığı takdirde ise kendiliğinden derhal melankoliye meyleder.
Para ödemeden elde ettiğimiz için ışıktan dahi nefret ederiz; satın almadığımız için güneşin sıcaklığına ve soğuk rüzgârlara güceniriz.
Oburluk kılıçtan daha fazla can alır.
oğul babanın topraklarının olduğu kadar zafiyetlerinin de mirasçısıdır
Nihayetinde bu efsunlarda, büyülü sözlerde, işaretlerde ve lisana aykırı sözcüklerde barınan herhangi bir güç söz konusu değildir; iblis aldatamak için bu araçları kullanır, o kadar.
Virtus non est virtus, nisi comparem habet aliquem, in quo superando vim suam ostendat
(Fazilet, savaşmaya değer bir düşmanı mağlup etmedikçe, adına layık olamaz.)
sublata causa tollitur effectus, şayet sebep ortadan kalkarsa, sonuç da ortadan kalkmış olur.
Bir tanrı tehdit ederse, kurtarmaya bir başka tanrı koşar. Din, siyaset, özel ve genel çatışmaların, savaşların hepsi bundan çıkar. İnsanlar nasıl horozları, boğaları, köpekleri ve ayıları dövüştürmekten hoşlanıyorsa, belki tanrılar da insanları savaşırken görmekten zenk alıyorlardır.
Ateş belirtisi olmadan, tek bir şeye odaklanan ruhun daimi ıstırabı.
İnsanların ,diye bağırdı Melicarte
utanmaya yüzleri yok artık. 
[Ubi gravius peccatum est commissum, impii, pauperum oppressores et nequiter insignes habitant]
Nerede korkunç bir suç işlenmişse orada imansız ve rezil cirit atar.
Doğa sana kızmakta çok haklı, zira sana sağlıklı bir bünye ve sağlam bir beden vermiş; Allah sana ilahi ve mükemmel bir ruhla birlikte iyi çalışan organlar ve faydalı yetenekler hediye etmiş. Sen yalnızca bunları kirletmekle ve geri çevirmekle kalmamışsın, bir de onları bozmuş, onlara zarar vermiş, dengelerini alt üst etmiş ve bu hediyeleri asiliğinle, aylaklığınla, yalnızlığınla ve diğer pek çok şeyle sapkın hâle getirmişsin. Sen doğanın nezdinde bir hain, kendin ve dünya için bir düşmansın. Sen kendini bilerek ve isteyerek kaybettin, uzaklara attın: Sen, boş düşüncelere karşı koymayarak, onlara boyun eğerek kendi sefaletinin mimarı oldun.
Nedeni ortadan kaldırırsan, etki de azalacaktır.
Insan son derece hayranlık uyandırıcı bir sanat ve uyum, muhteşem bir orantı ile yaratılmıştır.
Vücudumuz bir saat gibidir; bir çark eksik ise diğerlerinin de düzeni bozulur; çatı yıkılır.
Sınırlı olan sınırsız olanı yargılayamaz.
İtiraf ediyorum ki sorumun niyetini aşıyorum
Ne olduğunu göstermektense ne olmadığını göstermek. Hayal gücü ve beyin arasındaki en belirgin farkı görmezden gelmektedir.
Zihinsel aylaklık bedensel aylaklıktan daha beter bir durumdur: işi, uğraşı olmayan zekâ bir hastalıktır; ruhun pası, vebası ve cehennemidir.
Keyif veren delilik ve hoşa giden sanrılar.”
İnsanların,diye bağırdı Melicarte,
Utanmaya yüzleri yok artık.
Genç bir adam tıpkı yeni ve güzel, duvarcının sağlam malzeme ile inşa ettiği bir ev gibidir. Ama kötü kiracı içeri yağmur suyunun girmesine izin verip gerekli tamiratları yaptırmazsa o ev virane haline gelir. Ailelerimiz, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız gençliğimizde bizi erdemli kılacak şekilde eğitmek için ellerinden geleni yaparlar; ancak biz kendi başımıza kaldığımız zaman aylaklığımız, öğrendiğimiz bütün erdemli alışkanlıkları zihnimizden bir fırtına gibi söker atar, bir anda tembelliğe düşüp işe yaramaz kişiler olur çıkarız.
Cihandaki meşakkatli hiçbir iş, okuyup araştırmakla boy ölçüşemez. Kimi zaman olur, bünyeleri buna dayanamayabilir lakin her şeyi bilme seçkinliğine erişmek uğruna çabalarken sıhhatlerinden, servetlerinden, akıllarından, canlarından, her şeylerinden olurlar.
O yüzden alimlerin en bilindik refakatçileri,
Pallentes morbi, luctus, curaeque laborque
Et metus, et malesuada fames, et turpis egestes,
Terribiles visu formae,*
**Keder, çile, gaile, solgunluk ve ızdıraptır,
Korku, pis bir yokluk ve feryat eden açlıktır,
Gözle görülebilen nice korkunç yaratıklardır.
Sıkıntılı bir vaziyet içinde olmasalar da, ızdırap dolu bir yaşam sürme ihtimallerini düşünmek bile melankoliye sürükler onları
Laertius ise Menedemus Lampsacus’un etrafta deli gibi koştuğu ve Cehennemden geldim, fanilerin neler yaptıklarını iblislere anlatmak için casusluk yapıyorum, dediğini ileri sürer.
Soytarılar bile binerken onlar at binemedikleri, bir hanımefendiye selam veremedikleri veya kur yapamadıkları, sofrada et dilimleyemedikleri, kabadayılar bile becerirken onlar eğilip de reverans yapamadıkları için, his populas ridet* vs. kibar beyefendilerimizin alay dolu istihzalarına maruz kalırlar, aptal ve akılsız muamelesi görürler. Evet onların ızdırabı da çoğu vakit böyledir işte, hem hak ederler de bunu; bir alim, eşeğim tekidir.
*Kemal çalamazlar lakin Themistokles’in dediği gibi, küçük bir köyü büyük bir kente dönüştürebilirler. Pers. Sat. 3.
Türkler, okumaya çok düşkün olduğu için Şehzade Korkut’u imparatorluk veliahtlığından çektiler; ilmin ruhu körelttiğine ve zayıflattığına, bu yüzden nihayetinde melankoliye sebep olduğuna bütün cihan inanmaktadır.
Şuna bakın, onlar da biz de ne kadar övüngen ve palavracıyız!
Bizler melankoli illetinin pençesindeyken, en çok da bize en fazla zarar veren insanları severiz ve zarar görmeyi canı gönülden isteriz;
Valerius’un Kıbrıs kralı Ptolomaeus için söylediklerini bütün haris insanlar için de söyleyebiliriz: Unvanına bakıldığında adanın kralıydı lakin aklına bakıldığında paranın sefil bir kölesiydi
Bizi feryat figan ettirir, tıpkı Kebes’in levhasındaki Keder’in yaptığı gibi’ bize kendi saçımızı yoldurur, ruhumuzun çektiği elemler yü- zünden inlememize yol açar. Sayısız belalar çevremi sardı diyen Davut’un yaşadığı gibi ( Mezmurlar 40:12), yüreģimiz yarı yolda bırakır bizi; Hizkiya ile birlikte, Çektiğim bunca acı esenlik bulmam içindi ( Yeşaya 38:17) diye itiraf ederiz kendimize; Heraklitos ile birlikte gözyaşı dökeriz, Yerem- ya ile birlikte (20:14) doğduğumuz güne ve Eyüp’le birlikte yıldızlara lanet ederiz, Silenus’un şu belitini düstur ediniriz: Hiç doğmamış olmak daha iyiydi lakin artık doğduğumuza göre, şimdi yapılacak en iyi şey çabucak ölmektir , şayet illa ki yaşayacaksak da, tıpkı Timon gibi cihanı terk etmemiz, tipkı münzeviler gibi mağaralara ve deliklere çekilmemiz, tipki Thebai’li Krates gibi sahip olduğumuz her şeyi denize atmamız veya tıpkı Ambrakia’lı Kleombrotos’un konuşması- ni dinleyen dört yüz kişi gibi, bu Izdıraptan kurtulmak için denize kendimizi atmamız icap eder.
Dolayısıyla biz insanlar birbirimize karşı bu denli zalimken, bu denli şeytani tutumlar sergiliyorken, huzursuzlukların dört bir yanımızı sarmaması ve gailelerin, dertlerin, ızdırapların yakamızı bırakması nasıl mümkün olabilir?
Bu hayatta huzur barınmaz, Süleyman’ın dediği gibi, Güneşin altında yapılan bütün işleri gördüm; hepsi boştur, rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır
En azından bizim kanaatimize göre huzursuzluk, perişanlık ve bedbahtlık, ekseriyetle hepimizin mizacında barınır; bana öyle olmayan birini veya hayatı boyunca tam aksi mizaca sahip birini gösterin gösterebilirseniz.
Hepimizin henüz hiç tecrübe etmemişken peşinde koştuğu ve tecrübe ettikten sonra nefret ettiği bir şey vardır: biz insanlar bir şeyi ısrarla temenni ederiz, şiddetle arzularız ve elde ettikten kısa bir zaman sonra ondan bıkarız.
Yaptığım bütün işlere, çektiğim bütün emeklere bakınca, gördüm ki, hepsi boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmaktan ibaretmiş. Güneşin altında hiçbir kazanç yokmuş
Fakat masallara son verelim artık. Çekilen huzursuzluklar, gaileler, ızdıraplar melankolinin yaygın bir sebebidir, sürekli baş gösteren bir sebeptir, bütün insanların canciger ahbabıdır; insana bu hayatta musallat olan başka bir ızdırap yoktur (hangimiz uzaktır ki ondan?); hiçbir vakit güvende olamayacağını, her daim tehlike, elem, keder, zulüm yaşayacağını düşünmesi, işte bu müşterek derdi aklında sürekli döndürmesi bile insanı takatsiz bırakmaya ve hayattan usandırmaya yeter de artar. Zira insan, doğduğu saatten itibaren izdırap içinde boğulur, Pliny’nin de incelikle tarif ettiği üzere, insan uryan doğar ve doğar doğmaz evvela bağıra çağıra ağlar,’ sonra kundaklanır, tıpkı bir tutsak gibi eli ayağı bağlanır, kendini kurtaramaz ve bundan dolayı hayatının sonuna dek böyle yaşamayı sürdürür ;
Sicilyalı zalim hükümdarlar dahi, haset dolu bir akıldan daha gaddar bir işkence yöntemi icat edemediler.
Lakin fazilet sahibi, alicenap ruhlu, namını korumak için her şeyi yapan mütevazı bir insan bunları yaşasa derinden yara alır ve büyük ızdıraplar çeker, zira şerefine hakaret edildiğini veya adına kara sürüldüğünü görmektense sayısız saltanat tahtından feragat etmeyi, hayatından olmayı yeğler. Şayet rezil olmaktan kaçamazsa da, que cantando victa moritur (der Mizaldus’), kendisinden daha güzel şakıyan başka bir kuş görünce utancından ölen bir bülbül gibi, ruhuna acı veren elem yüzünden mecalsiz kalır ve sararıp solar.
Biliyorum ki nulla pallescere culpa,* hiçbir şeyden müteessir olmayan, utanç veya rezillik yaşadığında katiyen içerleme yen, her şeye gülüp geçen adi, hayâsız, yüzsüz nice serseriler de var bu cihanda; isterse yalancı, rezil ve suçlu serseriler hırsızlar, hainler oldukları gün yüzüne çıksın, isterse kulak- larına yedikleri tokatlar yüzünden işitemez hale gelsinler, kırbaçlansınlar, dağlansınlar, yük hayvanı muamelesi görsünler, parmakla gösterilsinler, yuhalansınlar, hakaretlere uğrasınlar, isterse Plautus’un eserindeki muhabbet tellalı Ballio’nun laflarıyla alaya alınsınlar, onlara ancak keyif ve mutluluk verir böyle aşağılanmalar: Cantores probos!* Babae! ** Bombax!*** derler ancak. Böyleleri neyi umursar ki? Çağımızda çoktur böyle insanlar:
Exclamat Melicerta prisse
Frontem de rebus****
*Hiçbir kabahatinden utanç duymayan.
*Bravo! Yaşa!
**Vay canına!
***Hadi be! Olacak şey değil!
****İnsanlar, diye haykırdı Melicerta, mahcup olma kudretini yitirdi.
Ömrüm acıyla, yıllarım iniltiyle tükeniyor ( Mez. 31:10).
Kalp acısı hiçbir acıya benzemez ( Sirak 38:18).
Olympia’ya yazdığı on birinci mektubunda Khrysostomós kederi, ruha yapılan zalim bir işkence, izah edilemez bir acı, hem bedeni hem de ruhu tüketen ve bizzat kalbi kemiren zehirli bir kurtçuk, insanın ebedi celladı, hiç bitmeyen gecesi, derin karanlığı, bir kasırga, bir bora, fark edilmeyen fakat ateşten daha beter yakan bir sıtma, sonu gelmeyen bir savaş olarak tarif eder, zorba bir hükümdardan daha beter zulmeder; hiçbir işkence, strappado zulmů veya bedeni cezalandıran başka hiçbir uygulama kederin yerini alamaz.
İmkansızlıktan ötürü daha pek çok insanın üzerine yalnızlık kayasının ağırlığı çöker; kuvvetli bir zafiyetten, utanç endişesinden dolayı veyahut çekingenliklerinden, kabalıklarından, yalınlıklarından ötürü başkalarının dostluğuna adayamazlar kendilerini.
Zihnin tembelliği bedeninkinden çok daha beterdir; meşgul olmayan akıl bir hastalıktır
Zira zihin hiçbir vakit dinlenemez, illa ki bir şey düşünür; doğru dürüst işlerle meşgul olmadığı takdirde ise kendiliğinden derhal melankoliye meyleder.
Doğa sana kızmakta çok haklı, zira sana sağlıklı bir bünye ve sağlam bir beden vermiş; Allah sana ilahi ve mükemmel bir ruhla birlikte iyi çalışan organlar ve faydalı yetenekler hediye etmiş. Sen yalnızca bunları kirletmekle ve geri çevirmekle kalmamışsın, bir de onları bozmuş, onlara zarar vermiş, dengelerini alt üst etmiş ve bu hediyeleri asiliğinle, aylaklığınla, yalnızlığınla ve diğer pek çok şeyle sapkın hâle getirmişsin. Sen doğanın nezdinde bir hain, kendin ve dünya için bir düşmansın. Sen kendini bilerek ve isteyerek kaybettin, uzaklara attın: Sen, boş düşüncelere karşı koymayarak, onlara boyun eğerek kendi sefaletinin mimarı oldun.
Aylak insan ne zaman iyi hissettiğini, ne istediğini ya da nereye gideceğini bilemez. Bir yere varır varmaz oradan ayrılmak ister. Her şeyden bıkmıştır, hayat yorgunudur. Ne evin içindedir ne de evin dışında, ortalıkta dolanır, kendisiyle yaşar .
Aylaklıkta zihin melankolik doğru ilerler.
Aylaklık , zihni bulandıran yegane şeydir.
Bazen sadece şarap içmek bile melankoliye yol açmaktadır .
İnsanların, diye bağırdı Melicarte,
Utanmaya yüzleri yok artık.
Marcus Aurelius, “Grek, İbrani, Keldani yazarları okudum; kıskançlığın şifası hakkında pek çok bilginin fikrini aldım ama böyle insanların tek şifası tüm mutlulukları reddederek, alçak ve sefil bir yaşam sürmektir,” der.
Bütün hayatı mutsuzluk üzerine kurulmuştur, söylediği her söz de alaydır: başka adamların sefaletinden beslenir. Tek bir sözle anlatmak gerekirse, kıskançlık diğer adamın geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki mutluluğuna karşı duyulan kederdir; onların mutsuzluğundan duyulan coşkudur, başka insanların başına gelenlere duyulan merhametin tam karşıtıdır.
Atque cadet subito, dum super hoste cadat.
Düşmeye hazır olan adam ilk olarak arkadaşının üstüne düşer.
İnsanların, diye bağırdı Melicarte,
Utanmaya yüzleri yok artık.
İyi olan şey o anda mevcut ise bundan mutlak mutluluk ve sevgi duyarız; eğer gelecekte olacak bir şey ise onu umutla arzu ederiz. Eğer kötüyse ondan nefret ederiz; o anda mevcut ise üzüntü duyarız, gelecekte olacak bir şey ise korku duyarız.
Hippokrates’e göre kime daha çok güvenirsek onun ilacı daha etkili olur.
Homo solus aut Deus, aut Daemon.
Yalnız adam ya azizdir ya da şeytan.
Semanın yüzü değişti mi
Güzel havadan fırtınaya ve yağmura dönüştü mü
O zaman değişir bizim aklımız
Ve kalbimizde oluşur yeni endişeler.
Bodin, De Republic eserinin birinci ve beşinci ciltlerinde ve Tarihin Yöntemleri adlı eserinde melankoliden en çok etkilenen insanların sıcak ülkelerde yaşayanlar olduğunu, bu nedenle İspanya, Afrika ve Anadolu’da delilerin bol olduğu, hatta bu yüzden belirli şehirlerde onlar için özel hastaneler kurulduğunu anlatır.
Hiçbir kural istisnalara yer bırakmayacak kadar genel değildir.
Et quae fuerunt vitia, mores sunt.
Bir zamanlar günah olan şimdi erdem oldu.
“Işıktan nefret ederiz çünkü bedavadır; güneşin ısıtmasından ya da soğuğun üşütmesinden tiksiniriz çünkü parayla satın alamayız,” demiş Seneca.
Plures crapula quam gladius
Açgözlülük kılıçtan daha çok adam öldürür.
Bizim neslimizin yozlaşmış olduğu su götürmez bir gerçektir: aklen ve bedenen zayıf insanlar, pek çok ölümcül hastalık ve delirmiş aileler aramızda kol geziyor. Parentes, peremptores (Anne babalarımız bizim yıkımımızdır.); babalarımız kötüydü ve bizim onlardan beter olmamız muhtemel.
“Mutluluğumuzu oluşturan en önemli şey iyi bir aileden gelmektir; mutlu bir insanlık için kafaca ve bedenen sağlıklı kişilerin birbirleriyle evlenmesi gereklidir.”