Savaş Ş. Barkçin kitaplarından Medeniyet Aklı kitap alıntıları sizlerle…
Medeniyet Aklı Kitap Alıntıları
Chat kelimesi sohbet etmek demek değildir. Gevezelik yapmak, boş laf etmek anlamına gelir. Hatta bu yüzden televizyona da chatterbox , yani geveze kutusu denir
Pozitif ayrımcılık yokuş inen devletler için bir fren politikasıdır.
Batı’da kadınlara ilk mülkiyet hakkı ABD’de verildi. 1833 #8242; te Mississippi eyaletinde çıkarılan bir kanunla Sizce kadınların sahip olmasına izin verilen mülk neydi peki? Sıkı durum ; Zenci köleye sahip olma hakkı! (Bir kadın, bir kadına tutsak!-benim yorumumdur)
İslam dünyasında ise kadınlar kendi mülklerinin sahibidir. Hatta İslam Hukukuna göre, evli olan kadın, mülkiyetini kocası ile paylaşmak zorunda değildir. Yani fakir bir adam zengin bir kadınla evlenirse kadın istemezse onun servetinden zırnık alamaz. Üstelik bir de kadına bakmak zorundadır. Kadın, kendi malının zekatını kendisi verir. Kendi işinin ticaretini kendisi yapar. Bu arada erkeğin soyadını da almaz. Hangisi ‘ÖZGÜRLÜK’, şimdi siz karar verin.
Batı dünyasında güya ‘kadın eşitliği’ çok yeni bir kavramdır. İngiliz devleti ‘liberalliği’ ne rağmen 1918 yılına kadar kadınlara oy hakkı vermedi. O tarihte sadece 30 yaş üzerindekilere verdi. Aksine kadınlara oy hakkını savunanları hapse attı. Bütün kadınlara ve erkeklere aynı şartlarda oy hakkı ancak 1928 #8242; de verildi.
ABD ‘ye gelelim İnsan yerine konmayan zencilere siyasi ve sosyal hakları ancak 1965’te verilmeye başlandı.
Herkesi kapsayan sağlık sigortası Sovyetlerde 1937’de, İngiltere’de 1948’de, Japonya’da 1961 de . 1776 ‘dan beri herkesin ‘özgür ve eşit olduğu’ hikayesi anlatılan ABD ‘de herkese sağlık güvencesi bile ancak 2021 YILINDA verildi. İnanabiliyor musunuz?
Sayfa 203-204-205
Bizde sürekli ‘birlik’ ve ‘bütünlük’ vurgusu yapılır. günümüz ABD sinde devletin sloganı ‘e pluribus unum’ dur. Yani ‘çokluktan birliğe’. Hoş bir tabir, ama bir yandan da onların hiç birlik olmadığını anlatıyor.
Bizdeki birlik zoraki birlik sağlamaya yönelik değil, gerçek insana hürmet, insana muhabbet anlayışından doğmuştur.
Batı’da neredeyse genetik olan ırkçılık ve menfaate dayalı ortak yaşam olduğu için toplum bölünmüştür. Irklar, ekonomik gruplar, cinsel tercihler, hepsi ayrı ayrı kamplar oluşturur. Ne birlik ne kardeşlik vardır.
Bu bölünmüş kimlikler için hukuk tek sigortadır. Dolayısıyla Batı’da formel hukukun bu kadar güçlü olmasının nedeni onun grupların birbirini yemesine engel olması içindir.
İnsanlar birbirine uzak, yalnız oldukları için elektronik ortam üzerinden sanal arkadaşlar bulmaya çalışıyorlar. O yüzden bu gibi asosyal teknolojiler ortaya çıkıyor, yüz milyonlarca insan bunları kullanıyor.
‘chat’ kelimesi ‘sohbet etmek’ demek değildir. ‘gevezelik yapmak, boş laf etmek’ anlamına gelir.
Batı’da insanlar arası mesafe o kadar büyüktür ki mesela komşusu gürültü yapan onun kapısını tıklatıp ‘birader biraz sessiz olalım’ diye kibarca uyarmaz. Doğrudan polis çağırır. Olmadı mahkemeye verir.
Bizim toplumumuz ise ‘organik’ sosyal, birbirine dokunan,hemen kaynaşan, insan seven, yabancı seven toplumdur. Devletin böyle toplumları idare etmesi güçtür. Çünkü birbiriyle kaynaşan, birleşmiş böyle topluma devletin toptan bir yön veya bir şekil vermesi kolay değildir. İnsanlar kanunlar, yönetmelikler, polis, olsa da ilk başta yüz yüze iletişime geçip, aracısız tartışmayı, anlaşmayı hatta kavga etmeyi seçerler. Devletin kontrol ettiği alan sınırlıdır.
Batılı devlet ise birbirinden uzaklaşmış, yalnızlaşmış, birliği olmayan insanları kolayca yönetebilir. ‘Bireyselleşme’ ve ‘bencilleşme’ bu yüzden Amerikan İmparatorluğu’nun veya diğer Batılı devletlerin bir sorun olarak gördüğü değil, arzuladığı şeydir. .
Sayfa (196/197/198/199/200)
Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kudret yoktur) düsturu, gücün aynı zamanda ahlâkî olması gerektiğini bize hatırlatır.
meşhur 1984 romanıyla Rus komünizmini yerin dibine batıran İngiliz George Orwell’in yıllar sonra İngiliz istihbaratına çalıştığı ortaya çıktı.
İnsanın kendini bulması, keşfetmesi ve tanıması için alıcı olması şarttır. Peygamberimiz’in, İlim Çin’de de olsa gidip alınız sözü hepimizi açık olmaya sevkeden bir emirdir.
İslâm insanları birleştiren öyle güçlü bir mesajdir ki neredeyse dünyanın her tarafına dağılmış inananları bir iman ülkesinin parçası yapar.
Büyük siyasî yapılar, yani imparatorluklar toplumsal enerjiyi doğru kullanarak büyümüştür. Bu konuda güzel bir örnek var. Fransız hikâyeci Maupassant’ın kısa hikâyelerinden birinde iki eski asker, kırlara çıkar, yürürler. Bir yerde dinlenmek için otururlar. Uzaktan top sesleri gelmektedir. Fransız ordusu Alman ordusuyla savaşmaktadır. İki yaşlı adam kendi savaş günlerini konuşmaya başlarlar. O arada biri diğerine der ki: İmparatorluklar dışarıda, cumhuriyetler içeride savaşır.
Batı kültürü, ben i her şey kabul eder, öteki ni ise insandan saymaz.
Her insandan, her kültürden, her medeniyetten alacağımız bir güzellik vardır.
medeniyetler modern ulus devletten daha uzun yaşamıştır. Çünkü insanlar adalet, refah ve emniyet buldukları yapıları yaşatırlar.
Fıtrattan sapan her şey yanlışa, sapkınlığa ve yıkıma doğru gider. Bu ister bir insan, isterse bir devlet olsun.
Tevhid, müzikten minyatüre, siyasetten tasavvufa kadar her bilginin, sanatın, düşüncenin temelidir.
medeniyetimizin temel ilkelerini şöyle sıralayabiliriz:
• Tevhid
• Doğallık
• Samimiyet
• Muhabbet
İrfan ise sadece bilmek değildir. Önce kendini, böylece Rabb’ini tanımak demektir.
Arapça’da medîne kelimesini ilk defa kullanan Peygamber Efendimiz’dir.
Artık ne olursa olsun, eski gitsin de yerine ne gelirse gelsin yaklaşımı koskoca bir medeniyeti parya haline getirdi.
Müslümanların güç kavramını Batı’nın güç kavramı ile özdeşleştirdiği açık. Somut olan ve ahlâkî rengi olmayan bir güç bu
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kendinize sorduğunuz soru, başkasına sorduğunuz sorudan daha yakıcıdır elbette.
Dışarıda olana imkan deriz, içimizde olana ise kuvvet . İçimizde kuvvet olmazsa dışımızdaki hiçbir imkan bizi güçlü kılmaz.
Yön olmadan yöntem olmaz. Yol olmadan yolcu olmaz.
Dava ve iddia kelimeleri aynı kökten gelir. Davası olan kişinin iddiası da vardır. İddiası olan kişinin davası da vardır.
Savaş Ş. Barkçin / Medeniyet Aklı
Sömürgecilik yapmadığı için yeterli sermayesi olmayan, daha çok çalışması gereken, daha çok üretmesi gereken Türkiye’nin kendinden neredeyse iki kat daha zengin olan ülkelerin sosyal haklarını aynen uygulaması kendine zarardır. O refah seviyesine gelmeden işçinin, memurun daha az çalışmasına, çok cömert ödemeler ve hizmetler almasına müsaade etmek bize zarar verir. Aynı şey Avrupa ve ABD için doğaldır. Çünkü bu seviyeye gelene kadar, yani yönetimde, üretimde ve sermaye birikiminde belirli bir zenginlik sağlanınca bu kadar cömert olunabilir.
Ülkesinde 4 milyon Türk yaşamasına rağmen onları insan yerine koymayan Almanlar, bir bakmışsınız içinizdeki Alevi’nin , Kürt’ün, Süryani’nin haklarını savunmaya başlar. Alman devleti bir bakmışsınız Taksimde polise molotof kokteyliylr saldırana ” Barışçıl gösterici ” der. Oyda Almanya da polise taş atmayı bir tarafa bırakın, caddede ayakta duruo insanlari engellediğinizde bile polis gelir size işlem yapar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bugünlerde insan kavramı artık sosyal bilimlerde daha az kullanılır oldu. Onun yerine birey kullanılıyor. Bizde muhafazakârlar bile onu kullanmaya başladılar. Oysa bu kelime birbirinden kopuk, atomize olan insanlar için kullanılır. Zaten İngilizce birey anlamına gelen individual kelimesi Latince köken olarak daha fazla bölünemeyen demektir. Bölmekle işe başlayan bir kafa hiç insanları birleştirebilir mi?
Dünyada en muhtaç insan zenginlerdir.
Çok doğrudur. Bir fakir bir ekmekle doyar, bir zengini ise dünyayı verseniz doyuramazsınız. Kişi zenginleştikçe ‘tatmin’ ve ‘kanaat’ limiti sürekli yükselir.
Onbinlerce kelimeyle beraber dilimizin ahengi ve müziği de yok oldu Mesela ahenk kelimesinin ahengi kaçtı, yerine uyum geldi. Bugünlerde uzaması gereken sesleri kısaltıyoruz, iiman yerine iman diyoruz. Çift sessiz harf olanları da tek sessiz ile okumaya başladık:Tayyip yerine Tayip gibi Her kelime arasına şey diyerek konuşmamızı yapar hale geldik. Bir kelimenin bazen dört-beş anlamlısı varken, bir kelimeye indirgediğimiz için sık sık ne demek istiyorsun? diye sormamız gerekiyor artık.
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen .. Şeyh Galip
Kısacası artık tarihe bakışımızı değiştirmeliyiz. Çünkü tarih olmuş bitmiş değil, yaşayan, bizi biz yapan en önemli değerlerimizdendir. Bunu bilirsek ve kavrarsak bu mirası çarçur etmeyiz. Kendimizi adam etmek ve yeni bir medeniyet inşası için o büyük mirası kullanırız. Bugünümüzü, geleceğimizi inşa etmede, sorun çözmede ve daha iyi bir insan, toplum ve devlet olmakta tarihi artık bir imkanlar repertuvarı olarak görmeliyiz.
Zamanı geçip giden bir şey olarak değil de olumlu, yapıcı ve hayırlı eylemlerin temeli olan bir zemin olarak görmek gerekir. Böyle bakanlarla bakmayanların işleri, düşünceleri ve zevkleri arasında müthiş fark var.
Mevzuu olanın mevzii olur.
Temel sorun kendimiz olmamak.
Bir toplum kendini merkeze koymadan dünyayı anlamaya çalışırsa, başkalarının çizdiği dünyaya mahkûm olur.
Kendini inkâr psikolojik bir rahatsızlıktır. Kendini inkâr eden insanlara kimse kıymet vermez. Öyle olan devletlere de Bugün tarihi sömürgecilikle, kölecilikle, zulümle, katliamla, her çeşit berbat işle dolu olan İngiltere hâlâ gelenekleriyle yaşıyorsa, bizim temiz tarihimizden utanmamız sadece bir hastalıktır.
İşte kelime hazinesi de, kelime serveti de para kadar, hatta ondan da değerli bir servettir.
İnsan kelimesi Arapça’da nisyân veya ünsiyet kelimeleriyle aynı köktendir. Nisyân , unutmak ; ünsiyet ise yakınlık kurmak demektir. Bu iki kavram bizim insanı nasıl anlayacağımız konusunda da ipuçları veriyor. Yani kendimizi, ötekini ve dünyayı anlarken iki türlü davranabiliriz: insanı “nisyân anlamı ile ilişkilendirirsek, öteki her canlıyı ve cansızı gözardı ederiz. Ama eğer insanın ünsiyet anlamını kabul edersek, kendimiz dışındaki bütün varlıklarla birleşiriz, yakınlaşırız.
Asıl mesele güç değil, kişiliktir.
Cemil Meriç, kültür kelimesinin bizim anlayışımızda bir karşılığının olmadığını söyler: Batı’nın kültürü var, bizim ise irfanımız. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep. Batı kültürün vatanı, Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne Doğu’yu En az tanıdığımız ise kendimiz.
..kendi kabı olmayan dolamaz. Kendi kabı olan ve onun farkında olana bütün âlem açıktır. Her şey ona doğru akar. Her şey ona hizmet eder. Her şey ona güzellik ve güç vermek için yarışır. Bu gerçek güç olmak demektir.
Medeniyetin ikinci boyutu mekândır. “Mekân” kelimesi de Arapça kökenlidir ve “imkân” ve “temkin” kelimeleriyle ortak köke sahiptir. O halde hem medeniyetler ve hem de insanlar mekâna iki açıdan bakabilir: ya dünya üzerinde diğer insanlarla ünsiyet kurarak, yani yakınlaşarak hareket etmemiz için bize verilen bir “imkân” olarak Ya da bizden olmayanlara karşı nisyan nazarıyla bakarsak, mekân bir imkân olmaktan çıkar, kendimizi siper aldığımız bir “temkin” alanı haline gelir Dolayısıyla bir medeniyetin, devletin veya kişinin insan tasavvuru neyse mekân tasavvuru da öyledir.
İnsana nisyan ile bakan onu köleleştirir, insana ünsiyet ile bakan ise onu kardeş kılar. İnsana nisyan ile bakan irkçı olur, ünsiyet ile bakan ise ortak bağ arar. İnsana nisyan ile bakan her ilişkiyi kendi çıkarına çevirir, bunu da meşrulaştırır. İnsana ünsiyet nazarı ile bakan da çıkarlarını korur, fakat başkasını yok ederek değil. O yüzden her iki bakış da devletlerin temel perspektifi olmasına rağmen, nisyancı devletler zulüm, kölecilik, sömürgecilik, yalan ile iş görürken, insana ünsiyet nazariyla bakanlar her türlü eksikliğe rağmen yıkıcı olamazlar. Her dinden, her dilden, her ırktan insana hayat hakkı tanırlar, hatta hürmet beslerler.
(..) Amerika bir ülke değildir. Amerika sadece bir ticarethanedir.”
Amerika, ticarî sömürgecilik yolunda İngilizler’i takip etti. Askerî güç her zaman ticarî çıkarlar için kullanıldı, kullanılıyor 1850’den sonra özellikle Kaliforniya’nın elde edilmesiyle ABD bir Pasifik gücü haline geldi. Çin ile ticareti hızla gelişti. Fakat Japonya Batılı ülkelere kapısını kapamış, ticari alışveriş yapmayan bir ada devleti halindeydi. Hatta sahillerine yakın batan gemilerden kurtulan yabancı denizcileri bile alıkoyar, ülkeden çıkmalarını engellerdi. Amerika sahillerine sürüklenen kendi denizcilerini de ülkeye geri kabul etmezdi. Amerika donanma komutanı Perry Japonlar’a baskı yaparak tehditle bir ticaret anlaşması imzalattı. Böylece Amerikalılar Pasifik’te ticarete kapalı bir ülke bırakmamış oldular.
Bakın daha da ilginci var. Bağımsızlık Bildirgesi’nin bir maddesi de şudur: “On enumeration: Apportionment for Representatives and taxation purposes would be determined by the number of free persons and three-fifths of all other Persons.” Yani, “Sayım hakkında: Temsilcilerin sayısının belirlenmesi ve vergilendirme hür insanların tamamı ve diğer kişilerin’ beşte üçü olarak hesaplanacaktır. Yani bir zenci, bir beyazın 3/5’i olarak kıymet kazanıyordu.
Bu ikiyüzlülük elbette 1776’da bitmedi. Hâlâ devam ediyor. Amerika’da, Avrupa’da, bu kafaya sahip insanların devlet yönettiği her yerde Irkçılık konusunda sicili bu kadar kabarik Batı’da devletlerin ve hâkim sınıfların bu ırkçı kafası değişmiş değildir. Sadece söylemleri daha ikiyüzlü hale gelmiştir. El altından yaptıkları icraatlar, savaşlar, diplomasi tamamen ırkçı, kendilerini üstün ırk sayan bir anlayışla yapılır. Irkçı yüzleri ortaya çıkınca da hemen suçu Almanya’da olduğu gibi Neo-Naziler’e atarlar.
Geleneğimizde “medeniyet” anlamında kullanılan ilk kelime büyük düşünür İbn Haldûn’un icadıdır: “umran.” Cemil Meriç’in dediği gibi İslâm, medeniyeti ve kültürü bu kelime ile birlikte ifade etmiştir.
Cemil Meriç, “kültür” kelimesinin bizim anlayışımızda bir karşılığının olmadığını söyler: “Batı’nın kültürü var, bizim ise irfanımız. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep. Batı kültürün vatanı, Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne Doğu’yu En az tanıdığımız ise kendimiz.”
Birinin dediği gibi: “Mevzuu olanın mevzii olur.” Yani her bilgi insanı bir konuma getirir. Dikkat etmek gerekir ki bu konum anlamlı, yüksek ve değerli olsun. Yoksa her konum da hayırlı ve güzel değil… Çünkü zirve de bir konumdur çukur da…
tarihçiler olaylarla uğraşıyor. Halbuki olayları anlamlı kılan o olayların aktörleri ile olaylara maruz kalanların düşünceleri, davranışları ve akıllarıdır.
Soyut güç bizde zaten var, bize asıl somut güç lazım diye cevap veriyorlar. Oysa soyut güç en başta şahsiyettir, kişiliktir, kendisi olmaktır .
Demek ki mekan her şekilde resmedilebilir. Önemli olan başkalarının dünyasına göre kendinizi algılamak değil, kendi dünya resminizi çizmektir.
Bugünün en önemli sorunu kafa karışıklığı dır. Eskiden mâlumatsız cahiller vardı, şimdi de mâlumatlı cahiller. Birincileri bilmeyenlere ezberledikleri vecizeler, anekdotlar, tarihler yuttururlardı, böylece güç elde ederlerdi. İkinci sınıf ise hiçbir şeyi okumadan sadece internetten kopyala-yapıştır yapanlar Her ikisi de düşünmüyor, araştırmıyor, bilgiyle kendi dünyasını bağdaştırmıyor. Bilgiyi içselleştirmiyor.
Okudu
Alamayan veremez. Karışmayan tarihe karışır. Sentezlemeyen ölür. Kendi dağ başına çıkan yabani olarak kalır. O yüzden dünyanın en güzel ırkları, en zengin dilleri, mutfakları, mimarileri, aklınıza ne gelirse hep karışmış olanlardır.
Önemli olan başkalarının dünyasına göre kendimizi algılamak değil, kendi dünya resminizi çizmektir.
Medeniyetin ikinci boyutu mekândır. Mekân kelimesi de Arapça kökenlidir ve imkân ve temkin kelimeleriyle ortak köke sahiptir. O halde hem medeniyetler ve hem de insanlar mekâna iki açıdan bakabilir: ya dünya üzerinde diğer insanlarla ünsiyet kurarak, yani yakınlaşarak hareket etmemiz için bize verilen bir imkân olarak Ya da bizden olmayanlara karşı nisyan nazarıyla bakarsak, mekân bir imkân olmaktan çıkar, kendimizi siper aldığımız bir temkin alanı haline gelir. Dolayısıyla bir medeniyetin, devletin veya kişinin insan tasavvuru neyse mekân tasavvuru da öyledir (Barkçin, 2019).
İnsan kelimesi Arapça’da nisyân veya ünsiyet kelimeleriyle aynı köktendir. Nisyân , “unutmak ; ünsiyet ise yakınlık kurmak demektir. Bu iki kavram bizim insanı nasıl anlayacağımız konusunda da ipuçları veriyor. Yani kendimizi, ötekini ve dünyayı anlarken iki türlü davranabiliriz: insanı nisyân anlamı ile ilişkilendirirsek, öteki her canlıyı ve cansızı göz ardı ederiz. Ama eğer insanın ünsiyet anlamını kabul edersek, kendimiz dışındaki bütün varlıklarla birleşiriz (Barkçin,2019).
Madem medeniyet kavramı bir Tanzimat tercümesi, o halde evvelden bu kavrama müslümanlar ne derdi? İslâm bu karmaşadan asırlar önce kurtulmuştur. Bütün olarak görülen bu bakış açısı, tek kelime ile ifade edilmiştir. Geleneğimizde medeniyet anlamında kullanılan ilk kelime büyük düşünür İbn Haldûn’un icadıdır: umran . Umran. Umran, amr kökünden gelir; bir yerlerde oturmak, toprağı işlemek, bir evi tanzim etmek, müreffeh hale getirmek vs. Cemil Meriç’in dediği gibi İslâm, medeniyeti ve kültürü bu kelime ile birlikte ifade etmiştir. Umran , kelime olarak ömür ile aynı köktendir. Ömrü olan şey demektir. İmar kelimesi de aynı köktendir. Bir şeyin ömrünü uzatmak demektir. Mimar , imaret kelimeleri de aynı kökten gelir. İmar , uzun ömürlü işler yapmak, mimar onu yapan insan, imaret de kesintisiz bir şekilde fakir insanlara yemek veren kurum demektir. Ömer kelimesi de buradan gelir. Bizdeki Yaşar gibi bir anlama sahiptir. Allah uzun ömür versin diye konulur. Medeniyet, kültürden daha büyük bir kavramdır.
Hayatın olduğu gibi medeniyetin temeli de bu üç boyuttur. Madem medeniyet bir hayat tarzı, o da hayata uyarak insana, mekana ve zamana yaslanıyor. Medeniyetin merkezi, hayatın ve her şeyin olduğu gibi insan boyutudur. Zaman ve mekân onu çevreleyen boyutlardır.
1. İnsan kelimesi Arapça’da nisyân veya ünsiyet kelimeleriyle aynı köktendir. Nisyân , “unutmak ; ünsiyet ise yakınlık kurmak demektir. Bu iki kavram bizim insanı nasıl anlayacağımız konusunda da ipuçları veriyor. Yani kendimizi, ötekini ve dünyayı anlarken iki türlü davranabiliriz: insanı nisyân anlamı ile ilişkilendirirsek, öteki her canlıyı ve cansızı göz ardı ederiz. Ama eğer insanın ünsiyet anlamını kabul edersek, kendimiz dışındaki bütün varlıklarla birleşiriz.
Aslında medeniyetlerin temel felsefeleri de insana bakış ile şekillenir. Birbirlerinden farkları da aynı şekilde Bizim medeniyetimiz insana ünsiyet ile bakarak birliği tercih etmiş bir uygarlıktır. Gerçek medeniyet anlamı da zaten budur: bir araya gelmek, ortak bir değer oluşturmak ve bir köke bağlanmak. (48)
insan kelimesinin İngilizce karşılığı human dır. Bun kelime İngilizce’de ilk defa 15- yüzyılda görülmüş. Latince humanus yani adam ve humus yani toprak kelimelerinden türemiş. İbrânice’de de insan bizdeki kelimenin aynısı, olan adam kelimesiyle ifade edilir. Adam da adamah tan gelir, yani ‘’yer,toprak’’… İlk insan olan Adem kelimesi ile adam akrabadır. Âdem de topraktan yaratılmıştı.
Bir bahis olsun diye açalım. Her bir işaretin bir kelime olduğu Çince’de yaratmak fiili beş karakterin bir araya gelmesiyle oluşuyor: Toprak, nefes, can, yürümek ve konuşmak. Yani balçığa üflenen nefesle canlanmış, yürüyen ve konuşan insanı yaratmak Ne kadar ilginç değil mi? Arapça, Latince ve Çince gibi kadim dillerin insan ve yaratılış anlamları birbirine ne kadar da yakın.
Batı dillerinde insan anlamında adam anlamına gelen kelimeler kullanılır. İngilizce’de insan anlamında man , Fransızca’da homme , Almanca’da ise mensch vardır. Bizim dilimizde ise insan ayrı, kişi ayrı, adam ayrı bir kelimedir. Bu bile ayıran değil, birleştiren bir medeniyet olduğumuzu göstermeye yeter
Barkçin’den aktarılan kültür açıklaması da şu şekildedir. 15. yüzyılda Avrupa’da kültür dendiğinde tarlayı ekmek anlaşılırdı. Bu kelimenin aslı Latince cultura dır. O ise tarlayı ekmek, tarım anlamına gelir. Ayrıca ilgi göstermek, itibar göstermek anlamına gelir. Kültür kelimesinin bir medeniyetin entelektüel tarafı anlamında ilk kullanımı 1805, bir halkın ortak âdetleri ve birikimi anlamında ilk kullanımı ise 1867 yılında olmuş. Demek ki bugünkü anlamı itibariyle oldukça yeni bir kavram Fakat bize şu açılımı verebiliyor: Kültür kavramı medeniyetin bir parçasıdır. Medeniyetin fikrî ve sanatsal bölümünü oluşturur. (51) Bu kavram medeniyet ve kültür kelimelerinin aynı olmadığını ve birbiri yerine kullanılabilen kavramlar olmadığını çok güzel özetlemiştir.
2. Medeniyetin ikinci boyutu mekândır. Mekân kelimesi de Arapça kökenlidir ve imkân ve temkin kelimeleriyle ortak köke sahiptir. O halde hem medeniyetler ve hem de insanlar mekâna iki açıdan bakabilir: ya dünya üzerinde diğer insanlarla ünsiyet kurarak, yani yakınlaşarak hareket etmemiz için bize verilen bir imkân olarak Ya da bizden olmayanlara karşı nisyan nazarıyla bakarsak, mekân bir imkân olmaktan çıkar, kendimizi siper aldığımız bir temkin alanı haline gelir. Dolayısıyla bir medeniyetin, devletin veya kişinin insan tasavvuru neyse mekân tasavvuru da öyledir.
Bir kişiye sadece fikir, yetenek ve bilgi sahibi diye saygı duyulmaz. O kişi bunları hangi amaç için hangi niyetle kullanıyor ona göre kıymet verilir.
Kendi kelimesi olmayanın kendi düşüncesi olamaz.
İnsanlar gibi devletler için de “kendi” olmak bir süreçtir. Ölene kadar devam eder.
Kendisi olmayı başkalarının katacaklarına kapalı olmak anlayan zihin, kendi küçük dünyası içinde aptal ve renksiz bir ömür yaşıyor.
hangi imkanlara sahip olduğunuzdan çok, elinizdeki imkânları nasıl yönettiğiniz daha önemlidir.
“Dünyada en muhtaç insanlar zenginlerdir.”
“Dün, dün ile gitti cancağzım
Bugün yeni şeyler söylemek lâzım.”
şevk kırılan bir şeydir.
“Ben”i yücelten her anlayış ötekini yok etmeye yönelir.
Halini bilen, kendini bilir.
Gelenek, birikim demektir.
İslâm kişiye varlık bilinci aşılar. Her şeyi, canlı ve cansız her şeyi aslında görme sezgisi ve bilgisi kazandırır. Asıl olan ise Mevlâ’dır. O halde Mevlâ’dan gelen hiçbir varlığa düşmanlık yapılmaz.
Her insandan, her kültürden, her medeniyetten alacağımız bir güzellik vardır.
Öz ile söz, eylem ile söylem, iç ile dış, inanç ile kişilik hep aynı olmalıdır.
Fıtrattan sapan her şey yanlışa, sapkınlığa ve yıkıma doğru gider. Bu ister bir insan, isterse bir devlet olsun.
Cemil Meriç, “kültür” kelimesinin bizim anlayışımızda bir karşılığının olmadığını söyler: “Batı’nın kültürü var, bizim ise irfanımız. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep. Bazı kültürün vatanı, Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne Doğu’yu En az tanıdığımız ise kendimiz.”
Bırakalım diğer sonsuz nimetlerini, bizâtihi bizi var etmesi, yaratması bile bizi Rabbimiz’e borçlu kılar. İbadet bunun ifadesidir.
asıl mesele “güç” değil, “kişilik”tir.
“Okumuş yazmış” müslümanlar “entelektüel” olma çabasıyla referanslarını Batı’dan getiriyorlar. İslâm üzerine bile Batılı yazarları okuyorlar.