Franz Kafka kitaplarından Mavi Oktav Defterleri kitap alıntıları sizlerle…
Mavi Oktav Defterleri Kitap Alıntıları
Kendini yanlış anla ve kendi kendini yok et!
İnanç giyotin gibidir; onun kadar ağır , onun kadar hafif.
“Sonsuzluk olsam bile kendimin içinde çok darım.”
tek bir damlanın taştığı yok ve tek bir damlaya yer yok .
Dokunduğum her şey dağılıp dökülüyor.
Anlamaya başlamanın ilk işaretlerinden biri, ölme isteğidir.
Kendinizi beğenerek kapıldığınız kibir nöbetlerinden sonra derin bir nefes alın.
Kötü, İyi’yi tanır ama İyi Kötü’yü tanımaz..!
Nereye sürer bu ihtiras bizi?
Kazanmak bunu, yitirmek şunu?
Anlamsızca içeriz külü
Nereye sürer bu ihtiras bizi?
Demek dünyaya karşı savaşmak istiyorsun; hem de
ümitten ya da inançtan daha gerçek silahlarla. Belki
böyle silahlar vardır, ama ancak belirli meziyetleri olan
kişiler tarafından bilinip kullanılabilir bu silahlar.
Yalanlar evrenindeki yalan, doğruya başvurarak yok edilemez, ancak gerçekler evrenine geçilerek yok edilebilir.
Kötü, İyi’yi tanır ama İyi, Kötü’yü tanımaz.
Kafes, bir kuş aramaya çıktı.
Bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. O noktaya ulaşmak gerekir.
İnsanın esasında iki büyük günahı vardır ve geri kalanların tümü bu ikisinden türemiştir: Sabırsızlık ve tembellik.
Her insan kendi içinde bir oda taşır.
Ben basamaklarda yeni yeni uçma çalışmaları yapan bir serçeydim de o da benim yumak gibi yumuşak gri tüylerimi kabartıyor duygusuna kapıldım.
Arayan bulamaz, bulan aramayan olacaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Gök suskundur, ancak sağırlar için yankı yapar.
Kötülük, dikkatini dağıtan her şeydir.
Bir gül pencereden kaldırıma düşüyor, kimsede sabır kalmamış
“Sonsuzluk olsam bile kendimin içinde çok darım.”
Çalılık, eskilerden bir settir, ilerleyebilmek için çalılığı ateşe vermen gerekir.
Ölü Don Kişot, ölü Don Kişot’u öldürmek niyetindedir;
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ölümün zulmü, son’u değil, ama son’un gerçek acısını beraberinde getirmesidir.
Ölümün en büyük zulmü: Anlaşılması kolay bir son. gerçek bir acıya neden olur.
Ölüm döşeğinin çevresindeki feryat figan, aslında gerçek anlamda bir ölümün burada gerçekleşmemiş olmasından feryat figan etmektir. Hâlâ böylesi bir ölümle yetinmemiz gerekiyor; hâlâ bu oyunu sürdürüyoruz.
Bu dünyayı yok etmek, ilkin, dünyanın kötü olması, yani onun bizim amacımıza aykırı düşmesi, ikincisi onu yok edebilme gücüne sahip olmamız durumunda bizim için bir ödev olabilirdi ancak. Birincisi dünyanın bize kötü görünmesindendir; ikincisinden de biz yoksunuz. Bu dünyayı yok edemeyiz, çünkü onu bağımsız bir şey olarak biz yaratmadık; biz, yolumuzu kaybedip bu dünyanın içine düştük yalnızca, hatta, bu dünya bizim yolumuzu kaybetmemizdir, ama bu dünya yok edilemez bir şeydir, ya da, daha doğrusu, öyle bir şeydir ki, ondan el çekilerek değil, sonuna dek yaşanarak yok edilebilir ve bu da, elbette, dünyanın sonuna dek yaşanmasının, bir dizi yok ediş ediminin sonucu olabilir; ama yine bu dünyanın kafesi içinde.
Cennetten kovulduk, ama Cennet yok edilmedi. Cennet’ten kovuluş bir bakıma iyi şanstır, çünkü eğer kovulmuş olmasaydık, Cennet’in yok edilmesi gerekecekti.Neredeyse ‘İlk Günah’ olayı sonuçlanana kadar, Cennet Bahçesi’nin insanoğluyla birlikte lanetlenme olasılığı sürdü. Yalnızca insanoğlu lanetlendi, Cennet Bahçesi bunun dışında bırakıldı.Bilgi Ağacı‘nın meyvesini yediği gün, Tanrı Adem’in öleceğini söyledi. Tanrı’ya göre, Bilgi Ağacı‘nın meyvesini yemenin kesin sonucu ölüm olmalıydı, yılana göre (en azından böyle de anlaşılabilir) bu Tanrı gibi olmak demekti. Her ikisi de benzer nedenlerle yanlıştır. İnsanlar ölmedi, ama ölümlü oldu, Tanrı gibi olamadılar, ama öyle olabilmenin elzem yeteneğini elde ettiler. Her ikisi de aynı zamanda doğruydu. Ölen insanın kendisi değil, ama cennetteki insandır, Tanrı’nın kendisi olamamış, ama Tanrısallığın bilgisine ulaşmıştır.
“Kendini bil” sözü, “Kendini gözlemle” anlamına gelmez. “Kendini gözlemle,”yılanın söylediği sözdür. Anlamı: “Kendini eylemlerinin efendisi yap.” Ama sen zaten öylesindir, eylemlerinin efendisisindir. Öyleyse bu söz şu anlama gelir:
“Kendini yanlış anla! Kendini yok et!”, ki bu söz kötülük içerir -ama ancak insan iyice eğilip de ta derinlere kulak verirse bu sözde gizli olan iyiliği de işitir: “Kendini olduğun şey yapmak için.”
Dış dünya gibi, iç dünyayı gözlemlemek diye bir şey yoktur. En azından tanımlayıcı psikoloji, bir bütün olarak ele alındığında, antropomorfizmin bir biçiminden, kendi sınırlanmızdan çöplenmekten başka bir şey değil. İç dünya sadece yaşanabilir, tanımlanamaz. Psikoloji, maddi dünyanın tanrısal düzlemdeki yansımasının anlatımı, daha doğrusu, kendi maddi doğamızın içinde sırılsıklam olan bizlerin tasarladığı bir yansımadır. Anlatımdır, çünkü gerçekte yansıma yoktur, ne yana dönersek dönelim gördüğümüz yalnızca dünyadır.
.
Anlamanın başlangıcının ilk işaretlerinden biri ölme arzusudur. Bu hayat dayanılmaz görünüyor, başka bir şekilde ulaşılmaz.
Kişi artık ölmeyi istemekten utanmıyor; insan, nefret ettiği eski hücreden, ancak zamanla nefret edeceği yeni bir hücreye taşınmak ister. Bunda da hareket sırasında efendinin şans eseri koridordan geleceğine, mahkuma bakacağına ve ‘Bu adam tekrar kilit altına alınmayacak, benimle gelecek’ diyeceğine dair bir inanç kalıntısı var.
Kendini zaten olduğun şey yapmak için kendini tanı
Umudu tükenmiş bir adam küçük bir kayıkla Ümit Burnu’nu dolaşmaya çabalıyordu.
Ben basamaklarda yeni yeni uçma çalışmaları yapan bir serçeydim de o da benim yumak gibi yumuşak gri tüylerimi kabartıyor duygusuna kapıldım.
.
Kötülük, dikkatini dağıtan her şeydir.
(Aforizma 39-b, 40)
Kibir çirkinleştirir, öyleyse kendini öldürmesi gerekirdi, ama onu yerine yaralar kendini sadece, ve incinmiş kibir’e dönüşür.
(Aforizma 38)
İyiler uygun adım yürür. İyilerin varlığından habersiz olan başkaları onların çevresinde dans eder, zamanın oyunlarını oynarlar.
Ruhunuza bir kılıç saplanmışsa, yapılacak iş, serinkanlılıkla durumu izlemek, kan kaybetmemek, kılıcın soğukluğunu bir taşın soğukluğuyla kabullenmektir. Birbiri ardına saplanan kılıç darbeleri sayesinde, yaralanmazlık aşamasına varmaktır.
Dünyanın kirine pasına bulanmış gözlerle bakanca, bir tünelde kaza geçirmiş trenin yolcularına benziyoruz; kaza yerinden artık tünelin girişindeki ışık görülemiyor, çıkıştaki ışık ise henüz öylesine küçük ki, onu seçebilmek için bakışların sürekli arayışta olması gerekiyor, ve hatta, bir girişin ve çıkışın olduğu da kesin değil. Çevremizde, yine de, duyularımızın kamaşasında, ya da aşırı duyar lılığında, ucubelerden başka bir şey görmeyiz; ve her birimizin o andaki ruh haline ve aldığı yasaya göre değişen, insanı hayran bırakan ya da yorgun düşüren bir kaleydeskop* oyunu seyrederiz. Şimdi ne yapacağım?
*Kalevleskop Dürbün biçiminde bir aygıt; duvarlarına aynalar yerleştirilir, aygıt döndürülerek değişik görüntüler elde edilir.
Bu dünyanın belirleyici özelliği geçiciliğidir.
Bir sonum ben ya da bir başlangıç.
Dünyaya bırakmamacasına yapışırız, sonra dünyanın yakamıza yapıştığından yakınırız..
Dünyanın kirine pasına bulanmış gözlerle bakınca, bir tünelde kaza geçirmiş trenin yolcularına benziyoruz; kaza yerinden artık tünelin girişindeki ışık görülemiyor
İnsanlar gibi dinlerden de geçilmiyor.
Günler, mevsimler, kuşaklar, asırlar birbirlerini bir sessizlik içinde izler gibidir ama bu kulak kirişte bekleyiştir aslında; arabaya koşulmuş atların tırısta gidişi gibi.
Atlas dilediği anda Dünya’yı omuzlarından atıp çekip gidebilirdi, onun özgürlüğü bunu düşünmesine verilen izin kadardı.
Prometheus’a dair dört efsane var. Bunlardan birincisinde, Tanrılara ihanet edip onların sırlarını insanlara veren Prometheus’u Kafkaslarda bir kayalığa zincirlemişler, bununla kalmamışlar, yolladıkları kartallar Prometheus’un yendikçe büyüyen karaciğerini yiyip dururlar.
Efsanelerden ikincisinde, durmadan karaciğerini gagalayan kartalların işkencesine dayanamayan Prometheus, kayanın içlerine gömüle gömüle sonunda kayanın bir parçası haline gelmiş.
Üçüncü efsanede, aradan geçen binlerce yıldan sonra Prometheus’un ihaneti unutulmuş, Tanrılar unutmuş, kartallar unutmuş, sonunda kendisi de unutmuştur.
Dördüncüsünde, giderek anlamını yitiren bu olaydan herkes sıkılmış, tanrılar bezmiş, kartallar usanmış, yara bıkkın halde kapanmıştır.
.
Vecd içindeki insan ve boğulan insan ikisi de kollarını havaya kaldırır.
İster yazıya geçirilmiş olsun isterse kulaktan kulağa aktarılmış, dünya tarihi çokluk büyük yanılgılara sürükler insanı; oysa sezgi gücü, çoğu zaman yanlış yönlerdirse de, insana yol göstermeyi bırakmıyor, kimseyi terketmiyor.
Don Kişot’un şanssızlığı hayal gücü değil, Sanço Panza’dır.
Sonsuzluk olsam bile kendimin içinde çok darım.
Her insan kendi içinde bir oda taşır.
Uğranan her istasyonda, başka başka umutsuzluklar
Bu özlem nereye sürükleyecek bizi?
Herkes gerçeği göremez.
Dünyaya bırakmamacasına yapışır, sonra dünyanın yakamıza yapıştığından yakınırız.
Bu dünyanın en belirgin özelliği geçiciliğidir.
Gök suskundur, ancak sağırlar için yankı yapar.
Ruhu gözlemlemekle, ruhun içine girilemez,
Arayan bulamaz, bulan aramayan olacaktır.
Kötü, iyi’yi tanır ama iyi kötü’yü tanıyamaz.
Birlik ve beraberlik bozulmamalı; birlik ve beraberlik olmadığı sürece yerimizde sayarız.
Önceden yukarılardaydım, şimdi en dipteyim;
Her insan içinde bir oda taşır.
Íçinde bir sığınağın olmadıktan sonra, insan dünyadan nasıl hoşnut kalabilir?
Bastığın toprağın, iki ayağının kapladığından daha geniş olamayacağını anlama şansı.
Ödev sensin. Etrafta ise hiç öğrenci yok.
Kafes, bir kuş aramaya çıktı.
İnsanın esasında iki büyük günahı vardır ve geri kalanların tümü bu ikisinden türemiştir: sabırsızlık ve tembellik.
Neden? Dış dünyadaki gibi, iç dünyanın gözlemi mümkün değildir.
Hepimiz bir savaşın içindeyiz.
Her insan kendi içinde bir oda taşır.