Sinan Sertöz kitaplarından Matematiğin Aydınlık Dünyası kitap alıntıları sizlerle…
Matematiğin Aydınlık Dünyası Kitap Alıntıları
Güneş bir portakal büyüklüğünde olsa, dünya bir toplu iğnenin başı kadar olacaktı.
Meşhur olmak istiyorsanız şarkıcı değil matematikçi olmanız gerek. denir. Çünkü matematikte doğrular vardır. Ölümsüz doğrular vardır. Ve insanları matematiğe çeken şey de bu ölümsüz doğruların içinde estetik bir güzellik olduğudur.
Matematik tanrının doğaya bıraktığı ipuçlarıdır.
Eflatun açtığı akademinin kapısına Matematik Bilmeyen Giremez yazar. Eflatun ben alelade insanlara ders anlatamam diyor. Bir şey öğreneceksiniz önce bir hazırlığınız olsun.
Sessiz sinemanın ünlü yönetmeni Eisenstein, Potemkin Zırhlısı filmindeki dramatik ögeleri altın orana göre yerleştirdiğini söyler
Sonsuz denince akla uygun kavramı sanatta en iyi biçimde yakalayan ünlü grafik sanatçısı Escher geliyor.
Anlamı erkek olan şekilden üç tane olunca anlam herkes , ağaç anlamındaki şekilden üç tane olursa anlam orman , kadın demek olan ideogramdan üç tane olduğu zaman da anlam dedikodu olarak değişiyor.
Sümercede 1 ve 2 ile kadın ve erkek aynı sembollerle gösteriliyor. Hatta 1 ve 2 nin ben ve sen demek olduğu toplumlar da vardır.
Galileo: İnsana bu mükemmel beyni veren tanrının, insanın bu beyni kullanmasını istemediğine inanmıyorum.
Matematik, Yaratıcının doğanın içine bıraktığı ipuçlarıdır.
“Biz bilim adamları kumsalda çakıl taşları arayan çocuklar gibiyizdir. Eğer ben arkadaşlarımdan biraz daha fazla, biraz daha renkli çakıl taşları toplayabildiysem bunun nedeni dizlerime kadar suya girmeye cesaret edebilmiş olmamdır.
Sir Isaac Newton”
“Bilim ancak bir şey üretmekle mümkündür. Yoksa başkasının yaptığını ezberlemekle mümkün değil.”
“İstanbul’da Mimar Sinan’ın türbesini ararken yoldan birisini çevirip: ‘Sinan nerede?’ diye sorduk. O da bize gösterdi! Ölümünden 400 yıl sonra bir insanı önadıyla anıyorsunuz ve hâlâ insanlar onu tanıyorlar. Ölümünüzden 400 yıl sonra önadınızla anılabilmek herhalde ölümsüzlüğün tanımı olsa gerek. Ama ölümsüzlük de boş yere hak edilmiyor; önemli bir iş becermeniz gerekiyor.”
“Aydın Aytuna – Bana göre matematik komplike görünen yerlerde düzen aramak diye de özetlenebilir, en azından benim algıladığım matematik. Bir düzen, bir mantık arıyoruz olaylarda ve olayları o zaman o bulduğumuz düzen sayesinde çok daha kolay anlayabiliyoruz. Ve hatta yani düzenin olduğuna da gizli gizli inançlarımız var gibi geliyor bana, çünkü bir sürü matematikçi arkadaşım da bana katılır, zaman zaman araştırma yaparken ‘Dünyada adalet varsa bunun da doğru olması gerekir!’ diye düşündüğümüz ve ondan sonra ispat etmeye çalıştığımız bir sürü olgu olmuştur.”
“Matematikçiler arasında bu bir espri konusudur: ‘Meşhur olmak istiyorsanız şarkıcı değil, matematikçi olmanız gerek’ denir. Çünkü matematikte doğrular vardır. Ölümsüz doğrular vardır. Ve insanları matematiğe çeken şey de bu ölümsüz doğruların içinde estetik bir güzellik olduğudur. Bir şey sadece doğru ve gerçek değildir, olağanüstü bir güzelliği vardır.”
“Doğanın içinde bir ‘uyum’ var, matematikle yazılmış ve de matematik düşünülerek algılanabilen bir koca ‘uyum’. Matematikçi sık sık kendisini zaman ve mekândan bağımsız olarak bir sürü dostla birlikte bu ‘uyumu’ incelerken bulur.”
“Bu mallar, bu vitrinler, insanlardaki bu kısa vadeli hırslar silinip gidecek. Oysa ne büyük bir ayrıcalıktır insanlığın hatıra defterine yazılmak ve bir daha hiç silinmemek. Binlerce yıl öncesinden binlerce yıl sonrasına uzanan bir macerada yer almak ve hiç unutulmamak. Galiba ölümsüz olmanın, ama gerçekten ölümsüz olmanın en sağlam ve en eğlenceli yolu matematik yapmak ”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Bir tefekkür anında pencereden giren güneş huzmesinde uçuşan tozlara bakıp da düşünmeyen var mıdır: ‘Ne farkı var bu toz zerrelerinin uzayda dolaşan yıldızlardan?”
Gerçek oranlarda vermeye kalkarsak, Güneş bir portakal büyüklüğünde olsa Dünya bir toplu iğnenin başı kadar olacaktı.
Ve aralarında 12 m mesafe olacaktı,eğer gerçek oranları bu olsaydı.
Bu kadar küçük bir dünyanın üzerinde oturup, Güneşin bu kadar büyük olduğunu ve bu oranlarda yaparsak arada 12 m mesafe olacağını hesaplayabiliyoruz. İşte bu, astronomi, geometri, matematik bilgisinin insana verdiği güçtür.
Güneş sistemimimizin en büyük gezegeni olan Jüpitere bakalım. O da bu oranlara göre bakıldığında bir misket büyüklüğünde ve Güneşten 60 m uzaklıkta olacak. Güneş sistemimizin en uzak, üvey evladı Plüton da bir toplu iğnenin başından daha küçük ve 466 m uzakta temsil ediliyor olacak. İşte sayıların bu insafsızlığındandır ki hiçbir yerde. Güneş sisteminin gerçek oranlarda bir modelini, yani mesafeler ve büyüklükler için aynı birimlerin kullanıldığı bir modelini göremezsiniz.
Belki bir gün pikniğe gittiğinizde bu modeli çayırlarda kurup sonra yüksek bir yerde seyretmeyi düşünebilirsiniz. Günlük sıkıntılarınızın ve hırslarınızın yüzüne patlatacağınız iyi bir alçakgönüllülük tokadı olurdu bu
“ evrende matematik vardır ve biz onu değişik açılardan gözler ve tasvir ederiz. Bu yaklaşıma göre biz matematikçiler bir peyzaj ressamıyız. Hepimiz tuvalimizi ayrı bir bakış açısına kurmuş, o matematik denen olağanüstü manzaranın bir köşesini görüp çizmeye çalışıyoruz.”
“Sevdiklerimize onları sonsuza kadar seveceğimizi söyleriz, hatta buna biz de inanırız. Oysa sonsuz o kadar uzak ki Sonsuzda ne biz varız, ne Dünya var, ne Güneş var, ne de Samanyolu var.”
“Yani bilim insanın öğrenme, anlama arzusunu çok zorlayıcı bir şekilde tatmin etme hissi. Yani bunu yapmak istiyor. Bunu yapamadığı takdirde çok rahatsız oluyor. Bu hissi tatmin etmek için çaba göstermediği takdirde kendine karşı ihanet etmiş gibi oluyor belki de kişi.”
“İnanıyorum ki gerçekten bütün matematikte her şey doğada var; biz yaratmıyoruz, onları buluyoruz. İnsanlığın uygarlığı bir apartman gibi. Her geçen yıl bir kat daha yukarı çıkıyoruz. Geçen yüzyılda çok çıktık! Her katta yeni bir şeyler buluyoruz. Her yeni katta doğanın kanunları ve mantık nedir bunları buluyoruz.”
“Hiçten bir şey var olmaz tabii. Matematik de bir şeyden var oluyor. Somuttan geliyor. Çok soyutlanmış, çok somuttan kopmuş, özellikle benim yaptığım matematik. Ama gene de bunlar doğanın kanunları.”
“Bakar bakmaz görülemeyecek kadar saklı ve karmaşık, ama insan beyninin çabalarıyla ulaşabileceği kadar yakın. Mutlak doğru, kesin ve değişmez, ama yalın, güzel ve ahenkli. Tanrı sanki evreni yaratırken koyacağı kuralların yalnızca doğru çalışmasıyla yetinmemiş, bu kurallara insan ruhunu yüceltecek güzellikler katmak istemiş. Galileo ‘İnsana bu mükemmel beyni veren tanrının, insanın bu beyni kullanmasını istemediğine inanmıyorum.’ derken işte doğanın sırlarında saklı olan bu güzelliklere ulaşma heyecanını dile getiriyordu.
Bilgisizliğin boş ve dingin huzurunu değil, bilginin coşkun mutluluğunu aramak. İşte binlerce yıldır süren bu arayışın adı Matematik.”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Matematik belli bir eğitimden sonra, kişinin kendi kendisine kazandıracağı bir eğitimden sonra, elde edilen bir yaşama sevincidir, bir insanlık macerasıdır.”
“Matematikte ezber diye bir şey yoktur.
Doğanın hiçbir yerinde hiçbir yaratık hiçbir şeyi ezberlemez.”
“Birçok insan için matematik, hayatını zehir eden derslerden, içine korku salan sınavlardan ve okulu bitirir bitirmez kurtulacağı bir kâbustan ibarettir. Bazıları içinse matematik, hayatı anlamanın ve sevmenin bir yolu olabilmiştir. Çünkü sevmenin yolu, her şeyde olduğu gibi, burada da anlamaktan geçer. Ancak anlayabildiğimiz şeyleri severiz.”
“Her eser, ne kadar alçakgönüllü olursa olsun, büyük sancılarla doğar. Tarih boyunca pek çok insan kendisini, bilerek bu sıkıntıya ve acıya neden sokmuştur? Kendi çağındaki insanların artık şiirden zevk almadığını, paradan ve ‘hemen, derhal, şimdi’ elde edilecek maddi çıkarlardan başka bir şey göremediğini gelecek kuşaklara şikâyet etmenin ve bugünün yalnızlığını yarınların hayali okuyucularıyla gidermeye çalışmanın bir yolu mudur acaba kitap yazmak?”
“Bir televizyon belgeselini kitaba aktarmanın hiçbir emek gerektirmeyeceğini sanıyordum. Oysa film diliyle kitap dili arasındaki farkı gözden kaçırmışım. Filmde el hareketleri, yüz mimikleri ve ses tonuyla söylenen grameri bozuk bir cümle aslında o anki mesajı yerine ulaştıran en doğru cümle olabiliyor. Oysa bu cümleyi yazıya döktüğünüz zaman el hareketleri, mimikler ve ses tonu uçuyor, geriye iler tutar yanı kalmamış bir ‘yanlış’ cümle kalıyor. Bu cümleyi düzelttiğiniz zaman da o cümlenin zamanında taşımış olduğu canlılık, gerçeklik ve hatta anlam yok oluyor.”
Güneş sistemi o kadar büyüktür ki bir ucundan öbür ucuna ışık hızıyla bile yaklaşık 10 saatte gidebiliriz. Oysa bu güneş sistemi samanyolu içerisinde sadece bir nokta. Bu nokta samanyolunun merkezi etrafında saniyede 220 km ‘lik bir hızla dönerek bir turu yaklaşık 230 milyon yılda tamamlıyor.
Ve Samanyolu galaksisi gibi milyarlarca galaksi var
Bugün bilinen uzay 20 milyar ışık yılı çapında bir küre büyüklüğünde.
Evrende yıldızlar galaksilerin, gezegenler yıldızların ,uydular gezegenlerin etrafında dönüyor. Bütün maddelerin yapı taşı olan atomlarda da aynı devinim var
Bilim ancak bir şey üretmekle mümkündür . Yoksa başkasının yaptığını ezberlemekle mümkün değil.
Matematik, o tek bir dildir. Doğanın içinde bir “uyum” var , matematikle yazılmış ve de matematik düşünülerek algılanabilen bir koca “ uyum”.
İnsanların galiba böyle bir sonsuzluk duygusu, sonsuzluğa karşı bir özlemi var. Gideremedikleri bir özlem
Kim demiş matematik sevenler roman okumaz diye!
Matematik bilimlerin kraliçesidir.
Carl Friedrich Gauss
Hayatımdaki saadetin hiç olmazsa yüzde ellisi matematiğe ait*
İddiaya göre eski çağlarda ideal insanın ölçüleri şöyle olmalıymış: Boy uzunluğunun göbekten ayak uçlarına olan uzunluğa oranı, göbekten ayak uçlarına olan uzunluğun göbekten başucuna olan uzunluğa olan oranına eşit. Sembolsüz matematik yapmaya alışık olmayan 21. yüzyıl okuyucusu için bunu cebirsel olarak yazmak gerekirse: İdeal insanın boyu x birim olsun. Göbeğinden ayak ucuna olan uzaklık da y birim olsun. Bu durumda göbeğinden başucuna olan uzaklık da x – y birim olacak. İddiaya göre ideal insandaki ölçüler şu denklemi sağlamalı: x÷y = y÷(x-y)
“Birbirinden binlerce kilometre ve yüzlerce yıl uzakta yaşamış bu insanlar ortak bir heyecanı taşımışlar ve aynı maceranın kahramanları olmuşlardır.İşte bu binlerce yıl süren insanlığın ortak macerasının adıdır matematik “
Sevdiklerimize onları sonsuza kadar seveceğimizi söyleriz, hatta buna biz de inanırız. Oysa sonsuz o kadar uzak ki
Rivayet olunur ki bunu bulan Brahman rahibi Şah’a bir ders vermek istemiş. Sen ne kadar önemli bir insan olursan ol, adamların, vezirlerin, askerlerin olmadan hiçbir işe yaramazsın, hiçbir önemli iş yapamazsın demek istemiş. Şah durumdan memnun görünmüş, Peki, oyunu ve dersini beğendim. Dile benden ne dilersen demiş. Bir matematik sohbetinde satranç nerede işin içine giriyor? diyorsanız işte burada giriyor: Rahip bu olay üzerine Şah’ın alması gereken dersi hâlâ almadığını düşünerek Bir miktar buğday istiyorum demiş. Sana bulduğum bu oyunun birinci karesi için bir buğday istiyorum. İkinci karesi için iki buğday istiyorum. Üçüncü karesi için dört buğday istiyorum. Böylece her karede, bir önceki karede aldığım buğdayın iki misli buğday istiyorum. Sadece bu kadarcık buğday istiyorum demiş. Şah, kendisi gibi yüce ve kudretli bir şahtan isteye isteye üç beş tane buğday isteyen bu rahibin, küstahlığa varan alçakgönüllülüğüne sinirlenmiş ve ona bir ders vermek istemiş, Hesaplayın. Hak ettiğinden bir tane fazla buğday vermeyin demiş. Hesaplamaya başlayınca ilk kareler kolay gitmiş. Birinci kareye bir buğday, ikinci kareye iki buğday, üçüncü kareye dört buğday Ancak 10. kareye gelindiğinde toplam 1023 buğday vermeleri gerekiyor. Bu yaklaşık bir avuç buğdaya karşılık gelir. Hesabın hep böyle gideceğini, rahibe hep böyle üç beş buğday vereceklerini zannediyorlardı. Zaten 15. karede yalnızca 1,5 kilo buğday vereceklerdi. 25. kareye gelince vermeleri gereken buğdayın 1,5 ton olduğunu görmüşler ama fazla heyecanlanmamışlar. Oysa 31. kareye gelince bu işin şakası olmadığını anlamaya başlamışlar, çünkü vermeleri gereken buğday 92 tonmuş. Yine hesaplamaya devam etmişler. 49. kareye geldikleri zaman 24 milyon ton buğday vermeleri gerekiyor. Bu ise bugünkü Türkiye’nin bir yıllık buğday üretiminden daha fazla. 54. kareye geldiklerinde ise 771 milyon ton buğday vermeleri gerekiyor toplam olarak. Bu da dünyamızın bugünkü ölçülere göre bir buçuk yıllık buğday üretimi. Madem başladık hesaplara, devam edelim deyip bitirmişler. 64. kare de tamamlandığında bugünkü ölçülerle dünyanın 1500 yıllık buğday üretimini rahibe vermeleri gerektiği ortaya çıkmış. Bu hikâyenin sonu bilinmiyor. Rahip bir miktar buğdaya razı olup gitti mi, yoksa Şah’tan iyi bir azar mı işitti bilmiyoruz. Satrancın günümüzden yaklaşık 1300 yıl önce bulunduğunu ve eskiden de dünyanın yıllık buğday üretiminin bugünkünden daha az olduğunu göz önüne alırsak rahibe olan borcumuzu hâlâ ödemediğimiz, hâlâ borçlu olduğumuz ortaya çıkar. Allahtan bu borcun faizi yok. Bu upuzun ifadelerle anlattığımız sayının matematik dilindeki ifadesiyse kısa ve basit: 18.446.744.073.709.551.615
Matematikte ezber diye bir şey yoktur. Doğanın hiçbir yerinde hiçbir yaratık hiçbir şeyi ezberlemez. Ancak kötü matematik kitapları şunlar ezberlenecektir der.
Dünyaya nasıl baktığımız, gördüğümüz şeylerin bize ne düşündürdüğü tamamen daha önce ne öğrendiğimize bağlıdır. Yani matematikçi deyimiyle, görebildiğimiz dünya eski bilgilerimizin bir fonksiyonudur.
Zaten insanların matematikle, bilimle uğraşmaya başlamasının temelinde yatan içgüdü de budur; doğa olaylarını önceden kestirebilmek, önceden anlayabilmek ve diğer insanlara karşı bir üstünlük sağlamak.
Matematik, yaratıcının doğanın içine bıraktığı ipuçlarıdır.
Bu elma masalını Newton kendisi uydurmuştur Kısacası Newton hiçten var olmamıştır. Hele hele bir ağacın altında tembel tembel otururken kafasına düşen bir elmayla birden kalkıp işler becermemiştir..Kendisinden önce gelenlerin teorileri ve Brahe’nin gözlemleriyle Kepler hesaplarını yapabilmiştir..
Bilim ancak bir şey üretmekle mümkündür.Yoksa başkasının yaptığını ezberlemekle mümkün değil.
Matematikçiler arasında espiri konusudur:
Meşhur olmak istiyorsanız şarkıcı değil, matematikçi olmanız gerek. denir. Çünkü matematikte ölümsüz doğrular vardır..
Bir nötron yıldızında 1 cm3, şöyle bir küçük kahve kaşığı kadar bir hacim düşünün, o hacim içerisinde yüz milyon ton madde var.
..Görebildiğimiz dünya eski bilgilerimizin bir fonksiyonudur.
Ömer Hayyam, Avrupada başka matematikçilerin adıyla anılan pek çok sonucu 11. Yüzyılda bulmuş, fakat bunları pazarlamasını beceremediği için bu teoremlerin hiçbirinde onun adı yok.Bunlara örnek olarak Pascal üçgenlerini, binom teoremini ve aritmetik dizi toplamlarını verebiliriz..
..Eski Çin ideogramlarında, anlamı Erkek olan şekilden üç tane olunca Herkes
Ağaç anlamındaki şekilden üç tane varsa anlam Orman
Kadın anlamındaki şekilden üç tane olunca Dedikodu olarak değişiyordu.. ????
Bilgisizliğin boş ve dingin huzurunu değil, bilginin coşkun mutluluğunu aramak. İşte binlerce yıldır süren bu arayışın adı Matematik. ”
Matematik, Yaratıcının doğanın içine bıraktığı ipuçlarıdır. ”
görebildiğimiz dünya eski bilgilerimizin bir fonksiyonudur.
Ey çark-ı felek bil ki çöküşüm senden.
Ezmek senin eski huyun, cilven.
Ey toprak deşsek bağrın, içine baksak
Nice cevherler görürüz ki silinip giden.
Meşhur olmak istiyorsanız şarkıcı değil, matematikçi olmanız gerek.
Biz bilim adamları kumsalda çakıl taşları arayan çocuklar gibiyizdir.Eğer ben arkadaşlarından biraz daha fazla, biraz daha renkli çakıl taşları toplayabildiysem bunun nedeni dizlerime kadar suya girmeye cesaret edebilmiş olmamdır.
Doğa içinde böyle bir geometri olduğu için mi güzel; yoksa geometri doğanın her tarafında göründüğü için mi güzel?
Newton’un kafasına bir elma düşmeseydi yerçekimi kanunundan haberimiz olmayacak mıydı? Arşimed hamamda tasla oynayacağı yerde doğru dürüst yıkansaydı suyun kaldırma gücünü hiç öğrenemeyecek miydik?
Aslında özel yazışmalarında arkadaşlarına belirttiğine göre Newton’un kafasına zaten bir elma düşmemiştir. Leibniz ile arasında olan integral ve diferansiyel hesap tekniklerini ben önce buldum, sen sonra buldun kavgasında öne çıkabilmek için bu elma masalını Newton kendisi uydurmuştur.
Kısacası Newton hiçten var olmamıştır. Hele hele bir ağacın altında tembel tembel otururken kafasına düşen bir elmayla birden kalkıp işler becerememiştir.
Biz bilim adamları kumsalda çakıl taşları arayan çocuklar gibiyizdir. Eğer ben arkadaşlarımdan biraz daha fazla, biraz daha renkli çakıl taşları toplayabildiysem bunun nedeni dizlerime kadar suya girmeye cesaret edebilmiş olmamdır.
Sir Isaac Newton
Ekim 1795 yılında Göttingen Üniversitesi’ne kaydolduğu zaman Matematikçi mi olayım, edebiyatçı mı olayım? diye düşünüyordu ve bu kararsızlığı altı ay kadar sürdü. Matematik ve edebiyat dünyaları nefeslerini tuttular! Sonunda 30 Mart 1796 tarihinde bir defter açtı, Bugün eşkenar bir onyedigenin cetvel ve pergel ile nasıl çizileceğini buldum. dedi. Bu aynı zamanda onun matematikçi olmaya karar verişi de oldu.
Evrende yıldızlar galaksilerin, gezegenler yıldızların, uydular gezegenlerin etrafında dönüyor. Bütün maddelerin yapıtaşı olan atomlarda da aynı devinim var. Elektronlar da atomların çekirdeği etrafında aynı biçimde akla zarar hızlarda dönüyor. Bir tefekkür anında pencereden giren güneş huzmesinde uçuşan tozlara bakıp da düşünmeyen var mıdır: Ne farkı var bu toz zerrelerinin uzayda dolaşan yıldızlardan?
Bakar bakmaz görülemeyecek kadar saklı ve karmaşık, ama insan beyninin çabalarıyla ulaşabileceği kadar yakın. Mutlak doğru, kesin ve değişmez, ama yalın, güzel ve ahenkli. Tanrı sanki evreni yaratırken koyacağı kuralların yalnızca doğru çalışması ile yetinmemiş, bu kurallara insan ruhunu yüceltecek güzellikler katmak istemiş.
Matematik, Yaratıcının doğanın içine bıraktığı ipuçlarıdır.
Aslında özel yazışmalarında arkadaşlarına belirttiğine göre Newton’un kafasına zaten bir elma düşmemiştir.Leibniz ile arasında olan integral ve differansiyel hesap tekniklerini Ben önce buldum,sen sonra buldun kavgasında öne çıkabilmek için bu elma masalını Newton kendisi uydurmuştur.
Bilim adamlarının sıkıntısı hep gerçekleri inandırıcı kılabilmenin zorluğunda yatmıştır.Çünkü gerçeğin ufku hayalden daha geniştir.
Kim demiş matematik sevenler roman okumaz diye!
Sevdiklerimize onları sonsuza kadar seveceğimizi söyleriz,hatta buna biz de inanırız.Oysa sonsuz o kadar uzak ki Sonsuzda ne biz varız ne Dünya var,ne Güneş var,ne de Samanyolu var.
Bu çeşit filmler niye çekilir, bu çeşit kitaplar niye yazılır? Her eser, ne kadar alçakgönüllü olursa olsun, büyük sancılarla doğar. Tarih boyunca pekçok insan kendisini, bilerek bu sıkıntıya ve acıya neden sokmuştur?
Kendi çağındaki insanların artık şiirden zevk almadığını, paradan ve hemen, derhal, şimdi elde edilecek maddi çıkarlardan başka bir şey göremediğini gelecek kuşaklara şikâyet etmenin ve bugünün yalnızlığını yarının hayali okuyucularıyla gidermeye çalışmanın bir yolu mudur acaba kitap yazmak?
Bugün 19 Nisan 1996. Dün Anadolu’ya kar yağdı
Matematik, akademisyenlerin loş koridorlarda birbirlerinin kulağına fısıldadığı anlaşılmaz kavramlardan oluşan bilgiler yumağı değildir. Matematik, hayatı dolu dolu yaşamış insanların sevinçleri, üzüntüleri, başarı ve yenilgileriyle oluşturdukları bir insanlık macerasıdır.
Günlük yaşantımızın renkli dünyası. Parlak vitrinler, parasını vermezseniz size vermeyecekleri mallar. Ucuna sıkı sıkıya yapıştığımız alışveriş paketleri. Güncel kaygılarıyla koşuşturan insanlar.
Matematik; belli bir eğitimden sonra, kişinin kendi kendisine kazandıracağı bir eğitimden sonra, elde edilen bir yaşama sevincidir, bir insanlık macerasıdır.