İçeriğe geç

Mana Deryasının İncisi Muhyiddin İbni Arabi Kitap Alıntıları – Hasan Karagözoğlu

Hasan Karagözoğlu kitaplarından Mana Deryasının İncisi Muhyiddin İbni Arabi kitap alıntıları sizlerle…

Mana Deryasının İncisi Muhyiddin İbni Arabi Kitap Alıntıları

Bedr, bu meczubun halini görüp bana;
‘Mesut el’Habeşi’yi bu hâle sokan nedir efendim?’ dedi.
‘Sevgidir.’ Sonra devamında;
‘Allah’a yemin ederim ki, sevgide öyle bir etki görüyorum ki, zannedersem sevgi göğün üzerine konsa, sönüp dökülecek, dağların üstüne konsa toz olup dağılacaklardır. dedim
Güneşin ağaçlara yakın olması gibi bana yakındı.
Ama ben ağaçların güneşe olması gibi ona uzaktım
Yüce Allah, Ben insanların ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat,56) buyurmuştur. Allah bizleri ona hakkıyla kulluk eden kullardan eylesin. Allah bizleri Kutlu Peygamberin (sav), ashabın, Allah dostları ve ariflerin himmetlerinden ve dostluklarından mahrum etmesin.

(Amin)

Şeyh Muhyiddin zamanın orta yerinde durup Müslümanları ateşten koruyacak öğütler vermiştir. İbadetin özünde muhabbetin olduğunu söylemiş, aşk ehli olanların, akıl ehlinden daha ileride olduğunu bildirmiştir. Taklidin önüne koca bir duvar çekip insanların tek düze statikocu bakışlarını, daha perspektifi geniş, daha kapsayıcı Muhammedi bakışa yönlendirmiştir. Hissiyat, hikmet ve ilhama önem vermiş, insanların unutmaya başladığı enfüse hitap eden ayetlere dikkat çekmiştir.
Şeyh Muhyiddin 22 Rebiülahir Hicri 638’de sevgilisi ve Halık’ına kavuşmak için bu dünyadan göçmüştür.
Şeyh yüzlerce eserinde, on binlerce sayfada tek şeyi anlatmıştır;
yüce ve tek hakikat olan Allah’ı (cc).
Füsûsu’l Hikem (Hikmetlerin Özü) Kur’an’da adı geçen Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e (sav) kadar olan 27 peygamberin hikmetlerini konu alan, 27 bölümden oluşmuş bir hikmetler kitabıdır.
Yine aklımı kurcalayan bir meselede başka bir müşahademde Resul’e hayvanların kıyamet gününde haşrolup olmayacağını sordum. Şöyle buyurdu;
‘Hayır, hayvanlar kıyamet gününde haşredilmeyeceklerdir.’ dedi. Ben de;
‘ Bu tevilsiz ve kesin midir?’ dedim.
‘Tevilsiz ve kesindir.’ dedi.
Attar aşkın yedi şehrini gezdi de, biz daha bir sokağın dönemecindeyiz.
‘Vakit keskin bir kılıçtır. Şayet keskin olmasaydı, düşünüp taşınıncaya kadar seni beklerdi. Halbuki zaman keskin bir kılıç gibi geçip gidiyor, hükmünü icra ediyordu.’ zaman düşünmemizi beklemiyordu.
Cengiz Han’la Şeyh Muhyiddin karşılaştırınca görüyoruz ki;
her şeyi olanın hiçbir şeyi yok, hiçbir şeyi olmayanın her şeyi var.
Ben, ben miyim? Bilemem.
Eskiden, ben Çuang-zi,
Uçan bir kelebeğe benzeterek kendimi,
Kelebek olduğumu düşlerdim.
Ne de mutluyum, derdim.
Bilmezdim, Çuang-zi olduğumu.
Sonra birden uyandım.
Kendim oldum.
Ama hiç bilemedim;
Kelebek olduğunu düşleyen biri miydim?
Çuang-zi olduğunu düşleyen kelebek mi?
Filozofların ilmi külliyen batıl değildir. Bu aklı olan her insanın kavrayabileceği bir meseledir. Sûfilerin veya ehli tarikin söyledikleri sözlerin, bazıları filozofların sözlerine benzeyebilir. Bunu duyduğun zaman ‘filozofun dini yoktur, bu sûfi de bu sözleriyle bu filozofa uymuştur onun da dini yoktur.’ deme. Bu ilimden nasibi olmayanların söylediği sözdür. Cehalet ise, bu mesele ile ilgili olarak hak ile batılı birbirinden ayıramamaktır. Bir filozofun dininin olmaması bütün bildiklerinin batıl olmasının delili olamaz.
Filozoflar sadece isimlerinden dolayı yerilmiş değildir. Bilakis, kişisel görüşleriyle hüküm verdikleri için, ilahi ilimler alanında yaptıkları hatalardan, resullerin getirdikleri bilgilere muhalif şeyler söylemelerinden dolayı yerilmişlerdir. Çünkü bozuk fikirleri nübüvvet ve risaletin aslına dair yanlış kanaatlere sahip olmalarına sebep olmuştur.
Zamanımızdaki Müslümanlar felsefe kelimesinin anlamını bilmiyorlar. Felsefe kelimesinin aslı Filosofia’dır. Bizim dilimize felsefe diye geçmiştir. ‘Filo’ kelimesi Rumca’da sevgi demektir, ‘Sofia’ kelimesi de hikmet. Dolayısıyla felsefe, hikmet sevgisi demektir.
‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun (Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz).’
Hidayeti üstün görmüş ve ona tabi olmuşsan
Söylediğin gibi sen bu dinin İzzetisin
Ama ona önem vermemiş ve küçümsemişsen
Sen dinin değerini düşürmüş, onu zelil kılmışsın
Yalan ve iftira ile sahte unvanlar edinme, çünkü sen
Hepinizin toplandığı gün onlardan sorulacaksınız

Ey sultan! Nasihatimi gerçekleştir
Sana verdiğim öğütleri. Sana dediklerime riayet et
Allah’a and olsun, ben sizin için en iyi nasihatçiyim
Alçağı, pisliği senden uzaklaştırıyor, engelliyorum
Sultan için her yönden celb ediyorum
Dini, dünyayı ve marufu ve yararlı şeyleri

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yaşça senden büyük olana önce sen selam ver. Eğer binek sırtındaysan, yürüyene önce sen selam ver. Eğer yürüyorsan, oturana önce sen selam ver.
‘Bir âlim ilmiyle amel etmediği sürece ilmine aldanmamalı.
İlmiyle amel eden biri de ihlâslı olmadıkça, ilmiyle amel etmesine aldanmamalı.’
Bedr, bu meczubun halini görüp bana;
‘Mesut el-Habeşi’yi bu hale sokan nedir efendim?’ dedi.
‘Sevgidir.’ Sonra devamında;
‘Allah’a yemin ederim ki, sevgide öyle bir etki görüyorum ki, zannedersem sevgi göğün üzerine konsa, sönüp dökülecek, dağların üstüne konsa toz olup dağılacaklardır.’ dedim.
‘Bu helva nasıl bir helvaymış banada söylesene?’
‘Zünnûn onu şöyle tarif ediyor; Gerçek marifet yemeğinde saklı olan has unu çıkart. İçtihat ve gayret suyuyla hamur yap. Ateş yakıp üzerine tencere koyulmak için gerekli taşlar dik. Ve katışıksız bir sevgiyle üstünü ört. Sonra zahidlerin nefesinin ateşiyle, Allah’ın kullarının badem ezmesi helvasını pişir. Ve onu inlemekle kurumuş olan otlarla tutuştur ki, tutuşturucusunun ateşi cimrilik kıvılcımlarını dışarı atsın. Sonra bu ateşi sağlam ve kuru rıza odunuyla doldur. Vefakarlık havanıyla un haline getirilmiş ve ince yaşam arzusu kokusu katıştırılmış, acı ve üzüntü bademini önceden hazırla. Sonra onu sabırla geçirilmiş günlerle birlikte para keselerini dürer gibi katla. Onu gece karanlığının ortasında, uykusuzluk bıçaklarıyla ve uyuklamanın lezzetin reddederek kes. Ve onu ızdırap ve hıçkırık bardaklarına yerleştir. Bölünmelerin iniltilerinden yapılmış olan şekerleri onun üzerine serp. Sonra onu kendini Allah’a teslim parmaklarıyla, kalplerde bulunan havatırla münacat ederek ye.’
‘Sizin ziyaretinize niçin gelmem gerekiyor?’ diye sordu. Razi;
‘Ben Müslümanların imamıyım, beni ziyaretiniz bendeki mevcut olan ilimden dolayı vaciptir.’ diye cevap verdi. İhtiyar;
‘Madem ilminle övünüyorsun, ilmin başı Allah’ı bilmedir (Marifetullah), Allah’ı nasıl bildin?’ diye sorar. Razi;
‘Onu yüz delille bildim.’ deyince adam;
‘Deliller, şüpheleri ortadan kaldırmak içindir. Demek ki senin o kadar şüphen varmış ki o kadar delile ihtiyacın var. Allah benim kalbime öyle bir nur atmış ki, hiç bir şüphe bırakmamıştır, o yüzden delile de ihtiyacım yoktur.’ dedi.
buz satıcısının söyledikleriyle irkildim;
‘Sermayesi erimekte olan bu zavallıya acıyın.’ diye bağırıyordu.
Onun söylediklerinin Asr Suresiyle bağlantılı olduğunu gördüm. İnsanın ömrü de tıpkı bir buz parçası gibi erimekteydi. İnsan işte bu yüzden ziyanda, eriyen bir sermayeye sahip. Ömür sermayesi her nefes alış verişte eriyor, tükeniyor. Öyleyse bu nefes alış verişler boşa gitmemeli, her nefeste bir şeyler kazanmak ve ahiret yurdunda kitabı sağından verilenlerden olmak için mücadele etmek gerekiyor.
Fahreddin Razi bu olayı bu şekilde Asr Suresi tefsirine aktarır ve sureyi bu şekilde açıklar.
Siz ilminizi resimlerden (harflerden) ve ölülerden ölü olarak aldınız. Biz ise, ilmimizi, hayat kaynağı olan ve hiç ölmeyecek olandan, yani Allah’tan aldık! Doğruları en iyi bilen Allah’tır. Dönüş de O’nadır.

(Bayezid-i Bistami)

Bütün suretleri kabul edecek bir hale geldi kalbim benim
Ceylanların otlağına döndü, keşişlerin manastırına,
Puthaneye döndü, tavaf edenlerin Kâbe’sine kalbim
Tevrat levhalarına, Kur’an sayfalarına,
Ben aşk dininin müntesibiyim
Aşk bineği hangi yöne götürürse
Benim dinim, imanım orada.
‘Bil ki her dönüş sonunda, kişi yine kendine döner. Başlangıç noktasına döner. Böylece işin sonu başıyla irtibatlanır ve işin ebedi, ezeli olarak üzerine atfedilir. Devamlı bir varoluş sürüp gider. Her dönüşte Kâbe’ye farklı bir bakış vardır. Ve bu farklı bakışlardan görünen de aynı değildir. Bazen örtüsünde görülür. Bazen örtünün arkasından size bakar. Bazen örtüsüne bürünür.’
Biliyordu ki kalpte saklanan şey unutmaz, hep canlı kalırdı. Kalp gördüğü zaman varlığın özünü görür, akıl gözü gibi halüsinasyonlar görmez, renklerin oyunlarına gelmezdi.
Bu ev insanlığın yaptığı ilk evdir. Hz. Adem melekler yardımıyla inşa etmiş. Sonra onun sağlam kalan temeline Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tekrar bu beyti inşa etmişlerdir. Peygamber döneminde duvarları çatlamış ve Kureyşliler duvarlarını onarmışlardır. Bu ev insanlık tarihiyle yaşıttır.
Dostluk paylaşmaktır her şeyi, hem sevinci hem acıyı. Sevinç paylaştıkça çoğalır, acı paylaştıkça azalır.
Bir balın tadını nasıl tadan bilirse, bu mutluluğu da ancak yaşayan, gören bilebilir
Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir.

(İsra,1)

bilmelisin ki maddeden, cisimden sıyrıldığında ruh asıl vatanına döner. Elestbezmi’nin olduğu yere. Yani sen bu hal ile kendini kaybetmemekte, kendini bulmaktasın.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu;
‘Kıyamet günü bazı kavimler getirilir. Beraberinde Tihame Dağı büyüklüğünde iyilikler olur. Onlar getirildiğinde Allah, amellerini dağıtır gider ve onları ateşe atar.’ Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim dedi ki;
‘Ya Resulullah! Anam babam sana feda olsun, bu kavimleri bize tarif et ki tanıyalım. Seni Hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben onlardan biri olmaktan korkarım.’ Resulullah (sav) buyurdu ki;
‘Ey Salim! Onlar oruç tutar, namaz kılarlardı. Ancak kendilerine haramdan bir şey sunulduğunda (başka bir kanaldan gelen diğer bir rivayette, dünyadan bir şey sunulduğunda) hemen üzerlerine atlarlardı. Bu yüzden Allah onların amellerini boşa çıkardı.’
Ey dostum! Zaman bu gün çok şiddetlidir. Şeytanı azgın, zorbası inatçıdır. Kötü âlimler yiyeceklerinin peşindedir. Zorba emirler ise bilmedikleri şeylere göre hükmediyorlar, cehaletle insanları idare ediyorlar. Sûfiler ise dünya değerlerine meyletmişlerdir.
‘Usulü yani tarikati zayi ettikleri için vüsûldan (kavuşmaktan) yani hakikatten mahrum kaldılar.’
‘Mağribliler tarikat ehli değil, hakikat ehlidir. Biz ise hakikat ehli değil, tarikat ehliyiz.’
‘La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim’
‘Sadaka Allah’ın gazabını söndürür ve kötü ölümü savar.’
Resulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu duymuştum;
‘Bir hurmanın yarısı bile olsa sadaka vermek suretiyle kendinizi ateşten koruyun.’
Resulullah (sav) vefat ettiği gün, Ebubekir’in aklı karışmamıştı. Ve minbere çıkıp;
‘Sizden kim Muhammed’e (sav) tapıyorsa bilsin ki, Muhammed öldü. Kim de Allah’a tapıyorsa, hiç kuşkusuz Allah daima diridir.’ demişti. Sonra şu ayeti okumuştu;
‘Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.’ (Zümer,30)
Din nasihattir.
Allah’a hakkıyla kimse kulluk edemez. Kula yakışan odur ki acizliğini bilip tövbe etsin.

(Sadi Şirazi)

‘Ebu Said el-Harraz’a sormuşlar, Allah’ı ne ile bildin? diye. O da, ‘İki zıttı bir arada bulundurmasıyla’, diye cevap vermiş. Çünkü Allah hem ahirdir, hem evveldir. Hem zahirdir, hem batındır. O hem Şedidul İkab (azabı şiddetli), hem Ğafurur Rahim’dir. Bu yüzden O’nu tanımak zıtlıkları birleştirmek suretiyle olur.’ dedi.
Bu dünyada en büyük ilim, insanın kendini tanıması kendini bilmesidir. Kendini tanımayan, nereden geldiğini bilemez. Nereden geldiğini bilmeyen, nereye gideceğini bilemez. Bunları da bilmeyen Allah’ı hakkıyla bilemez. Sonra bana bu bilmeleri öğretecek, marifetullah ilminde beni pişirecek, benim gibi bir siyah kömürü, som altına çevirecek Kibriti Ahmer’i bulabilecek miyim acaba?
Evlat sen hangi ilmi arıyorsun. Neyi bilmek istiyorsun onu söyle de ona göre cevap vereyim.
Kaç tane ilim var ki, ben doğruya götüren ilmi arıyorum. Hakk’ı tanıtacak ilmi arıyorum.
Nefsini bilen Rabbini de bilir.
Rabbim! Senden kulunuza karşı cömert olmanı diledim
Zamanın sonuna kadar gizli olmasını
İbn Ca’dun gibi. Ki seyyid idi, İmamdı.
Har zaman Allah’tan olan bir örtünün altındaydı
Rabbim! Senden örtünün korumasını istedim.
Çünkü El-Hanavi geleneği üzere devam etmekte geleneğimiz.
Sultanın evlenme isteği Endülüs’teki birçok aile için bir fırsat ve bir onur olarak görülebilirdi. Ama Şeyh İbni Arabî, saltanatın görülen yüzünün arkasındaki yüzünü iyi bilen biriydi. Ve kendisi için istemediği şeyleri kardeşleri içinde istemiyordu. Ayrıca Sultan Mansur zaten evli biriydi. O yüzden geçici bir dünya serveti ve kısa süreli bir saray hayatını kız kardeşi için uygun görmedi. O, çok sevdiği kız kardeşlerini saltanat entrikalarına kurban etmek istemedi, onların daha sade ve huzurlu bir hayat sürmesini istiyordu.
‘Ve o ayette ‘Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.’ (Fetih,1) müjde bu ‘fethen mübinen’ (apaçık fetih) ifadesindedir. Bu ifadenin harflerine Ebced hesabıyla bak.’ dedi.
Ben de bu ifadedeki kelimelerin cümle (Ebced) hesabıyla sayısal değerini topladım (fethen+mübinen= gt;489+102=591). Ve çıkan değer beni şaşırttı, 591 değeri çıktı. Bu ‘fethen mübinen’ kelimesi, cümle hesabıyla 591 yılında zafer kazanılacağına işaret ediyordu. İnşaallah öyle olur diye temenni ettim.
‘Seven sırrında havayla ilgilenmez
Çünkü havayı yaratıp musahhar kılanın sevgisiyle meşguldür.
Ariflerin akılları, anlar
Bütün kevnde onu razı kılacak şeyi ve tertemizlerdirler
Anında anlarlar ve ötede ikrama mazhardırlar
Ama halleri meçhul ve gizlidir.’
Bir insanın kaç babası olur veya kaç annesi? Ebeveynlerin her zaman çocuklarının yüreğinde saklı bir yeri vardır. Gönül bahçesindeki köşkleri hep oradadır.
İbni Arabî ve arkadaşları dışarıda oturmuşlardı.
Yanımızdan geçerken söylediklerimize kulak misafiri olan bir Yahudi din adamı (haham);
‘Böyle söylüyorsunuz, ama sizin tevhidden nasibiniz yok, çünkü kitabınız ‘Ba’ harfiyle başlıyor. Ve ondaki bütün sureler de ‘Ba’ harfiyle başlıyor. Tevhidi destekleyen bir kitap olsaydı ‘Elif’ harfiyle başlardı.’ dedi.
Yanımdakiler onun bu söylediklerine cevap olarak bir şey diyemedi. Ben de ona hitaben;
‘O halde sizin de tevhidden nasibiniz yok?’
‘Niçin?’
‘Çünkü Tevrat da ‘Ba’ harfiyle başlıyor.’
O bunu bileceğimi, bu cevabı vereceğimi düşünememişti. Bunu duyunca söyleyecek bir şey bulamadı. Ve yanımızdan ayrıldı.
‘Kuran benim, tekrarlanan yedi de.
Ruhun ruhu, anların ruhu değil.
Kalbim, malumumun yanında mukim
Onu müşahade eder. Sizin yanınızda da lisanım ‘
‘O Peygamber ki Allah onun üzerine rahmet kalemiyle ‘Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir.’ (Enfal,33) yazmıştır. O, bizler için bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderildi. O, nur saçan bir kandildi. O, müjdeledikleri şeyleri kendi içinde barındırıyordu. O, hem bir müjdeleyici, hem bir müjdeydi bizlere. Allah’ım ! Kalplerimizin kilitlerini, onun sevgisi anahtarıyla aç. Basiret gözlerimize onun nurunun sürmesini çek. Onu müşahede etmek, ona yakın olmakla gizliliklerimizin sırlarını arındır ki varlıkta, onun sayesinde senden başkasını görmeyelim ve gafletimizden uyanalım.’
‘Bir arzu ki sahihtir, biri de fasit
Bu ikisiyle halimin düzelmesi imkânsızdır ‘
Diye başlayan şiirini okudu. Sonra;
‘İki arzusu arasında tereddüt geçirenin helak olması kaçınılmazdır.’ dedi.
O şöyle derdi;

‘Allah, de, varlığı ve ihtiva ettiklerini bırak
Eğer kemale varmaya hazırsan.’

Ona şu beyitleri yazdım;

Işığın, güneşin nurudur; hatta daha da yüce
Avucun yağmurun bereketidir; hatta daha faydalı
Kalbin, veraset yoluyla Haşimi’nin kalbidir
İlmin, iki torun sahibinin ilmidir,
İçinde reddedilen bir husus olmaz.
Buyruğun ayırt edicidir, nüfuz eder ki
Dilersen, onu etkisiz kılacak kimse yoktur.
Sırrın, hilafet olarak varlığa sirayet eder
İçindeki adaleti korur ve yüceltir.
Ebu Medyen! Varlık boyun eğdi, tevazudan
Ululuğuna ve sırlar dilsiz ve huşu içindedir.
Garpta dinin şeklini ihya ettin ve parladı
Oysa gözler onu görmez olmuştu ve zaten boştu.
Onlarda ruhunun sırrını icra ettin de düzeldiler
Hala yazlar ve baharlar üzerinden geçiyor
Şeriat mizanını hâkim kıldın
Ondan hareketle zararlıyı ve yaralıyı açıkladın
Öteleri Allah’a çağırdın, bir arifin çağırısı gibi
Allah’tan başka bir şey yapanı bilmeyen bir arif
Üstün ve ulu ahlakla kabirleri suladı
Dinmeyen bereketli yağmurun yağışıyla
Allah’ın selamı üzerine olsun, inledikçe özlem duyan
Mele-i Alaya ve orasıdır yeriniz.

Yanlarından geçen Hıristiyan İspanyollar bunların kelamlarının bir kaçına kulak misafiri oldu. Biri ötekine;
Duyuyor musun, neler söylüyor bu kendini bilmezler? Yaşadığımız bu dünya yuvarlakmış diyor ! Yani bu Müslümanların dediklerine akıl sır ermez. dedi. Yanındaki de;
Senin duyduğun daha ne ki? Ben bunların içinde neler neler duydum bir bilsen. Bizim toplumda böyle şeyler söyleyenleri ateşte yakıyorlar, içine şeytan girmiş diyorlar. Ama Müslümanlar içinde böyle şeyler çok normal. Bunların eski bir bilgini Ebu Hamid el-Gazali de böyle şeyler demiş. Hatta o, dünya kendi etrafında dönüyor demiş. dedi. Diğeri sözü alarak;
Yani bu söylenenler akla uygun mu ki? Dünya yuvarlak olsa bu denizi nasıl tutacak, hem dünyanın aşağı tarafında olanlar nasıl yere tutunacak? Onlara göre dünyanın diğer tarafındakiler ağaçlara çıkınca kafa aşağı mı çıkıyorlar? Hele dünya dönmüş olsaydı eğer biz nasıl böyle rahat bir şekilde yürüyebilirdik? Oysa bize göre dünya düz bir tepsi şeklindedir. Akla uygun olan da budur zaten. dedi.
Mürid, istediği her şeyi Kur’an’da bulmadıkça mürid olamaz. Gerçek derviş dört tane özelliğe sahiptir. Bunlar; kaygılardan arınma, fikren dolu olma, yerinde soru sorma ve nazarında altınla kâğıdın bir olmasıdır.
İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanacaklar.
‘Aşk ve sevgi de hayalde tutulan, orada canlandırılan sevgilinin yüzü ile oluşur. Bu yüzden insan sevgilisinden ayrı olsa da, hayal sayesinde ona karşı olan sevgisini canlı tutabilir. Bu haliyle hayal hem sureti olmayana suret verir, hem de sureti olanları sürekli canlandırmakla insanlar arasında sevgi bağı oluşturur.’
‘Bil ki en mükemmel âlem hayal âlemidir. Hayal vasıtasıyla soyut nesneler ete kemiğe bürünür, somut bir hal alır. Hayal şahadet âlemi ve gayb âlemi arasında bir berzahtır. Örneğin ilmin süt şeklinde idrakı ancak hayalde mümkündür. Hayal ile gayb âleminde olup şahadet âleminde tahayyül edilemeyen varlıklar veya şeyler tahayyül edilir hale gelir. Yine şahadet âlemindeki varlıklar latif bir suret alıp hayal vasıtasıyla gayb âleminde görülürler. Hayal, şahadet âlemiyle gayb âlemi arasında bir köprüdür. Yine hayal ile azın çok, çoğun az gösterilmesi mümkündür.’
‘Şu yakıcı ateş değil mi?’ dedim.
‘Evet.’ dedi.
‘Bu ateşin yakmayacağını kendi üzerinde göreceksin.’ dedim.
Sonra yerimden doğrularak mangaldan bir parça ateş alıp, inkârcının kucağına attım. Ateş elbisesinin üzerinde bir süre durdu, adam eliyle çevirip duruyordu. Ateşin yakmadığını görünce hayretten dona kaldı.
Elimle közü alıp tekrar mangala attım. Ve filozofa dönüp,
‘Ateşe elini yaklaştır.’ dedim.
Elini uzatınca, ateş elini yaktı.
‘Hz. İbrahim ve Nemrut olayında da böyle olmuştur. Ateş memurdur, emir üzerine yakar, emir üzerine yakmaz. Allah dileğini yapar.’ dedim.
Bu karşılaştığı durumdan sonra bu inkarcı filozof yanlış düşüncesinde diretmedi. Ve hatasını kabul edip Müslüman oldu.
Bu dünyada bedenlerimizin buluşmasını Allah istemiyor. Fakat ruhlarımızın buluşması ikimiz arasında sahih ve sabittir. Aklını yatıştır. Benim ve senin buluşmamız Allah katında rahmetinin kapsamında gerçekleşecektir.
Özü öğrenmek ve yaşamak, özü anlamak ve anlatmaktan daha kıymetli görülmüştür.
‘Ey insanlar ! Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın.’
‘Allah’a muhtaç olduğun gibi, ondan muhtaç ol. Bu, Resulullah’ın (sav) şu sözüne benziyor: Senden sana sığınırım.’
‘Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?’ (Nebe,6-7)
‘Alem döşek, kazıklar müminler. Müminler döşek, kazıklar ariflerdir. Arifler döşek kazıklar nebilerdir. Nebiler döşek, kazıklar Resullerdir.’
Sessizlik az sonra güneşin getireceği bin bir türlü sesten habersiz, keyif çatıyordu.
nasıl ki bir bitkiyi tanımak için, onun yetiştiği toprağı ve suyu tanımak gerekiyorsa, Muhammed veya gelecekte İbni Arabî olacak bu kişiyi tanımak için onun yetiştiği toprağı, ona su veren kaynakları tanımak, bilmek gerekir.
‘Allah dileyene hikmeti verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir.’
(Bakara,296)
‘Sen günahkâr İmran oğlu Musa’sın
Allah’ın konuştuğu İmran oğlu Musa değil. ‘
‘Yazdıklarını sil, ezberlediklerini unut, bildiklerini bilmez ol. Her halükarda onun yanında böyle ol. Daha önce öğrendiğin şeylerle onunla konuşma. Çünkü bu vaktin boşa harcanması demektir.’ dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir