Ingeborg Bachmann kitaplarından Malina kitap alıntıları sizlerle…
Malina Kitap Alıntıları
Size yeni bir şey söylemiş olmayacağım: Tarih öğretir, ama öğrencileri yoktur.
” bir zamanlar vardı bir şeyler burada, eski zamandan kalma bir tatlı koku, ama artık hissedilmiyor. ”
” Çünkü insanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır. ”
Yazar konuşmasında Malina’dan söz ederken.
Yazar konuşmasında Malina’dan söz ederken.
İnsanın gerçek ölümü hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.”
Bachmann, bir defasında kendisine, Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi? diye sorulduğunda, Hayır, yanıtını vermiştir, olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır.
İnsanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.
Başlangıçtaki güzel günlerimizden söz etme gereği duymuyoruz, çünkü günlerimiz giderek güzelleşiyor.
Yaşayacak bir niçin’i bulunan, hemen hemen tüm nasıl’lara dayanabilir.
Hayır, uyuşturucu kullanmıyorum, kitapları kullanıyorum.
İnsanoğlu karanlık bir yaratıktır, yalnızca karanlıklarda kendi kendisinin efendisidir ve gün ışığında yeniden köleliğine döner.
Şu anda sevinmiyorum zaten, kimi zaman içimde hiç sevinç olmuyor. Daha sık sevinmem gerektiğini biliyorum.
Yaşıyorum, yaşayacağım, yaşama hakkımı kullanıyorum.
Bazı insanlar yaşarlar, bazıları da onların yaşamalarını izlerler, ben ikinci gruba giriyorum. Ya siz?
Bir insan çok yürekli ve çok akıllıysa, ama bu niteliklere yine de yeterince sahip değilse, o zaman o insanın kendisini uğrattığı düş kırıklığı, onun aracılığıyla bir başka insanın uğradığı düş kırıklığından daha kötüdür.
Aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek ya da onların yerine herkesi daha bir yoğun biçimde yaşamaya itebilecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimidir, insanı yiyip bitiren bir tutkudur.
Öğrenmek için geç sayılmaz, ama öğrendiğimi kullanabileceğim zaman parçası kısalmış olacak.
soru sormayı, olgunlaşmamış oluşun belirtisi sayardı.
Toplum, düşünülebilecek en kanlı arenadır. Bu arenada eskiden beri, bu dünyanın mahkemelerine sonsuza değin kapalı kalan, en inanılmaz cinayetlerin tohumları en kolay biçimde ekilmiştir.
Ruhun güzel yarınıdır, o hiçbir zaman gelmeyen.
Yeterince uzun bir süre beklendikten sonra, bir çöküş geliyor, uzun ya da kısa süren bir son geliyor. Kimileri buna karşın hayatta kalabiliyorlar, ama yalnızca hayatta kalıyorlar, o kadar.
Hepsinin de düşünceleri elden düşme, başkalarından kiralanmış ve kiralar o denli yüksek ki, çok pahalıya mal olacak hepsine.
Gelgelelim, okuma yazma bilmeyenlere karşı belli bir zaafım olduğunu da söylemeliyim, burada bile tanıdığım biri var ki okumuyor, okumak istemiyor; kendini okuma denen kötü alışkanlığı kaptırmış biri için bu türden bir el değilmemişlik daha anlaşılabilir bir durum, insan ya hiç okumamalı ya da gerçek anlamda okuya bilmeli…
Aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek ya da onların yerine herkesi daha bir yoğun biçimde yaşamaya itebilecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimidir, insanı yiyip bitiren bir tutkudur.
, zaten herkes, uyacağı amansız şeytanlarla karşı karşıyadır, onlara boyun eğer, onlarla umarsız biçimde savaşır
Tarih öğretir, ama öğrencileri yoktur.
İnsanoğlu karanlık bir yaratıktır, yalnızca karanlıklarda kendi kendisinin efendisidir ve gün ışığında yeniden köleliğine döner.
Beni yerleştirdiğin yerde soluk alamam,lütfen o denli yükseklere koyma beni,kimseyi havanın inceldiği yerlere taşıma,benden sana bir öğüt olsun bu,sonrası için bundan ders al!
Bizler, günümüzde gerçekten hiçbir şeye sahip değiliz. İnsan ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme , bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızda yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum.
insanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.
Herkes çıplak kalmak, ötekileri de çırılçıplak soymak istiyor, tüm gizler ortadan kalksın, kilitli bir çekmece gibi kırılsın diye; ama hiçbir gizin olmadığı yerde başka herhangi bir şey de bulamayacaklar ve zorla açışların, soymaların üstünü arayışların ve araştırmaların ardından çaresizlik duygusu yoğunlaşıyor.
Herkesin gözleri önünde birbirimize ellerimizle dokunmaktan kaçınıyoruz, bakışlarımızı ise birbirimize ancak gizliden çeviriyoruz ( ) Kendimizi saklamak için değil, bir tabuyu yeniden kurmak için böyle olsun istiyorum. Böylece bize ait olan, ama bir türlü ele geçmeyen şeyi koruyoruz.
bir zamanlar vardı bir şeyler burada, eski zamandan kalma bir tatlı koku, ama artık hissedilmiyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bachmann’a göre insanın insanı manevi açıdan, sevgisizliklerle, türlü yaralamalarla öldürüşü, gerçek cinayetleri oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm cinayetlerin, büyük kıyımların temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır.
Bu sözde uygar dünyada, görünüşte uygar davranan insanlar arasında, gerçekte sürekli bir savaşın egemenliğinden kuşku mu duyuyorsunuz? İnsanların birbirlerini ağır ağır öldürmekte olduklarına inanmıyor musunuz? Kimi zaman herkes açık ve seçik görebiliyor bu gerçeği, ama uzun zaman parçaları boyunca da insanlar yine belli bir dinginlik içerisinde yaşayıp gidiyorlar, küçük yaralarıyla, yaralanmalarıyla birlikte
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yaşayacak bir Niçin’i bulunan, hemen hemen tüm Nasıl’lara dayanabilir.
Yaşamak, okumuş olduğun bir sayfayı okumak demektir, ya da sen hiçbir şeyi unutmadığın için seninle okuduğum hiçbir şeyi unutmamak demektir.
Eğer bir insan, kendi mutluluğunun buharları arasında yaşıyorsa, eğer bir insanın ‘Tanrı sizden razı olsun’un dışında söylenecek pek sözü yoksa, o zaman o insanı yıkamaya kalkışmamalı, o insan için iyi olanı o insanın üstünden yıkayıp akıtmamalı, birini, olmayan yeni bir yaşam için arındırmaya kalkışmamalı.
Toplum, düşünülebilecek en kanlı arenadır. Bu arenada eskiden beri, bu dünyanın mahkemelerine sonsuza değin kapalı kalan, en inanılmaz cinayetlerin tohumları en kolay biçimde ekilmiştir.
Malina: Demek artık asla, savaş ve barış, demeyeceksin.
Ben: Asla.
Hep savaş var.
Burada hep zorbalık var.
Burada hep çarpışma var.
Bu, sonrasız bir savaş.
Ben: Asla.
Hep savaş var.
Burada hep zorbalık var.
Burada hep çarpışma var.
Bu, sonrasız bir savaş.
Çünkü, aklın tüm gücüne karşın, vücuduma olan şey söz konusu; bu vücut, sürekli, yumuşak, acı veren bir çarmıha gerilmişlikle, artık yalnızca Ivan’a doğru hareket edebiliyor. Bu, bütün bir yaşam için böyle olacak.
İki canlı var ki, birbirlerine ilişkin tasarıları yok, birlikte var olmayı istemiyorlar, bir başka yere ve bir başka yaşama doğru yola çıkmak, bir şeyleri kesip atmak, egemen dilde herhangi bir anlaşma yapmak istemiyorlar. Tercümansız da idare edebiliyoruz, Ivan’a ilişkin hiçbir şey öğrenmiyorum, Ivan da benim hakkımda hiçbir şey öğrenmiyor. Duyguları ticari değiş tokuş konusu yapmıyoruz, birbirimize karşı diktiğimiz kalelerimiz yok, kendi kendimizi güçlendirmek ve güvence altına almak için ısmarladığımız silahların gelmesini bekliyor da değiliz, zemin gevşek ve iyi, ve benim toprağıma düşen filizleniyor, kendi neslimi sözcüklerle sürdürüyorum (…)
Toplum, düşünülebilecek en kanlı arenadır.
Benim için, düşüncelerimin sahnesinin dışında, ölen kimse yok, yaşayanlar ise ender oluyor.
Tuhafıma giden yaşlanmak değil, bir meçhul kadını izleyecek olan öteki meçhul kadın.
Biri beni öldürdüğü için, biri beni hep öldürmek istediği için ve sonra ben birini düşüncelerimde öldürmeye başladım.
Belleğimde, anılarımda bir bozukluk var. Her anı beni parçalamakta.
Yeterince uzun bir süre beklendikten sonra, bir çöküş geliyor, uzun ya da kısa süren bir son geliyor. Kimileri buna karşın hayatta kalabiliyorlar, ama yalnızca hayatta kalıyorlar, o kadar.
Kendimde değilim, kendim burada değil, nedir bu, kendimin olmaması? Burada olmadığında, nerede oluyor bu kendim? Bu boşluk hem içimde, hem de dışımda, burada kendim, hiçbir yerde yokum
Yalnızca ben karanlık bir öyküyüm.
Ama seni rahatsız eden, hatırlamanın bir başka türü.
benim için asıl huzursuzluk kaynağı olan durum, varlığımın onu asla tedirgin etmemesi, varlığımı istediği zaman algılaması, söylenecek bir şey olmadığı zaman algılamaması; sanki aynı evin içinde sürekli birbirimizin yanından geçmiyormuşuz gibi; sanki günlük hayatımız içerisinde birbirimizi görmezlikten, duymazlıktan gelmemiz olasıymış gibi.
Kalıcı nitelikteki dağınık monologlar, geceleri ve yalnızken oluşur, çünkü insanoğlu karanlık bir yaratıktır, yalnızca karanlıklarda kendi kendinin efendisidir ve gün ışığında yeniden köleliğine döner.
Beni yerleştirdiğin yerde soluk alamam, lütfen o denli yükseklere koyma beni, kimseyi havanın inceldiği yerlere taşıma, benden sana bir öğüt olsun bu
Ruh, hiçbir ruhu harekete geçirmez, yalnızca aynı ruhun ruhu yapabilir bunu.
Sen, benim bile son ümidim değilsin.
Senin yüzlerce kez, hayır, bin kez ölmüş olduğunu, ve sonradan bütün bu ölümlerin seni bu denli alışılmadık bir dinginliğe kavuşturduğunu düşünmüştüm.
Tenim artık eskisi gibi değil, tek bir kırışık bile bulamama karşın, farklı artık. Olanlar, hep aynı kırışıklar, yirmi yaşımdayken belirmiş olanlar, yalnız şimdi tümü de daha derin, daha belirgin.
Tek bir kadın bile çok fazla sayıda tuhaflığın üstesinden gelmek zorundadır, ve kendini hangi hastalık belirtilerine göre ayarlaması gerektiğini ona daha önce söyleyen oImamıştır, denilebilir ki, erkeğin bir kadın karşısındaki tutumu tümüyle hastalıklıdır, üstelik tümüyle kendine özgü biçimde hastalıklıdır; dolayısıyla erkekleri hastalıklarından kurtarabilme olanağı artık asla yoktur.
Dediğim gibi, erkekler birbirlerinden farklıdır, ve aslında her birini iyileşmez bir klinik vaka olarak görmek gerekir, başka deyişle, ders kitaplarında ve ilgili öteki kitaplarda yazılı olanlar, tek bir erkeği bile tüm doğasıyla açıklamak ve anlamak için yeterli değildir.
Ama insan yaşamının ilk bölümünü nasıl yaşar, bilmiyorum, herhalde bu ilk bölüm, gecenin ilk bölüınü gibi olmalı, yani neşeli saatlerle dolu falan
Hiç bir şey konuşmaksızın pencereden dışarı bakardık. Kadınlar taze süt ve taze ekmek taşıyor olurlardı, erkeklerin adımlarından gittikleri yeri bildikleri anlaşılırdı, koltuklarının altında evrak çantaları; kaldırılmış palto yakaları ve dudaklarının ucunda da erken sabah tazeliğinin yarattığı küçücük birer bulut.
Aslında, yalnızca tek yeminleri olan tüm insanların işi zordur. Birkaç yemini bozabilir insan rahatlıkla, ama tek bir yemin etmişse eğer, onu bozamaz.
Malina: Demek artık asla, savaş ve barış,
demeyeceksin.
Ben: Asla.
Hep savaş var.
Burada hep zorbalık var.
Burada hep çarpışma var.
Bu, sonrasız bir savaş.
demeyeceksin.
Ben: Asla.
Hep savaş var.
Burada hep zorbalık var.
Burada hep çarpışma var.
Bu, sonrasız bir savaş.
Yeterince uzun bir süre beklendikten sonra, bir çöküş geliyor, uzun ya da kısa süren bir son geliyor. Kimileri buna karşın hayatta kalabiliyorlar, ama yalnızca hayatta kalıyorlar, o kadar.
Evimizin arkasında bulunan, üstü hafif kar tutmuş sırtta, yaşamımda ilk kez kayak kayıyorum. Kendime çizdiğim yolda karsız yerlerden geçmemeye ve aşağı kayarken, kara yazılmış bir cümlenin üstünde durmaya dikkat etmem gerekiyor. Cümle, daha önceki bir zamandan kalmış olabilir, bir çocuğun elinden çıkma, acemi bir yazıyla, gençliğimden kalan karların üstüne boydan boya yazılmış. Bir sezgi doğuyor içimde, bu cümle benim kahverengi okul defterimden alınma olabilir; o defterin ilk sayfasına yılbaşı gecesi şunları yazmıştım: Yaşayacak bir Niçin’i bulunan, hemen hemen tüm Nasıl’lara dayanabilir
Bir şey sormuyor, avutarak işe karışmaya kalkmıyor, ne sinirli, ne de tedirgin, insan bir fırtınanın son bulmasını nasıl beklerse, öyle bekliyor.
Neden yalnızca Ağlama Duvarı var, neden bugüne kadar kimse bir sevinme duvarı yapmamış?
Yaşayacak bir niçin’i bulunan, hemen hemen tüm nasıl’lara dayanabilir.
Gördüğünüz gibi, bazı insanlar yaşarlar, bazıları da onların yaşamlarını izlerler.
Yaşayacak bir Niçin’i bulunan, hemen hemen tüm Nasıl’lara dayanabilir.
Ivan ve ben söylenecek bir şey olmadığından ötürü sustuğumuzda, yani konuşmadığımızda, yine de çevreyi bir suskunluk kaplamıyor, tersine, çok şeyle çevrili olduğumuzu, çevremizde her şeyin yaşadığını duyumsuyorum, bu duygu kendini üstümüze varmadan belli ediyor, bütün kent soluk alıyor ve nabzı gibi atıyor
ya da hemen hemen hiçbir şey olmamışçasına geçip gidiyorum; ya da şöyle diyelim, bir zamanlar vardı bir şeyler burada, eski zamanlardan kalma bir tatlı koku, ama artık hissedilmiyor.
Çünkü Bugün sözcüğünü kullanma hakkının aslında yalnızca kendini öldürmek isteyenlere ait olması gerekir; onların dışındakiler için bu sözcük kesinlikle anlam taşımaz; onların dışında kalanlar için ‘bugün’ öyle herhangi bi günü, yani bugünü gösteren sözcükten başka bir şey değildir