Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Mahalle Kahvesi – Havada Bulut kitap alıntıları sizlerle…
Mahalle Kahvesi – Havada Bulut Kitap Alıntıları
Sonra kalbini gösterdi:
#8212; Eskimeyen, eksilmeyen şey buradadır.
Düşüncelerinde hiçbir kımıldama yoksa, düşünceliler kendilerini düşüncesizlerden daha ileri sanmasınlar der.
– Var tabi.
– Ne iş yapar?
– Çamaşıra gidiyor.
– Sen ne olacaksın büyüyünce?
– Ben mi? dedi. Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık. -Ben, dedi, boyacı olacağım.
– Ne boyacısı?
– Kundura boyacısı.
– Neden kundura boyacısı?
– Ya ne olayım?
– Doktor ol, dedim.
– Olmam, dedi. – Neden ?
– Olmam işte. – Neden ama?
– Doktoru sevmem ki.
– Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
– Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
– Ama annen iyileşti.
– Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben.
– Peki, dedim, öğretmen ol. – Ben mektebe gitmiyorum ki. – Neden?
– Öğretmen beni dövüyor. – Neden?
– Yaramazlık ediyorum da ondan.
– Sen de yaramazlık yapma.
– Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
– Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
– Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi” dedi. Ben de dövdüm onu. Öğretmen de beni dövdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi dövmedim. Yaramazlıkmış diye. Bir kaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım Hırsızsın sen diye dövdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem dövdüler, hem mektepten kovdular.
– Çok fena yapmışsın.
– Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki.
– Ne olmak istiyorsun ya?
– Boyacı olacağım dedim ya
Artık kızmıştım:
– Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin bol bol bulunmadığı. ..
Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya
Hayır azizim!
Ben hiç gülmedim demem; güldüm.
Güldüm ama, şöyle içten, candan gülmedim. Hem, ben ne zaman böyle gülrnek istesem anamın bir sözü hatırıma gelir:
‘Çok gülen çok ağlar’ sözü
Bir türlü istediğim gibi gülemem.
Sonra kalbini gösterdi.
-Eskimeyen, eksilmeyen şey buradadır.
Onu etrafımda görmediğim günler bir şey kaybetmişim de ne olduğunu bir türlü bulamayan, durmadan da o şeyi arayan insana dönerim. İnsana alışamıyorum ama şu deniz kuşuna alışmışım. İnsana alışsam evlenirdim. Alışamıyorum.
Aynı evde, aynı yatakta bir insanla bütün gece beraber olmak beni zıvanadan çıkarır.
Yalan! Boş!
Dünya çaresiz dünyadır.
Kim olacak? Sensin. Kendi kendinsin. Evet, bu şehirde herkes dönüp dolaşıp, kendisinde karar kılacak. Başkasını seven tek adam bulamazsın. Olmasına da imkan yoktur. Hani bazı insanlar vardır, iyilik edersin. Bir edersin, iki edersin, üç edersin. Sonra ederneyecek hale gelirsin de elinden bir şey yapmak gelmez. O zaman bir de bakarsın ki, karşındaki sana düşman kesilmiştir.
Hepimiz öyleyiz işte. Bütün iyilikleri, bütün dostlukları tulumba gibi emeriz. Sonra dostluklar, iyilikler de kuyular misali kurur. İşte o zaman başlar pandomima, kocaman dedikodu.
İyi insanları yok mu? Dolu.
Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere?
Neredeler?
Arı, sinek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten görülen yerde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak, göğün kendi renginden biraz daha koyu kıyılara giden hudutlu bir deniz
Eski çılgınlıklar nerede:
Nerede o, birden bire bir genç kız elinden, bir genç kız rüzgarından sararma, o yürek çarpıntısı? Şu ömrü mevsimlere benzetenler iyi etmişler doğrusu. Herkesin bir ilk baharı, bir yazı, güzü, kışı oluyor işte. İnsanın ilk baharı, öteki hayvanlara bakarsak geç başlıyor. Bir at bir yaşında, hadi iki yaşında ilkbaharında dır. Bir kuzu, altı ayda koç olur. Ama insanoğlu ilkbaharını yirmisinden önce pek idrak edemez. Yirmiden evvel idrak edilen ilkbahar, bir yalancı ilkbahardır.
Bu saatte sağına dönüp sen de, insan suretinde bir hayvan gibi homurdanmışsındır belki.
Ama ah! Yatağın sıcaktır. Yatağın ne güzel kokuyordur senden!
Na bak! Aya bak! Kış gecesinin mübarek ayına bak!
Doğsan bile, n’olacak? Seni iki sene de, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin.
– Yoruldum, dedi, Hiç yorulmazdım. Bilmem nasıl oldu?
-Sahi mi baba? dedim, Hiç yorulmazmıy dın.
-Tam yetmiş sekiz yaşındayım. Hiç yorulma mıştım.
– Benim babam yok, dedi.
Mavi gözlerine, beyazlıktan mavileşmiş bir gözkapağı altın ışıklarıyla indi.
Büyük büyük dudaklarını uzata uzata;
– Benim babam ölmüş, dedi.
– Nerede ölmüş?
-Muharebede.
-Hangi muharebede?
– İstiklal Muharebesi’nde.
İçimden dostum, kardeşim, canım, ruhum, evladım, ciğerim benim, dedim.
Sarı bir ay doğdu. ?︎︎︎
– Var tabii.
– Ne iş yapar?
– Çamaşıra gidiyor.
– Sen ne olacaksın büyüyünce?
– Ben mi? dedi.
Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık.
-Ben, dedi, boyacı olacağım.
– Ne boyacısı?
– Kundura boyacısı.
– Neden kundura boyacısı?
– Ya ne olayım?
– Doktor ol, dedim.
– Olmam, dedi.
– Neden ?
– Olmam işte.
– Neden ama?
– Doktoru sevmem ki.
– Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
– Tabii sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
– Ama annen iyileşti.
– Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben.
– Peki, dedim, öğretmen ol.
– Ben mektebe gitmiyorum ki.
– Neden?
– Öğretmen beni dövüyor.
– Neden?
– Yaramazlık ediyorum da ondan.
– Sen de yaramazlık yapma.
– Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
– Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
– Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi” dedi. Ben de döğdüm onu. Öğretmen de beni döğdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi döğmedim. Yaramazlıkmış diye. Birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen diye döğdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem döğdüler, hem mektepten koğdular.
– Çok fena yapmışsın.
– Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki.
– Ne olmak istiyorsun ya?
– Boyacı olacağım dedim ya.
– Ben mektebe gitmiyorum ki .
– Neden?
– Öğretmen beni dövüyor.
– Neden?
– Yaramazlık ediyorum da ondan.
– Sen de yaramazlık yapma.
– Ben, yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
– Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
Sonra kalbini gösterdi.
– Eskimeyen, eksilmeyen şey buradadır.
İstemiyorum belki başkasının bana şunu bunu dinletmesini!
Aya bak! Kış gecesinin mübarek ayına bak!
Dikkat edersen sevgilim, her iki cins insanda da bir-iki aşırılık vardır. Birisi azametli ise ötekisi pek düşkün, birisi kılıklı ise ötekisi kılıksız, birisi mağrursa ötekisi laubali, birisi temizse ötekisi pis . . .
Bu işin ortası yok sevgilim: Ne intihap edilmek, ne intihap edilmemek isterim.
Hikaye yazmaktan da, körolası, vazgeçemiyoruz. İşte bir müddettir ben de, elimde cıgara, adam arıyor gibiyim.
– Neden?
– Öğretmen beni dövüyor.
– Neden?
– Yaramazlık ediyorum da ondan.
– Sen de yaramazlık yapma.
– Ben, yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.