İçeriğe geç

Maddenin Son Yapıtaşları Kitap Alıntıları – Gerard’t Hooft

Gerard’t Hooft kitaplarından Maddenin Son Yapıtaşları kitap alıntıları sizlerle…

Maddenin Son Yapıtaşları Kitap Alıntıları

Umduğunuz şeyler çoğu zaman beklediğiniz gibi gitmez.
Bu matematik zordu ama anlaşılmaması için hiçbir neden yoktu.
Büyük ölçekli fiziksel olayları, bunları meydana getiren kuantum mekaniksel kısımlarından hareket ederek tam olarak hesaplama girişimini engelleyen şey, hafife alınamayacak kadar fazla miktarda parçacığın bulunmasıdır.
atomlar parçalanabilir ve bu yüzden elementler gerçek anlamda temel parçacık değildir.
Genel olarak, ister canlı, ister cansız varlıklar olsun cisimler küçüldükçe yerçekimi etkisi önemini yitirir.
Pozitron 1932’de deneysel olarak Carl D. Anderson tarafından bulundu.
Tüm bunlardan hiçbir şey anlamadığım için yeğin etkileşimden uzak durmaya karar verdim.
Lorentz , hareketli saat ve çubuk metrelerin kendi hareketlerinden etkileneceklerini düşünmüştü.Bu etkilerin bir sonucu olarak hareket ve hareketsizligin göreli kavramlar olduğunu tam olarak anlayan kişi Einstein oldu.
Johannes Diderik van der Waals (1837-1923), 1873 yılında Hollanda’da Leiden’de hazırladığı Over de continuitetit van de gas-en vloseistoftoestand ( gaz ve sıvı hallerinin sürekliliği üzerine) isimli doktora teziyle büyük ün kazanmıştır. Molekül ve atomların varlığı o zamanlar henüz genel olarak kabul edilen bir şey değildi ama Van der Waals tezinde bu küçük parçacıkların her birinin belli bir hacmi olduğu ve birbirlerinden biraz uzaklaştırıldıklarında birbirlerini çekmeye başladıkları varsayıldığında gaz ve sıvıların özelliklerinin çok iyi anlaşılabileceğini gösteriyordu. Van der Waals aynı zamanda bunların kütle ve büyüklükleri konusunda da çok iyi tahminlerde bulunmayı da başarmıştı.
Peki M neyi sembolize eder, membrance mi yoksa matrix mi?Kim bilir, bu teorinin adını koyan kişi belki de Master , Magic ya da Mystery terimlerini düşünmüştü. Hatta bazıları alaylı bir tonda bu harfin Mother of All Theories ibaresine ait olduğunu söyler.
Bu matematik zordu ama anlaşılmaması için hiçbir neden yoktu.
Bir çekirdek çok sağlam olmasına karşın yine de parçalanabilir.
Standart Model, bildiğimiz tüm Doğa olgularıyla uyum halinde olacak şekilde tasarladığımız ve daha yüksek enerjili yeni bir cihaz devreye girdiğinde yeniden düzenlememiz gereken matematiksel yaklaşımdan başka bir şey değil.
İlk sevindirici haber 4 Temmuz 2012’de geldi: Hem Atlas hem de CMS yaklaşık 126 GeV’de bir sinyale rastlanmıştı. Tespit edilen 2 foton ile 2 Z parcağının yanı sıra bunun aynı zamanda alt kuarklara ya da W+ W- parçacıklarına bozunabildiği de gözlenmişti. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde istatistiksel veriler bunu doğruluyordu: Aranan parçacık bulunmuştu.
Biyologlara göre solucanlar yararlı hayvanlardır, açtıkları deliklerin toprağa faydası vardır. Ancak solucan deliği teorisi kuantum kütleçekim açısından tam bir felakettir.
İlk sevindirici haber 4 Temmuz 2012’de geldi: Hem Atlas hem de CMS yaklaşık 126 GeV’de bir sinyale rastlanmıştı. Tespit edilen 2 foton ile 2 Z parcağının yanı sıra bunun aynı zamanda alt kuarklara ya da W+ W- parçacıklarına bozunabildiği de gözlenmişti. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde istatistiksel veriler bunu doğruluyordu: Aranan parçacık bulunmuştu.
Her şey mükemmel çalışıyor, her iki demetteki protonların 7 TeV’ye kadar hızlandırılmasına hiçbir şey engel olamazmış gibi görünüyordu. Fakat 9 gün sonra büyük mıknatıslardan birinde müthiş bir patlama oldu. 35 ton ağırlığındaki dev madde havaya fırlayıp onlarca metre ileride tekrar yeryüzüne indi. Hasar büyüktü, 50 mıknatıs patlamadan ciddi bir şekilde zarar görmüş, tonlarca sıvı helyum ortalığa yayılmıştı. Peki patlamanın nedeni neydi?
Bu çok çabuk tahmi edildi. Mıknatısları besleyen akım neredeyse 15 bin amperdi. Bu akımın oda sıcaklığında 1,9 Kelvin’e, lehimlenmiş kontaklardan geçmesi ve kontak direncinin çok küçük kalması, 1 ohm’un altmış milyarda birini geçmemesi gerekiyordu. Kontak mükemmel değilse ısınır, kontak direnci artar ve kısa bir süre sonra bağlantının tamamı müthiş bir akımın etkisinde buharlaşır. Peki o zaman akım durur mu? Hayır, çünkü akım mıknatıstaki birçok mega julün enerjisini temsil eder. Akımı ayakta tutan bir enerjidir ve kısa devre oluşmasına yol açar. Hızlandırıcıda işte böyle bir kısa devre oluşmuş, sıvı helyum ana hattına hasar vermişti. Serbest kalan helyum buharlaşmış, hacmi 1000 kat artmıştı: İşte size bir patlama tarifi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dev dedektörlerin birisinde o kadar fazla çelik kullanılmıştı ki bu Eyfel Kulesinden daha ağırdı. Dedektörlerde büyük bobinlerle mıknatıslı alanlar oluşturuldu. Üretilen tüm parçacıkların hangi türden olduğu ve üretim aşamasında hareket yönü ile enerjilerinin ne olduğu ve üretim aşamasında hareket yönü ile enerjilerinin ne olduğu araştırılmaya başlandı. Manyetik alanların, çelik engelleri ve milyonlarca kilometre uzunluktaki elektrik kabloların kullanılmasının nedeni bu.
Evrenin oluşumundan ancak 380.000 yıl sonra ortaya çıkmış olsa da başlangıç döneminin esrarengiz yoğunluk değişimleri hakkında çok değerli bilgiler verir. Yoğunluk değişimleri saf kuantum değişimleri olarak ortaya çıkmıştı! Oluşmakta olan körpe bir Evrenin yoğunluğunda kuantum belirsizliği edeniyle bütün bir galaksi oluşabilmesi benim için mucizevi bir şey. Umarım tüm bu ölçüm ve hesaplamalar sayesinde o dönemin geçerli Doğa yasaları hakkında daha fazla bilgi edinme şansına erişeceğiz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Başlangıç yönünde geriye doğru yapılan hesaplamalardan başlangıca yaklaştıkça Evrenin sıcaklığının arttığı ortaya çıkmıştır. Yüksek sıcaklık nedeniyle madde parçacıklarının birbirleriyle çok şiddetli bir şekilde çarpışmış olması lazım. Araştırmacılar, bu çarpışmadan ortaya çıkan enerjinin Standart Model’in açıklayabildiği enerjilerle kıyaslanabilir ya da daha düşük olduğu andan itibaren Evren tarihinin güvenilir bir görüntüsünü elde etmeyi başardılar. Bu dönem, Evrenin oluşmasının üzerinden yaklaşık olarak saniyenin 10 milyarda biri kadar bir zaman geçtiğinde başlar.
Bu tür soruların tartışıldığı ve bazen beyin fırtınası partilerine dönüşen bilimsel toplantılarda bunların çok daha tuhaf olanlarıyla karşılaşmışımdır. Bir Evrenden diğerine kuantum sıçraması, kuantum kozmolojisi nde paralel dünyalar, Doğa sabitlerinin farklı olduğu ama solucan delikleriyle birbirine bağlı dünyalar ve hatta bir deney tüpünde bir Evren yaratılıp yaratılamayacağı sorusu, bu toplantılarda felsefi yapılan konulardan sadece birkaçı. Ama bu konular benim boyumu aşar.
Edward Witten, sicimlerin analizi sırasında düğümler hakkında keşfettiği yeni matematik teoremleri sayesinde ünlü Fields madalyasını kazandı.
Biyologlara göre solucanlar yararlı hayvanlardır, açtıkları deliklerin toprağa faydası vardır. Ancak solucan deliği teorisi kuantum kütleçekim açısından tam bir felakettir.
Şuan elimizde olan şey bir çeşit sihir kitabıdır ve bununla vahiy tarzı söylemlerde bulunabilmek için sihirbaz olmak gerekir. Bunun gerçek doğa ile bir ilgisi yoktur.
Peki M neyi sembolize eder, membrance mi yoksa matrix mi?Kim bilir, bu teorinin adını koyan kişi belki de Master , Magic ya da Mystery terimlerini düşünmüştü. Hatta bazıları alaylı bir tonda bu harfin Mother of All Theories ibaresine ait olduğunu söyler.
En küçükleri arayışımız sona ererse, mümkün olan en küçük cisime ulaştık demektir: Minik bir kara delik. Bu gerçekleştiğinde uzay ve zaman alışılmış anlamını yitirecektir, ancak yerini neyin alacağını bilmiyoruz. Sanki arayışımız kelimenin gerçek ve mecazi anlamıyla bir kara delikte sona erecektir.
Kara delik, içe çöken madde belli bir anda ışık hızına ulaştığında oluşur. Bu gerçekleştiğinde bir sınıf dönüşü olmayan bir nokta aşılır. Çöken maddeyle birlikte içeri giren talihsiz uzay yolcusu, aracının motorları güçlü olsa dahi bu noktada artık geri dönemez, hatta ışık hızıyla bile kaçmayı başaramaz. Dışarıya göndereceği sinyaller de hedefine ulaşmaz.
Bu cisimler ilk olarak bu dalgalar sayesinde keşfedildiklerinden bunlara pulsar ismi verilmiştir. Astronomi tablolarında pulsarlar LGM harfleriyle ifade edilir. Bu ifadenin kökeni bu garip sinyallerin Dünya dışı bir uygarlıktan yani Küçük Yeşil Adamlar -dan geldiğinin sanıldığı dönemlere uzanır.
Uzay ve zaman boyutlarının sihirli sayısı 11’dir. Bu boyutlardan üçü normal uzay, biri zaman, geri kalan yediyse yuvarlanmış boyutlardır. Kütleçekim teorisi 11’den fazla boyuta sahip olamaz
Doğa sanki Planck uzunluğunda bir çeşit LEGO parçacıklarından oluşmuşa benziyor. Süreklilik yok artık. Hiç belli olmaz, belki günün birinde bu LEGO parçacıklarının oyun kurallarını içerecek bir teori ortaya çıkar; Son Evrensel Teori . Böyle bir teori varsa onu eninde sonunda bulacağız ve adını Tüm Kuvvetlerin Teorisi koyacağız
Kuantum salınımları nedeniyle parçacıkların bulunabileceği tüm noktaların arasındaki mesafe kendiliğinden en az 1 Planck uzunluğunda olacağından aslında bunun en mantıklı görüş olması gerekir. Ama durum yine de göründüğü kadar basit değil: Çünkü o zaman bu noktaların uzay ve zamanı oluşturmak için birbirleriyle ne gibi bir bağlantıya girdiğini nasıl açıklayacağız?
Birbirine Planck uzunluğundan daha yakın duran iki noktadan bahsedebilmek, aradaki bölgenin kabarıklığını, engebesini ölçebilmek mümkün değil. Stephen Hawking bir zamanlar uzay ve zamanın bu noktada kabarıklıktan çıkıp bir çeşit köpüğe dönüştüğünü ileri sürmüştü. Parçacıklar terliksi hayvanlar gibi köpükler içinde dönüp dolaşır, bir yerden diğerine gitmek için bir sürü seçenek vardır. Ancak bu bile fazla basite indirgenmiş bir görüntüdür, çünkü mesafe ve boyutlar artık belirlenemediğinden küçük köpükleri büyük olanlardan ayırt etmek mümkün değildir.
Bazı fizikçilere göre Theory of Everything mümkündür. Bazılarına göreyse bunu düşünmek bile bir kendini beğenmişlik gösterisidir.
Tüm bunların heyecanıyla kimi coşkun fizikçiler bunun bir tesadüf olamayacağını haykırıp tüm kuvvetler teorisinin ufukta göründüğünü ilan ettiler bile.
Eğer kuarklar da başka yapıtaşlarından oluşuyorsa o zaman bunlar quinks denmesi gerekir ve benzer bir şekilde ileride sexks , septemks gibi terimlerle devam edebilir.
Jonathan Swift küçüklerin dünyasını büyükler dünyasının bir kopyası olarak görür. Her pirenin vücudunda daha küçük pireler vardır ve bu sonsuz bir şekilde böyle devam eder.
Pek tabii ki şu andaki haliyle tanıdığımız fiziğin bir yerde son bulup yerini başka bir şeye bırakma ihtimali de var. Ama biz böyle bir şeyin gerçekleşeceğine inanmıyoruz. Tarihten öğrendiğimiz bir şey var ki, o da gerçeğin sonradan bakıldığında uzun zamandan beri bilinen şeylerle her zaman çok mantıklı bir şekilde bağlantılı olduğudur.
Standart Model, bildiğimiz tüm Doğa olgularıyla uyum halinde olacak şekilde tasarladığımız ve daha yüksek enerjili yeni bir cihaz devreye girdiğinde yeniden düzenlememiz gereken matematiksel yaklaşımdan başka bir şey değil.
Standart Model’i kullanarak tespih böceğinin özelliklerini saptayabilmemiz mümkün değildir ve bu hiçbir zaman da mümkün olmayacaktır. Aksi takdirde sınavda şöyle bir soruyla karşılaşabilirdiniz:
Standart model’den hareket ederek Asellus aquaticus’un sahip olduğu boğum sayısını hesaplayınız. Aşağıdaki Higgs kütlesi ve CP’yi bozan parametreler tablosundan faydalanabilirsiniz.
Temel parçacıkların, hadronların, atom çekirdeklerinin, atomların, moleküllerin, maddelerin, dokuların, bitkilerin, hayvanların, insanların, gezegenlerin, Güneş sistemlerinin, galaksilerin ve hatta belki de tüm Evrenin bütün özellikleri Standart Model’den açık olarak çıkarılabilir.
Standart Model’in tüm parçacıklarının kütlelerini Higgs alanıyla etkileşime girmek suretiyle elde etmiş olmalarıdır.
Bu higgs parçacığının birçok özelliği doğru bir şekilde tespit edilebilmiş, geriye bir tek kütlesi kalmıştı. Teorik olarak yaklaşık 1000 MeV ile 1.000.000 MeV arasında bir değere sahip olması bekleniyordu.
Bu matematik zordu ama anlaşılmaması için hiçbir neden yoktu.
Benden önceki kuşakta fizikçiler kuantum mekaniği, genel görelilik, kuantum elektrodinamiği ve ilk temel parçacıklar gibi büyük buluşların gerçekleştirildiği 20. yüzyılın ilk yarısını fiziğin parlak dönemi olarak tanımlasalar da bana göre zayıf kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yeğin kuvvet yapbozlarının birden bir sürü parçasının yerini bulduğu 1970-76 yılları arasında kalan dönem parlak dönem di.
Elektron ve pozitronlar SPEAR isimli yeni bir hızlandırıcıda birbirleriyle çarpıştırıldılar. Bu hızlandırıcının parçacık başına 1500 MeV civarında bir enerjiye ayarlanmış olduğunu duyduğunda Ting buluşunu dünyaya duyurması gerektiğini anladı ama bunda geç kalmıştı: SLAC’ın sayaçları birden deli gibi dönmeye başladı
Bazı teorisyenlere göre izin verilen her şey zorunludur . Akla gelebilecek her teorik yapının Doğada da mevcut olması gerekir. Bu maalesef her zaman doğru olmasa da manyetik tek kutuplar için de geçerlidir. Çünkü teorik olarak öngörüldükleri takdirde Evrenin ilk başlangıç safhalarında gerçekte ne kadar ortaya çıkmış olabilecekleri de hesaplanabilir. Bu tip hesaplamaların sonuçları, Evrenin başlangıç dönemini anlamak isteye teorisyenlerin başlarını ağrıtacak cinstendir. Tek kutuplar gerçekten var olsaydı Evren şu andaki halinden daha farklı görünürdü. Sonuçta bu kozmolojik hesaplamalar bize tek kutuplara izin veren parçacık modellerindeki kısıtlamalar konusunda bilgi vermektedir.
Hatta günümüzde (2013) en büyük bilgisayarlarla yapılan hesaplardan alınan sonuçların bile pek o kadar hassas olduğu söylenemez, ama bu sonuçlardan anlaşıldığına göre kuark hapsi renk ayar teorisinde gerçekten de ortaya çıkmaktadır.
Kuarklar yaklaşık 14 ton luk bir kuvvetle bir arada tutulur.
Yani kuark, karşı kuark ve gluonlar hep birlikte Feynman partonlarını oluştururlar.
Karşı-kuarklar deniz yeşili, menekşe ya da sarı gibi eşlenik renklere sahiptirler. Yang Mills fotonlarına gluon (glue= yapıştırıcı) denir.
Symanzik, duymak isteyen herkese bu sonucu benim çok daha önceden Marsilya’daki konferans sırasında katılımcılarla paylaştığımı dolayısıyla benim paylaşımıma öncelik tanınması gerektiğini belirttiyse de 2004’te Nobel Fizik Ödülü, asimptotik özgürlüğü keşfettikleri için Gross, Wilczek, ve Politzer’e verildi.
Böyle bir hata yoksa çalışmanı hemen yayımlaman lazım, çünkü nu çok önemli dedi.
Tüm bunlardan hiçbir şey anlamadığım için yeğin etkileşimden uzak durmaya karar verdim.
Rezonansların temel yapıtaşlarından oluştukları varsayımından yola çıkan Feynman, bunların kuark olmaları gerekmediğine dikkati çekerek parton ismini verdi. Bu partonların rezonans içinde nispeten serbestçe hareket edebilecekleri varsayılırsa Bjorken boyutsuzlaşması açıklanabilirdi.
Higgs parçacıkları üzerine yazılmış popüler kitaplarda bu parçacık çoğu zaman dalgayla karışık diğer tüm parçacıklara kütle veren Tanrı parçacığı olarak isimlendirilir. Çoğu araştırmacıların tek bir parçacığı böylesine güçlü kılan bir tanımlamadan pek hoşnut olmadığını söylersem şaşırmazsınız herhalde. Çünkü bizlerin amacı temel parçacıklar arasındaki tüm kuvvet ve etkileşimleri mümkün olduğunca doğru bir şekilde tanımlamaya çalışmaktır.
1971 Ocak ayında Amsterdam’da uluslararası düzeyde büyük bir konferans düzenlendi. Zayıf etkileşim teorilerinin tartışıldığı bu konferansta sunumların pek de ilham verici oldukları söylenemezdi. Veltman, Brout-Englert-Higgs modellerinin yeniden boylandırılabilirliğinin yepyeni ispatini ilan edecek yeni piyonunu, yani beni ileri doğru itmekten büyük zevk aldı. Bu konferans sonrasında Veltman’la çok verimli bir işbirliği dönemi başladı. İspatım henüz yeteri kadar ikna edici değildi. Bulunan teknikleri birlikte geliştirme, genelleştirme ve mükemmelleştirme imkanımız oldu. Bunun yanı sıra kuantum kütleçekimin temel sorunu da (mütevazı) bir katkıda bulunabildik.
Doğanın görünmez vakum parçacıklarını hiçbir şekilde farkına varamayacağımız bir şekilde bütünüyle maskelemeyi nasıl becerdiği konusu güncelliğini hala koruyan bir bilmecedir. Ancak ben bunun çözümüne kütleçekim teorisini iyice anladıktan sonra kalkışmamız gerektiği düşüncesindeyim.
Süperiletkenliğin temel parçacıklar için de önemli olabileceği ilk kez Japon asıllı Amerikalı fizikçi Yoichiro Nambu tarafından ileri sürüldü. Nambu daha 1961’de Giovanni Jona-Lasinio ile birlikte bu konuda bir model geliştirmişti ama bu alandaki çalışmalarından dolayı Nobel Ödülü’ne layık görülmesi ancak 2008’de gerçekleşti.
Bir kuvvetin menzili mikroskop altında daha büyükmüş gibi göründüğünden bununla bağlantılı olarak parçacığın kütlesi de daha küçükmüş gibi görünür. Bu arada dikkat, günlük yaşamda bunun tersine tanık oluruz: Örneğin mikroskopla baktığımızda kum taneleri daha büyük( dolayısıyla daha ağır) görünürler.
Sonsuz kuvvetler birbirini götürmüyordu. Başka bir deyişle, kütleli Yang- Mills teorisi yeniden-boylandırılabilen bir teori değildi, dolayısıyla zayıf kuvvet için kullanılamazdı.
Peki neden temel parçacıkların bazı teorileri yeniden-boylandırılabiliyor da diğerleri olmuyor? Durumu biraz olsun anlayabilmek için sizi şimdi bir anlığına 1. bölüme geri götüreceğim. O bölümde dünyaya bir büyüteçle bakabileceğimizi ve bunu yaptığımızda küçükler aleminin büyükler aleminin bir kopyası olduğunu göreceğimizi belirtmiştim. Aynı durum temel parçacıklar dünyası için de geçerlidir. Parçacıkların küçük ölçekteki davranışları büyük ölçekteki davranışlarıyla hemen hemen aynıdır.
En zor problemlerden biri ve hatta belki de parçacık fiziğinin en zor olanı, kuantum parçacıklar fiziğinin Einstein’ın kütleçekim teorisinin kurallarıyla birleştirilmesidir. Feynman bu problemi çözmeyi denedi ama bu teoride en basit hesapların bile çok çabuk uzun ve karışık formüllere dönüştüğünü fark etmede gecikmedi
Makalede bilinen 3 kuarkın yanı sıra dördüncü bir kuark eklendiğini sonsuz güçlerin birbirlerini çok daha iyi bir şekilde götürdükleri belirtiliyordu. Aslında Glashow, James D. Bjorken ile birlikte bu dördüncü kuark fikrini daha önce ileri sürmüştü. Ortaya çıkan simetri desenini cazibeli (charming) bulduklarından bu kuarka charm adını vermişlerdi.
Cenevre’de bulunan Avrupa Alt Nükleer Araştırma Merkezi CERN sadece temel parçacıkların derinlemesine incelendiği muazzam laboratuvarlardan oluşmaz, bunların yanı sıra büyük bir teori departmanı da vardır. Bu departmanda çalışan ve deneylerle doğrudan ilişkisi olan teorisyenler, birbirini dengeleyen kuvvetlerin bir gerçek olduğunun ve bunların deneylerde gözlenen olguların iyice anlaşılabilmesi için yapılması gereken rutin hesaplamaların dışında tutulamayacaklarının farkındaydılar.
Bilim alanında çokça kullanılan Latin ya da Yunan terminolojisinden bir terim kuşkusuz akla en yatkın seçenekti. Ama o sıralar okumakta olduğu James Joyce’un Finnegans Wake isimli romanında şu cümle dikkatini çekmiştiMuster Mark’a üç kuark . Tamam işte, aradığı isim buydu. Onun 3 parçacığı da bir arada olmayı sevdiğine göre kuark olmalıydılar.
karşı nötrino larda kuzey kutup daima öndedir.
Çinli fizikçiler Tsung Dao Lee ve Chen Ning Yang, Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettikten kısa bir zaman sonra birçok parçacığın ayna görüntüsünden çok farklı olduğunu, zayıf kuvvetin sağ ve sol ayrımı yaptığını keşfetmişlerdir. Bu ayrım en çok nötrinolarda göze çarpar. Nötrinolar son derece az miktarda durgun kütleye sahip olduklarından çoğu zaman foton gibi davranır, yani ışık hızında hareket ederler. Ayrıca nötrinolar eksenleri etrafında dönerler(spinleri 1/2’dir).
Spini tam sayı olan parçacıklar bozon , tam sayı artı yarım olanlar ise fermiyon diye adlandırılır. Tablo1’de görebileceğiniz gibi lepton ve baryon diye adlandırdığımız parçacıklar fermiyon, diğerleri bozondur.
başlangıç durumunun tam olarak ne olduğu konusunda yeterince bilgimiz olmadığından bu tür olguları hiçbir zaman temel Doğa yasalarına dayalı olarak hesaplayamayacağımız gibi doğaüstü hesaplar yapabilecek bir beyin hücresi ya da kimyasal tepkime de yoktur.
Kuantum mekaniğinin gizemi , kavranılamazlığı birçok kalemi harekete geçirmiştir. Ortaya atılan anlamsız iddiaların sayısı o kadar fazladır ki aklı başında bir fizikçi bunlarla nasıl başa çıkabileceğini bilemez. Örneğin yeryüzünde yaşamın bir kuantum sıçramasıyla ölü maddelerden doğduğu, özgür irade ve bilincimizi kuantum mekaniğine borçlu olduğumuz iddia edilir. Hatta doğaüstü olayların bile kuantum mekaniği yasalarıyla ilgisi olduğunu ileri sürenler vardır.
Evrenin kuantum mekaniğini formüle etmemiz ve kuantum mekaniği yasalarını kütleçekim yasalarıyla uzlaştırmaya çalışmamız gerekir. Fakat hikayemiz henüz bu noktaya gelmedi. Kuantum mekaniği, Bohr yorumuyla birlikte atom ve moleküllerin hatasız bir şekilde tanımlanabilmelerini mümkün kılan en uygun teoridir.
Işık ışınlarının kuantumlarını günümüzde temel parçacık çeşitlerinden biri olarak kabul ediyoruz: Foton .
Johannes Diderik van der Waals (1837-1923), 1873 yılında Hollanda’da Leiden’de hazırladığı Over de continuitetit van de gas-en vloseistoftoestand ( gaz ve sıvı hallerinin sürekliliği üzerine) isimli doktora teziyle büyük ün kazanmıştır. Molekül ve atomların varlığı o zamanlar henüz genel olarak kabul edilen bir şey değildi ama Van der Waals tezinde bu küçük parçacıkların her birinin belli bir hacmi olduğu ve birbirlerinden biraz uzaklaştırıldıklarında birbirlerini çekmeye başladıkları varsayıldığında gaz ve sıvıların özelliklerinin çok iyi anlaşılabileceğini gösteriyordu. Van der Waals aynı zamanda bunların kütle ve büyüklükleri konusunda da çok iyi tahminlerde bulunmayı da başarmıştı.
Bir yerden sonra Wan der Waals kuvvetinin yerini kimya denilen çok daha karmaşık bir kuvvet oyunu alır.
Genelde geçerli olan kural şudur: İster canlı varlık olsun ister cansız, bunlar küçüldükçe yerçekiminin önemi de azalır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir