Zülfü Livaneli kitaplarından Leyla’nın Evi kitap alıntıları sizlerle…
Leyla’nın Evi Kitap Alıntıları
köylüler için zaman yitirme kavramı yoktu.
Bir yapancı yazar ne demiş biliyor musun? Bilim adamları kobaylar üzerinde deney yapmasınlar, yazıktır, politikacılar ile gazeteciler üstünde yapsınlar.
Peygamber efendimiz ne demişti: İki çenesinin arasındaki organ ile bacaklarının arasındaki organa sahip çıkabilen insan bulsam cennete götüreceğim.
İstanbul mahallerinde hiçbir şey gizli kalmaz, uçan sinek bile fark edilir.
Banker Zarifi’nin anı kitabında okuduğu sözleri hatırladı birden. Dünyanın hiçbir yerinde servetler, İstanbul’daki kadar çabuk el değiştirmez.
Ernest Renan ne der, bilirsiniz: Bir millet ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturabilir. Cumhuriyet de bunu yapmıştır.
Bizim dinimizde ‘ah almak’ diye bir şey vardır. Bir mazlumun ahını aldığın zaman, o iş sana hayretmez. Altından kötülük çıkar
Uykuya dalmadan önce, ” Barınak meselesi ” diye düşündü. ” Kahrolası barınak meselesi. Başımıza gelen acıların nedeni bu. ”
Bu dünyada hiçbir şeyin yaz sıcağındaki çınar gölgesi kadar hoş bir serinlik sağlamayacağını düşündü.
Vapurda, trende, tramvayda, tünelde hülasa bütün nakil vasıtalarında yanınıza rastlayan bayanı öyle yiyecek gibi süzmeyiniz. O bir moda mankeni değildir ki üstünü başını seyredesiniz.
İstanbul bir salı günü fethedildi
yenilgiyi kendisine yakıştıramayan ve kabullenemeyen türdendi. Yenildiğini hissettiği anda hasta oluyordu.
Bilgisi ve görgüsü bu gibi durumlarda hep görüldüğü gibi Leyla’yı ömür boyu yalnızlığa itecekti
tarihte herkesi yerli yerine gönderecek olsak Manhattan adasını Kızılderililere, Avrupa’daki birçok ülkeyi Etrükslere vermek gerekirdi.
Bir kış günü evinde Dostoyevski’nin günlüklerini okuyordu.
Şöyle yazıyordu Dostoyevski:
Haliç ve İstanbul bizim olacaktır
Şöyle yazıyordu Dostoyevski:
Haliç ve İstanbul bizim olacaktır
Kemal ismi, bir ölüm kalım savaşının ve varolmanın simgesiydi.
Bırak eskileri, şu anda beraberiz ya bundan daha ne önemli olabilir.
Almanya’da hak aramak kutsal bir şeydi, burada neden olmasındı.
Dişilere yanaşmak zordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tennyson şiirleri, Almanca Goethe ve Wilhelm Meister, hayatının olmazsa olmaz parçalarıydı.
çocukların neredeyse hiç eğitilmemiş olduklarını görüyordu. Ne bilgi, ne kültür, ne de toplum içinde davranış kuralları. Öylesine büyümüş gitmişlerdi işte.
parasızlık derdinin her gün biraz daha bellerini büktüğünü de anlayabiliyordu.
İnsanlar yaşlanıyordu, bunun ayrıcalığı yoktu ama yaşlanan insanların bir kısmı olgunlaşmış olarak, bir kısmı ise olgunlaşmadan ölüyordu. Bunun püf noktası ise bir insanın ” Nasıl GÖRÜNÜYORUM? ” sorusundan, ” NASIL GÖRÜYORUM? ” aşamasına geçmesiydi.
Boğaziçi, dünyanın en güzel köşesi olmak bir yana Handan’ın etkisiyle ayrılınamayacak bir mekan gibi geliyor artık bana. Bennet de burayı çok seviyor. İlkeller mi , belki biraz. Ama buna karşılık ülkelerine tuhaf bir bağlılıkları var ve çok gelişmiş bir ahlak duyguları var. Aile bağları inanılmayacak düzeyde. Sessiz , yumuşak başlı, içe dönük insanlar.
Lo, Zeus’un karısı Hera’nın çok kıskandığı için inek kılığına soktuğu genç kız.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
pek yaşlı sayılmasam da insan kalbini tanıyacak kadar değişik olaylar geçti başımdan.
Âşık Veysel’in “Aşk nedir?” Sorusuna verdiği, “seversin, kavuşamazsın, aşk olur,” cevabıyla karşılaştırınca ne kadar saçma geliyordu.
Bazen insan hiç elinde olmadan , hiç istemediği durumlara sürükleyebiliyor.
Geçici ve olgun bir çözüm.
Bazen insan elinde olmadan hiç istemediği durumlara sürüklenebiliyor.
Paris güzel bir salon, Londra güzel bir park, Berlin güzel bir kışla ama İstanbul güzel bir şehir.
Hizmetli ruhunu iyi bileceksin. Patronluğun, beyliğin ilk şartı budur. Yoksa iyi hizmet alamazsın. Servet sahipleri arasında en mühim rekabet alanlarından biri, malları mülkleri kadar, hizmetlilerinden gördükleri saygıdır. Gerçi bunlar hizmetlin değil, yalı emektarlarının çocukları, torunları ama yine de içlerinde bir hizmet etme hissi kalır. Bir gün senden daha zengin olsalar bile eziklikten kurtulamazlar.
Para mühimdir ama her şey değildir. O parayı asaletle, yerli yerinde, bir bey gibi kullanmayı bilmek ve girdiğin her yerde hürmet telkin etmek şarttır.
Ağalık vermekle olur. Şimdi sen bu ıvır zıvırı dağlılara verirsen elini öper ve ömür boyu sadakat gösterirler.
İşin en kötü yanı da dünyanın herkes için cehennem olmadığını, daha iyi, daha mutlu bir yaşamın varlığını bile bile buna katlanmak…
hayat planlara göre ilerlemiyor
denizci olarak dünyayı gezmek isterken bir anda Fransa’yla birlikte savaşa sürüklenen İngiltere’nin askeri olarak kendisini buralarda bulmuştu.
Lakayt olmak, çevresiyle ilgilenmiyormuş, üzülmüyormuş, sevinmiyormuş gibi durmak; doğru dürüst bir konuşma bile sürdürememek; küçük cümleler, ağızdan gelişigüzel fırlayan kelimeler hatta seslerle idare etmek
mutlu olduğunu ancak başka insanların mutsuzluğuna bakarak anlayabilecek bir yapısı vardı.
Ağalık vermekle olur.
Mademki insanlar birbirine acı veriyordu, o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve mutlak bir yalnızlığı seçmekti.
İşin en kötü yanı da dünyanın herkes için cehennem olmadığını,daha iyi,daha mutlu bir yaşamın varlığını bile bile buna katlanmak…
Bir Alman dergisinde norolojik bellekle ilgili bir yazı okumuştu. Mesela el, okşadığı teni yıllar sonra bile hatırlama özelliğine sahipti.
eve asmaya götürdüğü levhada itinalı bir eski yazıyla Bu da geçer yahu! yazılmıştı.
İşsizlere iş, kızlara koca, hastalara şifa niyetine asılan bir Kuran ayeti sanıyordu.
İşsizlere iş, kızlara koca, hastalara şifa niyetine asılan bir Kuran ayeti sanıyordu.
hayatta her şeye alışılıyor.
Kelimeler bir nehir gibi akıyordu.
Dünya birden dursa
Ters dönmeye başlasa
Hayvanlar insan olsa
İnsanlar hayvan olsa
Zenginler fakir olsa
Fakirler zengin olsa
Ters dönmeye başlasa
Hayvanlar insan olsa
İnsanlar hayvan olsa
Zenginler fakir olsa
Fakirler zengin olsa
Yeniden dağıtsak kartları
Akşamları hiç kimse uzaktan kumandayı babasının elinden alamazdı.
Bu dünyadaki her trajedi, küçük ve masum bir adımla başlar.
“Vapurda, trende, tramvayda, tünelde hülasa bütün nakil vasıtalarında yanınıza rastlayan bayanı öyle yiyecek gibi süzmeyiniz. O bir moda mankeni değildir ki üstünü başını seyredesiniz.”
“Bu noktada insan artık yarışta değil jüride olmalıydı, altın değil sarraf kimliğine bürünmeliydi, değerlendirilen değil değerlendiren konumuna geçmeliydi. Olgunlaşma bu demekti.”
Bu dünyadan nefret ede ede yaşamaya devam etmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor Rukiye.
“Bu dünyadan nefret ede ede yaşamaya devam etmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor.”
Sanki konuştuklarından daha çok konuşmadıkları şeyler vardı ve bunlar ikisinin arasına görünmez bir perde çekmişti
Mademki insanlar birbirine acı veriyordu, o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve mutlak bir yalnızlığı seçmekti.
İslamiyet’te Domuz mekruhtur!
O zaman domuzların en çok Müslümanları sevmesi gerekir.
O zaman domuzların en çok Müslümanları sevmesi gerekir.
ne kadar zorlarsa zorlasın koşulları değiştiremiyor
Hayat böyleydi işte,önceden planlanan biçimde ilerlemiyordu.
Mademki insanlar birbirine acı veriyordu,o zaman en güzel şey hayata meydan okumak ve mutlak bir yalnızlığı seçmekti.
“Para mühimdir ama her şey demek değildir.”
“İstanbul kan ağlıyordu ama hayat da devam ediyordu bir yandan.”
Ama insanlar yaşanan bütün felaketler gibi bu olayı da çabuk unuttu
Başımıza gelen bunca felaketi, öldürülen milyonlarca insanı, açlığı ve sefaleti, bir mülk kavgası olarak görmek gerekir.
ama hayatta her şeye alışıyor.
Bilemiyorum, bilinçaltında olup biten şeyler bunlar. Evet, Nietzsche’ye katılmamak mümkün değil: “Müziksiz bir hayat hatadır!”
Aşk diye ballandıra ballandıra göklere çıkardıkları şeyin ne olduğunu anlayamıyor bir türlü
Bu dünyadan nefret ede ede yaşamaya devam etmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor.
Bazen insan elinde olmadan, hiç istemediği durumlara sürüklenebiliyor.
en iyisi, hiçbir şey olmamış gibi davranıp duymazlıktan gelmekti.
İnsanların bir kısmı olgunlaşarak, bir kısmı ise olgunlaşamadan ölüyordu. Bunun püf noktası ise bir insanın Nasıl görünüyorum? sorusundan, Nasıl görüyorum? aşamasına geçmesiydi.