İçeriğe geç

Lacivert Bir Oyundu İkimiz Arasında Kitap Alıntıları – Selahattin Yolgiden

Selahattin Yolgiden kitaplarından Lacivert Bir Oyundu İkimiz Arasında kitap alıntıları sizlerle…

Lacivert Bir Oyundu İkimiz Arasında Kitap Alıntıları

elimde mor bir kilim
-hey- diyorum, uzak değil mi
konuşmak size de bana olduğu gibi
yardım edin

nerede kaybettim dilimi?

hayat,
çantasındaki rengâ renk kalemlerle
herkes için farklı roller yazıyor.
ayakkabılarımı bağlayamıyorum
ne zamandır
bir ipe düğüm atmanın tedirginliği

bu kadar uzak olma bana
işte yüzün, arasında avuçlarımın
yaz sonundayız, serin bir akşamda
böyle olmaz, öpüşmek lazım

şimdi altı yaşındasın, bir prenses gibi
pilili elbiselerin, pofuduk terliklerin
daha yolun başındasın, hayatı tanıyacaksın
aşık olacaksın, nefret edeceksin, ağlayacaksın.
sen doğduğunda defne’ciğim,
eylül yağmurları altındaydık
yalnızdık, kalbimiz kırık.
gelir ve geçer
değmez hayat düşündüğün kadar
ya suya attıysam kendimi bu gece
sabaha kadar bulamazlar

arasınlar dursunlar

ben yoktum önceden, şimdiyse
hiç olmadığım kadar varım burada
işte bileklerim, bir asma dalı kadar narin
ve yüzüm; senin aynanda..
bildiğim şeylerden bahsetme bana
kalp bir aşklar mezarlığıdır
tüm gidenlerin ardından ağladım ama
her ölü bir diriyi getirir hep, unutma!
hiç önemli değilim, kaldır çöpe at!
çabuk uyan, geç kaldın
bu kadar uyur mu insan
yağmurlar hep yağar, insan yaşadıkça

insan başkası değildir kendinden

ne kötü şey uçamamak, hele kanatların varsa

burgaz’da yürüyorken bir akşamüstü
sonsuzluk böyle bir şey dedi
kalbini gösterdi.
varlığını fark etmediğimiz bir şeyin yokluğu
bir gün yaralıyor derinden.
inandığım her şey biterken birbiri ardına
kim ümidi kesmemeyi öğretecek insandan
iyi geceler size, gece geceyse eğer
ve iyi diye bir şey varsa dünyada.
yollar ne kadar gitse de uzaklara
hep yıldızları buldum.
iki yaşlı madam,
birinin gözleri gülüyor
biri dokunsan ağlayacak
hayat,
birinin gözlerinden diğerinin
kalbine uzanan
saydam bir köprü kuruyor görene.
ebabiller, karabataklar, martılar
nasıl bize benziyorlar kanatlanınca
kal ve unut
göreceksin
yeni yağmurlar getirecek sana
gözlerindeki bulut
ağlayan askerler seferden dönüyor
ırmakları geçerek, köprüler üstünden
tüfeklerindeki gurur, yüzlerindeki pişmanlıkla
sarmaş dolaş. her çeşmede ellerini yıkıyorlar durmadan
gece, ışıkları yandığı zaman
her gemi bir ülkedir
evet, lacivert
varsa bir rengi uykusuzluğun
sen kendin kırdın kalbini
eğildin topladın parçaları yerden
biri eksik, bir şey eksik, gözle kalbi bağlayan
bütün gece boşuna ağladın kederden
beyazıt itfaiye kulesine aşıktın, platonik muhakkak
yalnızlar zamanın sarhoşlarıdır, yağmur onlara yağar yazın
( )
ne sustuysam onu söyledim
döndüm geri geldim her sefer
bir akşam o sunakta kendimi yaktım

ne yaşadıysam onun külünü bıraktım.

Sedefli terlikli çocuklar, tuzlu sular taşıyor odaya eleklerle. Ne imkânsız !
Unuturum bu rüyayı kolayca,
uyanmak olmasa
İnandığım her şey biterken birbiri ardına
kim ümidi kesmemeyi öğretecek insandan?
Aşklar,yalnızlıklardır kardeşlerim,
zor oldu ama öğrendim
Varlığını fark etmediğimiz bir şeyin yokluğu bir gün yaralıyor derinden.
Yaşanan ve hatırlanan neyimiz var ki
bir iki gün, kısacık anlar hepsi
Yollar ne kadar gitse de uzaklara,
Hep yıldızları buldum
Ne kötü şey uçamamak, hele kanatların varsa
İnsan başkası değildir kendinden
Ayın karanlık yüzünde mi saklanır hakikaten,
Gördüğün düşler, görmen için bekleyenler
-hey-diyorum, uzak değil mi
Konuşmak size de bana olduğu gibi
Yardım edin.
Nerede kaybettim dilimi?
Hayat,
Çantasındaki rengarenk kalemlerle
Herkes için farklı roller yazıyor.
Bu gölgesiz yollarda
Tanrıyı aramak da nereden çıktı?
İnandığım her şey biterken birbiri ardına
Kim ümidi kesmemeyi öğretecek insandan?
sonsuzluk böyle bir şey dedi
ellerini açarak iki yana kocaman
denizi gösterdi.

burgaz’da yürüyorken bir akşamüstü
sonsuzluk böyle bir şey dedi
kalbini gösterdi.

İyi geceler size, gece geceyse eğer
Ve iyi diye bir şey varsa dünyada.
Bir el çiz bana
Dünyanın en güzeli olmasa da.
İnsana kendi kaderini
Anlatır elleri
Ya da şekli yüzünün,
Hangimiz gerçekten doğruyuz ki?
Şimdi akşam sevgilim
Sokakta, paltosunun yakasında
Unuttuğu bir çiçeği öpüyor birisi.
Ölüm bir trene binip de
Gitmek gibidir.
Bir ağacın içindeymiş hepimiz
Ağaç yeşerince ağlarmışız güya.
Mavinin ruhunu kazıyorum
Kör bir iğneyle göğsüme
Başladığım yerdeyim, boyumdan büyük
Geniş masalar var; şenlik sofraları, cem ayinleri
Küçükken toprak yiyen çocuk büyüdü
Midesinde gizli bahçe, açelya kustu sabaha kadar.
varlığını fark etmediğimiz bir şeyin yokluğu
bir gün yaralıyor derinden.
inandığım her şey biterken birbiri ardına
kim ümidi kesmemeyi öğretecek insandan?
hayat,
birinin gözlerinden diğerinin
kalbine uzanan
saydam bir köprü kuruyor görene.
kimsenin kumaşını biçemediği
yalnızlığın gömleği üstümde
yaz zamanı, her şey güzel olacak tekrar
hayat bu; akar, bulanır, durgunlaşır, akar
yaz en iyi merhemdir açık yaralara
sürdükçe acıyı alan ama
yarayı da besleyen, iyileştirmeyen
bir dalın bir ırmaktan aşağı akmasıydı ölüm,
o ırmağın denize kavuşması hevesle
Herkesten biraz aldım.
Herkes gitti, ben kaldım
Varlığını fark etmediğimiz bir şeyin yokluğu
bir gün yaralıyor derinden
içimde bir sıkıntı yokluktan, yalandan
Hiç birini öldürdün mü kendinden başka
Hiç geri kaldın mı kendinden darma duman?
Boyuma göre bir hayat var mı?
uzun uzun yazmak istiyorum sana
ve çok kısa zaman,
unuturum bu rüyayı kolayca
uyanmak olmasa
gelir ve geçer
değmez hayat düşündüğün kadar
kal ve unut
göreceksin
yeni yağmurlar getirecek sana
gözlerindeki bulut.
ne kötü şey uçamamak, hele kanatların varsa
insan başkası değildir kendinden
bir ağacın içindeymişiz hepimiz
ağaç yeşerince ağlarmışız güya.
karanlıkta fenerin ışığı gibi uzun
bir kar tanesinin
toprağa yolculuğu gibi sıkıntılı
bir sürü gereksiz duygu içimde
balkanlar’da, küçük bir kasabada
gördüğüm o güzel kız
bir yarayı kapasın mesela
açılsın diye yeni bir yara.
bir yolculuğu bitirmek içindi
başlasın diye başka biri
daha yolun başındasın, hayatı tanıyacaksın
âşık olacaksın, nefret edeceksin, ağlayacaksın.
hiç önemli değilim, kaldır çöpe at!
değer verdiğimiz her şeyi paylaştık:
bir şarkı, mavi bir oda, ceviz masa
başka trenler, başka oteller, başka bir hayat
bambaşka bir şehir, uykuya ne zaman dalınsa
biriyle olmanın yalnızlığını
hep başka biriyle doldurdun hayatında
insan başkası değildir kendinden.
oturmuş mektup yazıyorum kendime
her şeyi anlatıyorum ama, dosdoğru
ki insan yalan söyleyemez kendisine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir