İçeriğe geç

Kuşların Felsefesi Kitap Alıntıları – Philippe J. Dubois

Philippe J. Dubois kitaplarından Kuşların Felsefesi kitap alıntıları sizlerle…

Kuşların Felsefesi Kitap Alıntıları

Kendini açığa vurmanın en iyi yoludur seyahat.
Açık denizlerin çağrısını işitenler de var, evde oturmayı sevenler de.
Karatavuk ise güzel dişisine serenat yapmaya gidip gitmemek için üç saat kafa patlatmaz, hemen gider.
Kaz tam bir bekçi köpeğidir.
Bir kuşun süzülüşünü seyretmek, kırlangıçların cıvıltılarını, karatavuğun flütsü şarkısını duymaya zaman ayrmak, alaca baykuş esrarlı ötüşüyle sessizliği bölerken ufukta beliren kocaman, güzel dolunayı görmek için gece kalkmak Şiirin hayatmıza dalmasna izin verdiğimiz an, tekdüzeliğe elveda deriz.
Kuşlarda tüy değiştirme dönemi kırılgan bir dönemdir.
Varoluşumuz küçük ölümlerle, yaslarla, ayrılıklarla, başlangıçlarla, yeniden doğuşlarla doludur.
İyi ve kötü doğal ve değişmez olmaktan ziyade, hem bireysel hem de kolektif bir insani kurgunun ürünüdür ve zaman zaman dönüşür, evrim geçirirler.
Doğrusunu söylemek gerekirse ölümü düşünmek, tehlike yokken ölüm kaygısı duymak hiçbir işe yaramaz çünkü bu düşünce hiçbir şeyi değiştirmez.
Elbette hayal kurmak gerekir ve bazı değişiklikler faydalıdır. Ama hayat burada ve şimdidedir. Bu akşam hayatta olacağımızı kim bilebilir? Ölümün bizim için ne hazırladığını kim bilebilir? Yüreğimiz pişmanlıklarla dolu ölmemek için biraz kuşlar gibi olup şimdinin yoğunluğunda yaşamamak neden?
Oysa daha sonra bazen, çoğunlukla, çok geçtir.
Tüm felsefe ve dinler şunu öğretir: Bizim ve sevdiklerimizin kaçınılmaz yok oluşu fikrine kendini hazırlamanın en iyi yolu, hayatı şimdiki zamanda dolu dolu yaşamaktır. Hayatın bize bahşettiklerini ayırt etmeyi ve bunların tadına varmayı bilmektir.
Felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir, demiştir Montaigne
Kuşlarda harika tüyler bir kusuru örtmek içindir. Bu türler şarkı söyleme yetisinden mahrumdurlar. Tersine, en iyi şarkıcılar çoğunlukla kılık kıyafetleri en mütevazı olanlardır: Bülbül baştan aşağı kahverengilere bürünmüştür.
Gerçek alarmlara güvenip yanlış alarmları kapatmak neden bu kadar zor? Belki de bedenimizi ve hislerimizi daha çok dinlemeli, hayvansal içgüdülerimizi hatırlamalıyız. Beyin bize oyunlar oynayabilir, çoğu kez kalbi susturur. Duygularımızla aynı frekansı ne kadar tut- turursak onları o kadar az boğar, bize ne dediklerini o kadar çok işitebiliriz.
Kötü korku ilerlemeye mani olur Bizi felç eder, katılaştırıp dondurur. Risk almayalım diye ürettiği bahanelerden beslenerek gerçekten yaşamamızı engeller.
Bilinçaltımızda iyice yer etmiş olan iyi ve kötü sorusu bize aşıkârmış gibi görünür. Ahlak zamanla ve toplumdan topluma evrilir.
Hayvanlar âleminde ilk amaç, zürriyetini olabildiğince devam ettirmektir.
ortalığı iyice bir süpürsek nasıl olur acaba? Birbirlerini müşfik bir aşkla seven ve hayatları tümüyle hoş şarkılardan ve alacalı bulacalı tüylerden oluşan kuşlar şeklindeki naif ve yavan görüşü süpürüp çöpe mi atsak?
Dert etmemeyi bilmek mutluluğun başlangıcı değil midir zaten?
Neticede, mutluluğun gerçekte neden müteşekkil olduğunu bilmek o kadar kolay değildir. Nasıl tanımlanmalı mutluluk peki? Birçok filozof, mutluluğa ulaşmak için bilgelik ve doğru ölçü idealini sık sık överek mutluluğu tanımlamayı denemiştir. Ilımlılık nedir bilen, küçük mutluluklarla yetinen, istirap doğuran aşırılıklara kendilerini kaptırmayan kuşlar Epikürcü müdür acaba? Genelde durum budur. Yabani kuş doğal bir kanaatkârlıkla sadece ihtiyacı olan şeyle beslenir Çoğu zaman.
Mutluluk, mutsuzluğun yokluğu ile başlar.
Zirveye doğru tırmandıkça ayrıntıları daha az görmeye başlarız ve yaşamın tadı tuzu olan küçük şeyler gözlerimizin önünden kaybolur.
Hiyerarşi bir oyundur. Piramidin tepesine varmak için harcanması gereken zaman, orada kalınan zamandan daha fazladır.
Özgürlük illa eşlerin sayısını çoğaltmak değildir. Sadık kalarak da insan kendini özgür hissedebilir.
Başarı ancak teşebbüsten sonra gelir.
Bir yandan özgürlüğü her şeyden çok isterken öte yandan ondan korkarız.
Tavuk bize şimdiki anın mutluluğunu öğretir. Git-git- gidak? Yürür. Gıt-git-gidak? Sıçrar. Sonra birden beyaz bir kelebeğin peşinden koşar: Çok geçtir; böcek hızla uçup çok yükseğe konuverir. Tavuk buna üzülmez, çoktan başka bir şeye geçmiştir. Eşeler, eşeler, eşeler ve arkasında toprak kaldırır. Ve bir gaga darbesi, bir göz atış, bir gaga darbesi daha: Ne buluyor böyle toprakta? Bizim görmediğimiz ve onu böyle neşelendiren nasıl bir bilinmedik ahali yaşıyor acaba toprakta? Tavuk faaldir: Vazifeşinaslıkla ya da aceleyle arar, eşeler, çöplenir, hareket eder. Ama saatlerce ağaçların altında sere serpe yayılmayı da bilir. Oradadır. Carpe diem, der bize tavuk.
Asırları kat eden felsefi bir söz, banyo yapan tavuğun durumunu mükemmelen özetler: Carpe diem. Anın tadını çıkar. Bu, şimdi de olmaya bir davet, Budizm’in şimdi ve burada olmaya teşviki, psikolojinin günü gününe yaşama tavsiyesidir. Geçmişin anılarından uzak. Geleceğin kaygılarından ve umutlarından azade. Tavuk burada ve şu an banyo yapar, güneşte yıkanır, yeşil meyveleri biçimlenmeye başlamış kiraz ağacının gölgesinde, gevşek ve taze toprakta yıkanır . Şimdi ve burada, tavuk mutlulukla ses çıkarır.
Belki de sevginin gerçek tanımı, kumrulardaki gibi sadece birbirini sevmektir. Sevgiliyle burada olmak ve başka yerde olmayı istememektir.
Aşkı bulmak konusunda kuşlar çoğunlukla bizden daha yeteneklidir. Baştan çıkarma, gösteriş yapma. Bu onlar için bizim için olduğundan daha kolaymış gibi görünür. Gönül ilişkisinin kurulup kurulmayacağını hızlıca anlarlar. Oysa eril ya da dişil cazibenin aşikâr işaretlerinin şifresini çözmeyi engelleyen kıyafetlerin kalın tabakası altına bedenleri saklanmış biz insanlar onun hoşuna gidiyor muyum? diye anlamak için azıcık kabiliyetimizle saatler, aylar, yıllar geçiririz. İş sevilip sevilmediğimizi anlamaya geldiğindeyse. Bu kadar basit bir şey, biz insanlar için inanılmaz karmaşık, bazen kaygı verici ve neredeyse her zaman dengemizi bozan bir işe dönüşür.
Sevgi meselesi filozofları ta en başından beri düşğndürmüştür ve hepimizin kafasını da hâlâ meşgul eder. Zira herkesin sevgi tanımı aynı değildir. Hakiki sevgi nedir?
Hiçbir kuş, cinsel bakımdan olgunlaşmış büyük bir genci doyurmak istemez ve insanlarda ebeveynlerin kendi ergen çocuklarına karşı duyduğu kızgınlık da kuşkusuz arkaik ve içgüdüsel olarak demir atmış bir şeyden ileri gelir. Ama insanlarda ebeveynler büyümüş ergenlerine sabır göstermeye, ergenler de eğitim görmek istiyorlarsa gitme isteklerini bastırmaya teşvik edilirler. Bu yüzden iki taraf da yıllar boyunca doğal bağımsızlaşma sürecini önlemek ve ertelemek zorundadır. Hayvanlarda ise elbette böyle bir durum yoktur. Zira bizim toplumumuzun karmaşıklığı ve bu toplumda yaşamak için edinilmesi gereken bilgilerin çokluğu bu kanatlanmayı hiç de kolaylaştırmaz. Dahası, hiçbir hayvanın, yaşlandığında kendine baksın diye yavrusuna bel bağlamadığının altını çizmek gere- kir. Yaşam süresi kırk ila elli yaş arasında seyreden şempanzelerde, genç bir birey 5 ya da 6 yaşında bağımsızlığına kavuşur Demek ki ömrünün %10 ila 15’lik kısmına ebeveynlerine bağımlı olarak geçirir. Kül rengi kazlarda bu süre ortalama yaşam süresinin %6 ila %10 una tekabül eder. Homo sapiens’te ise %25 civarındadır. Bazense daha fazla.
Kuşlarda olsun, memelilerde olsun başka hiçbir türde gençler ailelerinin yanında insanlarda olduğu kadar uzun süre kalmaz. İnsan türünde gencin bağımlılık süresi patolojik hale mi gelmiştir? Ebeveynlerle çocuklar arasındaki gerilim dönemi olan ergenlik, doğal olarak, insanlarda ebeveynin çocuğunu sütten kesme , gencinse bağımsızlığına kavuşma ihtiyacı duyduğu zamandır.
Çok sayıda kuşta babanın işlevi sadece döllemekten ibarettir. İşini tamamlayan baba, anneyi yumurtlamaya ve yavruları büyütmeye bırakır. Ördekler bu işleyiş tarzının şampiyonudur.
Ailenin doğa yoluyla tanımlaması şöyle bir şey olabilir: gençleri etkin yetiştirmeye imkan tanıyacak şekilde bireylerin birleşmesi.
Acaba küçük rutinlerimiz arasına bizi çevreleyen dünyayı sık sık gözlemleme alışkanlığını katıyor muyuz? Çevremize kapalı olmamak onunla bütün etkileşimlerimizi daha iyi hissetmek için duygularımızı, gözlerimizi, burnumuzu, kulaklarımızı keskinleştirıyor muyuz? Bir kuşun süzülüşünü seyretmek, kırlangıçların cıvıltılarını, kara tavuğun flütsü şarkısını duymaya zaman zaman ayırmak, alaca baykuş esrarlı ötüşüyle sessizliği bölerken ufukta beliren kocaman, güzel dolunayı görmek için gece kalkmak… Şiirin hayatımıza dalmasına izin verdiğimiz an, tekdüzeliğe elveda deriz.
Kıyı çamurçulluğunu ele alalım. Kervançulluğuna yakın bir tür olan, (çamurda, balçıkta yaşadığı için kumkuşu [limicolae] adı da verilen) bu küçük kıyı koşarı yaşamını bataklıklarda, haliçlerde geçirir ve ilkbaharda, Arktika’ya yuva yapmaya gider. Bu türün Alaska ile Yeni Zelanda arasını, yani on bir bin beş yüz kilometreden fazla bir mesafeyi bir çırpıda aşabildiği, uydu takip sistemi yerleştirilen bir kuş sayesinde keşfedilmiştir.. Saatte yetmiş kilometre hızla tam bir hafta uçmak! İki yüz elli gram ağırlığında bir canlıdan bahsediyoruz. Ve kıyı çamurçulluğu, bu molasız uçuş boyunca beyninin sadece yarısını devre dışı bırakarak uyur. Bir an bu şekilde uyuduğumuzu hayal edelim: Beynin bir küresi uykudayken, diğeri akıllı telefonla oynuyor ya da araba sürüyor.
Cıvıltılarının kaybolduğu dikkatimizi çeker mi? Hayır. Bari önümüzdeki ilkbahar geri döndüklerini fark edecek miyiz? Kuşkusuz gittiklerinde olduğundan daha fazla değil.
Yaşarken kanatları sık sık kırılan bizlerin uçmayı bilmemesinde şaşılacak ne var? Hele ki onları kendi kendimize kırıyorsak
ALÇAK BİR DUVARA KONMU$, sarı gagalı, parlak gözlü, simsiyah bir karatavuk. Iyi bakın ona: Karatavuk olmaktan memnun, değil mi? Solucan peşinde, çimlerin üzerinde seke seke yürüyor. Kendi varlığından tamamen tatmin olmuş görünmüyor mu? Kendimizden ve hayatımızdan onun kadar doygunluk duysaydık günlük yaşantımız kuşkusuz daha hafif olurdu.
Kuşlarda tüy değiştirme dönemi kırılgan bir dönemdir. Kimi zaman, bir süreliğine uçamazlar; bazı ördekler buna örnektir. O zaman eklips tüy döneminde oldukları söylenir.
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek. Kuş, sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. Bu, onun için yaşamsaldır: Tüyleri mükemmel durumda değilse uçamaz. Bizim için de böyledir. Tüy değiştiremememiz, geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur.
Gençliği şekillendiren yolculuklardır.
Bakın hele şunların geçişine! Yabaniler onlar.
Nereye isterse canları oraya giderler, aşarak tepeleri
Ve ormanları ve denizleri ve rüzgarları ve esaretten uzaklar
İçtikleri hava patlatır ciğerlerinizi.
Bugün biz çamurçulluklarının ya da denizkırlangıçlarının uçuşundan çok daha hızlı yer değiştiriyoruz ama hakiki ilerleme nerede?
Moğollar ve göçmen kuşların aksine, bizler yön bulma duyumuzu tamamen kaybettik. manzarayı, yıldızları ,doğayı okumayı bilmiyoruz artık. Hepsi çevremizin dilsiz dekorları haline geldi.
Hayatımızın küçük ve büyük anlarda tüy dökmeye,tutulma dönemlerine izin verelim. O zaman daha güçlü, daha güzel geri döneriz; kuşlar gibi hafif.
Ya zekânın başlangıcı alçakgönüllülükse?
Şiirin hayatımıza dalmasına izin verdiğimiz an, tekdüzeliğe elveda deriz.
Belki de sevginin gerçek tanımı kumrulardaki gibi sadece birbirini sevmektir. Sevgiliyle burada olmak ve başka yerde olmayı istememektir.
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek. Kuş sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. Geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur.
İyi ve kötü doğal ve değişmez olmaktan ziyade, hem bireysel hem de kolektif bir insani korkunun ürünüdür ve zaman zaman dönüşür, evrim geçirirler.
Gençliği şekillendiren yolculuklardır.
Bir yaşamda büyük özgürlük anları bazı kimseler için dehşet verici olabilir.
Artık kimse bize vakit tanımıyor, acının iyileşmesi için gereken uzun zamanı -zorunlu tüy değiştirme zamanını- bahşetmiyor
Kuş kırılgan olduğunu bilir,ölçülü hareket eder,hiç bir önemli işe girişmez. Sabreder. Tekrar bütün gücünü toplamak, tüm güzelliğine yeniden kavuşmak için yenilenmenin gerçekleşmesini bekler.
Bazen biz de öyle yapmalıyız.
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek.
Belki de sevginin gerçek tanımı, kumrulardaki gibi sadece birbirini sevmektir. Sevgiliyle burada olmak ve başka yerde olmayı istememektir.
*Manzarayı,yıldızları, doğayı okumayı bilmiyoruz artık, hepsi çevremizin dilsiz dekorlara haline geldi.
Teknolojik kazanımların telafi edemediği bir gerileme biçimi bu..

*Tehlikeli olma pahasına özgür bir yaşam mı yoksa sınırlı olsa da güvenli bir yaşam mı daha iyidir. Bedeli ödenecek bir özgürlük mü yoksa süslü bir hapishane mi?

İnsanlar için de böyledir, özgürüz diye illa kaçıp gitmeyiz. yuvada her şey yolundaysa hep oraya geri döneriz. Birini alıkoymanın ya da korumanın en iyi yolu kuşkusuz kendi kendine geri dönsün diye yuvayı hep sıcak tutmaktır. İhtiyacımız olan şey belki de budur: ahenkli bir denge. Aile hayatı ile özgürlüğün avantajlarını bir araya getirerek.
Her yolculuk bizi biraz değiştirir. Dünyaya farklı gözlerle bakmaya sevk eder. Bir yolculuktan asla aynı dönmeyiz orada bir parçamızı bırakır buraya pek çok şey getiririz.
Ve belki de seyahat ederek işte bunu ararız hakikatimizin ne olduğunu öğrenmeyi..
Hayatımızın küçük ve büyük anlarında tüy dökmeye, tutulma dönemlerine izin verelim. O zaman daha güçlü, daha güzel geri döneriz: kuşlar gibi hafif.
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek.
Ailesiyle seyahat ederken gözleri fal taşı gibi açılmış, etrafındaki her şeyi bakışlarıyla yutan çocuğun ileride maceraperest bir yetişkin olma ihtimali çok yüksektir. Ne kadar çok keşfederse o kadar çok keşfetme arzusu duyacaktır. Gezegenin bin bir kayıp bucağını, ona ancak bir atlasın sayfalarını çevirirken düşler gördüren, tamamen olanak dışı yerleri adımlamak. Oysa o zamanlar daha Suriye çöllerine ayak basmayı, Kafkasya’nın sarp kayalıkları boyunca yürümeyi, Kore adalarında dolaşmayı, Brezilya cangıllarında yol almayı hayal bile etmiyordur
Hiçbir kuş, cinsel bakımdan olgunlaşmış büyük bir genci doyurmak istemez
Kuşlar gelecekteki ölümlerini düşünmez. Ölümü bizim gibi tasavvur edememek, kafalarında evirip çevirmemek gibi bir talihe sahiptirler.
Üzüntü ve keyifsizlik çoğunlukla dönüp geçmişe takılmaya ya da kaygılı gelecek beklentisine bağlıdır. Oysa kuşlar şimdide yaşar.
Kuş ebeveynler yavruları inisiyatif alsın diye bırakır, kendi başlarına uçmaya cesaretlendirir. Yirmi birinci yüzyılda, sokaklarda koşturan, oynayan neredeyse hiç çocuk göremiyoruz. Başlarına bir şey gelir korkusuyla onları sürekli kontrol altında tutuyoruz.
Çoğunlukla kendimize gem vururuz. Bazen bunun sebebi çocukken cesaretimizin kırılmış olması, bazen de sanatsal faaliyetlere çevremiz tarafından kötü gözle bakılmasıdır. Ama resim çizemememiz, çanak çömlek yapamayacağımız, çalgı çalamayacağımız, şiir dolu harika yemekler hazırlayamayacağımız anlamına gelmez. Kuşkusuz hepimizin bize uygun bir sanatı, sadece fışkıracak bir çatlak arayan ama henüz ifade etmeyi denemediğimiz bir çeşit yaratıcılığı var. Tıpkı kuşlar gibi, hepimiz dünyanın güzelliğine katkıda bulunabiliriz.
Bazı kişiler, buz kesen kış aylarında uyumak için kalbini durdurabilen orman kurbağasına benzer. Hüsrana uğrayan bir aşkın ardından sevmeyi bırakır, yeniden acı çekme korkusuyla artık bağlanmak istemezler. Oysa kuşların kalbi, asla atmaktan vazgeçmez.
Gerçek özgürlük, hem sosyal hem bireysel ölçekte, insan için çoğu kez kaygı vericidir. Bir yandan özgürlüğü her şeyden çok isterken öte yandan ondan korkarız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir