Işık Ergüden kitaplarından Kurşunkalemle kitap alıntıları sizlerle…
Kurşunkalemle Kitap Alıntıları
&“&”
Yaşadıkça yok oluyor insan, yaşamaktan neden sakınayım?
Ne kim olduğumu söyledim, ne de oraya niçin geldiğimi.
Delisin sen. Hiçbir yaşantı düşlendi diye gerçek olmaz.
Bilmenin ve hissetmenin ağırlığını taşıyabilecek ip yoktur bu dünyada.
Sen düş göremezsin ki, düşün ta kendisisin.
Bilmenin ve hissetmenin ağırlığını taşıyabilecek ip yoktur bu dünyada.
Ardında bıraktığı rüyalara ağıt yakan ama inatla uyanan biriyim ben.
Herkes kendini parça parça öldürüyor: Yaşayarak. Çünkü yaşamak asla bulunamayacak tek şeyin, kendinin peşin de koşmaktır. Yaşadıkça yok oluyorsa insan, yaşamaktan neden sakınayım?
Mümkün olduğunca sıradanlaşmalı, kimliksizleşmeli. Kimse buna izin vermiyor, bir kez var olmak yok olmayı bile imkánsızlaştırıyor. Ölümünden sonra bile var olacaksın. Oysa balıklar arasından bir balığın, yapraklar arasından bir yaprağın yokluğunu kim fark eder ki?
Sebebin bu yürekte duramamaksa depremler sarssın seni.
Üstünde düşünmediğim hayatlara aitim: Rüyalara. Kelimelerin uğramadığı tek yer orası.
Gece, iptal edilmiş bir uyku, her gece.
Rüyalarımın istilasından yersiz; beklerim.
Hayal ve beklemek.
Bozgun zamanıdır; zaman her zamandır.
Rüyalarımın istilasından yersiz; beklerim.
Hayal ve beklemek.
Bozgun zamanıdır; zaman her zamandır.
Hayatımdaki hiçbir şeyin henüz kalıcı olmadığını düşünerek kurşunkalemle yazıyordum…
Rüyadaki yaşam biçimini burada bulamadım. Simgelerin gerçekleşeceği yer yok, kendimi yaşayamadığım bir hoyratlıkta burası.
Sığınacağı limanların küllerini seyreden bir sürgün gibiyim.
Yaşadığım rüya yaralamış olmalıdır beni. Dilim, bu yüzden devrik ve kırıktır. Durdurulamayan kan gibi saldırgan, ama hep yarım kalan, kendi içine bükülen, ürküp büzüşen kelimeler çıkmış olmalı ağzımdan. Bunlar yeraltının ıslak, nemli dilinden, başladığı gibi bitmeyen, havada öylece kalakalan, yapışan, tıslayan seslerden oluşan ve söylendiğinde evrendeki büyüyü bozmasından korkulan, bu yüzden saklı, tutulan ürpertili, hışırtılı, ıslık gibi kelimeler olmalı.)
Uykunun ölümün diliyle susup, sallantılı bir cümle gibi asmıştım suskunlugumu aramıza.
Ölümden söz ederken ölüyoruz hepimiz. Sussan ya, iki sözcük arasındaki bir sus zamanı değil midir yaşam?
Koptuğum hayatlarda kalıyor aklım.
Aşkın ancak hiçbir yerde, yani orada yaşanabileceğini biliyordum. Aşkın aşk olmadığında yaşanabileceğini, söze ve ilişkiye döküldüğünde sözsüzlüğe ve ilişkisizliğe dönüştüğünü biliyordum.
Okuduğu tek kitabın kendi içini sürekli okuyarak yazdığı bir kitap olduğunu, hayatı seyreder haliyle başkalarının hayatlarına katıldığını anlamak için kımıltıstızlığına dikkatle bakmak yeterliydi. Kımıltısızlıkta bir oyun muzipliği de olabilirdi, hep ölümüne koşmuş bir insanın sonunda yakalayıp durdurduğu ölüm hali de.
Bekliyordum.
Hiçbir ilişkinin -eğer ilişki varsa- ve sözün -eğer söz varsa- öncesi ve sonrası olmadığını, her şeyin başka şeyler arasında bir yerlerde var olduğunu -durduğunu- bilerek bekliyordum.
Hiçbir ilişkinin -eğer ilişki varsa- ve sözün -eğer söz varsa- öncesi ve sonrası olmadığını, her şeyin başka şeyler arasında bir yerlerde var olduğunu -durduğunu- bilerek bekliyordum.
Bana uymayan duygularıyla koşturup duran insanlar arasında her an ezilme tehlikesini, kalabalığı ayrıştırmadan özel yaşantı oluşturmanın imkansızlığını, kendine bir yol açarken herkesin ilgisini çekmenin, ne yaptığını bağıra bağıra anlatmanın, seyrettirmenin sıkıcılığını defalarca yaşadığımdan, ne pahasına olursa olsun, sezdirmeden ilerleyerek, ama ayrımına vardıklarında çok uzaklarda olduğumu görüp şaşırmalarını isteyerek sakladım içimde kendimi; ne kim olduğumu söyledim, ne de oraya niçin geldiğimi.
Sen takıldığı girdapları gerçek sananlardansin. O keskin duyarlığın bu yaşamın en güzel anlarını hep tuz buz eder, deşeler. Senin gibi rüzgârını yanında taşıyanları barındırmaz hiçbir yer. Unut artık!
Herkes kendi sesini yutarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Oradaydım. Kendimi kendimden uzakta, başka hayatların eşiğinde, hazırlıksız hissediyordum. Onca açık seçikliğin yanında benim varlığım da yokluğum da ancak bir rüya olarak sürebilirdi. Her şey bana temas eder, sürtünürken ben hiç iz bırakamazdım; bir uyku haliydim.
Oradayım: İnsanların beni benimsemeleri, yeniden aralarına almaları için düzenlenmiş bir törende.
Bütün eşyaların üzeri örtülü, her şey naylon torbalar içinde. Sadece kristal taklidi avizenin ışıkları dolaşıyor ortalıkta. Susuyorum. Önceki susuşlarım gibi. Konuşursam özenle yumuşatılmış bu ortam, sesime alışık olmayan kadehler, tabaklar, biblolar gibi kırılacak.
Yaşamın kirliliğini, hırpalayan, kanatan zehrini damağında duymak, her yerde konuk olmaktır… Bilmenin ve hissetmenin ağırlığını taşıyabilecek ip yoktur bu dünyada."
Ölümden söz ederken ölüyoruz hepimiz. Sussan ya, iki sözcük arasındaki bir sus zamanı değil midir yaşam?"
Herkes kendi sesini yutarak ayakta kalmaya çalışıyor."
Yaşamın kirliliğini, hırpalayan, kanatan zehrini damağında duymak, her yerde konuk olmaktır… Bilmenin ve hissetmenin ağırlığını taşıyabilecek ip yoktur bu dünyada."