İçeriğe geç

Kur’an-ı Kerim Müdafaası Kitap Alıntıları – İhsan Şenocak

İhsan Şenocak kitaplarından Kur’an-ı Kerim Müdafaası kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an-ı Kerim Müdafaası Kitap Alıntıları

Kur’an ve İncil’in esasta semavi olmasından hareketle, İncil tarihsel olduğuna göre, Kur’an’ı Kerîm de tarihseldir türünden bir kıyas yapıyorlarsa bilmelidirler ki böyle bir kıyas, su” adındaki ortaklıklarından dolayı kaynağından çıktığı gibi muhafaza edilen içme suyuyla, müstaʼmel suyu temizlikte aynı kabul etmekten farksızdır. İnsan elinin değmediği berrak bir su konumunda olan Kur’an’a nispetle İncil, hurafe ve efsanelerin kirlettiği bir “mâ-i müstaʼmel” gibidir.
Modernistler, Allah’ın Rasûlü’ne vahyettiği şekliyle bugüne ulaşan ve bütün insanları kurtarmaya talip olan Kur’an’ın neresinde hurafe ya da beşeri bir katkı gördüler ki, onun da tarihsel olduğunu iddia ediyorlar?
Ez cümle tarihselcilik, hurafe atlasına dönüşen İncil’i, kurtarma ameliyesidir. Bununla, Batılı adam İncil’in bozulduğunu ve kurtarılmaya muhtaç olduğunu da itiraf etmiş oldu.
Öz anlamının dışında uygulama alanları bulan tarihselciliği, geçmişte olup biten her şeyin geçmişte kalmasına rağı men etkisini sürdürmesi” diye tarif edebiliriz.
Batı, merhale merhale dinden uzaklaştı. Kilise taraftarlarının, uzlaşmacı yaklaşımları dinden kaçışa mani olamadı. Kilisenin taassubundan kurtulan akıl, kendi kilisesini kurdu, orada mabûd kendisi oldu.
Akla yüklenen aşırı güven ve mutlak özgürlük talebi, Skolastik Felsefenin yani kilisenin muhkem kalelerini sarstı. Skolastisizmi temsil eden din ile, Aydınlanmayı temsil eden akil” savaşında, kilise, müminlerinin imanlarını koruyabilmek için çareler aradı. Akılla anlaşmanın yollarını araştırdı. Bu çerçevede bir çok farklı akım zuhúr etti.
Hearnshaw şunları söylemektedir; Müslümanlar olayları mesnet göstererek tespit eden ilk tarihçilerdir. Tarihi olayların sınırlarını onlar genişletmiş, tarih felsefesini ilk defa onlar ortaya koymuşlardır. Tarihçinin ilk görevi olan hükümde doğruluk ve saflık onların vazgeçilmez ilkeleridir. Biz ise, onların açtığı bu iz üzerinde yürütmekteyiz.
Kur’an-ı Kerim, “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? buyurarak, müslümanları önceki milletler üzerinde araştırma yapmaya teşvik etmektedir.
Doğu’da ise, tarih deyince, akla ilmi bir disiplin gelir. Kullanılan kavramların içerikleri açısından da bakıldığında müslümanların tarih telakkisi zarf ve mazrufu itibariyle nesnellik karşıtı duruşların mahşeri olan Batı tarih tasavvurundan farklıdır.
Batının gerçek tarihi Yunan mitolojisi ile başlar. Yunan mitolojisi ise, birbirlerinin eşlerini kaçıran ahlak yoksunu tanrıların efsanevi güç gösterilerinden ibarettir. Mitoloji, Batının gerçek fotoğrafıdır.
Zira Batı aklının hamurkârı Eski Yunan’da, genel mana da iki farklı tarih tasavvuru vardı; birinde insanlar figür, tanrılar egemen, diğerinde ise tanrının olmadığı ya da muattal kabul edildiği, insanın merkeze alındığı bir tarih anlayışı hakimdi. Her iki tasavvurun ortak özelliği hâdiselerin ideolojik kalıplara dökülüp de anlatılmasıydı.
Bir takvim yaprağında okuduğu bilgiye dayanarak, doktorlarla tedavi usulü üzerine tartışan bir hasta ne kadar normalse, ulemâ ile cedelleşen mealciler de o kadar normaldir. Ne var ki, insan hayatının yalnız bir yönüne bakan tipla alakalı bir hususta mutlaka mütahassis arayan ehl-i dünya, hayatın bütün şübelerine müdâhil olan Kur’an-ı Kerîm’i anlama noktasında kendini yeterli görür.
Kendi kendine tip kitapları okuyanların insan tedavi ettiği bir memlekette doktor, avamın meal okuyup hüküm verdiği bir yerde de âlim yetişmez.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılabilmesinin Sünnet’e olan ihtiyacını yakın planda müşahede eden Sahabe, kitabın Sünnet tarafından açıklanan hiç bir yönünün kapalı kalmaması için, Allah Resulü’nün yemeden içmeye, uyanıklık halinden uykuya, oturmadan kalkmaya kadar hayatın bütün detaylarını rivayet etti.
Okunan bir metni doğru anlamak anlamanın baş rüknüdür. Öyle ki bir noktanın ihlali kuz/göz ü kür/kör eder. Şimdi ortalık körü göz, gözü de kör edenlerle dolu.
Bir ülke, dininden kopamaz, kopmamalıdır. Batıyı ancak din kurtarır. diyen meşhur hristiyan Dostoyevski, kendine kulak verenleri maziye dönmeye çağırır.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem tefsir için gerekli malûmata sahip olmadan aklına göre Kur’an’ı açıklamaya kalkan kişi için cehennemdeki yerine hazırlansın (Suyûtî, a.g.e, II , s.465.) buyurmaktadır.
Kur’an’ın önceki kitaplarla olan münasebeti; onlarda mevcut olanı İkmal, değiştirilmemiş olanı ibka, değiştirilmiş olanı ıslah ve ilga ya da onlarda hiç olmayanı ibda’ etme ekseninde gerçekleşmektedir. Bu kavramları tanımadan Kur’an’ı Kerim’in önceki kitaplarla olan münasebetini tahlil etmek kişileri sapıklığa sürükleyecektir.
Her çağ, her tarihi dönem, o çağa ve döneme damgasını vuran fikirler ve ilkeler aracılığıyla yorumlanmalıdır. Dolayısıyla geçmişteki insanların davranışları, tarihçinin kendi çağına ait değer, inanç ve motifler temel alınarak açıklanamaz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Modernistler, Allah Resulü’ne (s.a.v.) vahyettiği şekliyle bugüne ulaşan ve bütün insanları kurtarmaya talip olan Kur’an’ın neresinde hurafe ya da beşeri bir katkı gördüler ki, onun Tarihsel olduğunu iddia ediyorlar??
Günahkarların hüküm koyduğu bir zamanda masum bir Peygamber’in müstakil olarak hüküm vermesinden niçin rahatsızlık duyulur?
nüzul sebepleri , ayetlerin varoluş sebepleri değil, daha iyi kavranmalarının nedenleridirler.
Çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlama yaparken islam değişen değil, çağı değiştiren olarak kabul edilmelidir.
Birşey haddini aşınca zıddına inkılap eder.
Bırakınız da olaylar kendileri konuşsun.
İslâm’a İlerlemeci Tarih anlayışıyla bakılırsa Saadet Asrı fikren, siyaseten, iktisaden çağdışı
görülür. Bu yüzden ahkâm ayetlerinin modern zaman insanını da bağladığını kabullenemez, mühendis, öğretmen ya da doktor bir kadının mirasta erkek kardeşinin yarısını almasına bir anlam verilemez. İlerlemeci Tarih Tasavvuru’na göre on dört asır önce nâzil
oldu diye Kur’an’ı Kerim’i çağdışı görenler bilmiyorlar
ki;
Zaman korkunç daire, ilk ve son nokta nerede?
Bazı geriden gelen, yüz bin devir ilerde.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Allah’ım! Keşke, bütün Avrupa milletleri Müslüman Türkler’in yolunu örnek alsaydılar.’ Bu satırlar
bir Hristiyan filozofa aittir. Hâdise, insaf ölçüsü dahi-
linde değerlendirildiğinde doğru hükme varmak için,
muhakkak Müslüman olmak gerekmiyor. Nitekim tarihselcilerde olduğu gibi Müslüman etiketi her zaman
doğru hükme varmak için yeterli olmuyor.
İnsan; konuşmasıyla, gülmesiyle, düşünmesiyle her
devirde aynıdır. Nitekim “Tebbet Sûresi”nin adına indiği “Ebû Leheb”, karakter olarak bütün zamanlarda
yaşamaktadır. Bu yüzden sûrede adı geçen şahsın “tarihî” olması, sûreyi tarihselleştirmez. Çünkü Kur’an-ı
Kerîm, tarihi bir duruştan bahsederken aynı zamanda
ondan evrensel hakikatler de çıkarmaktadır. Bu bağlamda ‘Tebbet Sûresi’nin evrensel hakikatlerine dair
şunlar söyleyenebilir: “Ebû Leheb” karakteri, ahlakî
bakımdan bozuk olacak, İslâm’a ve insanlığa ihanet
edecek, zulümle âbâd olacak, fakat kazandıkları Dünya ve Ahirette ona fayda vermeyecek, perişan bir halde cehenneme girecektir.”
Tarihi şahıslardan bahseden ayetlerde, yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanlara dair, öğütler, ibretler
ve değişmez ilkeler vardır.
“O (Kur’an), bütün alemler için ancak bir uyarıdır.”Yani sadece indiği toplumu değil, bütün alemleri irşad etmek onun uhdesindedir.Daveti zaman
ve mekanla sınırlı değildir.
Kuşkusuz o alemler için bir zikirdir.”Bir adı da zikir olan Kur’an’-ı Mübîn, bütün
zamanlardaki mükelleflere şamil bir kitaptır.
‘Nüzûl sebebleri’, ayetlerin varoluş sebepleri değil, daha iyi kavranmalarının
nedenleridirler.
Kur’an-ı Kerîm, tarihin içindeki bir oluş değil bilakis tarihin içine gelen ve ona müdahil olan ilâhî bir olduruştur. Belli bir tarihte gelmesine rağmen, yaşayan ve yaşayacak bütün insanlara konuşur. Aksi takdirde
Allah Teâlâ’nın tarihin belli bir devresinde yaşayan
insanların kurtuluşlarını istediği, sonraki insanlara hitap etmediğinden onların kurtuluşlarını önemsemediği anlamı ortaya çıkar ki bu da ilahî adaletle
bağdaşmaz.
Zaman ve mekan üstü duruşuyla bütün insanlığa konuşan, her devrin inşâsına etkin olarak katılan ve müminlerinden her
hâlükârda ahkâmının tatbik edilmesini talep eden
Kur’an-ı Kerîm’in Arapça ve ilk muhataplarının Arap
olması, Allah Rasûlü’nün Kur’anî hükümlerin evrenselliğini te’kid ve tebyîn noktasındaki ifade ve uygulamaları, O’nun ne olduğu, niçin gönderildiği ve
nasıl anlaşılması gerektiği hususundaki muhtemel anlaşılma problemlerini bütünüyle izale etmiştir.
Bir metni anlamak, yazarın niyetini çözmeye ufkunu keşfetmeye bağlıdır. Yazarın niyetini idrak etmek onu kuşatan çevreyi, etkileyen şartları tanımakla alakalıdır.
Kudemâ, kağıdın yere atılması endişesiyle mektuplarında Allah
Teâlâ’yı “هو “zamiri, besmeleyi “ب ,“hamdeleyi “ح ,“Efendimiz’e
salâtı “ص ,“selamı ise “س “harfleri ile remz ederdi.
İnsanlar küçük yaşlarda taklit yoluyla ya da farklı telkinlerin etkisinde kalarak benimsedikleri ideolojileri ilerleyen yaşlarında savunmayı vazife kabul ederler. Hatta bunun için ayet ya da hadisleri en olmaz şekillerde te’vil etmekten geri durmazlar. Bu nev’i müevvilerin çoğu yaptıklarının doğru olmadığına müdriktirler. Fakat ideolojilerini yaşatma uğruna Kur’an’ı gözden çıkarırlar.

Mazisinde Câhız gibi Arap Dili’nin inceliklerine vâkıf edebiyatçıları barındıran Mu’tezile, Esâsu’l-Belâğâ gibi şaheserler kaleme alan Zemahşeri’nin elinde büyük yanlışlara imza atmıştır. Zemahşeri(v.1143) Kuran’daki جعل fiilinin yarattı anlamına gelmediğini bilmesine rağmen mezhebini destekleyebilmek için Biz onu Arapça Kur’an indirdik. ayetini Biz onu Arapça Kur’an yarattık. [1] şeklinde açıklamış ve meşhur tefsirine Hamd Kur’an’ı yaratan Allah’a mahsustur diye başlamıştır. (Daha sonra esere rağbet edilmeyince indirdi olarak değiştirmiştir. )

Farklı anlayışların etkisinde kalan günümüz müfessirlerinin birçoğunda aynı yaklaşım maalesef ki mevcuttur. Yanlış yaptıklarını bildikleri halde tahrife devam etmektedirler.

1) (Zuhruf Sûresi,3.ayet)

Ebu Hanife sadece 17 hadisle amel etti iftirası

Ekranlarda ve yayın dünyasında mealcilikle şöhret bulan zevatın taklid merci olan bir Hoca’nın, Ebû Hanife’nin 17 hadîsle amel ettiğini ya da o kadara itimad ettiğini iddia etmesi ve bunu da İbn Haldûn’a isnadı gerçeğe aykırıdır. Çünkü İbn Haldûn, “Ulû- mu’l-hadîs/hadîs ilimleri” başlığı altında müctehid imamlardan bahsederken bir yerde, “Ebû Hanife’nin rivayet ettiği hadîslerin 17 ya da daha fazla olduğu söylenmektedir” demektedir. İbn-i Haldûn’a ait olan, “يقال/söylenmektedir” ifadesi hükmün ona göre muteber olmadığını gösterir. Nitekim bir sonraki paragrafta Ebû Hanife’nin kasten hadîs rivayetini terk etmesinin söz konusu olamayacağını, mezhebinin büyük muhaddisler nezdinde muteber olmasının, onun hadîste de büyük müctehidler arasında yer aldığına delalet ettiğini” söyler. (İbn Haldûn, Mukaddime, s.352-3.)

Ebû Hanife’nin yaptığı 500.000 ictihada karşılık 4.000 hadîs rivayet etmesinin sebebi ise, hadîsleri tahlil edip onlardan Şeriat’ın maksatları çerçevesinde hüküm çıkarmayla meşgul olmasıdır. Nitekim Allah Rasûlü ile daha uzun süre kalan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in müksirûna nispetle az hadîs rivayet etmesi de aynı sebebe mebnidir.( İhsan Şenocak, Bütün Zamanların Müctehidi, İnkişaf, s.6, 25.)

Hoca, 15 yıl önce de hadîs mecmualarının uydurma rivayetlerle dolu olduğunu söylerken İbn-i Haldûn’la istidlal etmişti. Hoca’nın Hicri 808’de vefat eden İbn-i Haldûn’un isnatsız bir şekilde, üstelik “söylenti” olarak naklettiği ifadeye bu derece itimat etmesi ilmî müktesebatı ile alakalı şüphelerimizi artırmaktadır.

Her ne kadar Hoca, hadîs tahlilindeki müesses usûlu keyfi kullansa da yine de bu hükme nasıl vardığını bir metin ve sened tahlili meclisinde onunla konuşmak isteriz. Bu mesele ihmal edilemeyecek kadar önemlidir. Eğer Allah Rasûlü’nün yirmi üç yıllık risâlet hayatında 17 tane sahîh hadîs varsa bu şu anlama gelir: Haşa ya Allah Rasûlü yatmış, vazife yapmamış; ya da Sahâbe O’na ihanet etmiş, hadîslerini sonraki kuşaklara rivayet etmemiştir. Her iki durumun da ilmi bir kıymet ifade etmediği delile ihtiyaç duymayacak kadar açıktır.

İhsan Şenocak Hocafendi – Kur’an-ı Kerim Müdafaası

İnsanlar irfanî derinliğe erdikçe cehaletten özgürleşip hakikate ulaşırlar. Bunun içindir ki İslâmi gerçek duruşuyla tanıyan farklı din mensupları Müslüman olmayı tercih etmişlerdir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Kainatın her zerresinde nesh vardır. Her ölüm bir doğumu, her gece bir gündüzü nesh eder.
Öyle bir zaman gelecek ki herkes Kur’an’dan anlamak istediğini çıkaracak.
Öyle bir zaman gelecek ki herkes Kur’an’dan anlamak istediğini çıkaracak.
Kur’an-ı Kerîm, bütün insanların Dünya ve Ahiret saadetini amaçlayan bir hidayet rehberidir. İnsanın aklı ile ulaşamayacağı, ancak ilahî düstûrlar vasıtasıyla öğrenebileceği cennet, cehennem, haşr gibi hakikatlerden bahseder.
Ona göre, eğer doğrular varsa onlar yalnız kendine ait olmalıdır. Kendi dışında kalan bütün yeryüzü, taşradır. Bu yüzden onlar, ciddiye alınmamalıdır.
Kıssalar insan, hayvan, bitki, Dünya ve yıldızlarla alakalı bugün modern bilimin daha yeni keşfettiği hakikatlerin bir kısmını da içermektedir.
O (Kur’an), bütün alemler için ancak bir uyarıdır. Yani sadece indiği toplumu değil, bütün alemleri irşad etmek onun uhdesindedir. Daveti zaman ve mekanla sınırlı değildir.
Allah Teâlâ’nın ayetlerine, Efendimiz’in hadislerine uymayan her anlayışın yanlış olduğunu, hakikate yalnız bu iki kaynaktan hareketle varılabileceğini tartışmasız doğru olarak benimsedik.
Her eser belli bir dünya görüşü çevresinde şekillendiğinden, yorumcu, o eseri iyi anlamak istiyorsa yazarın düşünce gidişatının dışına çıkmalıdır. Çünkü yazar, eserini meydana getirirken döneminin dünya görüşünün tesiri altındadır. Ne var ki çoğu zaman yazar bunu farketmez. Sadece eseriyle ilgilenir. Eseri doğru anlamak isteyen yorumcu ise eserin ortaya çıkışını sağlayan sebepleri ve yazarın durumunu incelemek zorundadır.
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?
Rum:9
Bırakınız da olaylar kendileri konuşsun.
[ ] Maalesef ki hâdise sofistik bir düğüme mahkûm edilmiştir
İlim ve fikir namusuna sahip olanlar davalarını müdafaa ederken düşündükleri gibi konuşur, inandıkları gibi yazarlar.
Müslüman zihninde Batı kavramının karşılığı insanı, aileden, çocuktan, vatandan, sıladan bütün bunlardan öte Allah’tan koparan tecavüzkâr bir siyasi güçtü, böyle tanınmayı kendisi de arzuluyordu.
Kainatın her zerresinde nesh vardır. Her ölüm bir doğumu, her gece bir gündüzü nesh eder.
Eksik bilgi, yanlış anlamanın ana damarıdır.
Öyle bir zaman gelecek ki herkes Kur’an’dan anlamak istediğini çıkaracak.
Bize Kur’an-ı Kerîm gibi tek bir harfinde hata olmayan bir kitab indiren ve onu tahriften koruyan Allah Azze ve Celle’ye secdeler olsun.
Modern zamanın şımarttığı akıl bilmiyor ki Kur’an-ı Kerîm Hz. Adem’den (a.s.) kıyâmete kadar; düşünmek, konuşmak, evlenmek, sevinmek, üzülmek, gibi değişmez fıtri özelliklere sahip ve bu özellikler itibariyle hep aynı kalan insana hitap etmektedir.
Çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlama yaparken İslam değişen değil, çağı değiştiren olarak kabul edilmelidir.
Kur’an-ı Kerim kendinden doğmayan bütün sistemlerle hesaplaştı. İlahi olanı, beşeri olanla, beşerin arzularını dikkate alarak uzlaşmayı reddetti. Hayata müdahil oldu, hükmetti. Sorunsuz bir cemiyet vücuda getirdi. Çirkini kaldırıp güzeli, en güzeli yerleştirdi. Bu yüzden onun yürürlükte olduğu çağlar insanlık tarihinin en güzel çağlarıydı. Ne kapitalizm’de olduğu gibi zengin adına haksızlık etti, ne de komünizm de olduğu gibi devlet adına zenginin malına el koydu. Fert ve cemiyet nizamını adalet üzerine tesis etti. Çünkü O, her şeyi en doğrusu ile bilen ve buna göre vahyeden Allah Teala’nın kelamıdır.
Emperyalizmin değer yargılarını reddediyor diye Böyle bir kitabın yâni Kura’nın hükümlerinin tarihsel olduğunu söylemek, Kur’an’a değil emperyalizma’ya hizmet etmektir. Kura’nın Tarihsel olduğu idaasi Allah Rasúlü’nün düşmanlarının safında yer almaktır.
İmam-ı Gazzâli çagının fitne hareketlerini orduyu göreve çağırarak değil, kalemiyle önledi. Gazzâlî’nin çocuklarının fikir casusluğuna karşı yürüttüğü mücadelesininde silahı da kalem olacak. İslam’ı kuşatan ihanet çemberini ilim ve fikirle yaracaklar..
Bize Kuran-ı Kerim gibi tek bir harfinde hata olmayan bir kitap indiren ve onu tahriften koruyan Allah Azze ve Celle’ye secdeler olsun.
Ayet-i kerime ümmet-i Peygamber’e itaat etmeye çağırdığına aksi bir halin küfür olduğu icmaya medar olduğuna göre :
Rasüle itaat ediniz şeklinde ki ayet-i kerimelerin bir izahı olur ki o da Sünnet-i Seniyye’nin Vahiy kabul edilmesidir.
İslâm ilimleri tedris eden fakat okuduğu Kur’an boğazından aşağıya geçmeyen bir çok akademisyen yaptıklarının yanlış olduğunu bilmesine rağmen yanlışı hakikat niyetine müdâfaa’ya devam ediyor.
İslam coğrafyasında zuhúr eden yenileşme arayışları, Batı’nın İslâm’dan aldığı ve kiliseye uyarladığı usulü , kilise formatında kabul edip İslam’a tatbik etti.
Müctehid imamlar, İslam Medeniyetinin esasını teşkil eden Kur’an ve Sünnet’i Ashâbın sonraki kuşaklara aktardıkları anlayış usulü çerçevesinde tefsir ve fıkıh usulleri vasıtası ile Islamın her asırda yenilenmesini yapmışlardır. Meşru bir yenilenmede ancak bu usuller çerçevesinde yapılabilir.
Bütün deliller Allah Rasúlü’nün vahye karşı hiç bir müdahalesinin olmadığını bilakis vahyi olduğu gibi alıp muhafaza ettiğini söylerken Fazlurrahman sadece hevasina dayanarak bunu reddetmektedir.
Fazlurrahman’ın, islam ümmeti için yegâne kurtuluş yolu olarak gösterdiği tarihselcilik gerçekte kilisenin skolastik müktebâsını akla uygun hâle getirmek için doğan bir anlayış tarzıdır.
İlâhîlik yönü en önemli özelliği olan Kur’an’ı beşerî metinlerde esas olan eleştirel okumanın argümanları ile yorumlamak, kumaşı litre ile suyu da metre ile ölçmeye benzer.
Hz. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.
O (Kur’an), bütün alemler için ancak bir uyarıdır. (En’am: 90) Yani sadece indiği toplumu değil, bütün alemleri İrşad etmek uhdesindedir. Daveti zaman ve mekanla sınırlı değildir.
Her çağ, her tarihi dönem, o çağa ve o döneme damgasını vuran fikirler ve ilkeler aracılığıyla yorumlanmalıdır. Dolayısıyla geçmişteki insanların davranışları, tarihçinin kendi çağına ait değer, inanç ve motifler temel alınarak açıklanamaz.
Öyle bir zaman gelecek ki herkes Kur’an’dan anlamak istediğini çıkaracak.
Asırlar boyu nesebi farklı pek çok düşünce, ideoloji ve sistem İslam’la hesaplaştı fakat hiçbiri Onun ayetlerini tarihselleştiremedi. Bugün de yarın da tarihselleştiremeyecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir