Adige Batur kitaplarından Kumkertişin Kalbi kitap alıntıları sizlerle…
Kumkertişin Kalbi Kitap Alıntıları
&“&”
Bu böyle mi söylenirdi? Böyle açık, böyle yalın, böyle düz… Hem öldü de ne demekti? Dünyasını değiştirmiş, vefat etmiş, ebedi aleme gitmiş olabilirdi. Ölmek" dedem için ne garip bir kelimeydi.
…..
Dedem gerçekten ölmüş müydü?
İçeri girdim. Babam yan odada Kur’an okuyordu. Peki şimdi ona ne diyecektim? Babaya başın sağ olsun denir miydi? Bir yabancı gibi yaklaşıp kendini soyutlayarak taziyede bulunabilir miydi bir oğul? Başımız, diğer odada uzun uykusuna yatmışken " Başın sağ olsun" mu diyecektim? Ne sağır ne duygusuz bir şeydi bu? Çok üzüldüm mü demeliydim? Sanki üzülmem önemli bir şeymiş gibi. Üzülme mi deseydim? Emir kipinin üstüne basa basa.
Babamın babası ölmüştü. Yalın hakikat buydu.
Evin içinde sanki iç içe geçmiş gölgeler vardı. Odalara yas çökmüştü hemen . Dışarıda pırıl pırıl bir gün varken içeri neden bu kadar karanlıktı?
Odada her şey olması gerektiği gibiydi. Eski bir elbise dolabı ama daha aydınlık. Koyu renk mobilyadan eski bir konsol ama daha sevimli. Doksan dokuzluk iri tespihi ki taneleri yaşından az. Cam olmayan sürahi, cam olmayan bardak. Duvarda bir fotoğraf, aksakallı ululardan bir ulu var çerçevede: Ömrünü verdiği dergahın piri. " Öldüğümde beni sen yıka" dediğinde "Senden önce nice ölecekler var. " cevabıyla irkildiği ve kader o kara günü gösterdiğinde, tabutuna omuz verdiği önce giden " Efendisi ".
….
O günün akşamında ağabeyim ve ben kucağımızda indirmiştik toprağa, dedemizi. Çocuk gibi hafifti,bir tüy gibi yumuşak, bir dede gibi sıcak.
" Dedenizi rüyasında gören var mı?" demişti babam,o meyve sofrasında. Uzun bir seyahate çıkan birinin menziline ulaşıp ulaşamadığını, gittiği yerdeki durumunu merak eder gibi sormuştu. Acaba yeri rahat mıydı? Babam, rüyalardan başka şekilde gelemeyecek o haberi bekliyorken, büyüsü bozulmasın diye anlatmadığım bir rüya vardı halbuki. Bu rüyayı başkaları da görmüştü üstelik ama o gün orada kimse anlatmadı.
Bu böyle mi söylenirdi? Böyle açık, böyle yalın, böyle düz… Hem öldü de ne demekti? Dünyasını değiştirmiş, vefat etmiş, ebedi aleme gitmiş olabilirdi. Ölmek" dedem için ne garip bir kelimeydi.
…..
Dedem gerçekten ölmüş müydü?
İçeri girdim. Babam yan odada Kur’an okuyordu. Peki şimdi ona ne diyecektim? Babaya başın sağ olsun denir miydi? Bir yabancı gibi yaklaşıp kendini soyutlayarak taziyede bulunabilir miydi bir oğul? Başımız, diğer odada uzun uykusuna yatmışken " Başın sağ olsun" mu diyecektim? Ne sağır ne duygusuz bir şeydi bu? Çok üzüldüm mü demeliydim? Sanki üzülmem önemli bir şeymiş gibi. Üzülme mi deseydim? Emir kipinin üstüne basa basa.
Babamın babası ölmüştü. Yalın hakikat buydu.
Evin içinde sanki iç içe geçmiş gölgeler vardı. Odalara yas çökmüştü hemen . Dışarıda pırıl pırıl bir gün varken içeri neden bu kadar karanlıktı?
Odada her şey olması gerektiği gibiydi. Eski bir elbise dolabı ama daha aydınlık. Koyu renk mobilyadan eski bir konsol ama daha sevimli. Doksan dokuzluk iri tespihi ki taneleri yaşından az. Cam olmayan sürahi, cam olmayan bardak. Duvarda bir fotoğraf, aksakallı ululardan bir ulu var çerçevede: Ömrünü verdiği dergahın piri. " Öldüğümde beni sen yıka" dediğinde "Senden önce nice ölecekler var. " cevabıyla irkildiği ve kader o kara günü gösterdiğinde, tabutuna omuz verdiği önce giden " Efendisi ".
….
O günün akşamında ağabeyim ve ben kucağımızda indirmiştik toprağa, dedemizi. Çocuk gibi hafifti,bir tüy gibi yumuşak, bir dede gibi sıcak.
" Dedenizi rüyasında gören var mı?" demişti babam,o meyve sofrasında. Uzun bir seyahate çıkan birinin menziline ulaşıp ulaşamadığını, gittiği yerdeki durumunu merak eder gibi sormuştu. Acaba yeri rahat mıydı? Babam, rüyalardan başka şekilde gelemeyecek o haberi bekliyorken, büyüsü bozulmasın diye anlatmadığım bir rüya vardı halbuki. Bu rüyayı başkaları da görmüştü üstelik ama o gün orada kimse anlatmadı.