İçeriğe geç

Kültürdeki Huzursuzluk Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Kültürdeki Huzursuzluk kitap alıntıları sizlerle…

Kültürdeki Huzursuzluk Kitap Alıntıları

“Sizler sokuyorsunuz hayatın içine bizleri,
Suçlu olmalarına meydan veriyorsunuz zavallıların,
Sonra da dert ve acıyla baş başa bırakıyorsunuz onları,
Çünkü her suç intikamını yeryüzünde alır.”

Goethe

Sonunda azizlikte en uç noktaya kadar ulaşmış olanlar, kendilerini en büyük günahkârlıkla suçlayanlar olmuştur hep.
Ötekini kendinmiş gibi sev, buyruğu, insanın saldırganlığına karşı en güçlü savunma olarak görülür.
Demek ki etiği bir tedavi girişimi, üst-ben’in bir yasağıyla, şimdiye kadar her türlü kültürel çalışmayla başarılamamış olanı yapmaya yönelik terapötik bir denemedir.
Dinler hiç değilse suçluluk duygusunun kültürde oynadığı rolü hiçbir zaman kaçırmamışlardır.
Kendilerinde bilinçdışı bir suçluluk duygusunun bulunma ihtimalini dile getirdiğimizde hastalar bize inanmazlar
çünkü suçluluk duygusu iki değerliliğin yarattığı ihtilafın, eros ile yıkma -yada ölüm dürtüsünün- arasındaki ezeli ve ebedi mücadelenin ifadesidir.
vicdanın başlangıçta bir saldırganlığın bastırılmasıyla doğup ortaya çıktığı ve sonraki seyrinde bu türden yeni bastırmaların sonucunda güçlendiği gerçekten iddia edilebilir.
İnsan ne kadar erdemliyse o da o ölçüde katı ve itimat etmeyen bir davranış sergiler
çünkü üst-ben karşısında hiçbir şey kendini gizleyemez, düşünceler de.
Bu durumda önce ben dürtüleri ile nesneye ulaşma dürtüleri birbirinin karşısına dikildiler.
Kültür insanı bir parçacık mutluluk imkanını bir parça güvenlik ile takas etmişti.
Neticede acı dediğimiz her şey sadece duyumsamadır, onu hissettiğimiz sürece vardır ve biz onu organizmanın belli başlı yapıları, donanımları sonucunda hissederiz
Kültürel toplumun ideal sayılan taleplerinden biri bize izleyeceğimiz yolu gösterebilir. Bu talep: Kendinden sonrakini (ötekini) kendin gibi sevmelisin çağrısıdır.
İnsan da apaçık, doğuştan biseksüel eğilimleri olan hayvansı bir varlıktır.
Aslında bütün kültürler bu noktada aynı ölçüde ileri gitmezler; toplumun ekonomik yapısı, geri kalan cinsel özgürlüğün miktarını da etkiler.
Bu kişiler sevilmenin büyük değerini kendilerinin sevmesi düzlemine kaydırıp sevgi nesnesinin kendilerini kabul etmesi zorunluluğundan kurtulurlar; sevgilerini tek tek nesnelere değil de bütün insanlara eşit miktarda pay edip yönelterek cinsel nesnenin yitirilmesi ihtimaline karşı güvenceye alırlar ve de genital sevginin dalgalanmalarından, kararsızlıklarından da dürtüyü hedefi engellenmiş bir uyarıma dönüştürerek kaçınırlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanlığın mücadelesinin hatırı sayılır bir bölümü, bu bireysel talepler ile kitlenin kültür talepleri arasında amaca uygun, yani mutlu edici bir denge bulma görevinin çevresinde toplanmıştır.
Herkesin işine yarayabilecek bir tavsiye, öğüt yoktur bu bağlamda; herkes, hangi özel tarz ve biçimde mutlu olabileceğini kendisi bulmaya çalışmalıdır.
Çaresizlik içinde hiddetlenip mutluluk yoluna yönelen kişi, genelde hiçbir sonuca ulaşamayacaktır.
Sevmenin ( aşık olmanın ) doruğunda, ben ile dışındaki nesne arasında geçen sınır bulanıklaşıp silinme tehlikesi gösterir. Duyuların aksi yöndeki bütün tanıklığına rağmen, seven kişi (aşık), ben ile sen’in bir olduğu iddiasındasır ve gerçekten de böyleymişçesine davranmaya yatkındır.
Duyum faaliyetlerini amaçlı, bilinçli yönlendirerek ve uygun kas hareketleri yaparak iç -ben’e ait olan- ile dışı -bir dış dünyadan doğup gelmiş olanı- birbirlerinden nasıl ayırt edebileceğini gösteren bir yöntem öğrenen kişi, gelişimin sonraki sürecine hâkim olması gereken gerçeklik ilkesinin kullanıma girmesi yönünde ilk adımı atmış olur.
Sevmenin (âşık olmanın) doruğunda, ben ile dışındaki nesne arasından geçen sınır bulanıklaşıp silinme tehlikesi gösterir. Duyuların aksi yöndeki bütün tanıklığına rağmen, seven kişi (âşık), ben ile sen’in bir olduğu iddiasındadır ve gerçekten de böyleymişçesine davranmaya yatkındır.
Demekki dürtü uyarımlarının bir kısmına hakim olup onları yönlendirerek acı çekmenin bir kısmından kurtulmayı umabilir kişi.
Bizler sadece zıtlığın zevkini yoğun bir şekilde, sürekli durumun ise çok az çıkartabilecek şekilde donatılmışızdır.
İnsanlar mutluluğun peşindedirler, mutlu olmak ve öylece de kalmak isterler.
Psikanaliz oldum olası, hani her zaman itiraf edilmese de, kültür incelemesidir.
Çünkü dürtü kaynaklı heyecan ve tutkular akla yatkın, mantıklı çıkarlardan çok daha güçlüdürler.
Kültürün gelişmesini teşvik eden her şey, savaşa karşı da işler.
Böylesine çok sayıdaki katılımcısını tatmin etmeden bırakan ve onları ayaklanmaya sürükleyen bir kültürün ne kalıcı olma ve ayakta kalma umut ve ihtimali bulunmaktadır ne de zaten bunu hak etmiştir.
Yazdım ve yazarken çok rahat geçti vakit.
Hayır, bizim bilimimiz yanılsama değildir. Ama bilimin bize veremediğini başka bir yerden alabileceğimizi sanmak, yanılsamanın ta kendisi olacaktır.
Aklın sesi yumuşaktır ama bir dinleyen bulana dek yorulmak bilmez. Sonunda, sayısız püskürtmelerden sonra başarıya ulaşır. Bu, kişinin insanlığın geleceği konusunda iyimser olabileceği az sayıdaki noktalardan biridir; ancak önemi hiç de az olmayan bir noktadır. Ve bu noktadan insan daha başka umutlar da türetebilir: Doğrudur, aklın üstünlüğü uzak, çok uzak bir gelecektedir ama bu uzaklığın sonsuz olduğu söylenemez.
İnsanlar sonsuza dek çocuk kalamazlar; eninde sonunda zalim yaşam ın içine girmelidirler. Buna gerçeğin öğrenilmesi adını verebiliriz. Kitabımın biricik amacının, dikkatleri bu ileri adıma çekmek olduğunu size itiraf etmem gerekir mi acaba?
Uygarlığın eğitim görmüş insanlar ve kafa işçilerinden korkacak pek bir şeyi yoktur. Bu insanlarda uygar davranış için gerekli dinsel güdülerin başka güdülerle, laik güdülerle yer değiştirmesi sıkıntısız bir biçimde gerçekleşecektir; dahası, bizzat bu insanlar büyük ölçüde uygarlığın araçlarıdır. Ama uygarlığa düşmanlık duymak için her türlü nedene sahip olan eğitilmemiş ve ezilen geniş kitlelere gelince farklı bir durum söz konusudur.
Dinsel doktrinlerin doludizgin hüküm sürdüğü dönemde insanların genellikle daha mutlu oldukları kuşkuludur, daha ahlaklı olmadıklarıysa kesindir. İnsanlar, dinin hükümlerini dışsallaştırmanın ve böylelikle onların amaçlarını geçersiz kılmanın yolunu daima bulmuşlardır.
Sayısız insan tek huzuru dinsel doktrinlerde bulmakta ve ancak bunların yardımıyla yaşama katlanabilmektedir.
Din sorunları söz konusu olduğunda, insanlar mümkün olan her türlü üçkâğıtçılığa ve entelektüel cambazlığa girişirler. Felsefeciler, özgün anlamlarından hiçbir iz kalmayıncaya kadar kelimelerin anlamını çekip uzatırlar. Kendileri için yarattıkları belirsiz bir soyutlamaya tanrı adını verir, bunu yaptıktan sonra da artık tüm dünyaya karşı tanrıcı (deist), Tanrıya inanç duyan kişi pozunu takınabilir ve hatta Tanrılarının arık dinsel doktrinlerin güçlü kişiliği olmayıp yalnızca zayıf bir gölge haline geldiğini kavramaksızın daha yüksek ve saf bir tanrı kavramını kabul etmeleriyle övünürler. Eleştirmenler, evren karşısında insanın duyduğu önemsizlik ve güçsüzlük duygusunu kabul eden herkesi aşırı dindar olarak -tanımlamakta ısrar ederler, oysa dinsel tavrın özünü oluşturan şey, bu önemsizlik ve güçsüzlük duygusu değil bunu izleyen aşama, bunlara çare bulmaya çalışan tepki aşamasıdır. Koca dünyada insanların oynadığı küçük rolü alçakgönüllülükle kabul edip daha aşırıya kaçmayan kişi, umulanın aksine sözcüğün gerçek anlamıyla dinsizdir.
Hiç kimsenin inanmaya zorlanamayacağı gibi hiç kimse de inanmamaya zorlanamaz.
İnsanın ciddi bir biçimde tehdit altında olan öz saygısı huzur aramaktadır; yaşam ve evren dehşet verici özelliklerinden kurtarılmalıdırlar; dahası, insanın en güçlü pratik çıkar tarafından uyarılan merakı bir yanıt peşinde koşmaktadır.
Doğru, insan kısa zamanda ilk güçlükle karşılaşır; benden başka herkes benimkilere benzer isteklerde bulunacak ve bana, benim onlara davranırken gösterdiğimden daha fazla bir anlayış göstermeyecektir. Ve böylece, uygarlığın kısıtlamalarının bu şekilde kaldırılmasıyla gerçekte yalnızca tek bir insan sınırsız bir mutluluğa kavuşacak ve bu insan, iktidar araçlarının tümünü ele geçirmiş bir tiran, bir diktatör olacaktır.
Cinayet veya ensestten kaçınan ama hırslarının, saldırgan dürtülerinin veya cinsel ihtiraslarının doyumundan kendilerini yoksun bırakmayan ve diğer insanları karşılığında ceza görmedikleri sürece yalan, hile ve iftirayla incitmekte bir an bile tereddüt etmeyen sayısız uygar insan vardır. Ve bu hiç şüphesiz uygarlığın birçok çağı boyunca böyle olmuştur.
Zihinsel yaşamda, bir kez şekillenmiş bir şeyin yok olması mümkün değildir.
Kültürün gelişmesini teşvik eden her şey, savaşa karşı da işler
Cezalandırılma ihtiyacı, sadist üst-ben’in etkisi altında mazoşistleşen ben’in dürtü tezahürlerinden biridir, yani içinde mevcut olan, iç yıkıma yönelik dürtünün bir kısmını üst-ben ile erotik bir bağ kurmak için kullanır.
Üst-ben, bizim kendimize kattığımız bir mercidir; vicdan, üst-ben’e affettiğimiz başka özelliklerinin yanı sıra ben’in eylem, davranış ve niyetlerini kontrol edip bunlar hakkında hüküm vermek durumunda olan, sansürleyici faaliyet yürüten bir işlevdir.
Insan sınırsız miktarda psişik enerjiye sahip olmadığı için, görevlerini, libidoyu amaca uygun şekilde bölüştürerek halletmek zorundadır. Erkek, kültürel amaçlar yolunda tükettiği (libido enerjisinin) büyük bir kısmını kadınlardan ve cinsel hayattan çekip alır: Sürekli erkekler ile birlikte olması, onlarla ilişkiler kurmaya mecbur kalması, koca ve baba olarak da görevlerine yabancılaştırır onu. Böylece kadın, kültürün talepleri karşısında geri düzleme itildiğini görür ve kültüre karşı düşmanca bir tavır takınır.
Acı çekme karşısında hiçbir zaman severken olduğumuz kadar korunmasız değilizdir; hiçbir zaman sevilen nesneyi ya da onun sevgisini (aşkını) kaybettiğimizde olduğu kadar çaresizce mutsuzluğa gömülmeyiz.
Çaresizlik içinde hiddetlenip mutluluk yoluna yönelen kişi, genelde hiçbir sonuca ulaşamayacaktır; gerçeklik fazlasıyla kuvvetli, zorlayıcı gelir ona; deliliğini, hezeyanlarını kabul ettirmeye çalışırken çoğunlukla destek bulamayan bir kaçık olup çıkacaktır.
Acıdan korunmanın en ilginç yöntemleriyse, kişinin kendi organizmasını etkilemeye yönelik yöntemlerdir. Neticede acı dediğimiz şey sadece duyumsamadır, onu hissettiğimiz sürece vardır ve biz onu organizmanın belli başlı yapıları, donanımları sonucunda hissederiz.
Kişinin en kesin, dar anlamda mutluluk dediği şey, daha çok, üst üste yığılmış ihtiyaçların birdenbire tatmin edilmesinden kaynaklanır ve doğası gereği ancak epizodik, bir sürelik fenomen olarak mümkündür.
İnsanın talihi ters döndüğü zaman ruhunu inceleyecek, günahkârlığının farkına varacak, kendine yasaklar koyacak, feragatler talep edecek, tövbeler yoluyla kendini cezalandıracaktır.
Tanrı’nın bir mazereti olarak Şeytan en iyi çıkış yolu.
Cinselliğin tamamlayıcı bir içgüdüsü olarak bildiğimiz sadizm .
Credo quia absurdum, vakası.
“ Olabilecek en sakin, barışçı huya sahibim. İsteklerim şunlardır: Mütevazı bir kulübe, sazdan bir dam, ancak iyi bir yatak, iyi bir yemek, süt ve bal, çok tazesinden pencerenin önünde çiçekler, kapının önünde de birkaç güzel ağaç; hele sevgili Tanrı beni çok mutlu etmek isterse, bu ağaçlara aşağı yukarı altı yedi dostumun asılma zevkini yaşatır bana. İçim parçalanarak ölümlerinden önce bana hayatta yaptıkları bütün haksızlıkları bağışlayacağım. Evet, insan düşmanlarını bağışlamalıdır, ama asılmalarına kadar bekleyerek.”
(Heine, Gedanken und Einfalle)
Keyif verici maddeler fiziksel yanımızı (vücudumuzu) etkilerler, kimyasal yapısını değiştirirler. Dinin bu sıramalar arasındaki yerini göstermek kolay değildir
İnsanların genellikle yanlış ölçüler kullandıkları, gücü, iktidar, başarı ve zenginliği kendileri için elde etmeye çalıştıkları ve bunlara sahip olan başka insanlara hayranlık duydukları; hayatın gerçek değerlerine gelince de bunları küçümsedikleri izleniminden kendini kurtaramıyor kişi
Sevgim, hesabını vermeden, durup dururken vazgeçemeyeceğim, işe yaramaz sayamayacağım değerli bir şeydir benim için. Birini seveceksem herhangi bir şekilde hak etmesi şarttır bunu.
Çaresizlik içinde hiddetlenip mutluluk yoluna yönelen kişi, genelde hiçbir sonuca ulaşamayacaktır; gerçeklik fazlasıyla kuvvetli, zorlayıcı gelir ona; deliliğini, hezeyanlarını kabul ettirmeye çalışırken çoğunlukla destek bulamayan bir kaçık olup çıkacaktır.
Neticede acı dediğimiz her şey sadece duyumsamadır, onu hissettiğimiz sürece vardır ve biz onu organizmanın belli başlı yapıları, donanımları sonucunda hissederiz.
“Böylesine çok sayıdaki katılımcısını tatmin etmeden bırakan ve onları ayaklanmaya sürükleyen bir kültürün ne sürekli kalıcı olma ve ayakta kalma umut ve ihtimali bulunmaktadır ne de zaten bunu hak etmiştir.”
Fakat Freud’un tüm yapıtlarının arkasında determinizmin evrensel geçerliliğine inanışının bulunduğunu baştan kabul etmemiz gerekir.
Sevgi bir yandan kültürün çıkarlarına karșı koyar, öte yandan kültür de sevgiyi hassas kısıtlamalarla tehdit eder.
”Psikanaliz oldum olası, hani her zaman itiraf edilmese de, kültür incelemesidir. Bireylerin, tek tek insanların toplumsal ihtilaflarının, buhranların nedenini dürtü kaderinin derinliklerinde arayan ve bunları toplumsal düzenlerin kaçınılabilen ve de kaçınılamayan aşırı talep ve beklentileri ile karşılaştırıp değerlendiren bir inceleme ve hep, hatta en başta da bir ”kültür eleştirisi ”dir. ”
”Kültürün gelişmesini teşvik eden her şey, savaşa karşı da işler. ”
Bilime ve sanata sahip olanın
Dini de vardır:
Bu ikisine sahip olmayanın,
(bari) dini olmalı!

-Goethe

Bir duygu, ancak kendisi güçlü bir ihtiyacın ifadesiyse başka bir duygunun enerji kaynağı olabilir.
Kültürün gelişmesini teşvik eden her şey, savaşa karşı da işler.
Her hatanın bedeli bu dünyada ödenir.
Her hatanın bedeli bu dünyada ödenir !
İnsan hayatının amaç ve hedefinin ne olduğu sorusu sayısız defalar sorulmuş, ancak bu soru henüz hiç doyurucu bir cevap bulamamıştır. Belki de soru böyle bir cevaba kesinlikle imkan tanımamaktadır.
… dert ve yakınmalarla dolu, sevinçler bakımından kısır ve ölümü artık sadece kurtarıcı olarak hoş geldin, diye karşılayacağımız kadar acılardan geçilmez olduktan sonra uzun bir ömür ne işimize yarar ki?
Bugün, yaşayanların büyük bir kısmının, bu dinin ayakta tutulmasının mümkün olmadığını kavramak zorunda kaldıkları halde acınası geri çekilme vuruşmalarıyla onu parça parça kurtarıp korumaya çalıştıklarını öğrenmek daha da utanç verici bir etki yapmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir