İçeriğe geç

Kulleteyn Kitap Alıntıları – Turan Dursun

Turan Dursun kitaplarından Kulleteyn kitap alıntıları sizlerle…

Kulleteyn Kitap Alıntıları

Adalet böyle işte! Yumuşak başlı hayvan mısın; iki ayaklısı da olsan, dört ayaklısı da olsan, hem ırzına geçilir, hem de cezalandırılıp ölüme gönderilirsin. Tanrı adına.
“Yine de acısını bastırmak için en iyi yolu, kitaplara kapanmakta buluyordu.”
“Köylüler; yolda bayırda, tarlada çayırda, emekleri ucuz, kendileri ucuz. Kimi uyuz, kimi sıtmalı. Ama savaşlarda birer Kahraman! Barışlardaysa, yoksulluğa, ağaya, beye, jandarmaya yenik.”
“Keşke bir gün gençliğim geri gelse de, yaşlılığımın başıma getirdiklerini anlatsam ona.”
“Ama mademki, şeriat temiz demişti, temizdi. Şeriat neye pis diyorsa, pis olan da oydu.”
Ama savaşlarda birer kahraman .Barışlardaysa,yoksulluğa ,ağaya ,beye,jandarmaya yenik.Ne değişmekte , ne değiştirmekteler.Ne de böyle bir şeyin olabileceğini düşünmekteler.Köyler, hep yeni adet istemeyen köyler .
Kitaplar hazır olsun dedim.Alamaz edemezik de sonra !
Türkonun herkese birşeyler verebilecek bir okul niteliğindeki roman ının 12 yaşına değin olan bölümü böyle. Burada kimi yer ve
kişi adları değişik olarak yer almışsa da, çoğu aynı. Belgesel . Yer alan kitap, ders adları gerçek; dinsel konular da her zaman gösterilebilecek temel İslam kaynaklarma dayalıdır. Anlatılanlara
islerseniz roman demeyin. Romanlaşan gerçekler Edebiyattaki
edeb li aydın ım bilir misin nedir kulleteyn ? Ve bilir misin onu yaratan Şeriat nasıl bir ilkelliktir? Türko ise onun içinde gelişen ölüm ü. Bilir misin?
Karakış, kara kara düşündürüyordu herkesi. Karları ak olduğu halde, karakış diye ad verilmesi de bundandı belki de. Kimileri için
hava hoştu . Ama ya yoksulluk gömleğini giymiş olanlar, çaresizler için?!
Yemek işi bitince çocuklar dağılmıştı. Hocanın ve anasının çayı geldi. Hoca, uzun uzun çekerek ve ses çıkararak keyifle çayını içerken,
oğlan sokuldu:
– Baba, kızmassan bi şey deyecem.
Haydi de bahalun ne deyecen?
– Sen anamı niye dögirsin, günah değil mi?
– Hele eşşegin doğurduğunun sorduğu suale bah. Böyürsen örgenirsin, kanlar dögülür.
-Niye?
– Kur’an öle diyir. Nisa suresinin 34. ayetinde Allah diyir ki:
Kanlannızı dögün! .
– Amma, karı herife karşı gelirse. Anam sene karşı gelmir ki..
Her işi görir. Yıkiyır, yedirir, içirir. Bah, yemek pişirdi, yedirdi, doyurdu.
– Kazanan kim? Ben kazanirim.
– İşleri gören de, hep anam. Sen imamlıktan başha ne iş yapirsin?
Tarlaya, harmana gettiginde de anam yardım edir. Çoluk-çocuğa,
mala-davara bahan da anam.
– Eşşegin sıpasına bah hele. Nasıl da anasını korir!
Anlatılanlara isterseniz roman demeyin. Romanlaşan gerçekler Edebiyattaki edebli aydınım bilir misin nedir kulleteyn? ve bilir misin onu yaratan Şeriat nasıl bir ilkelliktir? Türko ise onun içinde gelişen ölümü. Bilir misin?
İt de bir hayvandı kuşkusuz. ”Mecusilik ”, yani Zerdüştçülük dinine göre saygın bir hayvandı üstelik. Gerçi bu dinde de köpekler hep bir değildi; sınıflara ayrılmıştı. Çoban köpeği, ev köpeği, başıboş köpek. Ama en aşağı sınıfta olan başıboş köpek bile güvencedeydi. Başıboş iti dövmenin, öldürmenin cezası da çok ağırdı: Dövülen köpek ölmüşse, dövene verilecek cezası: 600 kamçı, 600 değnek (sopa). Yani başıboş iti öldürenin kendisi de öldürülüyordu. İti aç bırakanın, hastalanmasına yol açanın cezası da ağır cezalardandı. Mecusilik dönemi, itler için parlak dönemdi, tarihte kaldı. Şimdiyse Müslümanlık var. Müslümanlık içinde de mezhepler ve itlere iyi gözle bakmayan Şafii mezhebi. Yine de itlerden yararlanırlar. İtlerin sağladığı güvence altında yaşarlar. Evlerini, sürülerini koruttururlar itlere. Ne ki it çoğalınca değeri düşmekte. İtlerin de işe en yarar olanları, en güçlüleri seçilmekte. Kartallı köyünde de öyleydi durum.
”Hokumat ”, insanlardan çok hayvanları sayardı. Kelle başına vergi almak amacıyla. Hayvan sahipleri de kaçırma yoluna giderlerdi. Bunun adına, ”sirkat ” denirdi. Yasal anlamıyla da ”hayvanı sayımdan kaçırma ” ve bu yolla ”devletten çalma ”. Cezası da büyüktü. Ağa, bey takımlarından, asıl çok hayvanı olanlardan değilse, sahibinin hapse atılması bile olurdu işin sonunda. Bu denli tehlikeyi göze alarak sirkat yoluna giderlerdi. Neden? Vergi ağırdı, hayvan sahibinin (güçsüz olanların) gücünü aşardı. İçeri tıkılmayı bile göze almak bundandı işte.
”Rızk meselesi. ”
Hep takılırdı bu konuya. ”Kader ” ve ”kaza ” üzerinde derin derin düşünürdü: ”Bu dünyayı Tanrı yaratmışsa, kötülükleri neden yaratmış? İmtihan için olduğu söyleniyor. İmtihan olmasaydı olmaz mıydı? Her şey ve herkes tam Tanrı’nın istediği gibi iyi olsaydı, öyle yaratılsaydı, imtihana gerek kalır mıydı? Her şeyi yapan, eden Tanrı’ysa insan neden suçlu, günahlı sayılıyor? Kader ve kaza karşısında, insanın iradesi ne işe yarıyor? Sonuçta yine Tanrı’nın dediği olduğuna göre, insanın herhangi bir yolu, herhangi bir davranış biçimini seçmesinin ne önemi kalıyor? İnsanları cehennemde, ateşte yakmak, kader ve kazanın sahibi kendisi olduğu halde böyle bir cezayı insanlara çektirmesi; Tanrı’nın yüceliğiyle ve merhamet’iyle nasıl bağdaşıyor? Sorular birbirini kovalıyor, birbirini doğuruyor, sonra da burgulaşıyor ve çengelleşiyordu kafasında. Kitaplardaki açıklamalar ve mezheplerin görüşleri de bunların kafasından çıkarılıp temizlenmesine yetmiyordu. Saldıran soruları, yalnızca tevbe estağfirullah’larla bastırmaya çalışıyordu.
Canlılarında ”can ” kalmamış, geçmişlerin çilesiyle ve ”bin bir acı ”yla dolu. Anadolu. Özellikle de Doğu Anadolu. Üst üste binmiş çıplak tepeler, dağlar. Alınları, insanlarının ki gibi kırış kırış. Nice savaşlara sahne olmuş, üzerlerinde nice kanlar dökülmüş, canlar yitirilmiş. Ve bu olayları bir türlü bitirememiş; şu türlü bu türlü de olsa sürüp gitmekte. Verimli olabilirken verimsiz topraklar. Sulanması yağmura bağlı. Ölü toprakların üstüne zaman zaman ağlayıp gözyaşları döken bulutlardan gelen ‘rahmet’ler, binlerce yıllık inançlardan kalma ‘yağmur duaları’yla Tanrı’dan istenmekte. Ama isteğe göre olmamakta. Bulutların gözyaşları kimi zaman daha yukarıdayken donmakta, gülle gibi dolu olarak ya da lapa lapa düşmekte. Birkaç ay yaz, geri kalan kış. ”Kılıç gibi gelen ” ve geldikten sonra, çoğu kez ”gitmek bilmeyen ” kış.
Köyler, hep ”yeni adet istemeyen köyler ”. Mezarlıkları insanları; insanları ve evleri mezarlıkları gibi. Sürü sürü topluluklar.
Yüzlerce, binlerce yıl ötelerden getirilen, yırtıldıkça yamanan, dar geldikçe genişletilen giysiler, Tanrının yeni terzileri eliyle biçimlendirilip ve yamanıp Müslüman cemaate yeniden giydirilecek. Politikacılarla el ele verilerek
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yüzlerce, binlerce yıl ötelerden getirilen, yırtıldıkça yamanan, dar geldikçe genişletilen giysiler, Tanrının yeni terzileri eliyle bicimlendirilip ve yamanıp Müslüman cemaate yeniden giydirilecek. Politikacilarla el ele verilerek
Keşke birgün gençliğim geri gelse de, yaşlılığımın başına getirdiklerini anlatsam ona.
Ben senin yerinde olsaydım, kafirleri yaratmazdım. Hafız Celal’i de, şeytanı da, cehennemi de. Hep cennet yaratırdım. Herkesi nur yüzlü alim yapardım. Vallaha bilmirsin sen işini. Yaraddın, şimdi de uğraşir durirsin.
Öğrenmişti ki Adem topraktan, Havva onun kaburga kemiğinden, İsa Cebrail’in üfürüğünden, Muhammed de nur dan yaratılmıştı.
Seven insanların, birbirinin olmasına niye engel olurlar sanki?
Erkeklerin, kadınları ve çocukları dövmeleri kesinlikle yasaklanmalı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
– ”Kim hayvanı ‘şey’ ederse hemen öldürün onu. Hayvanı da ”
Ebu Davud, Tirmizi, Nesei gibi çok önemli kaynaklar da hadisi yazar. Dahası: Hayvanın yakılması gerektiğini de ileri sürer imamlar. Adalet böyle işte! ”Yumuşak başlı hayvan” mısın ; iki ayaklısı da olsan , dört ayaklısı da olsan, hem ırzına geçilir hem de cezalandırılıp ölüme gönderilirsin. Tanrı adına
Kulleteyn, iki kule (yaklaşık 13 ton) su demek. Durağan bir suyun temiz (tahir) sayılabilmesi için Şafiî mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu, içinde ne bulunursa bulunsun temizdi artık.
Anlatırken gerçekleri örtme yoluna gidilmemiştir. Olduğu gibi sunulmuştur her şey. Bilindiği gibi dürüstlük,açıklıkta. Kapalılıktaysa karanlık olur. Tabu lar karanlıkta yaşarlar.

-Ölen var, Iskat olacak!

Iskat , düşürmek demek. Ölenin boynundan, borçların, günahların düşürülmesi ne, Tanrı huzuruna temizlenmiş ve arındırılmış olarak gönderilmesine denir. Gasil (gusül değil) ile de, yani suyla bilinen türden yıkanarak da temizleniyor ölü. Ama ıskat la arındırılması başka.

Ölenin Tanrı borçları, başka borçları ve günahları temizlenir. Tanrı adına. Mal varlığına göre. Din adamlarına, din öğrencilerine çok verilirse çok temizlenir, az verilirse az temizlenir. Bunun, Hanefi’lerdeki biçimi başka, Şafii’lerdeki biçimi başka olur. Hanefi’lerde devir adı verilen biçimiyle uygulanır. Devr in büyüğü vardır, küçüğü vardır. Din adamları, ölü sahiplerine, hangi türden istediğini sorarlar, ona göre yaparlar. Ölen zenginse, sahipleri de cömertse, büyüğünü, yoksa küçüğünü yapma yoluna giderler. Çok YOKSULSA, hiçbir şey yapmazlar. Yani çok yoksul olan kişi öldü mü, borçtan, günahtan arındırılmamış olarak gider öbür dünyaya.

Öteki tarafı düşünen YOKSULLAR için de #budüzendeğişmeli

Her cenaze için cemaat pek kalabalık olmaz. Cemaatin kalabalıklığı, ölenin durumuna göre değişir. ilerigelenlerinkiyle sıradan kişilerinki bir olmaz. En yüksek kattakileri cemaatiyle, en alt kesimlerin cemaati hiç bir olmaz. Dünya öyle kurulmuş.
Kışın, ölüm iyi karşılanmaz. Kadınlar için çok sıkıntılı olur çünkü. Mezar kazma vardır, tekfin ve techiz için kefen bulma vardır, cenazeyi yıkama, teneşirde önce musallaya, sonra gömmek için mezara taşıma vardır. Daha bir sürü hizmeti vardır ölünün. Ortada bırakılması düşünülemeyeceği için ölüyü kaldırmak zorunlu.
Keşke bir gün gençliğim geri gelse de, yaşlılığımın başıma getirdiklerini anlatsam ona.
Ölü evinde şivan, Tanrı evinde bayram
Adalet böyle işte! Yumuşak başlı hayvan mısın; iki ayaklısı da olsan, dört ayaklısı da olsan, hem ırzına geçilir hemde cezalandırılıp ölüme gönderilirsin. Tanrı adına
– Meleklerin erkeklikleri ve dişilikleri yoktur. Günâh da işlemezler.

Tam bu noktada çocuğun bir sorusu vardı:

– Hocam,Hârut ve Mârût niye günah işlemiş? Bakara Suresinde (ayet 102) bu iki meleğin Babil’de büyü öğrettikleri açıklanıyor. Büyüyse haramdır. Sonra tefsirlerde bunların, Zühre adında bir kadına âşık oldukları, cezalandırıldıkları, Babil’de bir kuyuda baş aşağı asıldıkları anlatılıyor. Erkeklikleri olmasa bir kadına nasıl âşık olurlar?

+ Hârût ve Mârüt’un melek mi, melik mi oldukları konusunda
ihtilaf’ (tartışma) var.

– Ama hocam, ayette melek oldukları belirtiliyor.

+ Kimileri ayetteki melekeyn i (iki melek), melikeyn (iki melik) diye okuyor.

– Ama hepimiz melekeyn okuyoruz.

+ Öyle ama, öyle de olsa, Hârût-Mârût, melekler içinde müstesna (kuraldışı).

Çocuk, verilen karşılıktan pek tatmin olmamıştı, ama sustu.

Fikir şöyle tanımlanır: Tertibu umûrin mâlûmâtin li’t-teeddi ilâ mechûlin , yani bilinmeyen bir sonuca ulaşmak için bilinen şeyleri -bir basamak oluşturacak biçimde- düzenleyip kullanmak
Buysa herzaman doğru olmayabilir. Yani, bilinmeyeni elde etmek için girişilen düzenleme ve bilinenleri kullanma, her zaman, doğru sonuca götürmeyebilir. Öyle olmasaydı, akıllı insanlar arasında tartışma olmazdı ve hepsi aynı görüşte birleşirlerdi. Dahası: Bir insanın, kimi zamanki görüşü, kimi zamanki görüşüne uymamakta. Öyleyse, doğru düşünmek için bir yasa (kanun) gerekli. İşte bu yasa, Mantık tır. Doğru düşünme nin yasasıdır mantık. Bir Düşünme sanatıdır.
Beylerin kimi yalnızca bey dir. Halis Bey, İbrahim Bey gibi. Kimiyse hem bey dir, hem de şeyh dir. Kasım Kührevi gibi. Tanrı adına iş yapma, bekçilik etme özelliği görülür, gösterilir. Halksa genellikle yoksul ve dünya nimetleri ‘nden yoksun.
Cennet . Ne güzel yer orası. Allah, bu dünya yerine orasını yaratsaydı ve insanları daha baştan oraya koysaydı olmaz mıydı sanki!
Hanefi mezhebine göre, kadına başka türlü dokunmayla abdest bozulmaz. Öpme yle bile bozulmaz. Aişe’den aktarılan hadise göre, Peygamber karılarını öper, sonra abdest almadan namaza durur du. Sağlam sayılan hadisler arasında yer alır bu.
-Kur’an’la tedavi eden kimse, bunun karşılığında bir ücret alabilir mi, bu caiz midir?
Fakilerin tümünün verdiği cevap:
-Caizdir.
Her şeyi yapan, eden Tanrı ise insan neden suçlu, günahlı sayılıyor? Kader ve kaza karşısında, insanın iradesi ne işe yarıyor? Sonuçta yine Tanrı’nın dediği olduğuna göre, insanın herhangi bir yolu, herhangi bir davranış biçimini seçmesinin ne önemi kalıyor?
Abdul Hoca, cami işinden başka bir işe hiç mi hiç bakmazdı. Her hizmetinin eksiksiz görülmesini isterdi. Hizmetinde bir eksiklik gördü mü, Hatun’u acımasızca döverdi. Ve bu dövme olayına sık sık rastlanırdı. Kadın, birçok kez ölümün eşiğinden dönmüştü. Ama kocasının dövdüğünü kimseye yansıtmazdı kolay kolay. Kadının, hem dövülebileceğine, hem sevilebileceğine inandırılmıştı.
-Ana, gız ana köve çarşı gelmiş!
-Sus kız geberesice! Ne bağirirsin, oğlan uyir! Uyandırırsın. Gurban olasın onun tırnağına. Siz yarıh lar (kızlar) hepiz gurban olasız! Siz neye yararsınız?
Türko bir zamanlar sevmezdi Kürtleri. Onların içine ilk bırakıldığı sıralarda. Ama giderek hepsine alıştı, ısındı. Dahası sığındı. Onların çok çok iyiliklerini gördü. Ve tümünü sevdi.
-Hocam, gök katlarının, yer katlarının her birinin beş yüz yıllık olduğunu okudum.
-Hee?
-Yaya yürüyerek mi, arabayla mı? Yahud da, atla mı beş yüz yıllık?
Hoca kendini toparlayıp cevabı yapıştırdı:
-Deve yürüyüşüyle herhal .
Bunu nereden bildiğini de açıklamıştı: Seferi için Şeriattaki uzaklık, deve yürüyüşü ile ölçülür.
Namaz ergin olmayana farz değildi. Ama Şeriate göre o yaştakininde kılması gerekiyordu. Kılmayınca, Şeriat dövülmesini buyuruyordu. Namaz kılmayan çocukları ele alırken hangi yaştakilerin neyle, elle mi, sopayla mı dövüleceğini bile belirlemişti Şeriat.
Kulleteyn, iki kule (yaklaşık 13 ton) su demek. Durağan bir suyun temiz sayılabilmesi için Şafiî mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı.
Gerçeklerin kitlelerce görülmesine engel olagelmiş bir karanlık vardır ortada. Duvarları da, örtüsü de binlerce yıllık yalan ve sahteliklerle örülmüş. Bu duvarları yıkacak, bu örtüyü yırtacak güçte bir ışık tutulmalı ben bu alanda çabalar gösteriyorum. Elimdeki ışığın gücünü biliyorum. Gücüm ve coşkum da bundan.
Başka dünyalar pek bilinmediği için istekler, düşler sınırlı.
Dedelerden,babalardan neyi nasıl
almışlarsa,sürdürdükleri o.Ne
değişmekte,ne değiştirmekteler.Ne
de böyle bir şeyin olabileceğini
düşünmekteler.
Jandarmalar hiç beklemedikleri bir karşı çıkışla karşılaşmışlar, kalakalmışlardı. Şaşkınlıkları geçtikten sonra yine küfürle iki yandan biraz dipçik kullandılarsa da hoca artık korkmuyordu. Oğlunu da çekmiş bir yana, ağlamamasını söylemişti. Jandarmalar alttan almaya başladılar. Kötü niyetleri olmadığını söylediler. Karşılarındakinin hoca olduğunu da bilmiyorlardı. İşini – mesleğini sordular. Hoca tehlikeyi bildiği için mesleğini söylemedi. – Çiftçiyim., dedi. Ama oğlu, babasının ^’imam olduğunu söyleyince hocalığı da ortaya çıkmış oldu. Jandarmalar bundan yararlandılar: – Bir de yalan söylüyorsun çiftçiyim diyerek. Hoca olduğunu saklıyorsun. Büyücülüğün – üfürükçülüğün anlaşılmasın diye.. Köylerde senin büyü, üfürük yaptığını söylediler. Biz de onun için senin peşine düştük. Ve şimdi yakaladık. Seni Karakola götüreceğiz. Bir sürü de dayak ye Mada, aklın başına gelsin. – Büyü, haramdir, ben öyle şey yapmam. – Sen derdini Karakolda anlat Haydi gidiyoruz. Hep birlikte yola koyuldular. Dereyi, ardından tepeyi aştılar. daha yürüdükten sonra Tutak karşıda gözüküyordu. Bu arada hoca, müftüyü tanıdığını, müftünün çok iyi dostu oüduğunu söyledi, kendisine yapılan kötülüğü, hakareti anlatacağını belirtti. Jandarmalar ürkmüştü bu açıklama üzerine. Dostluk göstermeye başladılar. Biri, zorla hocanın elini çekip öptü, özür diledi. Öbürü de özür dilemeye kaüldı. – Anasını, avradını ***** köylüleri, demek ki bize yalan söylemişler, seni yanlış tanıtmışlar. Bilseydik, sana hiç öyle davranır mıydık? Elhamdülillah biz de müslümanız. Hocalara bizim de hörmet imiz var. Ama biliyorsun, kanunlarımız büyüyü, üfürüğü yasaklamış. Başımızdakiler bizi sıkıştırıyorlar. Biz de emir kuluyuz . Kaymakama hergün sıkı emirler geliyor, kaymakam da başımızdakine emir veriyor.
Oğlan, Arapça kitaplardan birçok satırlar okudu, anlamını anlattı. Ayrıca ezberlediklerinden okudu, açıkladı. Tavuğun yolunması işi bitmişti. Parçalanmasına; yıkanıp tencereye yerleştirilmesine sıra gelmişti. O iş de orada yürütüldü.- Baba – eğul konuşması, bir yarışmaya, bir boyölçüşmesine dönüşmüştü. Çünkü oğlanın okudukları ve açıkladıktan karşısında^ baba da geri kalmış gözükmek istemiyordu. Ben de bir şeyler biliyorum. Ben de daha çok şey biliyorum.. havasındaydı. Oysa birçok yönden baba çok gerilerde kalmıştı. Oğlanın birçok öğrendiklerini baba bilmiyordu: Oğlan Arapça dilbügisini, oldukça ileri sayılabilecek ölçüde öğrenmişti. Babay.sa bu alanda hiç okumamıştı. Oğlan, elindeki Arapça kitapları okuyabiliyor, anlamını verebiliyordu. Babaysa bunları okuyamıyordu bile. Oğlan birçok şey ezberlemişti Arapça metinlerden. Şiirler ezberlemişti, dini öğütler ezberlemişti, hadisler ezberlemişti. Hepsini de olabildiğince Tüıkçeye çevirebiliyordu. Babaysa bunlardan habersizdi. Buna karşılık, Türkçe kitaplarda, ibadet ve dini kıssa lar (öyküler) alanında okudukları çoktu. Cemaatine de bunlardan anlatıyordu. Bunların çoğunu da oğlu bilmiyordu. Ama oğlan bunları küçümsüyordu. Taraştılar: – Baba o Türkçe kitapların çoğu asılsız. – Hele eşşeğin sıpasına bah; Nerden bilirsin asılsız olduğunu? – Vallaha asılsız. Sahih (sağlam) hadislere uymir. – Uyir uyir, sen daha öğrenecen. Derslerin daha yuharılara çıktığında öğrenecen.
Bu ağaçtaki adam kim? – Allah! – Allah mı? -Hee! – Demek Allah bu. Dur hele neydir o ağaçta? -Yaratır. Ağacı yarattı, şimdi çıktı dallarını, yapraklarını yaratir. – Allah Allah! Ey hele dur, bu kalabalık niye toplanmış? – Dilek için. Herkes dileğini söyliyecek, ne İStİyecekse istiyecek. – Sorgu da sorulacak (mı)? – Helbeeet! • Yanaştı, ağacın dibine varıp seslendi: – Allah, ey Ulu Allah! – Ne diyirsin söle! Çok heyecanlanmıştı. Soru sorsa Allah kızar mıydı acaba? Kızıpda çarpar mıydı, çalık-çolak eder miydi? – Benim de dileğim var. – Söle dileğini. – Beni okutan Hâfiz Celâl var ya! -Hee! – Beni çok döğir. Sen söylersen dögmez. Kulaklarım yara oldu. İşte sen de gölirsin. Ne suçum var? Dersimi ohirim. Benden Öndekileri de geçtim. Yine de dögir o. – Ben SÖlerim dögmez artık. – Bir dileğim daha var. – Söle, dinlirim! – Beni çebik (çabuk) büyüt, âlim olmam çebik olsun! – Olacah. – Basra’ll, Küfe’11 âlimleri geçecek miyim? – Sen çoh ohu, geçeceksin. – Kızmazsan soracahlanm var. – Kızmam! de! – Vallaha kızmam, inanmirsin? – Sen kendini niye sahlİTSİn?(saklıyorsun) – Düşmanlarım var. – Vıy, sen de korhİT misin?(korkuyor musun) – Helbet korhİTİm. Tüfenk’leri (tüfekleri) var. – Ey heye dur, senin yoh mu? – Yoh! – Dur hele niye yaratmadın? – Kâfır’lerbırahmadı. – Vıy anam, ey hele dur sen Allah degil misin? – Allah’ım, ama kâfirler önüme geçti bu dünyada. Tüfenkleri hep onlar yarattı. Ben onları Ahirette Cehennemde yahacam. – Sen de yahacağmı onlara duyurmasaydın. Helbet düşman olurlar. – Duyurmuş oldum işte. – Sen işini bilmirsin! – Sennediyirsinola? !- Kizirsin yohsa? Beni kandırdın (mı)? – Kızmirim, kızmirim! – Ben senin yerinde olsaydım, kâfirleri yaratmazdım. Hâfiz Celal’İ de, şeytanı da, cehennemi de. Hep cennet yaratırdım. Herkesi nur yüzlü âlim yapardım. VaUaha bilmirsib sen işini. Yaraddın, şimdi de uğraşir durirsin! – Sen get dersini ohu. Hadi get! – Kızmam dedin kızdın! Sen de kandirirsin insanı! – Kızmirim istirim ki sen ohuyup örgenesin (Öğrenesin)! – N’olur şimdi örgetsen? – Olmaz. – Beni niye nur dan yaratmadın? Hiç olmazsa torpah tan (topraktan) yaratsaydin! Niye o pis firtıktan (meni) yarattın? Ben olsaydım herkesi nurdan yaradirdim. Nur bulamadın mı? – Sen çoh SOrİrsİn, hadi get. Get ki sene kuvvet verim de derslerini eyice belleyesin. Seni büyük âlim yapacam. – Beni kandirmirsin ya? – VaUaha kandirmirim. Hadi get ohu! -Söz? – Söz! İnanmıştı Allah’ın verdiği söze. Bir de gözünü açtı ki camideki yatağında.
Peygamber Muhammed’in sevgili karılarından Aişe için:
-Saffan’la zina ediyor dediler. Ama Nûr Suresi’ne 10 ayet birden indi!
-Doğru söylüyorsanız dört tanık getirin dendi.Dört tanığının Saffan’la Aişe’nin o işi yaptığını görmüş olmaları gerekiyordu. Bulamadılar bu tanıkları. Bulamayınca da iş kapandı.
“Dahası:Hayvanın yakılması gerektiğini de ileri sürer imamlar.Adalet böyle işte!”Yumuşak başlı hayvan” mısın ; iki ayaklısı da olsan , dört ayaklısı da olsan, hem ırzına geçilir hemde cezalandırılıp ölüme gönderilirsin.Tanrı adına
Tabular karanlıkta yaşar.
Yalan,sahtelik ve sayılmayacak kadar kötülükte bu alanda.Bu kesimdekiler gün ışığına çıkarılmadıkça ilkellikler kafalara,gönüllere vurulan zincirler kırılamaz
ve daha güzel bir dünyanın yolu açılamaz.
Birkaç adım ötede Kartallı Köyü Camii .
Ve camiin, çoğunu (molla) adaylarının
oluşturduğu cemaati. Her namaz vaktinde
görüntü aynı olur. İnandıkları kader leri gibi.
Bu kitap yazarın medrese okuduğu ağrı tutak aşağı kargalık köyünde geçer. Kendimde o köydenim.yazarin yazdığı herşey doğru eksiği var fazlası yok.molla nadir in talebeleri olarak turan dursun mehmet kırkıncı mehmet nuri yılmaz ve diğerleri.gariban fakir köylü binlerce öğrenci okuttu.turan dursun ile gurur duyuyoruz.
Çıkmazlar karşısında hoca hep böyle derdi.Zaman zaman, karısı da bu sözü söylerdi: Yer demir, gök bakır!
Yolda bayırda, tarlada çayırda, emekleri ucuz, kendileri ucuz. Kimi uyuz, kimi sıtmalı. Ama savaşlarda birerkahraman . Barışlardaysa yoksulluğa, ağaya, beye, jandarmaya yenik.
Kadın, birçok kez ölümün eşiğinden dönmüştü. Öylesine dövülmüştü. Ama kocasının dövdüğünü kimseye yansıtmazdı kolay kolay. Kadının, hem dövülebileceğine, hem sevilebileceğine inandırılmıştı. Daha doğrusu, bunu bir değişmez kader olarak benimsemişti Hatun.
Hava güzeldi dışarıda. İçinde bir kıpırdama. Yaşamak gibi..
Iyi, kötü, güzel, çirkin.. ne varsa hepsini Tanrı diler. Ama kullarının kötü, çirkin şey yapmalarına, kafir olmalarına razı olmaz

Ezberliyor, bir yandan da düşünüyordu: Tanrı’nın kötü yü dilemesi ne kötü! Niye hep iyi yi dilemez? Kötüyü niye diler ki? Hem diler hem de cezalandırır. Ne kötü! Kullarının kötü şey yapmalarına razı olmuyor. İyi ama, razı olmadığı şeyi niye diliyor? Dilememeye gücü mü yetmiyor?

Hep takılırdı bu konuya. ‘Kader’ ve ‘kaza’ üzerinde derin derin düşünürdü: ‘ Bu dünyayı Tanrı yaratmışsa, kötülükleri neden yaratmış? ‘İmtihan için’ olduğu söyleniyor. İmtihan olmasaydı olmaz mıydı? Her şey ve herkes tam Tanrı’nın istediği gibi iyi olsaydı, öyle yaratılsaydı, imtihana gerek kalır mıydı? Her şeyi yapan, eden Tanrı’ysa insan neden suçlu, günahlı sayılıyor? Kader ve kaza karşısında, insanın ‘iradesi’ ne işe yarıyor? Sonuçta yine Tanrı’nın dediği olduğuna göre, insanın herhangi bir yolu, herhangi bir davranış biçimini seçmesinin ne önemi kalıyor? İnsanları cehennemde, ateşte yakmak, kader ve kazanın sahibi kendisi olduğu halde böyle bir cezayı insanlara çektirmesi; Tanrı’nın yüceliğiyle ve ‘merhamet’iyle nasıl bağdaşıyor? Sorular birbirini kovalıyor,birbirini doğuruyor, sonra da burgulaşıyor ve çengelleşiyordu kafasında. Kitaplardaki açıklamalar ve mezheplerin görüşleri de bunların kafasından çıkarılıp temizlenmesine yetmiyordu. Saldıran soruları, yalnızca ‘tevbe estağfirullah’larla bastırmaya çalışıyordu.
Öğrenmişti ki, Âdem topraktan, Havva onun kaburga kemiğinden, İsa Cebrail’in üfürüğünden, Muhammed de nur dan yaratılmıştı.
Kıro haydi râbe, râbe, râbe!.. (haydi kalk, kalk)

Her sabah öyle canlandırılırdı cami. Uyananlar önce bir doğrulur, sonra fırlarlardı. Kalkan koşardı kulleteyne. Taharet için namaz abdesti için Şapır şupur, şupur şupur Köylüler de geldiği için büyük bir kalabalık oluşurdu dörtgen çevresinde.

O çağdaki Türkiye’nin çağdışı kalmış durumuna üzülüp düşlere dalacaktı: Değiştirebilir miyim? diye!.. Bu aykırı düşler ve düşünceler yüzünden de sürüm sürüm süründürülecekti. Alacağı memurluklarda oradan oraya sürülecek
Allah u Tanrı bir ismi Rahman
Kuddus u Ari bir na’ti Subhan

Bu çok eski sözlükte, daha işin başındayken, Allah a Tanrı denebileceğini öğrenmişti.

Ve işte Türko . 8-9 yaşlarında bir çocuk. Türk olduğu için almıştı bu adı. Seydo’ya yaklaştı.

– Bir sorğu sormah istirim.

– Sor bavemin (babam)! Sor benim babo! Sor kurban! Ne dirsen sor!

– Sen bu pis suda abdest aldın?

– Estağfirullah, sen ne dirsin ula? Kulleteyn hiç pis olur (mu)?

– Olmuş işte! Sen de alıp ağzına koydun!

-Ula kurban sen Şeriati bilmirsin. Şeriat kulleteyne pis demez hâşâ. Sen git dersini oku! Mes’le derin , öğrenirsin hamma (ama) illerde (ilerde). Hadi kurban git sen çalış, hadi! İyi çalış dersine!

Başka dünyalar pek bilinmediği için istekler, düşler sınırlı.
Birkaç adım ötesi Kartallı Köyü Camii. Ve caminin çoğunu melle (molla) adaylarının oluşturduğu cemaati. Her namaz vaktinde görüntü aynı olur. İnandıkları kader leri gibi.
Ama mademki, şeriat temiz demişti, temizdi. Şeriat neye pis diyorsa, pis olan da oydu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir