İçeriğe geç

Küller ve Kemikler Kitap Alıntıları – Ahmet Uluçay

Ahmet Uluçay kitaplarından Küller ve Kemikler kitap alıntıları sizlerle…

Küller ve Kemikler Kitap Alıntıları

İçimin karanlığına düştüm Yakup
Düşlerimizin bir tanığı olmaması ne kötü Yakup, diyorum. Giderek düş gördüğümüzden bile kuşkuya düşüyoruz.
Ne olur bana özenme Yakup, öykünme, kirlenme Yoksa Yusuf kuyularda unutulur gider Onun gerçek dostu sensin. Benden ne gerçek Yakup olur ne gerçek Bünyamin
hayatı çıplak gözle görmeye tahammülüm yok. yalın gerçekle yüz yüze yaşayamayacak kadar zayıfım.
beni korkutan düşmek değil, düşmemekti belki de
Boş ver ,diyorum.biz gördük de ne oldu?dörtte üçü sularla kaplı bir küre üzerinde temiz kalabildik mi? Kirlettik üstelik.kirletiyoruz.
Eski bir rüyanın peşine düşmüş, yitirdiğim deniz kabuklarını arıyorum bozkırda
Desem “Usandım seni içimde taşımaktan”
Leyla kırılır, Leyla darılır
Uyanıverdi hülya, öpünce kirpiklerinden
Ben bir düş çocuğuyum yakup. Eski bir rüyanın peşine düşmüş, yitirdiğim deniz kabuklarını arıyorum bozkırda.
Ne başı yastığa çeyrek kala uyuyan biriyim ne Yakup gibi pürüzsüz bir içim var benim. Kendime bir ninni söylemeye çalışıyorum. “Haydi, uyu yüreğim” diyorum. Say ki başucunda rüya gören bir mum yanıyor. Say ki uzak, issiz bir dağ başında yeni başladı yağmur. Say ki doktorlar yanıldı, ameliyat filân yok. Haydi, yum gözlerini. Beğenmediğin, sevmediğin dünyayı göz kapaklarının dışına hapset. Bir jenerik geçir zihninden, bir öykü başlat. Bak, bir simitçi geçiyor. Bağır. Bir simit al. Sonra bir emekliler kahvesi ara kendine. Bin özgürlüğünün kanatlarına, görülmemiş düşlere, uyunmamış uykulara uç Haydi, yaslan kuş kanatlarına, uç yüreğim, uç
Ufuklar beni çıldırtıyor Yakup, diyorum. Beni baştan çıkarıyor. Ben arkamda hangi bilinmeyenleri gizliyorum, bir bilsen! diyor. Hele bir yaz günüyse, masmavi bir gökyüzü altındaysa büsbütün dayanılmaz oluyor. Başımı alıp gidesim geliyor, her vardığım sonun bir ilk adımı olduğunu bile bile
İnsanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar. Sanat, içimizdeki o zaaflar toplamı insanı en saf, en dokunulmamış haliyle görmek ve göstermek belki de Bizim içimizde biraz herkes var. Herkesin içinde de biraz biz
Babamla bir kahvede oturuyorduk. Yerde gazoz kapakları vardı. Üzerlerinde rengarenk resimler ve yazılar vardı gazoz kapaklarının. Bizim oralardaki gazoz kapaklarına hiç benzemiyordu. Bizimkiler alüminyum renkli, hiç de çekici olmayan şeylerdi. Ben kahvede gazoz kapağı toplamaya başlamıştım. Bu renkli şeyleri köydeki çocuklar bende gördüklerinde kim bilir ne kadar imreneceklerdi Ensemi bir el kavradı. Babamdı. Ayıp! dedi. Yere atılan şey alınmaz! Demek kentte onurlu bir köylü olacaktım. Belki de aldığım ilk toplumsal ders buydu Yakup: Sınıfımın onurlu bir üyesi olmak.
Boş ver Yakup. Senin denizlerin sana yeter. Turna gözlü dağ pınarların var senin. Şu deniz kabuklarına tekne diye düşlerini bindirip çıktığın uzak yolculuklara ben tanığım. Senin yolculuklarını biz şu çokbilmiş halimizle haritalarda görsek, ürpeririz. Senin denizlerini haritalarda görsek, boğuluruz. Biz düş yoksulu olduk Yakup. Benim sevgili çocuğum.
Bir dörtlük okudu Karacaoğlan’dan: Bilemedik ana baba kıymetin / Ardımızda bir karlıca dağ imiş / Gurbet elde padişahlık sürmeden / Vatanında züğürt gezmek yeğ imiş.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Şaka bir yana, hayatı yaşamak yerine sayıklıyoruz.
İnsanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar. Sanat, içimizdeki o zaaflar toplamı insanı en saf, en dokunulmamış haliyle görmek ve göstermek belki de
Sen o köyden hiç çıkma Yakup. Hep tertemiz kal, kirlenme. Öykülerime ara sıra uğra yeter.
Düşlerimizin bir tanığı olmaması ne kötü Yakup, diyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İşte böyle yüreğim Binemeyeceğimiz trenlerin yollarını gözlerdik biz.Sahip olamayacağımız oyuncakların düşlerini kurardık.
Sinema biraz da bu değil mi zaten? Parmaklarımızın arasından su gibi dökülüp giden zamana karşı cılız da olsa bir direnme?
İçimin karanlığına düştüm Yakup Beyaz körlük gibi bir şeydi bu.
Büyüyünce kirleniyor insan, kirletiyor. Dünyaya herkesler ladesli geldiğini unutmuş, rahatça yaşıyorsun . Çocukça saflık, çocukça duyarlılık, insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu, ne yazık ki yitirdiği şey
( ) hayatı yaşamak yerine sayıklıyoruz.
‘‪Biz küçük çocuklarken hep İzmir’e kaçmayı düşünürdük. Batı,İzmir demekti,deniz demekti,palmiyeler demekti, Belkide özgürlük demekti.Köyümüzün Batı’ya doğru bir garip şose kıvrıla büküle uzar giderdi.Yolun bittiği yerde İzmir vardı.Bu yolun peşine düşüp çekip gitmek gelirdi içimizden ‘
‘Biz bütün çocuklar trenleri çok severdik.Köyden nerdeyse iki kilometre kadar yürüyüp demiryoluna gelirdik boş vakit bulduğumuzda.bozuk paralar koyardık rayların üzerine.5 kuruşlar ezilince 25 kuruş kadar büyürdü’
Işte böyle yüreğim Binemeyeceğimiz trenlerin yollarını gözledik biz. Sahip olamayacağımız oyuncakların düşlerini kurardık. Hiçbir  gerçek ,bizim çocuk düşlerimizin önüne geçemedi
Benden öç alır gibi hep gittiler, dönmediler Sızılarını konserve yaptım. Sancıları hep taptaze, hep sıcacık durur sol böğrümde
Kirpiklerine gerçeğin tozu düşsün istemiyorum. Sen çocukluğunun köyünden çıkma.
Öyle avaresin ki, senaryoyu bitirmeye hiç niyetin yok gibi Hatta bitirmeye korkar gibisin.Uçakları seven ama uçmaktan korktuğu için uçak resimleriyle avunan adam gibisin. Anlaşıldı mı?
Sabret Yakup, gün olur çıkar Yusuf kuyulardan.
Güneş, ay ve on Bir yıldız secdeye varır önünde. Mısır’ın tahtı onu beklemekte Yakup. Züleyha’nın gözü yollardadır şimdi.
Bu öyle bir öyküdür ki, dipsiz kuyuların kör karanlığından Mısır’a yükselişin öyküsüdür.Gün olur Yakup,gün olur,Züleyha’nın konukları Yusuf’un güzelliği karşısında ellerindeki meyveler yerine parmaklarını keserler.
‪“Bu ülkede kısa filmin adını kaldırdılar, yerine öğrenci filmleri diye bir şey uydurdular” diyen de sensin ‬

‪Uluçay, Küller Ve Kemikler, Sy. 102‬

‪“-Hayır. Onu demek istemedim, diyor Yakup. Her zaman kendin söylersin, ‘Bu ülkede kısa film adına başyapıt çeksen, vız gelir tırıs gider’ diye ”‬

‪Uluçay, Küller ve Kemikler, Sy. 102‬

‪“Aslına bakılırsa yönetmen senaryo yazmaz. Filmi için notlar alır, o kadar Bizim senaryo dediğimiz şey, yapımcı tavlamak için yazılan sinema dışı bir şeydir.”‬

‪Uluçay, Küller ve Kemikler, Sy. 42‬

– Hayatın tümünü bırakabiliyoruz da küçücük bir anını yeniden yaşayamayacak olmanın verdiği hüzne yenik düşüyoruz.
Anam çocuğuyla kocası arasında aracıydı, bütün Anadolu anaları gibi. Bu işi iyi yapardı anam. Hiçbir zaman yıldızlarımızın barışmadığı babamla ne yapar eder, aramızda bir tatsızlık çıkmamasını sağlardı. Anam, iyi bir yönetmendi.
Yükselen değerlerin gökdelen ihtişamı yanında bizim Bozkırda Deniz Kabuğumuz gecekondu gibi kalıyor.
İnsanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar. Sanat, içimizdeki o zaaflar toplamı insanı en saf, en dokunulmamış haliyle görmek ve göstermek belki de Bizim içimizde biraz herkes var. Herkesin içinde de biraz biz
İçimin karanlığına düştüm Yakup
Ciddi söylüyorum. Çocuklarım bile benden önce tanıdılar muzu. Anneleri pazardan almış. Çocukların her birine yarımşar pay düşecek şekilde, azıcık o yarımşarcıklardan azıcık da bana verdiler. Almak istemedim. Zorla yedirdiler.
Ne yapayım Yakup, diyorum. Senaryoyu kendim için yazmıyorum ki ben. müstakbel yapımcımız için yazıyorum. Böyle yazılan senaryonun ikna gücü olduğu düşüncesinden alamıyorum kendimi. Elimden gelse filmin müziğini de besteleyeceğim, bir de orkestra kiralayacağım. Senaryoyu orkestra çalarken okumasını isteyeceğim yapımcı beyimizden.
– olsun mu, diyorum ciddi ciddi. Nasıl olsa gelecekte ki yeni darbelerle garip bir ülkenin kıçı nasır tutmuş çocukları olup çıkacağız.
Düşlerimizin bir tanığı olmaması ne kötü Yakup, diyorum. Giderek düş gördüğümüzden bile kuşkuya düşüyoruz.
Başımı alıp çekip gidesim geliyor, her vardığım sonun bir ilk adımı olduğunu bile bile
Büyüyünce kirleniyor insan, kirletiyor. Dünyaya herkesle lâdesli geldiğini unutmuş, rahatça yaşıyorsun Çocukça saflık, çocukça duyarlılık, insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu, ne yazık ki yitirdiği şey Sen onu bulmuşsun demiyorum, yitirmemişsin
İnsanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar. Sanat, içimizdeki o zaaflar toplamı insanı en saf, en dokunulmamış hâliyle görmek ve göstermek belki de Bizim içimizde biraz herkes var. Herkesin içinde de biraz biz
Niye yazmayayım ki Yakup, diyorum. Yazdığım sürece sana kaçıyorum, sana konuk oluyorum. Sen gözlerini ödünç veriyorsun bana. Öyküler anlatıyor, hayatı yaşanılır kılıyorsun. Hayatı çıplak gözle görmeye tahammülüm yok. Yalın gerçekle yüz yüze yaşayamayacak kadar zayıfım. Sevgisizliğin duman altında sanırım ilk ölecek olan ben olacağım Yakup.
Derenin iki yanındaki Yalçın kayalar çıngırak sesine Yankı Vermeyecek kadar duygusuz, bu sessizlik sanki biraz sonra başlayacak olan fırtınaya gebe.
Yönlerden batıyı sevdiğimiz doğru. atalarımız da hep batıya doğru göç etmişler. Batı bir özlem, Batı bir Ülkü.
Düşlerimdeki kayıp kenti gökyüzünde yeniden görürüm umuduyla Uyumaya çalışıyorum.
Çağdaş adamın hastalığı bu. Özlemini tanımlayamamak
Avuç içi kadar dünyamda ben böyle mutlu yaşarken kim soktu aklıma uzak denizleri?
Benim gözümde şairlik var arkadaş!
Başımı alıp gidesim geliyor, her vardığım sonun bir ilk adım olduğunu bile bile
Çocukça saflık, çocukça duyarlık, insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu, ne yazık ki yitirdiği şey
Bizim içimizde biraz herkes var. Herkesin içinde de biraz biz
Insanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar.
Babamdı. Ayıp! dedi. Yere atılan bir şey alınmaz!
Demek kentte onurlu bir köylü olacaktım.
Hayatı çıplak gözle görmeye tahammülüm yok. Yalın gerçekle yüz yüze yaşayamayacak kadar zayıfım.
Sevgisizliğin duman altında sanırım ilk ben öleceğim Yakup.
Öykülerime uğra ara sıra..
Şu deniz kabuklarına tekne diye düşlerini bindirip çıktığın uzak yolculuklara ben tanığım.
Senin denizlerini haritalarda görsek, boğuluruz. Biz düş yoksulu olduk Yakup.
– Biliyor musun Yakup, diyorum. Üzerinde yaşadığın kürenin dörtte üçü sularla kaplı ve sen hiç deniz görmemişsin Dahası da var, yaşadığın ülkenin üç yanı deniz..
Bu öyküler senin öykülerin hep. Benden böyle
öyküler çıkmaz Yakup. Sen gözlerini ödünç vermesen dünya bu kadar güzel görünmez.
Toprağa verdik onu. Mezara ben indim. Benden daha yakın kimsesi yoktu. Biliyorsun kuluçka makinesinden çıkan civcivler gibi kimsesiz yaşadık her birimiz. Bir kanat altı görmedik
– Öyleyse niye yazıyorsun, diyor.

– Niye yazmayayım ki Yakup, diyorum. Yazdığım sürece sana kaçıyorum, sana konuk oluyorum. Sen gözlerini ödünç veriyorsun bana. Öyküler anlatıyor, hayatı yaşanılır kılıyorsun. Hayatı çıplak gözle görmeye tahammülüm yok. Yalın gerçekle yüz yüze yaşayamayacak kadar zayıfım.

– Sen hala deniz görmedin değil mi Yakup, diyorum.

Denizi görmemesi bir eksiklikmiş gibi acıklı bir yüzle yüzüme bakıyor.

– Görmedim, diyor. Nerede göreyim?

– Biliyor musun Yakup, diyorum. Üzerinde yaşadığın kürenin dörtte üçü sularla kaplı ve sen hiç deniz görmemişsin. Dahası da var, yaşadığın ülkenin üç yani deniz..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir